Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yıldırım-İmamoğlu tartışması: Sakin olan kazanacak

Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm Türkiye’yi Pazar gecesi yapılacak olan Binali Yıldırım-Ekrem İmamoğlu tv tartışmasını izlemeye çağırdı. Siyasi iktidarın ne tür bir hazırlığı olabilir? İmamoğlu lehine gözüken dengeler bu tartışmayla değişebilir mi?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Pazar günü (iki gün sonra) akşam 21’de bir tartışmaya tanık olacağız. Tarihî bir olay olacak. İstanbul’da yarışacak olan iki aday, iktidarın, Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım ve Millet İttifakı’nın, muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu ekran karşısında olacaklar. İsmail Küçükkaya’nın yönetiminde çok sayıda soruya cevap verecekler. Bu, yıllardır olmayan bir olay. Daha önce en son, 2002 seçimleri öncesinde siyasetçiler arasında bir tartışma, Deniz Baykal, Recep Tayyip Erdoğan ile yaşanmıştı. Daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’de grup başkanvekili olduğu sırada, Melih Gökçek’le yaptığı bir tartışma en çok hafızalarda kaldı. Mir Dengir Fırat’la da tartışmasını biliyoruz. Ama Pazar günü yapılacak olanı 2002’den bu yana yapılmamış bir tartışma olarak görmek gerekir. Çünkü seçim eksenli bir tartışma. 2002’den beri Türkiye’de seçim eksenli tartışma yapılmıyordu. Bunun yapılmamasının en büyük nedeni de siyasî iktidardı. Dönemin başbakanı, daha sonra cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan böyle bir şeye yanaşmadı. Muhaliflerine kendisi ile tartışma, kendisine yönelik eleştirilerini tüm Türkiye’nin önünde doğrudan suratına söyleme imkânını tanımadı. Ama nihayet burada, İstanbul’da iptal edilen seçimlerin ikinci kez yapılmasında bu olaya razı oldular. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Kırgızistan’a gitmeden önce bu olaya, Pazar günü yapılacak tartışmaya çok önem atfettiğini de vurguladı. Önce onun bir kendi ağzından dinleyelim Erdoğan’ın sözlerini. Sonra devam edelim:

Erdoğan: İstanbul adeta 81 vilayetin özeti olan bir ilimiz. Ve o akşam burayı izleyenler, Sivas’taki Sivaslı bile İstanbul’daki Sivaslı hemşehrisini arayıp inanıyorum ki onunla bu müzakerenin, bu tartışmanın kendi aralarında onlar da müzakeresini yapacak. Kastamonulular aynı şekilde, Kastamonulu hemşehrisini arayacak. Onlar da bu işin müzakeresini yapacak. Öbür tarafta Tokatlı, Tokatlı hemşehrisini, Giresunlu, Trabzonlu hepsi birbirlerini arayıp bunun müzakeresini, değerlendirmesini yapacak. Bu şunu getirecek: Yani gerçekten İstanbul gibi dünyanın örnek bir şehrini, en ideal hangi yönetici yönetebilir? Bunu bizzat o akşamki müzakereden sonra çok daha net, güzel bir şekilde değerlendirme fırsatını halkımız bulacak diye inanıyorum. Ve bunun gerçekten son artık kırılma noktası olan Pazar günü, o bir haftaya da çok ciddi bir ışık verecektir diye inanıyorum.

Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinleyince insan kendi kendine Binali Yıldırım nasıl bir hazırlık yapmış olabilir sorusunu soruyor. Çünkü Erdoğan bu tartışmaya çok önem atfediyor. Bir haftayı belirleyecek bir tartışma olarak söylüyor. Tüm Türkiye’nin izleyeceğinin altını özellikle çiziyor. Öncelikle şunu söylemek lâzım: Birincisi, yıllar sonra Erdoğan’ın bir televizyonda yayınlanacak siyasî tartışmayı seçim için bir nevi çözüm yolu, kendisine bir çare olarak görüyor olması aslında çok manidar. 2002’den bu yana, yani 17 yıl sonra geldiği noktayı gösteriyor. Onun krizini gösteriyor. Bir diğer husus: Ne olabilir, nasıl bir hazırlık içerisinde olabilir Binali Yıldırım? Şapkadan hangi tavşan çıkacak? Tavşan kaldı mı, hatta şapka var mı? Ben açıkçası çok fazla bir şeyin, yani tartışmada Binali Yıldırım’ın hazırlıklarından hareketle seçmen tercihini değiştirebilecek çok önemli hususların olabileceğini sanmıyorum. Değişik vesilelerle bu olay gündeme geldiği andan itibaren, kesinleştiği andan itibaren yaptığım yorumlarda da hep bunu söyledim. Normal şartlarda bu tartışma iyi olacak, güzel olacak, hoş olacak. Ama buradan seçmen tercihinin değişeceğini beklemek çok gerçekçi olmaz. Ta ki şöyle bir, velev ki diyelim, velev ki taraflardan birisi çok ciddi stratejik bir hata yapmazsa. Birazdan bu konuyu biraz daha derinleştirmek istiyorum.

