Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (54): Suriye’de ve Türkiye’de olup biten

“5 Soru 10 Cevap” programında Kemal Can aşağıdaki sorulara cevap aradı:

-Meselenin çerçevesi ve sınırları artık ortaya çıkıyor mu?
-Savaş karşıtlığı ve itirazları, savaş başladığında biter mi? 
-Türkiye’de herkes siyasi linç sırasını beklemeli mi?
-Türkiye, Suriye hamlesiyle dünyada yalnızlaştı mı? 
-Suriye’de yaşananlar iç politikayı nasıl belirleyecek? 

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba, iyi haftalar. Geçtiğimiz hafta da Suriye konuşmuştuk ve daha harekat yeni başlayacaktı. Bugün harekatın 6. günündeyiz. 

Meselenin çerçevesi ve sınırları artık ortaya çıkıyor mu?

Açıkçası buna evet demek zor. Yaklaşık bir haftadır süren harekatın hem alanda yaşananlar hem tartışmaları açısından bir netlik oluşturmadığını, kafaların da işlerin de giderek karıştığını görüyoruz. İlk önce Tel Abyad – Resulayn ve güneyinde M4 karayolundan oluşan cepte bir güvenlik alanı oluşacağı ve Afrin harekatına benzeyen biçimde seyredeceğine yönelik bir genel resim vardı. Büyük ve yüksek tartışmalara rağmen, alanda çok hızlı cereyan eden ve giderek bu resme doğru ilerleyen bir tablo görmüştük. Fakat neredeyse günlük değil saatlik olarak dengelerin hem alanda hem de arkasındaki tartışmalarda değiştiğini izliyoruz. Uluslararası alanda dahil olan bütün aktörlerin sürekli pozisyon yenileyen açıklama ve çıkışları söz konusu. Alanda da yeni bir durumu olarak Esad’ın Suriye ordusunun kuzeye doğru hareketlendiği ve YPG ile bir tür anlaşmanın oluştuğu yolunda haberler geldi. Bu, alandaki tabloyu da değiştiriyor. Bu arada Trump da, “Türkiye galiba mutabık kalınan sınırları aşmaya niyetli” gibi bir açıklama yaptı. Bütün bunlar durumu netleştirmeye değil kafaların da alandaki durumun da biraz karışmasına yol açıyor. 

Bu karışıklığa neden olan başka mesele de, genellikle tartışmaların, verilen tepkilerin ve iddiaların alanda yaşananların da üzerinde olması. Yüksek iddialar, abartılı reaksiyonlar kafaları iyice karıştırıyor.  Askeri olmayan içerik  öne çıkıyor, belirleyici hale geliyor. Yaptırımlar meselesi ortada. Rusya’nın açık onayından sonra “bütün yabancı askeri güçlerin Suriye’yi terk etmesi gerekir” gibi ikinci bir çıkışı ve Suriye rejimi ile Kürtlerin bir ortak nokta bulabilecekleri ihtimali yeni bir tablo oluşuyor. Bu resimde hep konuşulan yeşil ışık, kırmızı ışık meselesinde , sinyalizasyonun karmakarışık olduğu ve sisteminin hayli bulanıklaştığı ortada. Bütün bunların içinde, alanda olmanın bazı avantajları var. Bu aktörlerin hepsi de aynı zamanda alanda. Ama alanda olmak giderek sadece avantaj değil riskleriyle de belirleyici olmaya başlıyor. Genel resim bu, dolayısıyla bir netleşemeden bahsedemeyiz. Saatlik değişimlerin yaşandığı bir sürecin içindeyiz. 

Savaş karşıtlığı ve itirazları, savaş başladığında biter mi? 

