Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Tüm yönleriyle Trump-Erdoğan görüşmesi

Ruşen Çakır, Vaşington’daki Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile Beyaz Saray’daki Trump-Erdoğan görüşmesinde öne çıkan konuları, bunların muhtemel sonuçlarını ve Erdoğan’ın neden bir düşünce kuruluşunda konuşma yapmadığını konuştu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Washington’dan Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile birlikte Transatlantik’te karşınızdayız. Bugün sadece Trump-Erdoğan görüşmesini ele alacağız. Arkadaşlar merhaba. Yayını bugüne aldık ki olup bitsin, olmamışın üzerinden konuşmak pek anlamlı olmuyor. Gönül, önce sana sorayım: Genel olarak görüşmeden nasıl bir sonuç çıkarttın?

Gönül Tol: Aslında hiçbir konuda uzlaşılmadığı… yani problemlerin çözümü açısından baktığımızda, biliyorsun ikili ilişkileri zehirleyen bir dizi problem var. Onların çözümü açısından bakıldığında bunlara hiçbir somut çözüm bulunamadı. Sadece her iki lider de bu görüşmeyi farklı sebeplerle istiyordu. Erdoğan için iç siyasette şunu söyleme imkânı doğdu: “Yaptırımlar gelmiyor, başarılı bir görüşme gerçekleştirdik, Trump halen bizim yanımızda, Türk-Amerikan ilişkileri kopmuyor ve doğru yolda ilerliyoruz” deme fırsatı verdi. Bu da tamamen iç siyasete yönelik bir şey. Fakat Trump açısından durum biraz daha karmaşık. İç siyaset açısından Erdoğan istediğini elde etmiş olabilir bu görüşmede — bu anlamda demiyorum. O resmin verilmesi bile önemli bir mesajdı. Somut hiçbir şey elde edilmedi. Fakat Trump için verilen resim iç siyasette meseleyi onun için karıştıracak bir şey oldu. 

Ömer, sen ne dersin? Bilanço açısından bakarsak her iki taraf için…

Ömer Taşpınar: Erdoğan açısından daha kazançlı oldu bu. Amerika ile ilişkilerin tıpkı Rusya ile olduğu gibi iyi gittiğini göstermek Erdoğan için önemliydi. Kendisi hem Moskova hem Washington’u bir arada yürütebilen büyük stratejist, Türkiye’nin çıkarları açısından gerektiğinde büyük adımlar atabilen güçlü lider imajını verebilmek için içeride sıkışmış olduğu bir ortamda dış politika zemin kazanmak Erdoğan için önemliydi. Tabii Türkiye’deki piyasalara Amerika ile kriz yok sinyalini vermek önemliydi. Gönül haklı. Trump açısından, “aslında gelmeseydi daha iyi olurdu” şeklinde bir ziyaretti. Çünkü Trump’ın üzerinde çok baskı var. Trump’ın Erdoğan ile ilişkisi basında ciddi mercek altında. Gerek Washington Post gerek Financial Times‘ta Trump’ın Türkiye ile gizli finansal ilişkiler içerisinde olabileceği, bilinenin dışında, Trump binaları dışında bir şeylerin olabileceği yönünde raporlar çıkıyor.  “Azil sürecinde belki de yanlış ülkeyi ele alıyoruz, Ukrayna yerine belki Türkiye konuşulmalı” diyenler bile var. Trump açısından optik olarak bu kadar zor durumdayken Beyaz Saray’da Erdoğan’ı ağırlamak kolay değildi. Bunu dengelemek istedi Trump. Bana göre ilk kez bir şey yaşandı: Senatörlerin Oval Ofis’te olması. Lindsey Graham gibi Erdoğan’dan hiç hoşlanmayan –Graham son zamanlarda zehir zemberek açıklamalar yaptı Erdoğan hakkında– birine kameralar döndüğünde şöyle bir şey söyledi: “Türkiye’ye bir vatandaşlık dersi vereceğiz” gibi bir söz sarf etti. Ben tam olarak ne demek istediğini anlamadım, ama Türkiye’ye sanki bir insanlık dersi vermemiz gerekiyor gibi bir şey söyledi— ki orada da zor bir an yaşandı. Trump özellikle bu senatörleri odada istedi ki, “Bakın benim elim zor, Kongre ve Senato size çok karşı, onlardan dinleyin” dedi. Bana göre iyi polis/kötü polis oynadı Trump. Trump açısından zor bir ziyaretti bu. 

