Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Shadi Hamid: “Mursi dönemi Mısır için hem kutuplaşma hem de özgürleşme dönemiydi”

Brookings Enstitüsü’nden Ortadoğu uzmanı araştırmacı Shadi Hamid, The Atlantic’te Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ölümünün ardından bir yazı kaleme aldı. Yazıyı Okan Yücel‘in çevirisiyle sunuyoruz:

“Muhammed Mursi’nin hayatı, özellikle de son bölümü, ciddi yanlışlıklardan oluşuyordu. Mursi ile tanıştığımda Müslüman Kardeşler içindeki kıdemli biri olmasına rağmen biraz silik birisiydi ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde de üst düzey bir mertebede değildi. Mursi’yi o dönemde tanıyan pek çok insan bu şekilde kalacağını düşünürdü. Ancak kendisi daha sonradan Mısır’ın halk tarafından seçilmiş ilk ve tek devlet başkanı unvanının sahibi oldu. Öngörülü liderler bazen geçiş veya kriz dönemlerinde ortaya çıkarlar.

Mursi, 2012’de başkan seçildikten bir sene sonra darbe ile görevinden uzaklaştırılmıştı. Hem görev başında olduğu, hem de darbeden sonraki dönemde kendisine pek çok eleştiri yöneltilmişti. Hepsi olmasa da bir kısmı haklıydı. Örneğin karizmatik olarak tanımlayabileceğimiz bir lider değildi. Stratejik düşünebilen birisi değildi. Sahip olduğu sorumluluğu yerine getirebilmek için doğru kişi değildi. Şu an sürgünde veya hapiste olan pek çok Müslüman Kardeşler üyesi Mursi’yi başkan olarak kabul ettiklerine pişmandır. Ancak bu Mursi’nin hatası değil; çünkü bu noktaya biraz da şansı yaver gittiği için geldi.

“Müslüman Kardeşler’in bir numaralı ismi değildi”

Müslüman Kardeşler’in düşündüğü ilk aday iş adamı Khairat al-Shater’di. Uzun boylu, özgüveni yüksek ve bir hayli hırslı birisiydi. Bazıları onu Mısır’ın en güçlü insanı olarak görüyordu. Ancak birtakım teknik detaylardan dolayı başkanlık yarışına girmesine izin verilmemişti. Aslında pek çok insanın farkında olduğu gibi asker, Müslüman Kardeşler’in yükselişini her türlü aracı kullanarak yavaşlatmak istiyordu. Sonradan Mursi’nin ismi ön plana çıktı. Mursi, Shater’in stepnesi olarak görülmüştü. Kazara başkan adayı olmuş ve seçilmişti.

Mayıs 2010’da, Mursi ile oturup sohbet ettiğimde Hüsnü Mübarek o dönem Mısır’ın devlet başkanıydı. Bir ayaklanma ile görevden düşme ihtimali hiçbir şekilde akla yatkın gelmiyordu. Bu noktada Mursi, Müslüman Kardeşler’in güç elde etme gibi bir gayesinin olmadığını ve “muhalefet” kelimesinin kendilerini tanımlamak için kullanılmasının yanlış olduğu görüşündeydi. Ancak örgütün üzerindeki baskı giderek yoğunlaşıyordu. Kasım 2010’da yapılan seçimler Mısır tarihindeki en hileli seçimdi ve Müslüman Kardeşler’in parlamentodaki 88 milletvekili sayısı sıfıra düşmüştü.  

Müslüman Kardeşler örgüt halinde bir keder havası içinde olsa da hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadı. Yolun daha uzun olduğunu biliyorlardı. Ancak en sonunda hem Müslüman Kardeşler hem de Mursi gücün çekiciliğine kapılarak üst üste hatalar ve yanlış hesaplamalar yaptılar.

2012’de başlayan ayaklanmalar ile birlikte Mısır kaotik bir hâl almaya başladı. Zayıf gözüken bir adaya sahip olmalarına rağmen Müslüman Kardeşler arkasına bir rüzgâr almayı başarmıştı. Bunda Shater’in tasarladığı, sonra da Mursi’nin olarak etiketlenen “rönesans projesinin” de etkisi büyüktü. Müslüman Kardeşler bütün ülkede aynı anda 24 farklı miting yapabilme kapasitesine ulaşmıştı. Bu gösterilerin birinde genç bir Müslüman Kardeşler destekçisine Mursi’nin onu heyecanlandırmayı başarıp başaramadığını sormuştum; o ise önce gülümsemiş sonra da kahkaha atmıştı.

“Mursi dönemi, Mısır’ın alışık olmadığı bir dönemdi”

O zaman da Mursi’yi küçümsemek kolaydı. Şimdi de kolay. Tarihte Mursi’nin ismini bir dipnot olarak geçirseniz de olur. Hiçbir halk desteği olmadan, totaliter bir devlet tarafından gömülüyor ve bunları unutmak da oldukça kolay. Ancak kendisinin ülkeyi yönettiği yaklaşık 12 aylık süre, Mısır tarihi açısından alışılmadık bir dönemdi. Mursi yetersiz ve kutuplaştırıcı bir siyasî liderdi, Müslüman Kardeşler dışında kalan neredeyse herkesi ötekileştirmeyi başarmıştı. Nihayetinde kendisi de örgütü de başarısız oldu. Ancak muhaliflerinin adlandırdığı gibi faşist veya firavun da değildi. Geçtiğimiz yıl çalışma arkadaşım ile birlikte, Mursi ile ilgili yaptığımız bir yayında şöyle demiştik: “Onlarca yıllık geçiş dönemlerinin bize gösterdiği üzere, her ne kadar beceriksiz ve çoğunlukçu olsa da Mursi tipik bir geçiş dönemi liderinden daha otokrat değildi ve toplumsal dönüşümlere öncülük eden liderlerden de daha demokrattı.”

Ancak gerek insan gerekse başkan olarak Mursi’ye odaklanmak, daha önemli bir şeyi gözden kaçırmak demek. Mursi’nin başkanlık yaptığı bir sene boyunca daha önce eşi görülmemiş bir kutuplaşma ortamından geçtiğimiz doğrudur, ancak 1952’de bağımsızlığını kazandığından beri Mısır göreceli olarak en özgür dönemlerinden birini yaşadı. Mısırlılar’ın bir kısmı Mursi lehine tezahüratlar yaparken bir kısmı da aleyhinde protestolar düzenleyebiliyorlardı. Ancak bunun baş müsebbibi Mursi değildi; milyonlarca Mısırlı’nın kusurlu da olsa bir demokrasiye sahip olma arzularıydı. Mursi de, oldukça kusurlu olsa da kendi kısa demokrasi döneminin bir ürünüydü. Bundan böyle Mursi’yi hatırlamak demek, kaybedilenin ne olduğunu da hatırlamak anlamına gelmelidir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.