Özellikle iktidara yakın çevre, medya ve onların hegemonyasındaki genel algı, yoğun biçimde savaş karşıtı söylemleri kriminalize etmeye hatta tek tek insanları hedef haline getirmeye yönelen tutum içerisinde. Kullanılan tema, “buna savaş denmez, ayrıca savaş başladığında savaş karşıtlığı yapılmaz”. Burada çifte standartlı bir durumun da olduğunu kabul etmek lazım. Çünkü savaşa pozitif bir anlam yüklendiğinde kullanılmasına hiç kimsenin bir itirazı yok. Örneğin “biz düğüne gider gibi savaşa gideriz” dendiğinde meseleye savaş denmesinde bir sorun yok. “Yedi düvele karşı bir savaş yürütüldüğü” söylendiğinde savaş demeye engel bir durum yok. Sosyal medyada çokça rastlandığı gibi “savaşı özlemiş” diyen birine  kimse niye bunu söylediğini sormuyor. Ama meseleye savaşın negatif anlamıyla yaklaşan ve barıştan bahseden herkes suçlu ilan ediliyor. Üstelik sadece itiraz eden ya da barıştan bahseden değil, savaşa hamasi destekle katılmayan, savaş söyleminin dışında kalan, bu harekata coşkulu destek vermeyen herkes suçlanıyor. 

Hatırlayalım Türkiye 2015’ten sonra neredeyse süreklileşmiş biçimde her meselesine politika üstü olma iddiasıyla yaklaşıyor. Kürt meselesi politikalar üstü mesele, dış politikası siyaset üstü bir mesele hatta ekonomik kriz bile zaman zaman siyaset üstü. 15 Temmuz darbe girişimi meselesi var onun da tartışması siyaset üstü. Neredeyse beş yıldır Türkiye’nin bütün meseleleri siyaset üstü, siyaset dışı. “Savaş başlamışken savaş karşıtlığı olmaz” iddiasının kendisi de çok tuhaf. Çünkü bu savaşın siyaset dışı bir şey olduğunu iddia ediyor. Tam tersi savaş doğrudan siyaset. Ayrıca muhalefet çevrelerine, bu söylemi destekleyenlere sorulabilecek çok net bir soru var: “Başladı ve artık itirazın bir lüzumu yok” deniyorsa, askerler oraya kendi kendilerine mi gittiler sorusuna cevap vermek lazım. Ayrıca onları gönderme veya sonu savaşla bitebilecek dış politika gelişmesini, şimdi siyaset üstü destek bekleyenler size sordu mu? Oraya giden askerlerin can güvenliğinden endişe duymanın çok doğal olduğu açık. Çünkü oraya gidenlerin hepsi buradaki insanların çocukları. Onlar oraya kendiliğinden gitmediler bir kararla bir politika sonucunda ordalar. Dolayısıyla yapılan şeyi tartışmak, onları tartışmak anlamına gelmez. Onların “ayağına taş değmesin”, barışı istemek orduların içindeki askerler de dahil kimsenin ayağına taş değmesiyle ilgili bir talebi içerebilir. Savaş karşıtlığı orada tehlikede olan insanlarla ilgili değil bunun kararını veren politikacılarla ilgilidir ve doğrudan siyasete dahildir. 

Türkiye’de herkes siyasi linç sırasını beklemeli mi?

Sadece Türkiye’dekiler değil en son KKTC Cumhurbaşkanı da bir linçin tarafı haline geldi. Resmi sözcüler yanında sosyal medya, medya ve aslında muhalefette olduğunu söyleyen kesimler bile, yoğun biçimde yayın yaptılar. Eren Keskin, Sezgin Tanrıkulu tek tek hedef alınarak linç kampanyaları düzenleniyor. Sosyal medyanın ağırlıklı gündemi bir taraftan hamaset bir taraftan da linç şeklinde yürüyor. Bu, resmi olarak da destekleniyor. Çünkü bazı şeylerin söylenip söylenmemesiyle ilgili kanaatler sadece bir ahlaki seçim ya da siyasi duruş değil aynı zamanda cezai bir mesele olarak gündeme getiriliyor. Daha fazlası var, evet bazı konuları gündeme getirenler hedef haline getiriliyor savaş karşıtlığı barıştan bahsetmek bir suçlama nedeni oluyor ama bununla da sınırlı değil durum. Suskunluğun yeterli olmadığı bir tür konuşma mecburiyetinin de baskıya dönüştüğü anlaşılıyor. Özellikle sanatçılar, popüler insanlar bu konuda doğrudan hedefe yerleştiriliyor. Bu politikayı neden desteklemedikleri konusunda yoğun bir saldırıya uğruyor. 

