Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İktidar Suriyeliler’e karşı tutumunu neden değiştiriyor?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Suriyeliler meselesi, Türkiye’deki Suriyeli göçmenler meselesi çok netameli bir konu, çok hassas bir konu ve giderek daha da hassaslaşıyor. Ve bu konuda şu âna kadar yaptığım değişik yayınlarda çok sayıda tepki aldım. Hangi siyasî görüşten olursa olsun Türkiye’de bir kesim, farklı siyasî görüşlerden de olsalar, farklı mahallelerden de olsalar, Suriyeliler konusunda çok sert tutumlarda birleşebiliyorlar. Bu ilginç bir durum. Aslında Türkiye’de kutuplaşma denen, Türkiye’deki çatışmalar denen hususun çok da geçerli olmadığını, sahici olmadığını gözler önüne seren bir nokta bu mülteciler, göçmenler konusundaki sert bakış. Eleştirel diyemeyeceğim, “istemeyen bakış” diyelim. Bu hemen olmadı tabii; zamanla oluştu ve sayı giderek arttı. Daha da artıyor. Ve Türkiye gerçekten mülteciler için, göçmenler için bir tür cennet oldu. Bu cennet olma hali ilk başlarda çok sorun yaratmadı. Ama ülkede işler özellikle ekonomik anlamda kötüye gittiği andan itibaren, buna bağlı olarak siyasî anlamda insanlar, gerçek sorunlarla mücadele etmek, sorunların gerçek nedenlerini araştırıp bulmak, onları sorgulamak ve onları çözmeye çalışmak yerine, tarihin değişik dönemlerinde dünyanın dört bir tarafında olduğu gibi, “öteki”yi bütün sorunların, bütün olmasa bile sorunların büyük bir çoğunluğunun sebebi olarak görüyor. Ve ötekinin dışlanması durumunda sorunları çözebileceği gibi bir hataya kapılıyor. Nitekim Türkiye’de de özellikle son birkaç yıldır bu hatanın çok ciddi bir şekilde kendini gösterdiğine tanık oluyoruz. Ve artık bu olay bir eleştiri olmanın ötesinde, ayrımcılık, hatta ırkçılığa kadar varan bir görünüm alıyor. Aslında Türkiye’de söylenen bir şey vardır: “Bizde ırkçılık yok” diye. Türkiye’de ırkçılık var. Ayrımcılık zaten var, ırkçılık haydi haydi var. Ama ırkçılığı sadece bir ten rengi olarak aldığınız zaman, hani Amerika Birleşik Devletleri’nde olan türde ya da Güney Afrika’da olan türde, beyazların siyahlara yönelik bir tutumu olarak aldığınız zaman, Türkiye’de tabii ki ırkçılık bu anlamda yok. Çünkü Türkiye’de öyle ciddi bir siyah varlığı yok, Afrikalı varlığı yok. Var olanlar tolere edilebilir sayıda. Ama Türkiye’de değişik dönemlerde değişik ayrımcılık ve ırkçılık görüntülerini yaşıyoruz. Kimi durumlarda, özellikle çatışmaların sertleştiği durumlarda, Kürtler’e yönelik ayrımcılığın olduğunu biliyoruz. Ve bazılarının bu Kürtler’e yönelik ayrımcılığı ırkçılığa kadar vardırdığını dün olduğu gibi bugün de görüyoruz. 

