Beklenen oldu ve Ahmet Davutoğlu ile arkadaşları, ihraç edilmeyi beklemeden AKP’den istifa etti. Siyasete yeni bir çatı altında devam edecek olan bu ekibin başarı şansı ne?
Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba, iyi günler. Beklenen oldu, Ahmet Davutoğlu ve arkadaşları Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa ettiler. Davutoğlu istifa gerekçelerini şöyle açıkladı: “AK Parti’nin vefakâr tabanını kendi genel başkanının ihraç edildiğini görme üzüntüsünden kurtarmak için yıllarca alınterimizi ve fikir emeğimizi verdiğimiz partimizden istifa ediyoruz” diye açıkladı. Davutoğlu bu yaptığı basın toplantısında çok duygulandı ve arkadaşlarıyla beraber ayrılıp yeni bir harekette yola devam edeceklerini de belirtti.
Bu ayrılmanın nasıl bir etkisi olur? Bu aslında ne zamandan beri ele aldığımız bir konu, ama Davutoğlu’nun ilk dönemde söz konusu olan, AK Parti içerisinde tekrar bir güç sahibi olma beklentisinin artık kalktığını biliyoruz. İhraç için disipline sevk edildiği anda kalkmıştı, istifayla beraber iyice perçinlendi. Öncelikle şuna bakmak lâzım: Davutoğlu gibi Türkiye’nin son yıllarına damgasını vurmuş bir isim ; gerçekten daha ilk danışmanlığından, başdanışmanlığından, dışişleri bakanlığına, ardından AKP genel başkanlığı ve başbakanlığa kadar değişik etaplarda, değişik kademelerde görevler yapmış bir isim. Türkiye’nin özellikle dış politikasında çok belirleyici olmuş bir isim, AKP’yle özdeşleşmiş bir isim ve bu isim, ayrılmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla bu AKP için ve Türkiye için de çok önemli bir an aslında. Ama bu önemli ânı Türkiye’de önde gelen medya kuruluşlarının hiçbiri canlı vermedi. Yani bu kadar önemli bir olayı görmezden geldiler. Yayına girmeden önce ilk akla gelen gazetelerin internet sayfalarına baktığımda, istifa ettiği haberi var, ama istifasının metninden alıntı pek yok, birer cümleyle geçiştirilmiş. Yani yok sayamıyorlar, ama görmek de istemiyorlar. Çünkü Davutoğlu’nun ayrılması AKP’ye zarar verecek, muhakkak bir zarar verecek, muhakkak olumsuz etkileyecek. Ama bunun ne kadar, hangi derecede olacağını esas olarak Davutoğlu ve arkadaşlarının bundan sonra izleyecekleri yol gösterecek. Fakat bu bahsettiğim, medyada yer bulamama… eskiden başbakanlığı ve genel başkanlığı döneminde, ama onun öncesindeki dışişleri bakanlığı döneminde de medyayı büyük ölçüde kontrol eden bir siyasetçiyken, istediği zaman istediği yere çıkabilen bir siyasetçiyken, Davutoğlu şu anda büyük ölçüde sosyal medya üzerinden yola devam etmek zorunda kalacak. Bu, bir anlamıyla iyi olabilir, çünkü medya siyaseten insanları çok fazla var eden bir mecra değil. Eski anaakım medya… artık böyle bir şey kalmadı ; yani varolan, bir zamanların etkili haber kanalları ya da gazeteleri üzerinden gidilecek pek bir yer yok. Fakat Davutoğlu’nun bunun dışında kendi meramını 1) AKP tabanına ve AKP teşkilatına, 2) AKP’li olmayan ama kendisiyle bir şekilde ilgilenecek olan kişilere anlatabilme imkânları ne derece olacak? Hele bir de buna Erdoğan’ın engellemelerini, kaçınılmaz olan engellemeleri –kaçınılmaz derken, muhakkak yaşanacak engellemeleri de– eklersek, işi hiç de kolay olacağı benzemiyor.
