Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cumhur İttifakı’nın geleceği var mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Çubuk saldırısıyla ilgili olarak bugün yaptığı açıklamayla MHP lideri Bahçeli ile aynı çizgiye geldi. Seçimlerin ardından dile getirdiği “Türkiye İttifakı” önergesinden vaz mı geçti? Cumhur İttifakı’nın partisinin aleyhine işlediği, MHP’nin işine yaradığı iddialarını benimsemiyor mu?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler! Bugün ikinci kez yayın yapıyorum, dün de böyle oldu. Tatilde verdiğim arayı telâfi etmek istiyorum herhalde; ama normalde bugün bu yayını yapmayacaktım, lâkin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Nisan’da Meclis’teki özel görüşme sonrası gazetecilere söylediklerinden hareketle ve özellikle bugün gördüğüm birtakım köşeyazılarından hareketle, bu yayını yapma ihtiyacı hâsıl oldu. Şöyle ki: Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir gaz sıkışmasından bahsetti. Konu ne? Mâlum, Çubuk saldırısı, Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik şehit cenazesinde saldırı. Erdoğan ilk gün açıklama yapmamıştı; sonra sosyal medya üzerinden de paylaşılan bir yazılı açıklamayla tasvip etmediğini söyledi, ama kınama yoktu. Şimdi tasvip etmese bile anlayışla karşıladığını gösterebilecek şeyler var. Şöyle diyor: 

“Burada bir şehit var ve bu şehidin kimler tarafından yapıldığı belli. PKK ile hangi siyaset el ele kol kola geziyor ve bunun yanında da Türkiye’de hangi siyasî partiler kol kola veriyorlar, sonra oraya gidiyorlar. Burada bir gaz sıkışması var. Bu insanların birikmiş olan gaz sıkışması karşısında nereye gideceksin? Bunların hepsini etraflıca incelemek lâzım, bunların üzerine de düşünmek lâzım değil mi? Bunları istismara dönüştürmenin bir anlamı yok, buralarda çok dikkat etmeniz gerekir. Ben bile Cumhurbaşkanı olarak herhangi bir şehit evi ziyaretinden önce soruyorum, ‘Gidişim orayı rahatsız eder mi? Eğer edeceksem gitmeyeyim’ derim. Dua yapacaksam, duayı evimden yaparım. Olay bu kadar basit”. 

Bu söyledikleri Devlet Bahçeli’nin olay günü söyledikleriyle neredeyse benzer. Bahçeli de, “Siyasî liderler gidip gitmeme konusunda hassas olmalı” diyerek bir nevi bunun normal olduğunu söylemeye getirmişti. Cumhurbaşkanı da benzer bir şey söylüyor; ama bugün Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin ardından, kendilerinin gitmeden önce şehit ailesiyle konuştuklarını, onların onayını aldıktan sonra gittiklerini söyledi. Bunun medyada çok fazla yer bulacağını açıkçası sanmıyorum, ama bunun çok da önemli olduğunu sanmıyorum. Anamuhalefet liderinin bir şehit cenazesine katılmasının hiçbir şekilde sorun olmaması gerekiyor, burada bir güvenlik sorunu varsa bunun sorumlusu da devlettir. Devletin burada sorumluluğunu bir kenara bırakıp, “Siz de gitmeseydiniz, siz de gitmeden önce şöyle davransaydınız” gibi açıklamaları anlaşılır gibi değil ve zaten burada şunu da özellikle vurgulamak lazım: Gerek Bahçeli gerek son aşamada Cumhurbaşkanı Erdoğan, açık bir kınama yoluna gitmediler. “Tabii ki tasvip edilemez, tabii ki üzücü” dediler, ama Kılıçdaroğlu’na “Geçmiş olsun” dediklerini şahsen ben görmedim — şu anki açıklamalar itibariyle. 