Suriyeliler meselesi de aslında çok karışık bir husus. Bir kere Türkiye’de var olan göçmenlerin tamamı Suriyeli değil. En çok tabii ki Suriyeli var, ama doğudan gelen, özellikle Afganistan’dan son dönemde gelen, Irak’tan gelen çok sayıda göçmen de var. Bunların kimisi Türkiye üzerinden gidiyor, kimisi de Türkiye’de kalmaya devam ediyor. Ama genellikle Türkiye’de herkes Suriyeli gibi algılıyor göçmen meselesini. Sayıca çok olması ve Suriye’deki iç savaştan sonra devletin Suriye’den sivil göçünü teşvik etmesi nedeniyle. Bu ciddi bir şekilde teşvik edildi, kapılar açıldı, çağrıldı insanlar. Ve bir dönem zaten, özellikle iç savaşın ilk yıllarında, Türkiye’den giriş-çıkışlar çok yoğun oldu. Siviller gelirken bir taraftan da Türkiye üzerinden savaşçılar çok gitti. Bu savaşçıların kimisi de biliyoruz ki sadece Suriyeliler değildi. Gönüllü olarak özellikle cihadcı grupların yanında savaşmaya değişik ülkelerden insanlar da gitti. Ve bu bir devlet politikasıydı. Ama Türkiye’de Suriyeliler meselesine baktığımız zaman, Suriyeliler’den şikâyet edenlere baktığımız zaman, şikâyetlerinin muhatabı devlet değil Suriyeliler’in kendisi. Yani işin en acayip tarafı şu ki, bu olayın, bir sorun varsa –ki var–, bu sorunun sorumlusu olarak Türkiye’deki siyasî iktidarın politikaları, onların özellikle dönem dönem yanlış Suriye politikasına bağlı olarak da Türkiye’ye göçü teşvik eden politikalarının hepsini görmezden gelip, bunları dile getirmeyip, doğrudan bu yanlış politikaların sonucunda Türkiye’ye gelen insanları suçluyor olmak başlı başına çok büyük bir çelişki. Tabii, çelişki diyorum, ama buradaki esas husus şu: Türkiye’de otoriter bir yönetim var. İnsanların hükümeti eleştirmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirmesi o kadar kolay bir iş değil. Ama öte yandan kendi halindeki Suriyeliler’i, buraya şu ya da bu şekilde gelmiş Suriyeliler’i eleştirmek çok daha kolay. Yani işin kolayına kaçılıyor, işin özü atlanıyor. Bugün de atlanıyor, dün de atlanıyordu ve bu böyle gidecek. Sanki Suriyeliler Türkiye’ye gizlice gelmişler, kaçak gelmişler gibi bir havada olay ele alınıyor. Halbuki burada özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının yanlış Suriye politikasının ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor. 

Tamam, diyelim ki bu geçmişte kaldı. Bugüne bakalım. Bugün neyi yaşıyoruz? İktidarın politikasında çok ciddi bir değişikliğe doğru yöneldiğini görüyoruz. İşte İstanbul’la ilgili yapılan bir uygulama var. Başka illerde kayıtlı olanların İstanbul’u terk etmesi söyleniyor. Kaçak olanların, tamamen kayıtsız olanların ülkelerine iadesine kadar gidiyor. Ve devlet Suriyeliler’e karşı elini sertleştiriyor, tutumunu sertleştiriyor. Niye böyle yapıyor? Bunu yaparken herhangi bir özeleştiri falan tabii ki yok geçmişe yönelik. Niye böyle yapıyor? Olayın tabii ki ekonomik boyutu var. Olayın tabii ki uluslararası ilişkiler boyutu var. Ama olayın esas boyutu bence iç politik nedenler. 31 Mart yenilgisi AKP’nin, AKP iktidarının ve ardından gelen 23 Haziran yenilgisinin nedenlerinden birisi seçmende var olan Suriyeliler’e yönelik rahatsızlık. Bunu biliyoruz, anketler de söylüyor. Burada Prof. Ersin Kalaycıoğlu, Sedat Pişirici ile yaptığı bir özel yayında “Bugün Türkiye’de göçmen-karşıtı bir partinin kurulması durumunda şansının epey yüksek olacağını” söylemişti. Bu bir realite, maalesef bir realite. Batı’da olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde, İngiltere’de, Avrupa’nın değişik yerlerinde olduğu gibi yabancı-karşıtlığı bugün dünyada prim yapıyor. Dünyada bir dönem yaşanan küreselleşme çılgınlığının ardından, küreselleşmenin getirdiği sorunlarla yüzleşmek yerine, dünyanın her yerindeki özellikle sağ politikacılar işin kolayına kaçıyor. Şu anda Türkiye’de yaşananı da esas olarak bence böyle görmek gerekir. Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhur İttifakı süreciyle beraber, yani Türkiye’de çözüm sürecinden vazgeçilip Cumhur İttifakı’yla milliyetçi bir dil benimsediği andan itibaren adım adım sağcılaşıyor. Zaten sağcıydı, ama sağcılığı çok ciddi bir şekilde güçleniyor. İslamî yönü geri planda kalıp, milliyetçi yönü ön plana çıkıyor. Ve bu anlamda da kendisine rakip olan olarak milliyetçi söylemleri buluyor. Ve özellikle İYİ Parti içerisinden bazı önde gelen isimlerin dillendirdiği ya da MHP’den birtakım isimlerin dillendirdiği Suriye-karşıtlığına karşı artık direnç gösteremez bir noktaya gelmiş durumda AKP. Aslında kendini inkâr ediyor. Uzun bir süre bu konudaki eleştirilere karşı direnen ve Suriyeliler’in buradaki durumuna karşı ayrımcı politikalara direnen bir iktidar vardı. Ne derece başarılı oldu? Olamadı. Ve şu anda o direncin çok fazla sürmediğini görüyoruz. Ve bu olay giderek daha ciddi bir hal alacağa benziyor.

