Suriye’nin kuzeyini “Güvenli bölge” üzerinden kontrol etme çabaları ister istemez Türkiye’nin Kürt sorununu yeniden gündeme getirecek. Öyle ki 31 Mart-23 Haziran seçimlerinin şekillendirdiği “yepyeni Türkiye”nin bir numaralı gündem maddesinin Kürt sorunu ve bunun çözümü olması kaçınılmaz. Peki hangi aktörler, hangi şartlar altında, nasıl çözebilirler Kürt sorununu?
Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba, iyi günler. Kürt sorunundan bahsetmek istiyorum, son yaptığım iki yayında da bundan bahsettim. Bazı izleyiciler rahatsız oluyor farkındayım, onların gözünde Kürt sorunu çözüldü, yok, nedir bu Kürt sorunu? Hatta geçen birisi, “Yıllarca Kürtlerle beraber çalıştım, yanımda Kürtler çalışıyor. Bu sorunun ne olduğunu bilmiyorum” demişti. Bir zamanlar Kürt sorununu reddetmeye yönelik şöyle bir laf edilirdi: “Benim de Kürt arkadaşlarım var, ama…” diye başlayan cümleler kurulurdu. Şimdi bunun bir başka versiyonu, “Benim de Kürt çalışanım var ve Kürt sorunu diye bir şey olduğunu sanmıyorum” şeklinde devam ediyor. Ama Kürt sorunu var, Türkiye’nin en önemli sorunu. Bu sorunu çözemediği müddetçe Türkiye ilerleyemiyor ve bu sorunu çözmeye çalıştığı müddetçe de, bu konuda belli bir çaba sarf edildiği müddetçe de Türkiye gerçekten dinamik bir ülke haline geliyor. Hatırlatmak için, 1990’lar başından itibaren Türkiye’de kim ki Kürt sorununu çözme iddiasını kısıtlı da olsa bir şekilde dile getirdi, seçmen ona çok ciddi ödüller verdi sandıkta. Örneğin, Süleyman Demirel 1991 seçimlerine girerken Kürt realitesini tanımaktan bahsetti ve daha sonra SHP’yle koalisyon hükümeti kurdu. Demirel’in yerine geçen Tansu Çiller, Bask modelinden bahsetti; daha önce Mesut Yılmaz ANAP’ta “Avrupa’ya giden yol Diyarbakır’dan geçer” demişti vs. — bu örnekleri çoğaltabiliriz. Mehmet Ağar Doğru Yol Partisi’nin başına geçtiği zaman da ilginç bir şekilde “dağdakilerin düz ovada siyaset yapması”nı çözüm olarak söylemişti, belli bir ilgi uyandırmıştı; ama şimdi Mehmet Ağar, şu anda Erdoğan yönetiminin en önde müttefiklerinden birisi ve Erdoğan bir süredir biliyorsunuz şahin bir politika izliyor, Kürt sorununun varlığını reddetmeye yönelik bir politika izliyor, sorunu çözdüğü iddiasında; ama sorunu çözmediği çok açık bir şekilde bir realite olarak önünde duruyor. Zaten şu aşamada Suriye ekseninde yaşadığımız bir tartışma var. Suriye’de PKK’nın uzantısı olan PYD’nin ve onun da silahlı gücü olan YPG’nin ABD’yle bir stratejik işbirliği var ve orada belli bölgeleri kontrol ettiklerini biliyoruz. Önce daha geniş bir alandı, ama daha sonra Türkiye askerî operasyonla bunların bazılarını -Afrin başta olmak üzere- elinden aldı. Ama şu anda güvenli bölge tartışmalarıyla beraber süren Suriye’nin kuzeyini kontrol etme, düzenleme tartışmaları eninde sonunda geliyor Türkiye’deki Kürt sorununa düğümleniyor. Çünkü Suriye’yi tartıştığınız zaman PKK’yı tartışıyorsunuz, PKK’yı tartıştığınız zaman Kürt sorununu tartışıyorsunuz.
