Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (49): İktidarın gündem kuraklığı

Kemal Can bu hafta 5 Soru 10 Cevap’ta şu sorulara yanıt aradı:

İktidarın kurduğu ve sürdürdüğü gündem neye odaklanıyor?

Süleyman Soylu’nun provokatif çıkışı ve gelinen son nokta nedir?

Erdoğan’ın söyleminde ve Suriye meselesinde bir yenilik var mı?

Muhalefet, iktidarın tek gündem dayatmasına uyuyor mu?

İktidarın sığındığı gündem kuraklığı, krizini atlatmaya yeter mi?

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar.

 İktidar gündemi daraltmak ve kontrol etmeye odaklanmış durumda. Muhalefet henüz gündemi çeşitlendirmek konusunda bir atak yapmasa da gündem çeşitlendiğinde bir imkan yakalayabiliyor. 

İktidarın kurduğu ve sürdürdüğü gündem neye odaklanıyor?

Bilindiği gibi referandum sonrasında, genel ve yerel seçimdeki kampanyalarda, iktidarın gündem belirleme, gündemi kontrol etme konusundaki avantajlarını yavaş yavaş yitirmeye başladığını, bu konudaki gücünü ve belirleyiciliğini kaybettiğini hissetmeye başlamıştık. Bu yerel seçim sürecinde belirginleşti. Bunun kamuoyuna ve oy davranışlarına da aksettiği ve kontrol ettiği gündemin kendisine yarar değil zarar getirmeye başladığını gördük. Medyayı kontrol etmenin bir noktadan sonra gündemi kontrol etmek anlamına gelmediğini de gördük. Çünkü etkisini büyüttüğünüz medyanın kendi etkisini de giderek küçültmüş oluyorsunuz. İktidar bunu çarpıcı biçimde yaşadı. 

Dolayısıyla artık iktidarın -kendi başına bir gündem oluşturmasa  bile- gündem önceliklerini  belirlemekten hayli uzakta olduğunu görüyoruz. Buna karşılık bu gücü yeniden yakalamak için çok fazla seçeneği olmayan iktidar, gündemin kendisi için sorunlu olabilecek başlıklarını soğutarak ya da etkisizleştirerek, kendine en elverişli gündeme odaklanma üzerine bir strateji kurmaya çalışıyor. Peki neye odaklanıyor? Kürt  meselesi, kayyumlar politikası, HDP’nin kriminalize edilmesi, Suriye vs.. Yani  iyice hedefi küçülterek odağı netleştirmeye çalışıyor. Bir anlamda gündemi daraltmak istiyor. Çünkü buranın daha elverişli alan olacağını ve alan küçüldükçe etkisizliğinin daha az görüleceğini düşünüyor.

Süleyman Soylu’nun provokatif çıkışı ve gelinen son nokta nedir?

Seçimden önce iktidar adına konuşan birkaç sözcüden biriydi Süleyman Soylu. Beka davası üzerine kurulan kampanyayı Bahçeli, Erdoğan, Soylu üçlüsünün sesinden dinlemişti Türkiye. Orada son derece provokatif çıkışlar yapan isimlerden biriydi. Seçimden önce de konuşuldu ama seçimden sonra da çok net bir biçimde yenilginin de önemli sebeplerinden biri olarak işaret edildi. Şimdi birkaç haftadır özellikle kayyum sonrasında görüyoruz ki, Süleyman Soylu yeniden iktidar sözcülüğünü üstlenmiş durumda. Gündemin sıkıştırıldığı alanın icra sorumlusu.  İçişleri Bakanı olarak kayyum politikasını yapan, onun devamındaki tehdit politikası çıkışlarını yapan isim olarak önümüze geliyor. İmamoğlu’na dönük “pejmürde etme” tehdidi, İstanbul’a kayyum atanıp atanmayacağını hafta sonu TV’de açıklayacağı gibi son derece tuhaf çıkışlar yaptı. 