Bu aslında Türkiye’de Erdoğan’ın ülkeyi artık yönetemez olduğu gerçeğinin yeni bir boyutu olarak karşımıza çıkıyor. Artık kendisi politika belirleyen değil, politikaların ışığında kendisini yenileyen, yenilemeye çalışan, bunlara ayak uydurmaya çalışan ve popülist birtakım taleplere boyun eğen, boyun eğmek durumunda kalan bir Erdoğan iktidarı söz konusu. Ve anladığım kadarıyla bundan kaybedecek olan, esas öncelikle kaybedecek olan tabii ki göçmenler olacak, Suriyeliler başta olmak üzere. Ama aynı zamanda da Türkiye’de her zaman bir şekilde varlığını sürdüren, ama çoğunluk olmadığını bildiğimiz, olaylara sadece ekonomik ve siyasî değil ama aynı zamanda ve belki de öne çıkartarak insanî açıdan bakanların kaybedeceği bir döneme doğru gidiyoruz. Bu adım adım gelişeceğe benziyor. Hızlı bir şekilde gelişebilir. Hele önümüzde bir seçim olacak olursa yakın bir zamanda –şu anda yok ama–, herhalde siyasî iktidar, Erdoğan yönetimi göçmen-karşıtı politikalara daha fazla sarılacağa benziyor. İstanbul Valiliği’nin yaptığı açıklama şu haliyle tam anlamıyla eski politikalardan kopuşu göstermiyor. Ama anladığım kadarıyla, benim gördüğüm kadarıyla bu kopuşun ilk adımı. Ve buradan artık AKP’nin Suriye konusunda eski politikalarında ısrar etme imkânı kaldığını sanmıyorum. Sonuçta kötüler bir kere daha kazanacağa benziyor. Tabii bu lafı ettiğim için gelecek tepkileri de görüyorum, olabilir. Şu âna kadar bu konuda yaptığım değerlendirmelerin hepsinde aynen duruyorum. Bu olay bir naiflik olayı değil. Her zaman Suriyeliler konusunda benim gibi başkalarına da, pozitif tutum alıp onların yanında tutum alanlara söylenen çok klasik bir laf var: “Çok istiyorsan, seviyorsan, al evinde besle” diye. Bunun da ne kadar ırkçı bir yaklaşım olduğu, bu tür cevapların da nasıl ırkçı bir yaklaşım olduğu ortada. Olay, Türkiye’de insanlar daha yoksullaşıyorsa, alım gücü düşüyorsa, işsiz kalıyorsa, bunun birinci nedeni göçmenler değil. İkinci nedeni de göçmenler değil, üçüncü nedeni de göçmenler değil. Tıpkı Batı’da, mesela bir dönem Almanya’da yaşanan ekonomik sıkıntıların birinci nedeni Türkler nasıl değildi ise. Ama oradaki ırkçılar, Neo-Naziler nasıl bütün sorunların kaynağı olarak Türkleri gösteriyorsa ya da diğer yabancıları gösteriyorsa, bugün de Türkiye’de maalesef benzer bir şekilde göçmenleri böyle tanımlayanlar var. Tabii ki bunun üzerine de yine klasik bir şekilde, “Avrupa’daki göçmen işçilerle Türkiye’deki Suriyeli göçmenler bir tutulamaz” denecektir. Tabii ki birebir hiçbir şey aynı değil. Ama sonunda her birinin esas yönü insanî boyutu. Hele ayrımcılık ve yer yer ırkçılığa varan ayrımcılık ana akım haline geliyorsa, bu olay esas olarak insanî bir sorundur. Artık Türkiye’de “Suriyeliler gitsin” şeklindeki yaklaşımlar giderek daha baskın hale geliyorsa, burada alınacak pozisyon da aynı şekilde insanî bir pozisyondur. “Gitmesin”dir, “İsteyen gitsin, isteyen kalsın”dır. Çünkü bu insanları zamanında bu ülkeyi yönetenler çağırdılar, sahiplendiler. Onlara birtakım vaatlerde bulundular. Şimdi politikalarını değiştiriyor olabilirler, değiştirmek istiyor olabilirler. Ama burada insanî bir duruşu muhafaza etmenin yerinde olacağı kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.