Ali Babacan bir söyleşi vermişti Karar gazetesine, uzun bir söyleşi, orada da ele almıştık, Davutoğlu’yla beraber hareket etmeyeceklerini net bir şey söylemişti ve Davutoğlu’nun sözcüleri de yine Medyascope’ta konuştuğumuzda, “Babacan bizleri İslamcı görüyor, bizden uzak durmaya çalışıyor” demişti, gerçekten böyle bir husus var. Davutoğlu, “İslamcı” lafını pek kullanmaz, ama AKP’nin o –en azından şöyle söyleyelim– “muhafazakâr demokrasi” diye adlandırılmaya çalışılmıştı bir dönem, öyle bir çizgiden yürümeye ve esas olarak AKP’nin kendi geleneksel tabanına ve kadrolarına yaslanan bir hareketi oluşturma iddiasında daha çok. Ali Babacan’ın yaptığı, yapmaya çalıştığı, bir merkez partisi yaratmanın ötesinde bir arayışı var ve bu anlamda Davutoğlu’nun ikinci bir AK Parti yaratma iddiasının daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Baktığımız zaman, zaten yaptığı açıklamada kendisi mesela diyor ki: “Bizim için ihraç teklifinin yapıldığı 2 Eylül 2019, AK Parti’nin kuruluş ilkelerinden vazgeçtiğini ilân ettiği tarihtir”. Yani Davutoğlu AK Parti’nin kuruluş ilkelerine sahip çıkmak ve belli bir tarihe kadar olan hikâyesine sahip çıkmak derdinde. Hatırlanacaktır, Sakarya konuşmasında bazılarının yanlış anladığı o Haziran-Kasım arası döneme de, kendisinin başbakan olduğu döneme, ülkenin en kaotik günlerini yaşadığı –yakın zamanda en azından– o döneme de sahip çıkmıştı. Yani o döneme eleştirel yaklaşmamıştı; tam tersine o dönemde terörle mücadelenin baş aktörünün kendisi olduğunu söylemişti. Yani Davutoğlu’nun hesaplaşması üzerine bir anlamda şöyle söylenebilir: Kendisinin görevi bıraktığı ya da bırakmak zorunda kaldığı andan sonrasıyla hesaplaşan bir Davutoğlu var esas olarak. Onun öncesine kendisinin önemini iyice artırarak, abartarak sahip çıkan bir Davutoğlu var; ya da şöyle söyleyelim: Pelikan Bildirisi’ne kadarki süreci sahiplenen bir Davutoğlu var. Bu da onun işlerini hayli zorlaştıracağa benziyor, özellikle AKP’yle ilgisi olmayan kesimlere ulaşma anlamında; yani kendini belli bir yerde sınırlama noktasında. Babacan’a baktığımız zaman, onun öyle dönemlere ayırmadığını ama AK Parti’yle arasına, AK Parti’nin tarihiyle de arasına belli bir mesafe koymaya çalıştığını görüyoruz, Davutoğlu öyle değil. Kendisinin tasfiyesinin startı verildiği andan itibaren olan dönemi tanımlıyor. Yine bakıyoruz, hâlâ bütün bunlardan dolayı Erdoğan’ı suçlama yok. Yani işte ne diyor? “Dar bir kadroya terk edildi AK Parti” diyor, bunun sorumlusu Erdoğan, dar kadro dediği; Erdoğan var, aslında başka kimse yok, Erdoğan’ın sürekli değiştirdiği birtakım isimler var, Erdoğan’a rağmen olan herhangi bir şey yok. Davutoğlu ve arkadaşlarının disiplin kuruluna sevk kararını alan MYK toplantısının başında da Erdoğan var ve belli ki Erdoğan’ın talebiyle bütün bu süreçler işlemiş, hâlâ Erdoğan meselesinde tutukluk var.
Bundan sonra ne olacağı konusunda; artık bunun, bir partinin kaçınılmaz olduğunu ve hızlı bir şekilde, nasıl Babacan “2020’ye kalmadan” dediyse, Davutoğlu belki daha hızlı davranacaktır. Zaten birçok konuda Babacan’dan daha erken davrandı, manifestosunu nisan ayında açıkladı, her vesileyle konuştu, televizyonlara çıktı –televizyon diyorum da tam değil, birisi önce sosyal medya üzerinden, YouTube üzerinden, ardından televizyona çıktı– Davutoğlu’nun ekibi de çıktı ortaya, onlar da konuşuyorlar, ama Babacan hâlâ o noktada değil. Unutmamak lâzım, bu iki hareketin birbiriyle de bir rekabeti var. Sonuçta AKP’den kopup kurulacak iki parti söz konusu ve bu iki partinin de öncelikli hedefi AKP’nin tabanı ve onun bazı kadrolarını almak olacak ve bu anlamda çok ciddi bir rekabet içerisinde olmaları beklenir. İkinci aşamada AKP dışı çevrelere ulaşmaya çalışacaklar, bu noktada da sanki Babacan daha niyetli ve daha avantajlı gözüküyor. Yine de unutmamak lâzım, Davutoğlu’nun ekibinin öteden beri, özellikle Davutoğlu’nun AKP genel başkanı ve başbakan olduğu dönemde attığı birtakım temeller var, parti içerisinde ve devlet içerisinde, bunu hiç yabana atmamak lâzım. Oralardan birtakım isimler yanında yer alıyor ve zaman içerisinde de yanında yer alacaktır ve ciddi bir şekilde teşkilattan birtakım kopuşları beraberinde getirecektir Davutoğlu’nun hareketi. Nitekim Erdoğan’ın kongrenin öne alınması sürecini başlatması da bunları bir ölçüde engellemeyi ve sınırlamayı hedefliyor.