Bir de Cumhurbaşkanı’nın ilk Twitter’da yaptığı açıklamanın ardından, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun Sabah gazetesinden Okan Müderrisoğlu’yla yaptığı konuşmada çok daha ilginç şeyler söylemişti: “Protesto eden vatandaşlarımıza ‘terörist’ muamelesi yapılmasını asla kabul etmeyiz” demişti. “Şöyle bir şey var; cenaze merasiminde yaşanan olay elbette üzücü ama”, arkasından “ama” geliyor, “şiddete herkesin mesafe koyması gerekiyor; ancak şehit ailelerinden kızgın tepkiler geldiğinde ayağa kalkanlar, terör örgütünün vs. vahşi cinayetlerini kınamıyorlar. Ülkemizde protesto hakkı anayasal koruma altındadır. Yaşanan olay sırasında bu anayasal sınırları aşarak fiilen şiddete başvuranlarla ilgili adli süreç başlatılmıştır” — ki 9 gözaltıdan 8’inin tahliye edildiğini biliyoruz ayrıca; bu sabah oldu bu. “Ancak, CHP Genel Başkanı’nın kullandığı dil ve kurduğu ittifaklar sebebiyle protesto eden vatandaşlarımıza ‘terörist’ muamelesi yapılmasını asla kabul edemeyiz” diye devam ediyor. Ardından tabii CHP’yi Atatürk’ün partisi olarak tanımlamayı da ihmal etmiyor. 

Şimdi bu seçim öncesi kurulan dilin, beka söyleminin ve CHP’yi PKK’yla hatta FETÖ’yle vs. işbirliği halinde gösterme ısrarının devam ettiği görülüyor. Halbuki, 31 Mart’ın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan kızgın demirin soğutulması gerektiğini ve Türkiye ittifakının oluşturulması gerektiğini söylemişti. Buradan da, önceki seçim döneminde yaptığı, bir tarafta Cumhur İttifakı yani kendileri, diğer tarafta Zillet İttifakı yani terörle işbirliği yaparak ülkenin bekasını tehlikeye atanların ittifakı şeklinde ülkeyi ikiye bölmüştü; kutuplaşmayı tırmandırma stratejisini Bahçeli’yle beraber hayata geçirmişlerdi. Seçim sonuçlarının ardından bu stratejiden vazgeçmek istediğinin işaretini vermişti “Türkiye İttifakı” diyerek. Ama sonra ne oldu? Bu olay patlak verdi, Çubuk saldırısı patlak verdi, Bahçeli ilk andan itibaren pozisyonunu koydu. Burada saldırganlardan ziyade saldırılanı öne çıkartan bir yaklaşım — ki Cumhurbaşkanı’nın da sonradan bu yaklaşıma –iki gün sonra da olsa– gelmiş olduğunu gördük.

Burada tabii ilginç bir husus var: Ahmet Taşgetiren’in bugün Karar’daki yazısında hatırlattığı bir husus var. Bahçeli’nin sözleri var. “Bahçeli, İstanbul seçimlerinin tekrarlanması konusunda bayağı ısrarcı ve bu anlamda da AKP çok ciddi destek veriyor, Erdoğan çok ciddi destek veriyor. ‘İstanbul’da bir şeyler oldu’ diyor. ‘Bu gelişmeler karşısında Türkiye İttifakı’ndan bahsetmek kafamızdaki soru işaretleri çoğaltmıştır’ diyor. Yani bu benim anladığım kadarıyla şöyle: ‘Biz size İstanbul için destek veriyoruz, siz Cumhur İttifakı yerine Türkiye İttifakı diyorsunuz’ diye bir şikâyet var. ‘Bizim ittifakımız vatan ve millet sevgisinde erimiş AK Partili kardeşlerimledir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın neyi kastettiğini elbette bilemeyiz, ancak konunun istismar edildiğini de görüyor ve çok yakından takip ediyoruz”. Yani Cumhurbaşkanı’ 31 Mart dolayısıyla MHP’yle girdiği, Büyük Birlik Partisi’nin de desteklediği ittifakın sonucunda ortaya çıkan tablodan –haklı bir şekilde– memnun olmayarak yeni bir arayışa yönelmeye kalktı diyelim, buna Türkiye İttifakı adını verdi ve özellikle de ekonomik krizi de göz önüne alarak herhalde bunu yaptı, ama ânında Bahçeli’den, “Bir dakika! Ne oluyoruz? Nereye gidiyorsunuz? Niye gidiyorsunuz?” şeklinde bir çıkış geldi benim gördüğüm kadarıyla ve burada bir tereddütün ardından bugün itibariyle tekrar Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’yla –Bahçeli’yle yani– tekrar kutuplaşmayı tırmandırma, kutuplaşma üzerinden yürüme çizgisinde olduğunu gözlüyorum. 