Peki bu sorun nasıl çözülür? Aslında bu sorunu çözme konusunda Türkiye, AKP iktidarı döneminde çok ciddi adımlar attı. Önce Oslo Süreci oldu, daha sonra Barış Süreci olarak adlandırılan süreç yaşandı. Belli noktalara gelindi, belli mesafeler kat edildi; ama sonra, şu anda görüyorsunuz, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan toplantıda çok önemli bir dönüm noktası aşılmıştı. Bu görüşmeler bir müzakere aşamasına geçecekken birden her şey iptal oldu. Şu anda fotoğrafta gördüğünüz isimlerin, mesela iktidar partisinden Efkan Ala ve Yalçın Akdoğan, ikisi de uzun bir süredir etkisizleşmiş durumda, kamuoyunun karşısına pek çıktıkları yok — Yalçın Akdoğan köşeyazısı yazıyor, onun dışında sesi çıkmıyor. HDP ekibinden Sırrı Süreyya Önder cezaevinde, İdris Baluken cezaevinde. Arada başkaları var, göremiyorum, ama muhtemelen onlar da ya cezaevindedir ya da etkisizleşmişlerdir. Bir dönem bu kişiler Türkiye’de çok önemli bir değişimi yürüten kurmay heyetindeydiler, her iki tarafın kurmay heyetindeydiler ve süreç sonlandırıldıktan sonra bu kurmay heyet de cezalandırıldı, tasfiye edilmek istendi. AKP içerisindekiler etkisizleştirildi, HDP içerisinden olanlar da ya hapse atıldı ya da çok ciddi bir şekilde önlerine engeller çıkarıldı. Peki Türkiye bu noktaya tekrar dönebilir mi? Bence dönebilir ve dönecek, bu kaçınılmaz bir şey. Şu anda yaşanan sertlik kimseyi aldatmasın, Türkiye Kürt sorununu eninde sonunda çözmek zorunda. Ama bunun artık Erdoğan yönetimi zamanında yapılabileceği pek mümkün gözükmüyor. Zaten bunun bir nedeni Erdoğan’ın bu konuda eski çizgisinden tam anlamıyla uzaklaşması tabii ki; ama bir diğer husus da bence Erdoğan döneminin artık Türkiye’de kapanmakta olduğu gerçeği. Bu nasıl olur? Ne kadar süre içerisinde olur? Bilmiyorum, ama Türkiye 31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle beraber yepyeni bir döneme girdi ve ben bunu yepyeni bir Türkiye olarak tanımlıyorum. Burada artık iktidar denklemi çok ciddi bir şekilde değişecek ve bu değişimin de önümüzdeki süreçte bence en önemli faktörü Kürt sorunu olacak. Kim ki –çok söylediğim sözdür, tekrar söylemekte hiçbir sakınca görmüyorum– Kürtleri kazanır, Türkiye’yi kazanır. Erdoğan’ın bir zamanlar Kürt sorununu çözme iddiasının onu uzun bir süre güçlü bir şekilde iktidarda tutmuş olduğunu hatırlayalım. Demin bahsettiğim gibi mahcup bir şekilde çözme iddiasında ya da Kürt sorununu ele alma iddiasındaki siyasetçilerin önünün nasıl açılmış olduğuna bakın. Ya da son dönemin en kritik olayı olan 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin belirleyeninin HDP seçmeni olduğunu, Kürt seçmeni olduğunu da hatırlayalım. Özellikle büyük şehirlerde, Adana’da, Antalya’da, Mersin’de ve İstanbul’da, bir ölçüde Ankara’da CHP adaylarının kazanmasında HDP’nin aday çıkarmaması ve kendi seçmenini CHP adaylarına büyük ölçüde başarılı bir şekilde kanalize etmesi çok belirleyici olmuştu. Bu da bize gösteriyor ki Erdoğan Kürtleri kaybedince 25 yıllık kalelerini kaybetti. Öte yandan bir şekilde üstü kapalı da olsa Kürtleri kazanan CHP, 25 yıldır ulaşamadığı İstanbul’a Ankara’ya ulaştı ve ayrıca buna ek olarak yine Kürt seçmenin yoğunlukta olduğu Adana’yı, Mersin’i, Antalya’yı kazanabildi. Bu da bize gösteriyor ki önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin siyasî şekillenişinde Kürt sorunu ve Kürtler çok önemli bir rol oynuyor. Ama burada kim, nasıl çözecek sorunu –bu yayının başlığı da bu– önümüzde duruyor. Türkiye’nin bu sorunu tek başına kimse tarafından çözülemez. Bu sorun bütün tarafların bir şekilde dahil olduğu süreçlerle çözülebilir ve dolayısıyla burada geniş bir koalisyon gerekiyor. Bu geniş koalisyonu en son Erdoğan telaffuz etti — aslında Darbe Girişimi’nden sonra da yapmıştı, yeni dönemde de yaptı, 19 Mayıs’ta da yaptı.