Bu arada bugün arkadaşlarımız İstanbul’da değişik yerlerde sokakta vatandaşlara sordular Pazar günkü tartışmayı. Ve büyük bir çoğunluğu izleyeceklerini, ama kararlarını değiştireceğini sanmadığını, vermiş oldukları kararın tercihlerini değiştireceğini sanmadıklarını vurguladılar. Genel eğilim “İyi olur, hoş olur, ama zaten insanlar kararlarını vermiştir” şeklinde. Normali de bu. Ama burada neler olabilir? Bu tartışmada insanlar neler görebilir? Neler hissedebilir? Bir kere olayın normal bir şekilde beklendiği gibi her iki tarafın birbirine saygılı bir şekilde yürüdüğü, kavganın dövüşün olmadığı bir tartışmada gerçekten çok fazla bir şeyin değişmesi herhalde söz konusu olmaz. O zaman ayrıntılar öne çıkacak. Kılık kıyafetten ses tonuna, üslûba vs.’ye kadar hangi konuda kim daha uzun konuştu, kim daha ikna edici rakamlar verdi, yaklaşımlar geliştirdi vs.. Burada tabii Binali Yıldırım’ın çok dezavantajlı bir durumda olduğunu görmemiz lâzım. Bir kere 25 yıldır İstanbul Binali Yıldırım ve arkadaşları tarafından yönetiliyor. O zaten ilk Erdoğan kazandığı zaman belediyeye girmiş birisi. Ve daha sonra da hep Erdoğan’la beraber hareket etmiş, yani İstanbul’un hepsinden bir şekilde kısmî de olsa sorumluluğu olan birisi. Dolayısıyla o zaten kampanyasında bunu söylüyor, “Yaptık, yine yaparız” diye söylüyor. Yani şu âna kadar yapılanların olumlu olduğunu, üstüne koyacaklarını söylüyor. Burada tabii çok ciddi bir sorunu var. Çünkü İstanbul geçen 25 yılda daha da büyüdü ve sorunları daha da arttı. Ve bunların bir kısmını, özellikle çarpık kentleşme gibi hususlarda yapılan yanlışları bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan da açıkça kabul etti. Dolayısıyla işi bu anlamda zor. Bir diğer zorluğu 31 Mart’ta kaybetmiş olması ve kamuoyunun tam da ikna olmadığı –ya da kendini ikna olmuş hissedenler vardır ama bence çoğunluğun ikna olmadığı– bir YSK kararıyla seçimin tekrarlatılmış olması. Bir de çalma iddiasının tamamen açığa düşmüş olması var. Örneğin Ekrem İmamoğlu yayında Binali Yıldırım’a dönüp “Ben ne çaldım Allah aşkına?” diye sorduğu zaman, Binali Yıldırım’ın ona vereceği cevap ne olabilir? Açıkçası merak ediyorum. Dolayısıyla baştan zaten 31 Mart’ın yeniği ve üstüne de hakkaniyetli olmayan bir şekilde seçimi yeniletmiş bir aday olarak çıkıyor. Böyle bir husus var.

