Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cehennem başkaları mıdır?

Fransız yazar Jean-Paul Sartre ünlü “cehennem başkalarıdır” sözüyle bambaşka şeyler kastetmiş olabilir, ama bu cümle akla ilk olarak ayrımcılığı, hatta ırkçılığı getiriyor. Sayıca çok olan ırk, etnik grup, din, mezhep, cinsiyet ve cinsel yönelime mensup olanların sayıca az olanların kaygı ve beklentilerine karşı kayıtsız, hatta engelleyici tutum takınması bir toplulukta, ülkede çoğulculuğun, eşitliğin önündeki en önemli engel.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Başlığı Fransız düşünür Jean-Paul Sartre’dan aldım — ya da çaldım. Aslında onun sözü “Cehennem başkalarıdır” ya da “Cehennem ötekilerdir” olarak çevrilebilir. Bu Çıkış Yok adlı oyununda geçen bir cümle ve buradan hızla çok popüler oldu, üzerine çok tartışılan bir cümle. Herkes farklı farklı yorumladı; ancak Sartre, bu yorumların büyük bir kısmının doğru olmadığını söyleyerek uzun bir açıklama yapmıştı. Ben oradaki açıklamasına riayet etmeyeceğim, o daha varoluşçu –tabii, varoluşçu bir düşünür olarak–, ben cümleyle ilk akla gelen üzerinden bir şeyler söylemek istiyorum. Tam Sartre’nin kastettiği değil; cehennem ötekilerdir, cehennem başkalarıdır aslında bana göre. İlk aklıma getirdiği hep hayatım boyu hep böyle olmuştu, ama Sartre’ın esas kastını okuduğum zaman yanlış olduğunu gördüm — yine de ilk çağrışım bu. Benzer bir başlıkla Yusuf Ziya Cömert Karar’da yazmış, o da “Cehennem başkaları mıdır?” sorusu üzerinden bir yazı yazmış, Türkiye’de yaşanan kutuplaşmadan hareketle bir yazı yazmış. Ben de biraz bundan bahsetmek istiyorum:

Dün bir yayın yaptım Suriyelilerle ilgili. Daha önce yaptığım yayınlarda olduğu gibi bu yayında da biliyordum başıma gelecekleri: Benim söylediklerime katılan, onay veren ve bana teşekkür edenler az sayıda; ama çok sayıda birbirinden farklı yerlerde, birbirinden farklı pozisyonda olduklarını tahmin ettiğim izleyiciden çok eleştiri ve yer yer sert eleştiri ve hatta hakaret, az da olsa küfür aldım. Dönüp dolaşıp Türkiye’deki Suriyeliler meselesinde hep “biz ve onlar” mantığının hâkim olduğunu görüyorum. Bu sadece Suriyeliler meselesinde değil; insanlar dünyanın değişik yerlerinde değişik zamanlarda genellikle kendilerinden olmayanları başlarına gelen sorunların esas sorumlusu olarak görme eğilimindedirler — bu en yaygın tavır. Ama toplumlar, dünya, ülkeler tam da bunun aşıldığı yerlerde pozitif anlamda, olumlu anlamda ilerlerler. Yani başkalarını ötekileştirmeden, başkalarının dertlerini dert edinerek, en önemlisi çoğunluk olmanın kibriyle hareket etmeyip, kendisinden sayıca az olanların taleplerini beklentilerini ciddiye alması ve bunların hayata geçirilebilir, karşılanabilir olanları için adım atmasıyla gelişir. Ama krizlerin olduğu yerlerde –ekonomik, politik, ideolojik her türlü krizlerin olduğu yerlerde– genellikle çoğunluk olanların bütün hakları kendilerinde toplayıp geri kalan, sayıca az olanların haklarının pekâlâ ihlal edilebileceğini savunduklarını görüyoruz. Dünyanın değişik yerlerinde faşizm, nazizm bunun en çarpıcı örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Üstün ırk, sayıca kalabalık olan, güçlü olanın; güçsüz olan genellikle kötü niyetli olarak tanımlanıp haklarında komplo teorileri falan üretilip –örneğin, Yahudilerde olduğu gibi– onların yok edilmesi, güçlü olanın varlığını sürdürmesi için onların yok edilmesi gibi perspektifler gelişiyor. 

Bu aslında sadece ülkeler bazında değil; tek tek toplumlar, mahalleler, hatta aile içinde de bunun örneklerini sık sık görüyoruz. Suriyeliler meselesinde, benim gibi Suriyeli olmayan birisinin Suriyelilerin beklentilerini, kaygılarını ciddiye alma çabalarına karşılık verilen cevabın, “Çok seviyorsan al evine, besle” denmesi, hiçbir şekilde kamusal alanda yapılan eşit, karşılıklı saygıya dayanan bir tartışma olmuyor. “Al evine, besle” denmesi, bir kere sizin ne söylediğinizi anlamamakta ısrar, ikinci olarak da tabii ki Suriyelileri aşağılamak için kullanılan bir yöntem oluyor. Bu olayı aslında birçok alana taşıyabiliriz. Örneğin Kürt meselesini dile getirdiğinizde, Kürtlerin de haklarını dile getirdiğinizde, taleplerini dile getirdiğinizde, bunlara sempatik hatta empatik baktığınızda gelen tepkilerden birisi de genellikle “Sen Kürt müsün?” ya da “Kürt değilsin ama Kürtten daha çok Kürtçüsün” şeklinde tespitler oluyor. Bu konuda bir anım var: Zamanında Habertürk’te çalışırken televizyon yayınında AKP yanlısı iki Kürt siyasetçiyle siyasetçiyle tartışıyorduk ve bana onlar, “biz Kürdüz, biz senin kadar savunmuyoruz” dediler. Aslında onların savundukları iktidardı, Kürtleri savunmak gibi dertleri yoktu ya da Kürtleri savunmak gibi dertleri tâliydi. Benim iktidardan bir beklentim olmadığı için Kürtlerin haklarını daha rahat bir şekilde savunabiliyordum ve onları da rahatsız edebiliyordum. Buradaki husus esas olarak, insanların mensup olmadıkları kesimlerin haklarına karşı duyarlı olması, sorunlarına karşı duyarlı olması ve elden geldiği kadar bunların çözümüne katkıda bulunma çalışmasıdır. Hele siz eğer egemen olan kümedenseniz –etnisite olabilir, mezhep olabilir, din olabilir, yaşam tarzı olabilir–, ötekilerin beklentilerinin karşılanması konusunda daha duyarlı olmanız gerekir gerçekten. Demokrasi de çoğulculuk da aslında böyle bir şey. 

