Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Pelikanlar yüksekten uçar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bosphorus Global adlı kurumu ziyaret etmesi, “Pelikancılar” diye bilinen grubun gücünü nereden aldığı yolundaki (anlamsız) tartışmayı noktaladı. “Reis iyi, çevresi kötü” bahanesinin ortadan kalkması AKP’den kopuşları hızlandırabilir.

Yayına hazırlayan: Ata Bilginperk & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci yayınla karşınızdayım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’ni ziyaret etmesiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. AKP içerisinde bazı kişiler ve çevreler tarafından bu kurum –ki Bosphorus Global diye İngilizce de bir adı var–, bu kurum Pelikan merkezi olarak, Pelikancılar merkezi olarak gösteriliyor uzun bir zamandır. Ve Pelikancılar olayını nereden biliyoruz? Esas olarak Ahmet Davutoğlu’nun hem başbakanlığı hem AKP genel başkanlığını kaybetmesine neden olan o internet yayınından biliyoruz. “Pelikan dosyası” başlıklı bir yazıyla, Ahmet Davutoğlu AKP yönetiminden ve ülkenin başbakanlığından uzaklaşmak zorunda kalmıştı. O zamandan beri Türk siyasî literatürüne “Pelikancılar” diye bir tabir yerleşti. Bu “Pelikancılar” tabiri esas olarak AK Parti içerisindeki bazı kişiler, kurumlar ya da çevreler, odaklar dile getirdiler, şikâyet ettiler. Ve bu şikâyetlerde de genellikle şöyle bir hava vardı: Bu kişiler bu parti içerisinde, devlet içerisinde Cumhurbaşkanı’ndan bağımsız olarak ama ona yakın bazı isimlerle irtibatlı bir şekilde kendilerine güç vehmediyorlar ve birtakım operasyonlar gerçekleştiriyorlar şeklinde bir yaklaşım vardı. Bunu Ahmet Davutoğlu son dönemde daha fazla açıkça vurgular oldu — doğrudan kendisi mağdur olduğu için. Ancak Davutoğlu’nu desteklememekle birlikte yine Pelikancılardan şikâyetçi olan çok AKP’li olduğunu biliyorum. Onların da umutları, Erdoğan’ın bu yapının önüne set çekmesiydi. Genellikle “Erdoğan iyi, çevresi kötü”, ya da “Erdoğan iyi, ama çevresinden bazıları kötü” şeklinde yaklaşımlarla itirazlarını, şikâyetlerini, kaygılarını hep belli bir düzeyde tutmaya çalışıyorlardı. Yani Erdoğan’ı ya da kendi tabirleriyle reisi bütün bunlardan ayrı tutmaya çalışıyorlardı. Ama Erdoğan bu ekiple diyelim, ya da bu şirketin çalışanlarıyla beraber fotoğraf çektirerek –yanında iletişim başkanı Fahrettin Altun da var–, bu tartışmaları bir anlamda noktalamış oldu. Aslında bu tartışmalar abesti. Birçok yayında bu konuya değindiğimi hatırlıyorum ve böyle bir şeyin olmasının mümkün olmadığını söylediğimi de biliyorum. Yani o da nedir? Erdoğan’a rağmen kimse ülkenin başbakanını görevinden edemez. Erdoğan’a rağmen kimse, ondan habersiz kimse parti başkanı ve başbakan aleyhine bu kadar belden aşağı bir yayını yapamaz. Yapsa bile yanına kâr kalmaz. Demek ki bunu açık, çıplak gözle görmemiz için birkaç sene geçmesi gerekiyormuş. Nasıl sundular bunu sosyal