Onun dışında, yalnız şunu özellikle vurgulamak lâzım: 31 Mart öncesinde ve sonrasında yaptığım değerlendirmelerde özellik Türkiye’de kutuplaşmaya kapılmayan, kutuplaşmanın oyununa gelmeyen siyasetçilerin başarılı olduğunu, başarılı olma şansının yüksek olduğunu söylemiştim. Hatta bunu da “Sakin olan kazanıyor” diye vurgulamıştım, özellikle 31 Mart’tan sonra. Ekrem İmamoğlu’nun en büyük avantajı, aslında başka yerlerdeki CHP adaylarının da, Ankara’da da, Antalya’da da, Adana’da da, İzmir’de de en önemli öne çıkan özellikleri büyük siyasî tartışmalara girmeyip sakin sakin şehirleri ile ilgili konuşmalarıydı, yerel konuşmalarıydı. Ve bu anlamda sakin bir şekilde kampanya yürüttükleri için başarılı oldular. Buna karşılık rakipleri bir beka söylemi, kendilerinden olmayanı teröristlikle suçlama, eşitleme söylemi gibi sert bir şekilde gittiler. Yani bir taraf pozitif bir kampanya yürütürken diğer taraf negatif kampanya yürüttü. Binali Yıldırım İstanbul’da bundan rahatsız olduğunu bir şekilde belli etti, dile getirdi. Ama tabii ki o hiçbir şekilde kampanyayı belirlemedi. Hatta biliyoruz, “Projeleri de Cumhurbaşkanı anlatacak” diye sözü ona bırakmışlığı bile vardır. Şimdi iş değişti. Cumhurbaşkanı geri planda, beka söylemleri geri planda. Binali Yıldırım her yere gidiyor. Zaten sakin bir siyasetçi, zaten çok sert çıkışlarıyla kamuoyunun hafızasında yer etmiş birisi değil. Öyle sakin sakin, tane tane konuşarak ve aynı Ekrem İmamoğlu gibi halkın içerisine girmeye çalışarak –girerek diyemeyeceğim, girmeye çalışarak– bir kampanya yürütüyor. Dolayısıyla burada Ekrem İmamoğlu 31 Mart öncesindeki en büyük avantajlarından birisinden bir şekilde mahrum durumda. Çünkü karşısında 31 Mart öncesindeki Erdoğan yok. Hırçın, negatif Erdoğan yok. Kendisi gibi bir anlamda sakin Binali Yıldırım var. Dolayısıyla burada sakinlik avantajını tek başına kullanmayacak Ekrem İmamoğlu. Böyle bir eşitlenme, tam olarak olmasa bile bir eşitlenme hususunun olacağını söyleyebiliriz. Ama buna karşılık Binali Yıldırım daha dingin, daha ağır konuşan birisi ve yaşlı birisi. Ekrem İmamoğlu daha genç, daha dinamik, daha enerjik birisi. Birisinin üzerinde yılların yıpranmışlığı var, iktidarın yıpratmışlığı var. Diğerinde taze bir şey var. Ekrem İmamoğlu gençliğini, enerjikliğini, dinamikliğini yansıttığı ölçüde başarılı olacaktır. Yani sadece sakinlikle götürülebilecek bir şey olmayacak.

Bir diğer husus da, son dönemde Ekrem İmamoğlu’nun bu sakinliği konusunda birtakım şeyler oldu. Özellikle çıktığı bazı televizyon programlarında yaptıkları — ki onu daha önce bir yayında dile getirmiştim. Bence çok gereksiz şeylerdi kendisi açısından. Bunlara ihtiyacı yoktu. Eğer ezkaza bu yayın sırasında, Pazar günkü yayın sırasında şu ya da bu şekilde ve şu ya da bu nedenle taraflardan birisi diğerine yönelik hafif hırçın, agresif bir tutum takınırsa bence kaybedecek. Dolayısıyla aslında baktığımız zaman üslûp olarak birbirine yakın iki aday. Ama birisi daha genç, birisi daha dinamik ve hakkı yenmiş, bunun üzerinden de yürüyebilen, istikbal vaat eden birisi. Diğeri de siyasette artık yapmadığı tek belediye başkanlığı kalan bir isim. Dolayısıyla insanlar, tecrübe yani statükoya mı, yoksa değişime mi yönelecekler? 31 Mart’ta arayışlarının esas olarak değişim olduğunu görmüştük; dolayısıyla tekrar burada hata meselesine geliyoruz. Açık söylemek gerekirse Binali Yıldırım ne hata yaparsa yapsın zaten kaybetmiş birisi olarak çıkıyor. Dolayısıyla kaybedecek çok fazla bir şeyi yok. Bu nedenle Ekrem İmamoğlu’nun yapacağı hata, herhangi bir hata, açık hata onun kazanmışlığını gölgeleyebilir. Bu anlamda Ekrem İmamoğlu’nun daha stres altında olacağını tahmin ediyorum. Çünkü tekrar söyleyeyim, Binali Yıldırım’ın hakikaten kaybedeceği çok fazla bir şey yok.