Gazetecilik de tabi önemli mesele. Bu tür olayların çoğunluğunda gördüğümüz durumu bu olayda çok daha belirgin görüyoruz. Ne sınırda olay yerinden haber verdiği iddia eden gazeteciler ne çeşitli kaynaklardan ciddi enformasyonlar aldığını söyleyenler ne de yorumcular, ana akımda yer alan gazetecilerin hiçbiri olup bitenle ilgili sağlıklı bilgi aktarmak değil, pozisyon göstermek ve hatta işin gösterisiyle ilgililer. Özellikle TV’lerde mesleki açıdan utandırıcı şovlara şahit olunuyor. Hatta bu o kadar abartıldı ki, iktidar bile Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı üzerinden bazı uyarılar yapma ihtiyacı duydu. Orada bile rahatsızlık üretti. Aslında bunun özü, dünyada yalnızlaşan Türkiye’nin -aslında iktidarın- Türkiye’de kalabalıklaşmaya çalışması, herkesi o kalabalığa dahil olmaya zorlaması. 

Türkiye, Suriye hamlesiyle dünyada yalnızlaştı mı? 

Türkiye, Suriye meselesine kendi öncelikleriyle dahil olmadı. Bunu görmemiz gerekiyor. Şimdi de “kendi göbeğini keserek” ve kendi öncelikleriyle buradan çıkması, sonuç alması mümkün değil. Hatırlanacağı gibi Türkiye, koalisyon güçlerini Amerikanın liderliğinde davet eden, bu konuda büyük lobi yapan ülkelerden biriydi. Suriye rejimine karşı şimdi Suriye milli ordusu olarak organize edilen ama büyük ölçüde ABD ile eğitilip donatılan bir takım İslamcı gruplarla yürütülen bir operasyonun parçası idi. Uçak düşürmeyle son derece tehlikeli gerilimler yaşanan Rusya ile gerilimde başka bir safhaya girildi. Rusya ile bir tür partnerlik söz konusu oldu, İdlib ve Afrin meselesinde gördüğümüz gibi. Dolayısıyla, Türkiye’nin zaten alana tek başına ve kendi öncelikleriyle dahil olduğu dahil olduğu iddiası çok doğru değil. Bugün gelinen noktada, “dünya 5’ten büyüktür” diyen Türkiye, aslında kendisi için dünyayı 5’ten küçük hale getirdi. Beş tane destekçi ülke bile temin edememiş durumda. Şunlar söylenebilir tabi, işte çıkarlar, uluslararası meseleler, Türk’ün Türk’ten başka dostu yok gibi… Ama yine bir küçük nokta akıllarda soru üretmek için önemli: Acaba yanlış yapılıyor olabilir mi? Bu kadar çok çevrenin aynı anda reaksiyon vermesi, bütün dünya karşısında haklı olunduğunun fazla yüksek bir iddia olmasından olabilir mi? Bir takım problemlerde doğru tavır alınamaması ve aslında iddia edildiği gibi tamamen bağımsız ve akılcı rasyonel ve haklı iddialardan ibaret bir politika yürütülmemiş olmasının, bugün içinde bulunan tabloyla bir ilişkisi olabilir mi? Bunu düşünmek ve sormak yasaklansa bile herkesin kafasında olmaya devam edecek. Sürecin bundan sonrasında da tartışılacak. 

Hani bir zamanlar söylendiği gibi, bu ortaya konulan tablodaki durum bir tür değerli yalnızlık mı? Verimli hale getirilmeye çalışılan bir yalnızlık mı? Evet, bu iç politikada işe yarar bir motivasyon sağlayabilir ama Türkiye’nin pek çok sorunu için ihtiyaç duyduğu şey, sadece kendi öncelikleriyle davranmak veya bu iddianın arkasını sürmek olmayabilir. Bunu çok yakın gelecek hızlı ve neredeyse günlük değişen dengelerin içinde çok sarsıcı biçimde görme ihtimali hiç az değil. Mesela Rusya’nın tavrında bunu net görüyoruz. Neredeyse 6 gün içinde Putin’in hızlı bir oyun kurabildiği ve Türkiye’nin alanda olarak avantaj sağlama iddiasının o kadar da kolay olmadığı görüldü. Bu değerli ya da verimli hale getirilmeye çalışılan yalnızlığın, içerideki etkisi bir başarı ya da geçici bir avantaj olarak duruyor olabilir ama orta ve uzun vadede böyle olmayacağına ilişkin göstergeler ve işaretler giderek çoğalıyor. 