Ahmet Davutoğlu’nun AKP’den ayrılmak zorunda kalmasının aslında bildiğimiz AKP’nin sonu olduğunu daha önce söylemiştim, bir kere daha tekrarlamak istiyorum. Bugünkü basın toplantısı aslında AKP’nin krizinin ne kadar derin olduğunu, giderek daha da derinleştiğini ve derinleşeceğini bizlere gösterdi bizlere. Sonuç olarak baktığımızda, gerek Babacan gerek Davutoğlu, koparak AKP’yi çok ciddi bir şekilde zayıflatmaya koyuluyorlar, bu kaçınılmaz. Ne derece zayıflayacağı, dediğim gibi onların manevralarına, attıkları ve atacakları adımlara ve Erdoğan’ın vereceği cevaplara bağlı olacak tabii ki; ama kaçınılmaz olacağı kesin. Fakat ortada çok ciddi başka bir mesele var; bütün bu hareketler, bütün bu ayrılanlarla beraber, AKP’nin kendisi geride kalacak. AKP ve bu hareketlerin toplamı hiçbir zaman bir zamanların güçlü, muktedir AKP’si etmeyecek. Tekrar ediyorum belki, ama bu çok gündemde olduğu için, bunların toplamı 1+1+1 olarak topladığımız zaman 3 etmeyeceği kesin, 2 dahi etmeyecektir, hatta bir dönemlerin AKP’sinin kendisi bile etmeyebilir. Çünkü burada yaşanan kriz hepsinin bir şekilde dahil olduğu, bir şekilde sorumlu olduğu süreçlerin krizi. Dolayısıyla burada yaşanan krizlerden, kendileri trenden erken atlayıp birtakım eleştiriler getirerek zararı azaltmaya çalışıyor olabilirler. Ama AKP’nin kaçınılmaz bir şekilde yaşadığı krizden her birinin ayrı ayrı etkileneceği muhakkak. Şu haliyle baktığımız zaman, Erdoğan’ın liderliğindeki AKP’nin tabii ki ana gövde olacağı anlaşılıyor –en azından bir süre daha–, ondan sonra Babacan ve Davutoğlu’nun partilerinin hangisi ikinci ve hangisi üçüncü olacak, onu bekleyeceğiz, görmeye çalışacağız, anlamaya çalışacağız. Bunu anlamamız için herhalde 2020’yi beklememiz gerekecek; çünkü partiler kurulacak, ilk kadroları ve programlarıyla çıkacaklar; ama bütün bunların toplamı dediğim gibi bir AKP etmeyecek ve bu anlamda bu üç partinin de geleceği, var olan AKP ve kurulacak olan iki yeni partinin geleceği aslında Türkiye’de genel anlamda toplumsal muhalefetin ve siyasî muhalefetin göstereceği performansla alâkalı olacak. Ve özellikle kopacak olan partilerin kendilerini bu toplumsal muhalefete ne derece entegre edebildikleri önemli olacak. Şu haliyle baktığımız zaman, özellikle Davutoğlu, kısmen Babacan da, AKP’den kopan ama AKP’ye çok da muhalif değilmiş gibi olan, AKP’yle birtakım küskünlükleri olan insanların hareketi gibi gözüküyorlar. Ama AKP’ye yönelik çok ciddi eleştirilerini dile getirmiş değiller, çünkü bunu yapabilmek için öncelikle Erdoğan’ı ve Erdoğan’ın tek adam yönetimini eleştirmeleri gerekiyor. O noktaya geldiği andan itibaren –ki herhalde çok gecikmeyecektir–, bu eleştirilerini dile getirdikleri andan itibaren, onlar hakkında daha sağlıklı yorum yapma imkânına sahip olabiliriz.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.