Şimdi bu olayı birçok alana taşıyabiliriz, örneğin bugün Akif Beki’nin Karar’da, Netflix’teki eşcinsellikle propagandasıyla ilgili yazdığı yazı çok tepki çekti. Tabii destekleyenler de çok olmuştur; ama televizyondaki birtakım Netflix dizilerinde eşcinsellik propagandası yapıldığı ve eşcinselliğin özendirildiği yolundaki bir tespit — tespit demeye aslında bin şahit lâzım; çünkü eşcinsellik bir yönelimdir, kimse bir televizyon programı vs. izleyerek eşcinsel falan olmaz. Burada da zaten egemen olan, güçlü olan heteroseksüel kültürden bakış açısından hareketle yapılan bir şeydir. Siz buna itiraz ettiğiniz zaman, “Böyle bir şey olmaz, eşcinselleri böyle küçük düşürmeyin, eşcinselleri anlamaya çalışın” dediğiniz zaman, size verilen tepki de yine sizin eşcinsel olduğunuz ya da –daha önce başıma geldi– “Sizin çocuklarınız eşcinsel olsa ne dersiniz?” şeklinde tepkiler. Bu, “Evinize Suriyeli alın”ın bir başka versiyonu tepkiler. Burada illâki eşcinsellerin haklarını, kaygılarını ciddiye almanız için eşcinsel olmanız, eşcinselliğe yakın olmanız ya da bir yakınınızın eşcinsel olması gerekmiyor — böyle bir şart yok. Burada şöyle şeyler de var tabii çok kullanılan: “Benim de eşcinsel arkadaşlarım var, benim de Kürt arkadaşlarım var, benim de Suriyeli tanıdıklarım var” deyip, “ama” diye devam eden cümleler kuruluyor. Şöyle bir şey yapılıyor; içlerinde istisnai olarak ihlal olabilir ama bunlar genellikle toplumda değişik nedenlerle, mesela Suriyeliler için söylenen: Güvenlik, ahlâk konusu, işte, şöyle şeyler var, “Eşimizi, kızımızı sokağa bırakamıyoruz”. Sanki Türkiye’de yaşayan Suriyeliler –ortada rakamlar da var bakıldığı zaman görüyoruz–, suç istatistiklerinde öyle çok da yüksek Suriyeli suç eğilimi falan yok. Türkiye’de cinsel suçlar çok işleniyor ve bunları yapanların büyük bir çoğunluğu da göçmen, mülteci falan değil. İşin ilginç tarafı bu tür konularda sesini çıkaranlar, Suriyeliler üzerinden sesini çıkaranlar, Türkiye’de yaşanan genel olarak cinsel suçlara karşı çok fazla duyarlı olmuyorlar. “Benim de eşcinsel arkadaşım var, benim de Kürt arkadaşlarım var, ama…” diyorlar. Mesela benim hayatta yakın bir zamana kadar en yakın arkadaşlarımdan bir tanesi eşcinseldi, açık bir eşcinseldi; ama kendisiyle arkadaşlığımız, onun Türkiye’de yaşanan birtakım zulümleri, başka konularda yaşanan zulümlerin yanında yer almasıyla koptu, yoksa eşcinsel olduğu için arkadaşlığımız koptu vs. değil. Onun güçsüzün karşısında güçlünün yanında yer almasından dolayı koptu. Sorun burada insanların etnisitesi, cinsel yönelimi ya da ırkı vs. falan değil; sorun insanların toplumda kendisinden olmayanlara nasıl baktıklarıdır. Suriyeliler meselesinde ayrımcılık ve hatta ırkçılığın olduğunu söylediğim için bana çok kızanlar var. “Biz ırkçı değiliz, Türkiye’de ırkçılık” yok diyenler var. Bugün Murat Sevinç’in yazısında –çok güzel yazı yazmış yine– bir bölümü okuyarak noktalamak istiyorum. Murat Sevinç diyor ki:

“Muhterem okur, ırkçılık, içinde yüksek dozda ‘kibir’ barındıran ve geçen yüzyılı kana bulamış bir baş belasıdır. Irkçılar ülke ve insan sevmez. Tarih boyunca tek marifetleri, kendi memleketlerinin mahvına sebep olmalarıdır. İstisnası yok. O kibir bir gün Suriyeliye, beriki gün Kürt’e, sonunda mutlaka sizlere, ‘seyredenlere’ yönelecektir. Yöneliyor da zaten. Biz yurttaşız, insanız ve birimiz diğerinden daha üstün ya da ayrıcalıklı değiliz. Bir siyasal sorunun can yakıcı insanî boyutunun yeni ırkçı girişimlere yol açmasına izin vermemek gerektiğini unutmayalım.”

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.