Bu sürdürülebilir bir şey mi? Dolayısıyla Cumhur ittifakı sürdürülebilir bir şey mi? 

Şimdi ilk günden, pazar günkü saldırının ardından Abdullah Gül’ün, Ahmet Davutoğlu’nun bu konuda yaptıkları çok açık ve net açıklamalar vardı. Bu açıklamalar kınama açıklamaları, aynı zamanda aslında AK Parti’ye ve Erdoğan’a MHP’yle ve Bahçeli ile kurduğu ittifaktan uzaklaşma çağrısı, dolaylı bir şekilde. Daha sonra, dün Davutoğlu’nun –bu sabah da ele aldığımız– 15 sayfalık manifestosu geldi. Onun önemli bir bölümü, MHP’yle kurulan ittifakın nasıl AKP’nin aleyhine ve nasıl MHP’nin lehine olduğunu anlatmakla geçiyordu bu metinde — bunlar hiç boş şeyler değil. Bugün baktığımızda, AKP’ye yakın ya da yakın zamana kadar yakın olmuş birçok kişinin Çubuk saldırısı üzerine çok ciddi bir şekilde MHP pozisyonuna ve dolayısıyla Erdoğan’ın bugünkü pozisyonuna karşı Kılıçdaroğlu’nun yanında pozisyonlar aldığını görüyoruz. Bu gerçekten bir tür yol ayrımına doğru götürüyor AKP’yi, AKP tabanını, benim gördüğüm kadarıyla. Bu aslında öteden beri süregelen bir tartışmanın bugün artık yeni bir aşamaya geldiğini gösteriyor bence — Çubuk saldırısı. “Böyle gidilemez, böyle yürünemez, muhalefet liderine saldırı hoşgörülemez, buna zemin hazırlanamaz” şeklinde çıkışlar giderek artıyor. 