medyada? “Başkan Erdoğan müessesemize teşrif buyurdular” şeklinde, sosyal medyada paylaşıldı bu fotoğraf. Evet,fotoğrafı görüyorsunuz, paylaşıldı. Ve bu fotoğrafı paylaşanlar, Boğaziçi Küresel İletişim İlişkiler merkezinin içerisine birtakım hesapları eklediler. Yani bu grubun, Bosphorus Global denen grubun yaptığı faaliyetleri. Mesela “FETÖ Gerçekleri”, “yekvücut.com”,  “Doğrusu Ne?”, “Times Of Turkey”, “Fact Checking Turkey”, “Shame Cronicles” gibi birtakım web sayfaları ve sosyal medya hesapları var. Yani özel olarak yurtdışına yönelik bir tür propaganda faaliyeti yapma iddiasına da sahip bu kurum. Türkiye’nin gerçeklerini, FETÖ’nün gerçeklerini anlatma iddiasında. Yani “gerçekler” derken buradaki esas husus ne? Batı medyasında ve Türk medyasının bir kısmında, sayıları az olmakla birlikte etkili olan kesimlerin yayınlarına, haberlerine karşı devletin gerçeklerini, AK Parti’nin, siyasî iktidarın gerçeklerini duyurma gibi bir fonksiyon. Aslında bu anlaşılır bir şey. Herhalde dünyanın her yerinde iktidarlar bu tür çalışmalar yapıyorlardır. Kimisi çok önem veriyordur, kimisi az önem veriyordur. Türkiye’nin çok önem verdiğini ya da vermek istediğini kabul etmek lâzım. Çünkü şu anda halihazırda Batı’da, Batı medyasında AKP iktidarı lehine haber çıkma ihtimali hemen hemen hiç yok gibi. Buna karşılık, eleştiren, çok açıkça eleştiren, saldıran yayınların, yorumların hayli çok olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla iktidarın bunlarla mücadele etmeye bir yatırım yapması anlaşılır bir şey. Ama anlaşılmayan husus şu: Bu konuda en iddialı kurumun mesela takipçilerine bakıyoruz: Sosyal medyada Twitter’da ben baktım, paylaştıklarından baktım, “FETÖ Gerçekleri” en fazla takip edilen hesap, 85.700 takipçisi var;“yekvücut.com”un 22100 takipçisi var; “Fact Checking Turkey”nin, İngilizce hesap, iddialı olması gerekir, 4252 takipçisi var. “Shame Chronicles”in 1528, “Facts of Turkey”nin 1567, “Doğrusu Ne?”adlı Türkçe yapılan bir şeyin 138 takipçisi var. Bu rakamlar, Türkiye gibi büyük bir ülkede devlet destekli bir kurumun ulaştığı rakamlar olarak gerçekten çok az. Yani burada çok etkili bir faaliyet yürüten bir kurum ile karşı karşıya değiliz. Ya da diyelim ki az insan takip ediyor, ama bu insanlar hakikaten çok etkili. Böyle midir? Sanmıyorum. Demek daha yolun başında. İçeriklerine baktım. İçerikleri de, bir medya profesyoneli olarak, iyi kötü yıllarca bu işin içerisinde olan birisi olarak,gerçekten çok nasıl söyleyeyim, zayıf içerikler bunlar. Türkiye’de AKP iktidarının karşı karşıya kaldığı meydan okumalarla öyle çok mücadele edebilecek çapta içerikler değil. Çok zayıflar. Birazcık “dostlar alışverişte görsün” şeklinde; yani bir şeyler yapılıyor, ama bunlar ne kadar etkili olur, ne kadar dikkat çeker açıkçası hiç emin değilim. Ama burasının doğrudan –kendi tabirleri ile–Başkan Erdoğan tarafından teveccüh gören bir kurum olduğu da bir gerçek. 

