Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Düşmanımın düşmanı düşmanımdır”: Fethullahçılığın gölgesindeki Gezi Davası

Gezi Davası’na temel oluşturan tapeler, geçmişte yargıda ve poliste egemen olan Fethullahçı yapılanmanın ürünü. Nasıl oluyor da AKP iktidarı, en büyük düşmanı olarak gördüğü Fethullahçıların düşman bellediği kişi ve kurumlara karşı benzer bir düşmanlık besliyor?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. “Gezi Davası” diye alelacele toparlanan davanın duruşmaları bugün ikinci kez başladı Silivri’de. Tek tutuklu sanık iş insanı Osman Kavala biliyorsunuz ve çok sayıda da tutuksuz yargılananlar var. Bu davanın aslında Türkiye’de Fethullahçılığın yargı üzerinde ve dolayısıyla siyasî iktidar üzerinde hâlâ nasıl etkili olduğunu gösterdiği kanısındayım. Bunu sanıklar, yargılanan kişiler ve onların vekilleri ilk günden itibaren değişik şekillerde dile getirmeye çalışıyorlar. Özellikle davaya dayanak yapılan tapelerin, dinlemelerin, zamanında Fethullahçı örgütlenmenin Emniyet’teki ve Yargı’daki uzantıları tarafından yapıldığını söylüyorlar haklı olarak ve zaten şu anda davayı hazırlayan ekip de bunu aslında yadsımıyor, sadece o dönemde yapılan çalışmaların yeniden “kıymetlendirildiğini” söylüyorlar. Yani burada da görüyoruz ki yıllar sonra bir dava açmak için de yine Fethullahçıların zamanında komplocu bir mantıkla, kumpasçı bir mantıkla tezgâhlamış oldukları, üretmiş oldukları birtakım belgelere, dokümanlara ihtiyaçlara var. 

Peki bugün Gezi Davası’nda yargılananlardan dün Fethullahçılar ne istiyorlardı, niye onlara kafayı takmışlardı? Bugün siyasî iktidar aynı kişilere niye kafayı takmış durumda? Çünkü bu tamamen siyasî bir dava, bunu biliyoruz. Ortada delil olarak kıymetlendirilebilecek, delil olarak söz edilebilecek hiçbir şey yok, hakikaten hiçbir şey yok. Dün Fethullahçıların, bugün AKP iktidarının, Erdoğan iktidarının, rahatsızlık duyduğu insanları cezalandırma girişimi. Ama ilginç bir şekilde farklı farklı nedenlerle rahatsızlık duyuyorlar ve birbirlerinin çalışmalarından yararlanabiliyorlar. Dün, Fethullahçılar niye bu kişilerden rahatsızdılar? Birkaç örnekle bunu anlatmak istiyorum bu yayında: 

Öncelikle Osman Kavala, biliyoruz, Türkiye’de sivil toplum denince ilk akla gelen isimlerden birisi. Kendisi bir iş insanı, zengin bir ailenin çocuğu diyelim, iyi eğitim görmüş ve ailede işlerinin önemli bir kısmını üstlenmiş, ama aynı zamanda da sivil toplum faaliyetlerine, yayıncılık gibi işlere de bir şekilde dahil olmuş birisi. Kendisini az buçuk tanırım ve sever saygı duyarım, gerçekten takdir edilesi işler yapmış birisi. Türkiye’de iyi olan hiçbir şey cezasız kalmadığı için Osman Kavala da bu çileyi çekiyor. 