Suriye’de yaşananlar iç politikayı nasıl belirleyecek? 

Türkiye’de siyasi iktidar süreklileşmiş bir olağanüstülük rejimi yürütüyor. Bu olağanüstülük genel olarak ülkenin yönetiminde, hukukun işleyişinde, ekonominin işleyişinde ama en önemlisi de siyasetin işleyişinde… Mesela 15 Temmuz oluyor, Tanrı’nın lütfu olağanüstülük hali oluyor bu siyaset üstü  oluyor. Çok önemli bir rejim meselesi siyaset üstü ilan edilip tartışma alanının dışına çıkarılıyor. Ekonomi çok yoğun bir dış saldırı ve dış güçlerin komploları olduğu için tartışmanın ertelenmesi  gereken bir mesele olarak görülüyor. Dış politika meselelerinin hemen hepsi. “Suriye’de harekat başladı şu anda bunu konuşamayız” şeklinde… Bu olağanüstü hal aslında bir yönetme biçimine dönüşmüş durumda ve zaman zaman diğer bütün siyasi aktörler de buna çeşitli dozlarda ve gerekçelerle uyum gösteriyorlar.  Bu olağanüstülük hali sadece iktidarın zorlaması değil sanki, ortak mutabakata dönüştü. Olağanüstülük hali hizaya sokma imkanı yaratıyor. Bazı muhalefet aktörleri de  dışarda kalma yada suçlanma endişesiyle, yedekte bekleme hevesiyle buna dahil oluyorlar. Bu resmi çeşitli meselelerde gördük, defalarca yaşadık. Hatırlanacağı gibi anayasaya aykırı olduğu halde dokunulmazlığın kaldırılmasına oy verilmesi, Yenikapı mitinginde olma ısrarı ve son olarak tezkere meselesinde de karşılaştığımız gibi.

Olağanüstülük haliyle yönetme rejiminin ‘başarılı sonuçlar’ aldığını görüyoruz. Gündemi ve gündemi etkileyecek aktörleri hizaya sokma anlamında. Fakat iki tane nokta önemli. Bu çok süreklileşmiş bir yönetme aparatı. Kendi iç sorunlarını da üretmeye başlamış bir enstrüman. Bu o kadar çok göstere göstere yapılıyor ki; hatırlayalım Erdoğan “muhalefet bloğunun dağıtılması önemli” dedi harekatla neredeyse eşzamanlı olarak. Bu niyet çok saklanmıyor. Bu kadar gösterilir olması, başarılı olduğu zamanları oldukça kısaltmış durumda. Üretilmiş politik etkinin kalıcılaşma sürelerinin giderek düştüğünü, çok daha kısa dönemde yüksek etkiler ama çok daha kısa dönemlerde de sönümlenen etkiler görülmeye başladığını hatırlayalım. Bu işin bir tarafı. Daha önemli bir sorun yaratıyor bu durum: Olağanüstülük halleriyle üretilen geçici faydalar aslında muhalefet pozisyonlarını da kalıcı biçimde bozuyor ve hasara uğratıyor. Asıl önemli, kalıcı sonuç doğuran etkinin bu olduğunu görmemiz gerekiyor. “Çok önemli değil, bizim şu anda bir suçlamaya muhatap olmamak için böyle davranmamız gerekiyor” diyebilir muhalefet. Hakikaten de bu geçici olabilir. Fakat kalıcı olan bir etki var. Bu halin sürekli tekrarlanabilir olmasına verilen katkı ve daha önemlisi bu halin politika üstü hale getirdiği her sorunla ilgili pozisyon kaybı. Aslında şu anda ekonomiden dış politikaya, toplumsal hayattan eğitime pek çok alanda, pek çok mesele bu olağanüstülük hali yüzünden gündem dışında. Buna dahil olma konusunda atak olabilecek bütün kesimler ve muhalefet de bir tür geri çekilmiş durumda. Bunun kalıcı etkileri var. Asıl önemli mesele de bu. 

Şimdilik bugün itibariyle bu kadar diyelim. Tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.