Burada çok ciddi bir sorun var. Bu sorun aslında benim sorunum değil. Bu sorun aslında Türkiye’nin sorunu da değil, ama bu sorun siyasî iktidarın sorunu. Bu kadar büyük bir kriz yaşayan iktidarın, bu kadar elinde geniş imkânlar olan iktidarın, bu kadar zayıf bir savunma ağı örebilmiş olması sahiden manidar. Bu da aslında krizin neden her geçen gün daha da derinleştiğini gösteriyor. Ama şu da bir gerçek ki bu yapılar, sayıları ne kadar olursa olsun, ne kadar başarısız olurlarsa olsunlar, Ahmet Davutoğlu olayında gördüğümüz gibi bazı noktalarda gerçekten fonksiyonel olabiliyorlar. Buradaki beceri onların kaleme aldığı metinden kaynaklanmıyor. Buradaki beceri…Yani Ahmet Davutoğlu o metne baktı ve metinde kendini zor durumda bırakan bir şeyler görüp istifa etti değil. Kendisi hakkında bir metin yazıldı, piyasaya sürüldü ve bu piyasaya sürülen metin karşısında ülkenin iktidarını elinde toplamış olan Recep Tayyip Erdoğan kılını bile kıpırdatmadı. Dolayısıyla burada ne yazıldığı, kaç kişi tarafından okunduğu değil, bu yazılanın Erdoğan tarafından sessiz kalınarak en azından sahiplenilmesi önemliydi. Ve bunun sonucunda istifa etti. Dolayısıyla ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Bu aslında iktidarın kendi içerisindeki bir mesele. Benim gibi dışarıdan bakan insanları çok da fazla ilgilendiren bir mesele değil bu. Ancak iktidar hepimizi, tüm ülkemizi yöneten bir iktidar. Ve dolayısıyla bu tür yapılarla siyaseti dizayn etmek konusu, özellikle siyaset mühendisliği konusu, bu çevrelerin çok sık kullandığı bir argümandır; rakiplerini en çok bununla eleştirirler. Türkiye’nin son dönemde yapılan en başarılı siyaset dizaynlarından birisi gerçekten Pelikan operasyonu olmuştu. Ve Ahmet Davutoğlu, o kadar büyük bir gürültüyle partinin başına geçirilen ve başbakan yapılan Davutoğlu birdenbire kimse ne olduğunu tam anlayamadan her şeyini bırakıp çekip gitti. Ama şu anda da neyi görüyoruz? Başkan Erdoğan’ın bu kuruma teşrif buyurmaları, önümüzdeki dönemde bu ve benzeri kurumlara iş düşeceğini, daha fazla düşeceğini bize düşündürtüyor. Ve dolayısıyla önümüzdeki dönemde AK Parti içinde ya da çevresindeki tartışmaların ana konularından birisi olacağını bize düşündürüyor. Yani Ahmet Davutoğlu parti hazırlığında, Ali Babacan parti hazırlığında, arkasında Abdullah Gül var, belki başkaları da başka tür şikâyetlerle arayış içerisindeler. Ve bütün bunlara karşı söylenen çok fazla bir şey yok. Engelleyebilme imkânı çok fazla yok. Ama görüyoruz ki bunlarla bir uzlaşma arayışı yerine –bu fotoğrafı bir anlamda onun işareti olarak görmek herhalde mümkün: uzlaşı arayışı yerine–, ayrılıkların önünü kesmeye çalışmak yerine, onları içeride tutmaya çalışmak yerine,onların bir kere öncelikle gitmeleri, bir an önce gitmeleri isteniyor. Özellikle Davutoğlu olayı söz konusu olduğunda artık bu fotoğraftan sonra Davutoğlu’nun daha fazla AK Parti içerisinde kalma,eleştirilerini orada yapma, hatta kendisine Erdoğan’ın belli bir iktidar alanı tanıması gibi beklentileri herhalde artık kalmamıştır. Bu süreci hızlandırıyor. Kopmak isteyenlerin geciktirme bahanelerini elinden alıyor. Yani işte, “Erdoğan aslında iyi, Reis aslında iyi, ama birileri yanlış akıl veriyor vs.yanlış yapıyor” argümanlarını ortadan kaldırıyor, bir. İkincisi de, kopacak bu kişilerin koptuktan sonra nelere maruz kalabileceklerini, ne tür