Gönül, açıklamalarda en kilit husus tabii ki S-400’ler oldu. ABD’nin S-400’lerin Türkiye’de aktive edilmesini istemeyeceğini anlıyoruz. Ama zamanlama vs. bundan bahsedilmemiş; yine ucu açık bir belirsizlik mi olacak? Yoksa Türkiye’nin birtakım hızlı geri adımları söz konusu olabilir mi?

Gönül Tol: Türkiye’nin S-400 konusunda geri adım atması çok zor Ruşen. Amerikan tarafının en çok önemsediği konulardan biri S-400. Özellikle Kongre bu konuda Trump’ın elini sıkıştırıyor. Toplantıda Amerikalıların gündeme getirdiği ilk konu S-400’lerin aktive edilmemesiydi. Bunun karşılığında F-35 programına yeniden alınma dile getirildi. Patriot’lardan bahsedildi. Türk tarafı bahsetti. Erdoğan da, “Bunların aktive edilmemesi söz konusu değil” dedi. Türkiye’nin şu anda geri adım atması çok zor; çünkü, her şeyin ötesinde, askerî bir gerekliliğin ötesinde sembolik bir anlamı da var bunun. Hatırlayalım: Nasıl TV’lerde canlı yayınlarda S-400’lerin reklamının yapıldığını gördük. Bunun reklamının Erdoğan’ın iç siyasetteki söylemine oturan bir sembolik anlamı var. O nedenle S-400’lerden geri adım atmak Erdoğan için çok zor. Bu böyle olduğu sürece de diğer meselelerde bir çözüm olacak gibi görünmüyor. Çünkü Amerikan tarafı çok net söylüyor. “Eğer S-400 konusunda adım atılmazsa, diğer konularda yol kat edemeyeceğiz” dendi. Fakat her iki taraf için de zamana oynamak önemli. Yine bu toplantılardan sonra komiteler kurulacak dendi iki taraftan; bir taraftan İbrahim Kalın, diğer taraftan Ulusal Güvenlik Danışmanı, “Bir araya gelinsin” dendi. “NATO zirvesinde konuşulsun” vs.. Her iki taraf da zamana oynuyor; çünkü bu meselelerin çözülmesi çok güç. Her iki tarafın da ulusal güvenlik siyasetinde önemli olan meseleler. Ömer’in söylediği gibi, Trump’ın içinden geçtiği o azil sürecini de düşündüğümüzde çok manevra alanı yok. Ama Trump ziyaretten sonra hem düşünce kuruluşlarından, gazetelerden, hem de Kongre üyelerinden ciddi tepkiler aldı. Bu ziyaretin zamanlamasına dair bu kadar zor bir dönemde Erdoğan’a kırmızı halı serilmesine dair… O yüzden önümüzdeki süreçte, Türkiye artık ABD iç siyasetinin önemli bir parçası oldu. Toplantının yapıldığı aynı gün Kongre’de Trump’ın azil sürecine dair bir soruşturma başladı ve bu soruşturmada kamuoyuna açık toplantılar düzenlendi, tanıklar konuştu. Azil toplantısının görüşmeyle aynı güne gelmesi Türkiye ve Erdoğan’ı azil tartışmasının bir parçası haline getirdi. Bu nedenle de Trump ile Erdoğan arasındaki finansal ilişkilere yakından bakılması gibi bir talep, plan var. Bunu Trump’ın eski güvenlik danışmanı J. Bolton da söyledi. Bir soru soruldu Bolton’a Trump’ın dış politikası ile ilgili. Dedi ki: “Benim Trump’ın en çok eleştirdiğim siyaseti Türkiye siyaseti idi. Bence Trump’ın bir türlü Erdoğan’a karşı adım atamamasının altında ikisi arasındaki finansal ve kişisel ilişki yatıyor” dedi. Şimdi bunun Bolton’dan gelmiş olması çok önemli bir şey. Bu konuya çok eğileceğini gösteriyor Amerika karar vericilerinin ve medyanın. Dolayısıyla böyle bir çıkmazın içinde ve o sorunlar da çözülmeyi bekliyor. 

Ömer, S-400 meselesini sana da sormak istiyorum, bir tane not düşerek: Bugün Işın Eliçin İlhan Uzgel ile bir yayın yaptı. Gönül’ün söylediğinin tersine, S-400’leri aktive etmeyeceğini ve hatta F35’e geri döneceğini öngörüyor o. Bir diğer husus da Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözünde esas kastının Türkiye olduğu yönünde birtakım yorumlar var. Türkiye’nin Rusya’yla bu ilişkisini kastettiği yolunda yorumlar var. Ne diyorsun? Bu S-400 meselesi netleşecek mi? Şu anda hâlâ belirsiz bir durum var.