Tabii artık geride bıraktığımız bir tartışma var, moderatör tartışması. İsmail Küçükkaya’da mutabık kalındı, Devlet Bahçeli’nin de itirazlarına rağmen. İsmail Küçükkaya bu olaydan sonra değişik vesilelerle değişik açıklamalar yaptı. Mesela Garo Paylan “Keşke bir kadın olsaydı ya da yanınızda bir de kadın olsaydı” sözüne verdiği cevap “Ben kadınlardan daha fazla onların hassasiyetini biliyorum” gibi çok bildik erkek egemen bakışın klasik bir yansımasını dile getirdi. En son Cüneyt Çakır benzetmesi yapmış. Temennim o ki öncelikle İsmail Küçükkaya sakin olur. Burada bu meselenin aslında bir moderatör meselesi değil, bu meselenin iki adayın meselesi olduğunu idrak etmiş bir şekilde çıkar –ki öyle olacağını tahmin ediyorum– ama şu âna kadar öne çıkan bazı lafları açıkçası bu tartışmanın önemini hafif ölçüde de olsa gölgeliyor. Böyle bir husus da var.

Buradan ne bekliyoruz? Açıkçası tekrar Cumhurbaşkanı’nın havaalanında söylediklerine geleyim. Binali Yıldırım’ın, dolayısıyla iktidarın bu olaya çok ciddi bir şekilde hazırlanmış olduğu izlenimi var. Ama tekrar dönüp baktığımızda çok iyi hazırlanmış olsalar da en fazla ne olur? Rakama boğabilirler, vaade boğabilirler. Şu anda İstanbul sokaklarında zaten her yerde Binali Yıldırım fotoğraflarıyla herkese, özellikle gençlere yönelik çeşit çeşit vaatler var — ki bunları 31 Mart öncesinde pek görmüyorduk. Bunları daha çok Ekrem İmamoğlu dile getiriyordu. Bu arada bu âna kadarki seçim kampanyasına baktığım zaman AKP’nin hiç miting yapmadığını ama Ekrem İmamoğlu’nun mitinge dönüşen halk toplantıları, halkla buluşmalar yaptığını görüyoruz. Bunlar iyi midir kötü müdür? Bunlar çok tartışmalı hususlar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu tartışılmıştı. “Bir tarafın çok büyük gövde gösterileri yapması ne kadar işine yarıyor? Acaba bunu yaparak karşı tarafın tabanını konsolide mi ediyor?” gibi tartışmalar da sürüp gidiyor.

Evet, tarihî bir olay yaşanacak. Ve bunu özellikle Pazartesi sabahından itibaren tartışmaya da başlayacağız; çünkü gece geç saatte bitecek anlaşıldığı kadarıyla. Ama şimdiden söylemek isterim ki, bu aslında Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı ve bu kazancını muhafaza ettiği bir seçim. Pazar gecesi bu kazancını daha da güçlendirme ihtimalinin yüksek olduğu kanısındayım. Ama dediğim gibi sükûnetini bozması halinde, sükûnetinde, sakinliğinde bir esneme olması halinde, hata yapması halinde karşısında sakin olacağını şimdiden varsaydığımız Binali Yıldırım karşısında dezavantajlı duruma düşebilir. Sonuç olarak tabii ki çok fazla bir şey değiştirmeyeceği varsayımıyla hareket ediyoruz, ama yine de sonuna kadar dikkatli bir şekilde izlemek gerekir. Ben öyle yapacağım, not alarak izleyeceğim. Ve ilk fırsatta da o tartışmanın değerlendirmesini sizlerle paylaşacağım.

Bitirmeden önce, dün burada çiçekler solmuşmuş. Çok fırça yedik izleyicilerden, bazı izleyicilerden. Onun için yeniledik. Hatta bazıları, solmuş çiçek üzerinden birtakım, ne derler, buna anlam yüklemeye çalıştılar. Şunu söylemek istiyorum: Böyle şeylerin anlamı manlamı yok. Her şeyde bir anlam, bir algı vs. aramaya gerek yok. Çiçek çiçek, benim burada taktığım kediler kedi, bunların hiçbirisinin özel bir anlamı yok. Böyle hoşumuza gittiği için böyle yapıyoruz. Ve anladığım kadarıyla da çiçeklere de, kedilere de büyük bir çoğunluğun çok fazla bir itirazı yok. Böyle tatlı tatlı yolumuza devam edelim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.