Osman Kavala olayında, Fethullahçıların zamanında ona takmasının en önemli nedenlerinden birisi, kendisinin Balyoz Davası konusunda Dani Rodrik’in ABD’den yaratmaya çalıştığı eleştirel perspektifi Türkiye’ye bir şekilde aktarmaya çalışması. Dani Rodrik, Balyoz’un bir numaralı sanığı olan Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan’la evli ve bir şekilde bu davadaki birtakım akıl almaz gariplikleri dile getiren, dünyaca tanınan Türkiyeli bir ekonomist. Onu da tanıma imkânım oldu; en son Prospect dergisinde dünyanın en akıllı, en yaratıcı beyinleri anketinde ilk 100’de olduğunu da gördüm ve bu onun için hak edilmiş yer. Osman Kavala da, çok eski bir tanıdığı ve güvendiği bir isim olduğu için Dani Rodrik’in bu itirazlarını, eleştirilerini Türkiye’de bir şekilde basına, kamuoyuna yansıtmak istemişti. O dönemin şartlarında riskli bir şey yapmıştı; çünkü Fethullahçılar her yeri tutmuştu, özellikle medyada geçit vermiyorlardı ve bu nedenle de Osman Kavala –tek neden bu değil tabii– Fethullahçıların kara listesine girmişti. Bir diğer neden tabii ki Osman Kavala’nın, Fethullahçıların aksine, Kürt sorununun barışçıl çözümünü istemesi ve bu konudaki çalışmalara katkı sunmasıdır. Bir diğer yönü de tabii ki Açık Toplum Vakfı’nın faaliyetleri. Açık Toplum Vakfı’nın faaliyetleri derken, ilginç bir husus, orada aslında Açık Toplum’un önde gelen isimlerinden birisi olan Can Paker –iş insanı– Cemaat’le arası çok iyi olan birisiydi. Aynı zamanda da dönemin başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la da arası iyi olan birisiydi. Birden, 2007-2008 –öyle bir tarihte olması lâzım– Açık Toplum Vakfı bağımsız kişilere bir çalışma yaptırdı: Başlarında Prof. Binnaz Toprak, üç tane de araştırmacı –Nedim Şener, Tan Morgül, İrfan Bozan– vardı. Bunlar, Anadolu’da “mahalle baskısı”nı araştırdılar. “Mahalle baskısı”, biliyorsunuz, Prof. Şerif Mardin’in benimle söyleşisinde dile geçirdiği bir kavram ve Türkiye’yi gerçekten karıştırmış bir kavram. O tarihte “mahalle baskısı” kavramının yarattığı tartışmaya bağlı olarak Açık Toplum, Binnaz Toprak’tan “Türkiye’de farklı olmak” başlıklı bir araştırma yapmasını istedi ve Binnaz Toprak’ın yönetimindeki bu araştırmacılar, Türkiye’nin değişik yerlerine gittiler ve orada mahalle baskısı olayının varlığını, yokluğunu, nasıl yaşandığını araştırdılar. Tabii ki, doğal olarak –ama hesaplarında yoktu–, başlarken düşünmedikleri ama sahada gördükleri bir olguyla karşılaştılar ve ona ayrı bir bölüm ayırdılar. O da Anadolu’daki Fethullahçıların uyguladığı mahalle baskısıydı; bunu da her vesileyle dile getirdiler, gerek çalışmanın önsözünde gerek çalışmayla ilgili yaptıkları basın açıklamalarında, televizyon programlarında. Bir şokla karşılaşmışlardı, çünkü gittikleri her yerde en çok dile getirilen husus Fethullahçıların nasıl insanları şu ya da bu şekilde baskı altına aldıklarıydı. Çok iyi hatırlıyorum, bu araştırmanın duyurulacağı bir toplantı yapılmıştı ve o toplantıya ben de gazeteci olarak gitmiştim. Orada, Fethullahçılar, kendilerinin birtakım vakıf yöneticileri –Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’ndan falan–, gelip bu araştırmaya, “Diğer dedikleriniz doğru olabilir, ama buradaki bizimle ilgili bölüm tamamen önyargılı” vs. diyerek kıyameti kopardılar. İlginç bir şekilde kıyameti koparanların birisi de Açık Toplum Vakfı’nda yönetici olmasına rağmen Can Paker’di. Can Paker de Fethullahçılarla birlikte kendi kurumunun hazırladığı gerçekleri ortaya çıkaran, Anadolu’daki Fethullahçılık gerçeğini herkese açık ve net bir şekilde gösteren bu raporu önyargılı, din karşıtı olarak mahkûm etmeye kalktı, Fethullahçı yayın organlarına röportaj verdi vs.. Buradan, Açık Toplum Vakfı’na özel olarak Fethullahçıların bir gıcığı vardır ve özellikle de bu araştırma döneminde vakıfta yönetici olan Hakan Altınay’ın da –çok iyi biliyorum, çünkü Hakan çok yakın arkadaşım– o tarihte sadece mahalle baskısı meselesi değil; aynı zamanda bu Fethullahçıların düzenlediği birtakım Ergenekon, Balyoz vb. davalara yönelik eleştirel bakışıyla Fethullahçıların medyadaki hegemonyasına karşı eleştirel bakışıyla çok iyi bildiğim bir arkadaşım–, onun da tabii ki Fethullahçıların kara listesinde olması doğaldı. Böyle garip bir ittifak kurulmuştu o tarihte ve hükümet de bunu biraz uzaktan izliyordu; ama tercihini yüzde 100 olmasa bile büyük ölçüde Fethullahçılardan yana yapmış gibiydi — en azından ittifak halindeydi. Şimdi yıllar sonra bir bakıyoruz, bir iddianame çıkıyor ve iddianamede o tarihte ve yakın bir zamana kadar Fethullahçılara toz kondurmayan Can Paker’le, yine Fethullahçıların yayın organlarında yıllarca çalışmış Fatih Vural isimli bir kişinin konuşarak yaptığı bir kitap var: Geriye Bakmak Yok diye anılarını anlattığı bir kitap, o kitap bugün Gezi İddianamesi’nde özellikle Hakan Altınay’a ve Osman Kavala’ya yönelik suçlamalarda bir tür delil olarak kullanılıyor. Çok garip bir durum; çünkü o kitabın bir yerinde –Hakan geçen duruşmada yaptığı savunmada aktarmıştı–, mesela aynı kitabın 35. bölümünde Can Paker, Pensilvanya’da geçirdiği üç günü anlatıyor — Pensilvanya derken herhalde ne kastettiğimiz ortada. Paker bu bölümde Fethullah Gülen’den “Tam bir lider, liderden öte” diye bahsediyor ve şöyle devam ediyor: “Gülen Hareketi’nin de siyasî bir güç olduğuna inanıyorum. Allah uzun ömür versin, Fethullah Hoca’dan sonra hareketin devam edeceğini düşünüyorum”. 15 Temmuz’un üçüncü yılını daha üç gün önce yaşadık, idrak ettik ve bütün ideolojisini, stratejisini FETÖ’yle mücadeleye hasrettiğini söyleyen bir iktidar var. İktidarın bu dönemde en önemli organı yargı ve bakıyoruz ki yargı, birtakım Fethullahçılar, Fethullahseverler, Fethullahçı müttefikleri ve Fethullahçıların ürettikleri materyellerle bugün birilerini yargılamaya çalışıyor — böyle acayip bir durum. Başka bir yığın örnek var böyle, Fethullahçıların malzemeleriyle bugün birtakım sivil toplum aktivistlerinin yargılanmasını göstermek için. 