Erdoğan’ın şöyle bir perspektifi var: Zor durumlarda, millî birlik ve beraberlik görüntüsü vermek istediği durumlarda herkesi çağırıyor — HDP hariç. Bu, aslında hiçbir zaman Türkiye’nin tam anlamıyla bir millî birlik ve beraberliği anlamına gelmiyor. Önümüzdeki dönemde işte öyle bir koalisyonlar söz konusu olabilmeli ki –ki bence olacak–, burada HDP’nin bir şekilde, açık bir şekilde dahil olduğu koalisyonlar söz konusu olacak; ittifaklar, işbirlikleri söz konusu olacak. Artık gizli gizli olmayan, açık açık olan ittifaklar söz konusu olacak ve bu ittifaklar Türkiye’yi dönüştürebilen, ileriye taşıyabilen ittifaklar ve koalisyonlar olacak. Ama bunun olabilmesi için de tabii ki bütün aktörlerin kendilerini yenilemesi gerekiyor. Bunlardan birisi, öncelikli olanlardan birisi HDP. HDP’nin de kendini yenileyebilmesi için olayın bir ölçüde Kandil’de ve İmralı’da düğümlendiği gerçeği var. Silahların mevcudiyeti sürdüğü müddetçe, HDP Türkiye’de ileriye dönük değişimin aktif bir aktörü olma şansından mahrum kalıyor. Belli bir noktaya kadar geliyor, ama bir bakıyorsunuz bir yerde bombalar patlıyor, siviller hayatını kaybediyor ve HDP’nin o âna kadar inşa ettiği bütün yapı tuzla buz oluyor ve insanlara bunu açıklamakta çok ciddi bir şekilde zorlanıyorlar. Dolayısıyla HDP’nin üzerindeki Kandil ipoteğinin bir şekilde kalkması gerekiyor ve bu anlamda da HDP’nin güçlü siyasî aktörlere ihtiyacı var. Bunu deyince de tabii ki ilk akla Selahattin Demirtaş geliyor. Selahattin Demirtaş’ın tekrar aktif bir şekilde siyasî hayata dönmesi, Türkiye için gerçekten çok hayırlı olacaktır ve bu özellikle önümüzdeki dönemde Kürt sorununu çözmeyi de ele alan yeni bir demokratikleşme perspektifinde Selahattin Demirtaş’ın önemli bir aktör olacağı kanısındayım. Buna yeni aktörler de ekleneceğe benziyor, özellikle AKP içerisinden çıkması söz konusu olan partiler çok önemli olacak. Bu partiler hangileri? Davutoğlu’nun, Ali Babacan’ın kurmayı düşündüğü partiler. Açıkçası Davutoğlu’nun özellikle başbakanlığı döneminde bölgede yaşananlardan dolayı Kürtler nezdinde belli bir antipati yarattığı gerçeği ortada. Dolayısıyla Ali Babacan’ın Abdullah Gül destekli kurmayı düşündüğü partinin de önümüzdeki dönemde önemli bir aktör olma şansı ciddi bir şekilde gündemde. Ve tabii ki yenileşmek zorunda olan CHP ve CHP’nin yeni aktörleri. Öncelikle Ekrem İmamoğlu; ama ek olarak değişik şekillerde Mansur Yavaş, Tunç Soyer ve diğer belediye başkanları da önümüzdeki dönemde etkili bir şekilde rol oynayabilecek kişiler. İşte bu kişilerin, bu yeni dönemin yeni aktörlerinin –ya da tekrardan belki bazıları eski aktör olabilir, ama kendilerini yenileyerek–, yeni birtakım perspektifler geliştirerek ortaya çıkacakları bir siyasî platformda Türkiye Kürt sorununu çözmeyi merkeze alan ve buna bağlı olarak da tabii bunun beraberinde getireceği hukuk devletinin yeniden inşası, demokrasinin yeniden güçlendirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin tekrardan temini ve güçlendirilmesi gibi hususları içeren yepyeni bir perspektife dahil olabilir. Kürt sorunu kimsenin tek başına çözebileceği, kimsenin bir mucize gerçekleştirebileceği bir sorun