Sonunda Soylu İstanbul için böyle bir mesele olmadığını söyledi ama üstü kapalı tehditlerini de sürdürmeyi ihmal etmedi. Bu çıkışın amacıyla uyumlu bir finaldi. Çünkü buradaki dert bir tür ölümü gösterip sıtmaya razı etme hali.  Kayyum meselesinde biraz zayıf kalmış olan muhalefet tepkisini, İstanbul ihtimalini göstererek oradakiler normalmiş havasına çevirmek.  Muhalefetteki muhtemel reaksiyon artışını dizginlemek, HDP’yi yalnızlaştırma hamlesine yeni bir imkan sağlamak. Bu anlamda hem çıkış hem final, bu gündemin sıkıştırıldığı dar alan açısından bir anlam ifade ediyor. Bunun devam olarak da HDP Diyarbakır il merkezi önünde eyleme başlayan ve çocuklarının kaçırıldığını söyleyen anneler, HDP il yöneticilerine başlatılmış soruşturmalar gibi diğer ayaklarla da resmi tamamlıyor. 

Erdoğan’ın söyleminde ve Suriye meselesinde bir yenilik var mı?

Bir süre önce İdlip dolayısıyla Rusya’ya gitti. Rusya’dan bu konuda ne aldığını bilmiyoruz ama en azından sözel olarak Putin’den bu güvenli bölgeye onayı alarak döndü. ABD ile gelgitli ilişki devam ediyor. Birkaç gün önce “sadece adını koymak kaldı” diyerek bir tür zafer işaret eden Erdoğan, hafta sonu yine bir ters köşe yapıp ABD ile yeniden bir restleşmeye –“eğer bizi oyalıyorlarsa biz Eylül’ün sonuna kadar buna katlanmayız” dedi- yöneldi. “Biz kendi yolumuzda yürürüz” gibi yüksek perdeden çıkış yaptı. Bunu yaptığı sırada ABD Ticaret Bakanı Ankara’da temaslar halindeydi. AB’yi de tekrar  kapıları açmakla tehdit etti. Güvenli bölgede evler yaparak Suriyelileri yerleştirmekten bahsetti

Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili zikzaklar, tuhaflıklar sadece Türkiye’nin iç ve sorunlu dış politikasıyla ilgili değil aslında. Dünyada oluşan tuhaf dengesizliğin ibretlik sahnelerini gösteriyor. Erdoğan’ın yaptığı tuhaflıklar kadar, muhataplarının da bu ilişkilerde neredeyse aynı tür bir pazarlıkçı tutumla sürekli pozisyon değiştirdiğini izliyoruz. Dolayısıyla, bu sıkıştırılmış küçük gündemi kullanma konusunda Erdoğan’ın eli hem zemin hem de muhatap olduğu aktörler açısından hala elverişli görünüyor. Putin ve Trump çok uygun partnerler onun için.  Galiba Erdoğan-özellikle dış politika penceresinden içeriye taşıma konusunda- biraz daha daralmış bir gündemde bol hareketi bir süre daha becerebilecek gibi duruyor. 

Muhalefet, iktidarın tek gündem dayatmasına uyuyor mu?

Yerel seçimden sonra muhalefet -özellikle de CHP- iktidarın zorlanmasını ya da travmasını beklemenin avantaj olacağını, hızlı bir gündem kurmak yerine iktidarın düşeceği boşluğu avantaja çevirmeyi hesapladı. İktidar bunu başka bir strateji ile karşıladı ve beklendiği gibi bir panik havası oluşmasına izin vermeyip gündemi soğutmayı başardı. Hatta ekonomik kriz gündemini neredeyse ortadan kaldırdı. Yokmuş gibi davranılmasını becerdi. Buna muhalefet müdahil olamadı, değiştiremedi. İktidar gündem soğutma sonrasında daraltılmış gündemi tek gündem halinde yeniden kontrol etme hamlesine yöneldi ve kayyum meselesi karşımıza geldi. CHP’nin örtük ve çekinik, İYİ Parti’nin de iktidara yedeklenen tavırlarını gördük. İktidarın muhalefet cephesinde bir sallanma yarattığını söyleyebiliriz. Muhalefetin ortak reaksiyonunu zayıflatma anlamında kayyum hamlesi sonuç verdi. Fakat buna karşılık iktidarın kurduğu bu gündem tuzaklarına muhalefetin seçmenlerinin çok kolay düşmediğini, belki aktif siyasi aktörlerin daha çok uyumlandığını ama genel kamuoyunun gündeminin çok değişmediğini görüyoruz. Türkiye’nin sorunları konusundaki tespitlerde hala kamuoyunun iktidarın biçimlendirdiği gündeme göre tavır almadığına şahit oluyoruz.