Bunun bir aslı, tarihsel geçmişi var. Şöyle ki: Türkiye’de milliyetçi-muhafazakâr oylar diye bir şeyden bahsedilir. Türkiye’de Türk milliyetçiliğiyle İslamî anlamda, dinî anlamda muhafazakârlık, seçmen tercihi olarak çok iç içe geçmiştir. 70’li yıllardan itibaren bunu çok net bir şekilde görmek mümkün. Mesela bir seçimde İç Anadolu’da, Doğu Anadolu ve kısmen Karadeniz’de Milli Selamet Partisi çok başarılı olurken, bir sonraki seçimde aynı yerlerde MHP’nin çok başarılı olduğunu gördük. Daha sonraki dönemde de baktığımız zaman, 80-90’lı yıllarda Refah Partisi’yle MHP’nin İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da kıyasıya bir yarış içerisinde olduğunu gördük. Daha sonra AKP’nin kurulmasıyla beraber bu coğrafyada AKP çok ciddi bir üstünlük elde etti. Ama son seçimlerde görüyoruz ki AKP’nin üstünlüğü yavaş yavaş kırılıyor ve MHP buralarda yeniden ciddi anlamda güç toparlıyor. Yani AKP’den MHP’ye ciddi anlamda oy kayışı var. Çünkü bu seçmen iç içe geçmiş ve aynı zamanda milliyetçi, aynı zamanda muhafazakâr olan bir seçmen; konjonktüre göre pozisyonunu değiştirebiliyor. Ve şu haliyle gördüğümüz kadarıyla, son seçimlere baktığımız kadarıyla bu konjonktürde eğilim daha çok MHP’nin lehine ve AKP’nin aleyhine. Zaten buralarda CHP çok varlık gösteremiyor, İYİ Parti çok az varlık gösterdi, İYİ Parti daha Ege-Akdeniz Bölgesi’ndeki MHP ya da milliyetçi seçmenin oylarını aldı — ki bu seçmen milliyetçi ve muhafazakâr değil; tek kelimeyle milliyetçi olarak tanımlanabilecek bir seçmen denebilir, büyük bir çoğunluğu için. Ama İç Anadolu’daki, Karadeniz’deki, Doğu Anadolu’daki milliyetçi-muhafazakâr seçmende bir AKP-MHP rekabeti var ve bundan şu haliyle MHP kârlı çıkıyor. Ama bir diğer husus da şu Ahmet Davutoğlu’nun manifestosunda isabetli bir şekilde vurguladığı gibi, bu arada AKP aynı zamanda kıyı şeridinde etkisini iyice kaybetmeye başlıyor. Yani bu son seçimde CHP’nin belediyeleri aldığı yerlere baktığımız zaman, AKP’nin buralarda bâriz bir başarısızlığa uğradığını görüyoruz. Yani AKP içeriyle sınırlanıyor ve içeride de büyük ölçüde Anadolu’yla, taşrayla sınırlanıyor; taşrada da MHP’yle çok ciddi bir rekabet içerisinde girmiş durumda. Bu rekabet aynı zamanda dilinin de tamamen güvenlik eksenli bir dil olmasını, özgürlüklerin yerine güvenliğin öne çıkarıldığı bir dil olmasını getiriyor. Bu, AKP için, Erdoğan için bence sürdürülebilir bir şey değil; ama bunu sürdürmeyip yerine koyabilecek bir ittifak modelini bulabilmiş de değil. “Türkiye İttifakı” lâfının karşılığı çok fazla yok. Bunu dünkü yayında da tartışmaya çalıştım. Neyi nasıl yapacaksınız? Kimi nasıl ikna edeceksiniz? Bir de iktidarı kiminle nasıl paylaşacaksınız? Bir kere Erdoğan’ın iktidarı paylaşmak istemediğini zaten biliyoruz. Bu başkanlık sisteminde, paylaşmak istese dahi nasıl paylaşacak? Eskiden parlamenter sistemde bir hükümet olurdu ve bir başbakan, başbakan yardımcıları olurdu; koalisyonda başbakan genellikle birinci partiden olur, başbakan yardımcıları koalisyon partilerinden olur ve bakanlıklar paylaştırılırdı. Şimdi böyle bir şey de yok; çünkü Bakanlar Kurulu diye bir şey de yok –bakanlar var, ama bir kurul değiller–; dolayısıyla başbakan yok. Bu istense de olabilecek bir şey değil. Yani CHP’yle yapılmak istense, ya da İYİ Parti’yle ya da başkalarıyla. Ama MHP şu anlamıyla AKP için kolay gözüküyor, MHP böyle bir şey talep etmiyor; yani bakanlık şu bu talep etmiyor; ama ideolojik, politik bir üstünlük istedi ve elde etti, belki istemeden elde etti; yani Erdoğan ve AKP, MHP çizgisine geldi ve Çubuk olayında da gördüğümüz gibi aslında teorinin ötesinde pratikte de MHP’nin öncülüğü baskın oldu. Bundan MHP gayet memnun ve bunun bozulmasını istemiyor; ama Erdoğan öteki tarafta ittifak yapmaya kalkarsa, kendine müttefik aradığında müttefiklerin birtakım doğrudan iktidar paylaşımı talepleri olacağı için, bu da Erdoğan’a çok câzip gelmiyor. Yani şu haliyle Erdoğan MHP’ye ve Bahçeli’ye mahkûm gözüküyor. Mahkûm gözüküyor ama, bu sürdürülebilir bir ilişki olarak da gözükmüyor. Dolayısıyla şu önümüzdeki günlerin temel tartışmasının AKP’yle MHP arasındaki ilişkinin geleceği olacağını düşünüyorum. Bahçeli’nin bu “Yakından takip ediyoruz, kafamızdaki soru işaretleri çoğaldı, nedir bu Türkiye ittifakı?” çıkışını hiç yabana atmamak gerekiyor. Yani diyor ki sonuçta: “Eğer siz bizi bırakırsanız, arayışlara girerseniz, biz de sizi bırakırız”. Bunun sonucunda ne olur? Onu bilmiyorum, ama şu anda Bahçeli’nin desteğine ihtiyacı var ve ihtiyacı olduğunu da Çubuk’la ilgili yaptığı bugünkü açıklamayla dile getirdi. 