Peki niye böyle oluyor? Bunun böyle olmasının nedeni aslında gerek Fethullahçıların gerekse AKP iktidarının, Erdoğan iktidarının perspektifinin demokrasi olmaması, sivil toplumun güçlendirilmesi olmaması, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi, güçlendirilmesi olmaması. Dolayısıyla sivil toplumda etkili bir şekilde çoğulculuk lehine faaliyet gösteren insanlardan şu ya da bu şekilde, şu ya da bu zamanda rahatsızlık duymaları mukadder, kaçınılmaz. Birbirleriyle ne kadar düşman olurlarsa olsunlar, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri, hukuk devletini savunan ve bu uğurda gerekirse fedakârca çalışan insanlara karşı olmakta pekâlâ birleşebiliyorlar. Bu olay tam böyle bir olay, çok çıplak bir şekilde bunu bize gösteren bir olay. 12 Eylül 1980’de –Agâh Oktay Güner olması lâzım– MHP Genel Başkan Yardımcısı mahkemede, “Biz içerideyiz ama fikrimiz iktidarda” demişti 12 Eylül yönetimi için. Şimdi, Fethullahçıların da büyük bir kısmı içeride ya da yurtdışında, ülkeye gelemiyorlar; ama onların bıraktığı yerden birtakım hesaplaşmaları devletimiz sürdürmekte kararlı gözüküyor. Ama bu çok sürdürülebilir bir şey değil, özellikle 23 Haziran sonrasındaki yepyeni Türkiye’de artık bunlar sürdürülebilir bir husus değil. Örneğin bugün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Cumhuriyet Davası’nda verilmiş olan kararların bozulmasını istedi. Daha önce Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan davalarının da benzer bir şekilde bozulmasını talep etmişti. Bunlar da ucundan ucundan, yavaş yavaş bir normalleşmeye doğru Türkiye’nin gittiğinin işaretleri olarak okunabilir. Çünkü Türkiye’nin normalleşmeden başka bir seçeneği yok. Siyasî iktidar da istese de istemese de bunu kabullenmek ve tekrar Türkiye’de hukuk devletinin, çoğulcu demokrasinin ve temel hak ve özgürlüklerinin yeniden güçlendirilmesine tahammül etmek zorunda kalacak. Bu bağlamda şu anda yapılan Gezi Davası’nın da sonuçta sanıkların lehine sonuçlanacağını tahmin ediyorum ve bir an önce Osman Kavala’nın da özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum. Bu zulüm artık yeter, çoktan yeter; bir gün bile hapis yatması gerçekten kabul edilebilir bir şey değildi. Artık onun bu şekilde rehin tutulması aslında Türkiye’de sivil toplumun rehin tutulması gibi bir şey. Bu yanlıştan Yargı’nın çok geçmeden bir şekilde döneceğini düşünüyor ve temenni ediyorum. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.