Doğrudan muhalefet partilerinin öncülüğünde olmasa bile kendiliğinden gelişen meseleler de var.  Muhalefetin de 2 3 tane hamlesine işaret etmek lazım. Birincisi Yenikapı’da ihtiyaç dışı belediye araçlarının gösterilmesi önemli bir noktaydı. Yine iktidarın biraz fütursuz ve kontrolsüz saldırılarının  ve intikam davaları geleneğinin bir uzantısı olarak Kaftancıoğlu davasına verilen reaksiyon biraz farklı bir resim ortaya çıkarttı. Gündem belirleme gücü açısından iktidarın artık bastığı her düğmeden istediği sonucu almasının o kadar kolay olmadığı, başka dinamiklerin de işleyebildiği görüldü. Bu olduğunda da, çok rahatsız edici reaksiyonlar ortaya çıktığı, bazen kontrol kaybına varan çıkışlar olduğu görüldü. Clio meselesinin iktidar tabanında nasıl etki yarattığı konusunda farklı tartışmalar var ama etki açık. Kaftancıoğlu davasının da, yine kayyum meselesinde olduğu gibi çok kuvvetli muhalefet tepkisine yol açmamakla birlikte, tıpkı beka tartışması gibi yerel seçimde İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi gibi bir tür hak duygusunu etkileyen bir etki ürettiğini söylememiz lazım.  

İktidarın sığındığı gündem kuraklığı krizini atlatmaya yeter mi?

Kamuoyu oluşma kanalları yok olduysa, siyasi alan daraltıldıysa, medya neredeyse fonksiyonsuz hale gelmişse, gündem kurabilecek araçlar son derece sınırlanmış ve baskılanmışsa, evet gündem kurmak çeşitlendirmek, yeni bir siyasi canlılık yaratmak kolay değil. Bunun araçlarının azaldığı ortada ama iktidarın gündemi tekleştirme, herkesin tek gündemi konuştuğu bir zemine oturtma gayretine direnmek ve buna uymamak pek ala mümkün. Bu siyasi aktörlerin özel katkısı dışında kendiliğinden de gerçekleşiyor. Gündemi daraltma çabaları iktidarın beklediği ölçüde karşılık bulmuyor, kendiliğinden gündem çeşitlilik kazanabiliyor. Örnek verirsek; rap yapan bir grup gencin hazırladığı klip, bir anda başka bir başka gündem kurdu. Daha önemlisi, kadın cinayetlerinden çevreye, hukuk ihlallerinden demokrasi yokluğuna şiddetten baskıya kadar pek çok gündem başlığının var olduğunu hatırlatan bir hareketlilik yarattı. Sadece bir klip birkaç gün içinde 15 milyona yakın izlenme aldı. Baroların Metin Feyzioğlu’nu görevden almak için başlattığı kurultay hamlesi de böyle bir müdahale biçimi olarak düşünülebilir.

İktidarın gündemi soğutma ve kayyum hamlesiyle başlayan tek ve dar gündem zorlaması o kadar da  -ilk etki olarak başarır gibi görünse bile- güçlü değil. Erdoğan’ın -biraz da kendi içinden çıkacak parti girişimlerini kesmek için- iyice çekirdek tabana sıkışan “camiler ahır yapıldı” mevzularını yeniden çıkartan çaresiz çıkışları da gösteriyor ki, yerel seçimi kaybettiren dinamikler bu gündem hamleleriyle karşılanabilir gibi değil. İktidarın yaşadığı siyasi kriz, artık gündem kontrol hamleleriyle baş edilir bir konu değil. Bir süre daha idare edilebilir bir zemin kurabildiğini de kabul etmek lazım. Önümüzdeki günlerde bu gündemin üreteceği başlıkları konuşmaya devam edeceğiz. 

Şimdilik bu kadar tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.