Peki Cumhurbaşkanı’nın Çubuk’la ilgili bugün yaptığı açıklama, daha önce Bahçeli’nin ve Cumhurbaşkanlığı sözcülerinin yaptığı açıklamalar ne anlama geliyor? Bu da şu anlama geliyor: Bu tür saldırıları yapanların başına çok fazla bir şey gelmeyeceği. Tabii ki üzüntü duyulacak, tabii ki soruşturma yapılacak, ama bunlar mâsum duygularla hareket eden, hatta haklı şikâyetleri olan kimseler; çünkü baktığımız zaman Bahçeli’nin de, Erdoğan’ın da, Fahrettin Altun’un da Kılıçdaroğlu’na yönelik öfkeyi sonuna kadar haklı bulduklarını görüyoruz. Zaten bu öfkenin oluşmasında onların çok ciddi katkıları olduğunu da biliyoruz. Yani bu da nedir? CHP’yi PKK’yla eşitlemek. Bunun aslında gerçekçi olup olmadığı bir yana, aslında AKP’nin işini yakın gelecekte zorlayabilecek bir şey. Ama şu da var: Siyasette her şey olur, yarın öbür gün hiçbir şey olmamış gibi pekâlâ tekrardan CHP’ye de –belki ilk defa– CHP’ye de yönelebilir, onu da bir yerde tutmak lâzım. Ama benim gördüğüm kadarıyla, milliyetçi-muhafazakâr seçmenin eğilimlerine ve bir yandan ülkücü hareketin yani MHP çizgisinin, bir yandan İslamî hareketin yani bir şekilde AKP çizgisinin geçmişine de baktığımız zaman, AKP’nin MHP’yle bu kadar yakın, bu kadar onun çizgisinde yol alıyor olmasının ciddi kopuşlara yol açacağı kanısındayım. Zaten öteden beri beklenen AKP’den kopuşlar, yeni parti ihtimalleri, MHP’yle ittifakın zarar verdiği argümanıyla güçleniyor. Bu argümanın çok ciddi bir şekilde kullanılmaya başlandığını görüyoruz; önümüzdeki günlerde buna çok daha fazla tanık olacağız. 

Yani Erdoğan’ın tabanıyla, tabanının bir kesimiyle arasının açılmasında Bahçeli’yle olan ittifakının, MHP’yle olan ittifakının rolü önemli olacak. Bir diğer taraftan da bu ittifakın, AKP’den alıp MHP’ye daha çok verdiğini de görmeye devam edeceğiz gibi geliyor. 

Evet burada noktayı koyalım, ben yine bütün itirazlara rağmen bildik cümlemle bitireyim: Söyleyeceklerim bu kadar. Hepinize iyi günler! 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.