psikolojik harekâtlara, birtakım sosyal medya kampanyalarına vs. maruz kalabileceklerini bize düşündürüyor. Ama şunu da unutmamak lâzım: Bülent Arınç örneği var önümüzde. Bülent Arınç bir dönem dışlanmıştı ve hatta biz kendisini burada ağırlamıştık 90 dakikalık bir yayında. Bülent Arınç “troller ve troliçeler”den şikâyet etmişti. Bu tür sosyal medya üzerinden kendisine yönelik kampanyalardan ciddi bir şekilde şikâyet etmişti.Kimleri kastettiği üç aşağı beş yukarı ortadaydı. Ama Bülent Arınç şimdi Cumhurbaşkanı’nın istişare heyetinde yer aldı. Bir şekilde bazıları, tam anlamıyla bundan muzdarip olan, bundan şikâyet etmiş olan bazı siyasetçiler pekâlâ ara formüller bulabiliyorlar — Bülent Arınç örneğinde olduğu gibi. Ama bu fotoğraf bana açıkçası –bu hareketi az buçuk bildiğini düşünen bir gazeteci olarak– önümüzdeki dönemde AK Parti içinde ve çevresindeki mücadelenin, çekişmenin çok sert geçeceğini düşündürüyor. Ama yine –bugün hep çok “ama” dedim, evet bir ama daha– söyleyeyim, şunu da kabul etmek lâzım: Demin bahsettiğim gibi bu ekip, bu tür ekipler bu kavgadan Erdoğan’ın net bir şekilde başarılı, galip çıkacağının garantisi değil. Hatta tam tersine başarısız çıkma ihtimalini güçlendirdiğini söyleyebiliriz. 

Bunlar bizi ilgilendirmiyor dedim. Lâkin mesela –burada adını vermek istemiyorum, çok da fazla reklam olmasın, buradakilerden birisi–, mesela Haziran seçimleri, İstanbul seçimleri öncesi benim hakkımda yapılan bir yalan habere imza atmıştı. Daha doğrusu yalan haberin yayılmasına onlar da katkıda bulunmuşlardı. Ama gördük ki sonuçta o yalan haberler –ki benimle uğraşacak kadar İstanbul seçimlerini kazanma konusunda umutsuzdular anlaşılan–, hiçbir işlerine yaramadı. Ve çok açık farkla İstanbul’u kaybettiler. Bu tür operasyonlarla seçim kazanmak, seçmen üzerinde etkili olmak, seçmen tercihlerini değiştirmek falan çok gerçekçi olmuyor. Ama ne oluyor? Halkı belki etkileyemiyorlar, ama kadro düzeyindeki insanların, daha orta düzey ya da üst düzeydeki insanların ciddi bir şekilde canını sıkıyorlar. Lâkin can sıkma –ama dememek için lâkin diyorum, dikkat edin–can sıkma bir yere kadar. Eğer insanların birazcık derileri kalınsa, dişlerini biraz sıkar, ama bu tür kişiler, bu tür yapılara karşı kaybetmek çok zor bir şey aslında. Gerçekten bu tür yapıların, gücünü sadece ve sadece iktidardan alan yapıların toplumsal alanda, siyasî alanda güçlü olma imkânı olduğu kanısında kesinlikle değilim. Önemli olan kişi, kurum, şirket her neyse, televizyon, gazete, internet sitesi her neyse, bunların bir diyeceğinin olması, bir perspektifinin, bir vizyonun olması ve bunun içerisinden gerçekler üzerinden bir şeyler anlatıp insanları etkilemeye çalışması. Onun ötesinde, onun dışında sırtını kendi dışında birtakım yerlere dayayıp ayakları üzerinde durmayarak yapılan, ne kadar para harcanırsa harcansın yapılan yayınların, kampanyaların etkisi hep sınırlı olacaktır. Belki kısa vadede birilerinin canları acır, ama orta ve uzun vadede bu tür yapıların kazanma imkânı olduğu kanısında değilim. Evet, ülkemizde pelikanlar yüksekten uçtu; ama bu yüksekten uçuşun çok uzun ömürlü bir uçuş olacağı kanısında değilim. Çünkü iktidarın krizi her geçen gün derinleşiyor. Hele bu tür yapılar ve kişiler tarafından çözülmesi imkânsız bir hale gelmiş bir krizden söz ediyoruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.