Ömer Taşpınar: S-400 meselesinde Erdoğan’ı zorlayan konu Putin ile Washington arasında kalıyor oluşu. Şöyle bir soru sormak lâzım: Kimin eli daha güçlü Türkiye’ye karşı? Putin’in eli mi, Trump’ın eli mi? Bana göre Erdoğan Putin’den daha çok çekiniyor; çünkü Rusya kirli bir oyun oynayabiliyor. Kirli bir oyun derken, Türkiye üzerinde daha fazla manevra kabiliyeti var. Mesele İdlib konusunda bir manevra yapsa, Türkiye sınırına binlerce Suriyeli göçmen gelebilir. Aynı zamanda bana göre Putin istese Erdoğan’ı zor durumda bırakacak pek çok dosyaya sahip, yolsuzluklardan tutun da 15 Temmuz’un gerçek yüzüne kadar gidebilecek kirli dosyalar var elinde. Erdoğan Putin’e karşı daha zor bir durumda. Ama Trump’ın elinde de ciddi kozlar, ABD’nin elinde de ekonomik kozlar var. Senato’nun elinde ekonomik yaptırımlar var. Bunun önünde duran tek kişi Trump. Trump diyor ki Erdoğan’a: “Sana yardım etmem için bana yardım etmen gerek. Eğer bana yardım etmezsen, yani aktivasyon meselesini ertelemezsen, hatta gel kemaralar karşısına şimdiden açıklayalım, o zaman F35’e dönebilirsin. Ekonomik yaptırımlardan da kurtulursun. Aksi taktirde Senato’dan gelecek ciddi ekonomik ve askerî yaptırımlar var” diyor. Erdoğan burada bana göre, Senato’dan geçecek şeylere inanıyor mu inanmıyor mu? Buna bakmak lâzım. Senato’daki hava şu, ciddi bir soru var: “Eğer biz Türkiye’ye karşı yaptırımları geçirirsek, Erdoğan daha da fazla, bütünüyle Rusya kampına kayar mı?” Yani “Bütünüyle Türkiye’yi kaybeder miyiz?” diye soran senatörler var. Bir de öbür kampta bazı senatörler var ki, “Ya, ne diyorsunuz?” diyorlar, “Türkiye zaten Rusya’nın kucağında. Böyle olmasının nedeni bizim yıllarca buna göz yummamız. Bir şey yapmamamız. Doğru dürüst bir çizgi getirmememiz. Sürekli Türkiye’nin jeo-stratejik önemi nedeniyle korkuyor olmamız. Bizim de Türkiye’ye sert çıkıp sopa göstermemiz gerekiyor. Aynı oyunu, Putin’in oynadığı oyunu biz oynayalım” diyorlar. Dolayısıyla sertleşmesi gerekiyor Amerika’nın. Trump yeterince sertleşmiyor, senatörler sertleşiyor, o da yeterli olmuyor. Bana göre Erdoğan’ın elinde hâlâ bir denge siyaseti var. Dengede götürmeye, ABD’yi oyalamaya çalışacak. Teknik olarak Patriot’larla  S-400’ler beraber çalışabilir mi? S-400’leri NATO sistemi içinde nasıl kullanabiliriz? Nasıl onları aktive etmeden izole edebiliriz? Bunların teknik tartışması yapılacak. Bir şekilde F35’e dönmeye çalışacak Türkiye; belki de aynı zamanda Patriot alacak. Amerika ile yaptırımları ertelediği gibi belki de serbest ticaret anlaşmasına doğru gitmeye çalışacak, ideal senaryo bu. Bunu bakalım başarabilecek mi Erdoğan? Bu çok zor bir iş. Eğer bunu başarırsa zaten gerçekten bir strateji başarısı göstermiş olacak. 

Gönül, sen ne diyorsun? Yaptırımlar meselesinde Erdoğan bir rahat nefes aldı mı bu görüşmeden sonra? Yoksa yine orada da hâlâ belirsizlik mi sürüyor? Türkiye için hâlâ güçlü bir şekilde tehdit var mı?