değil. Kürt sorunu tüm Türkiye’nin hep birlikte çözebileceği bir sorun. Kürt sorununun çözülebilmesi için muhakkak ve muhakkak Türk milliyetçilerin de razı olması gerekiyor ve dolayısıyla burada karşılıklı olarak bir diyaloğun, bir müzakerenin, bir tartışmanın olabildiğince demokratik bir zeminde gerçekleşmesi, özgür bir zeminde gerçekleşmesi ve tabii ki silahların gölgesinden arınmış bir şekilde gerçekleşmesi gerekiyor. Eğer Türkiye’de PKK’nın silah bırakması yaşanırsa –ki eninde sonunda çok geçmeden bunun yaşanacağı kanısındayım, elimde bir data yok ama bunu böyle görüyorum, böyle hissediyorum, öyle bir öngörüm var diyelim– bunun yaşanmasının ardından Türkiye böyle bir perspektife girebilir, yepyeni bir Türkiye böyle hep birlikte inşa edilebilir. Eski aktörler ve eski perspektiflerle gidilebilecek hiçbir yer yok; ama eski deneyimlerden çıkarılacak çok dersler var; Oslo deneyiminden ya da Barış Süreci deneyiminden, Akil İnsanlar deneyiminden, birçok deneyimden çıkarılacak çok şeyler var. Bunların genellikle bugün hatalı yönleri daha çok dillendiriliyor. Burada hatalar muhakkak oldu; ama esas olarak bu süreçler başarılı bir şekilde seyretti ki o 28 Şubat 2015 yılındaki fotoğraf, görüntüler yaşanabildi. Ama oradan sonra, işte orada iş ciddiye bindi ve iş gerçekten ciddiye bindi, önemli bir eşiğin tam aşılmak üzere olduğu anda bir şekilde Türkiye oradan tekrar geriye itildi. Tekrar o eşiğe gelebilmemiz zaman alacak, ama şu anda Türkiye’nin 31 Mart ve 23 Haziran sonrasında içine girdiği siyasî atmosferin buna elverişli bir zemini hazırladığı kanısındayım.
Şu yaz bitsin, şu anda bir yaz rehaveti var, üst üste yaşanan seçimlerin rehaveti var. Yaz bittikten sonra Türkiye’nin bu konuları çok ciddi bir şekilde konuşacağı kanısındayım. Ümitliyim, bu sorunun çözümünün artık yeniden Türkiye’nin ana gündem maddesi olacağı kanısındayım ve burada engellerin, baskıcı engellerin, bastırmaların, susturmaların vs. artık işe yaramayacağını ve çözüm endeksli tartışmaların tekrardan Türkiye’nin gündemine geleceğini düşünüyorum. Eğer buraya ülkenin tüm kesimleri eşit ölçüde katılabilirse hep birlikte bu olayı çözmemiz pekâlâ mümkün. Artık bu olayın bir kişinin iradesine –ki daha önce Erdoğan iradesiydi bu– bırakılabilecek bir olay olmadığı ortaya çıktı. Erdoğan’ın, Öcalan’ın, hatta bir dönem –çok alâkasız gelebilir ama–, Fethullah Gülen’in… Fethullah Gülen Türkiye’de Türkiye’de çözüm süreçlerinin başarısız olması için elinden geleni yapmış birisidir, bu konuda çok ciddi çabalar göstermiş, çok sabotajlar yapmış, Oslo sürecini ve diğer süreçleri engellemek için elindeki devlet içerisindeki aygıtlarını, mekanizmalarını çok ciddi bir şekilde devreye sokmuş birisidir. Ne acı ki onun çözüm süreçlerinde izlediği perspektif şu anda Erdoğan yönetimi tarafından bir süredir hâkim perspektif olarak, devlet politikası olarak hayata geçiriliyor. Ama bu politika daha fazla sürdürülebilecek bir politika değil. Evet, hep birlikte Türkiye bu sorunu pekâlâ çözebilir ve çok geçmeden Suriye’deki tartışmaların ateşleyeceği süreçlerle beraber bu noktaların tekrardan önümüze geleceği kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.