Gönül Tol: Biliyorsun bir sürü yaptırım paketi var. En son Temsilciler Meclisi’nden geçen çok ağır bir yaptırım tasarısı idi. Ben Senato’da yaptırımların başını çeken senatörün yardımcısıyla konuştum. Dedi ki: “Biz Temsilciler Meclisi’ndeki Demokratlar’ın yaptırım paketini gördüğümüzde inanamadık. O kadar ağır şeyler var ki, Türkiye’yi çok sarsacak yaptırımlar. Fakat her zaman sorun Senato idi. Çoğunluk lideri hep şunu söylüyor: “Anlıyorum, Erdoğan’ın bugün bu kadar sorun varken Beyaz Saray’a gelmiş olmasından rahatsızlık duyan meslektaşlarım var. Bunu anlıyorum ve endişeyi paylaşıyorum. Fakat sormamız gereken şey: Bu tür bir yaptırım paketi bizim istediğimiz şeye mi hizmet edecek? Yani Erdoğan’ı hedef almayacak, bütün Türkiye’yi hedef alacak bu. Türk halkı zarar görecek. Fakat daha da önemlisi biz önemli bir müttefikimizi Rusya’nın kollarına itmiş olacağız.” Şimdi burada çok haksız değil. Benim de hep söylediğim şey; özellikle silah ambargosu meselesi: Türkiye Suriye’ye girdiğinde bazı Avrupalı ülkeler silah kısıtlamasına gitti. Şimdi Kongre’nin de gündeminde bu. Bu doğru bir yaklaşım değil. Neden silah ambargosu uyguluyorlar? Türkiye’ye şunu söylüyorlar: “Sen Rusya’dan silah aldın ve biz silah almanı istemiyoruz Rusya’dan, seni cezalandırmak için de sana silah satmıyoruz”. Türkiye bu silahları bir yerden almak zorunda. Silah ambargoları ABD’nin istediği şeye hizmet etmedi. 70’lerdeki silah ambargosunu düşünelim. Ne oldu? Türkiye kendi iç silah sanayiine döndü. Kendi ayakları üzerinde durmak için çaba sarf etti. ABD tarafı neyi fark etti? 1978 yılında şunu fark etti: “Biz kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz. Soğuk Savaş yıllarında en önemli NATO müttefiklerimizden birini askerî olarak zayıflatıyoruz. Bu bizim, ABD’nin çıkarlarına sekteye uğratacak bir adım.” Şimdi de benzer bir tartışma oluyor. Bu silah ambargosu meselesinin tam istediği şeyin tersine hizmet edeceği ve Rusya’ya yakınlaştıracağı söyleniyor ve ben buna katılıyorum. O nedenle Senato’dan yaptırımların geçme meselesi zor. CAATSA yaptırımları hâlâ gündemde. Yaptırımlar içinde birkaç seçenek var. Trump bunlardan birkaçını seçmek zorunda. Onun içinde de özellikle savunma sanayiini çok etkileyecek şeyler var. Mesela Türkiye bir askerî silahın mühimmatını başka bir ülkeden de alamayacak. İçinde ABD yapımı bir füze dahi olsa bu Türkiye’ye satılmayacak. Şimdi bunlar savunma sanayiini çok çok etkileyecek şeyler. CAATSA hâlâ gündemde, ama son zamanlarda konuşulan diğer yaptırımların Senato’da tıkanma ihtimali yüksek. 

Ömer, Trump ile Erdoğan arasında mutabakata varılmış tek nokta olarak o güvenli bölgeye sığınmacıların bir kısmının yerleştirilmesi gözüküyor. Orada olayın finansal boyutunu Trump’ın Avrupalı ülkelere atması göze çarpıyor. Ne dersin? Bu çokboyutlu bir olay aslında. Oraya insanların gitmek istemesi, yerleştirilmesi, bunun finansmanının bulunması… bu çok uzun bir süre ister. Ama Trump sanki Erdoğan’ın o fikrini tasvip edip destekliyor gibi bir görüntü var. Buradan bir şey çıkar mı sence?

Ömer Taşpınar: Bence hiçbir şey çıkmaz. Trump’ın destekliyor olmasının da hiçbir anlamı yok. Buradan para gelmesi için de Kongre’den karar çıkması gerekiyor. Türkiye’nin bu kadar insanı oraya taşıması için oradaki güvenlik şartları elverişli değil. AB buna kesinlikle destek vermeyecek. Fransa ile Türkiye arasında ciddi bir sorun yaşanıyor. Almanya belki sıcak bakabilir; fakat orada güvenlik şartları –uluslararası hukuk çerçevesi olsun, Suriyeliler’in oraya yerleştirilmesinin lojistik yönü olsun– bu bence hiç gerçekçi bir plan değil. Bu Erdoğan’ın Türkiye’ye sattığı kozmetik bir şey. Bu Türkiye’de neden satın alındı? Bu temelde tamam PKK’ya karşı aynı zamanda bu göçmenlere yer aranıyor diye satıldı. Halkta da Suriyeli göçmenlere karşı ciddi bir tepki olduğu için, Erdoğan bunu gündeme getirmek zorunda. “Unutmayın, ben bunu niye yapıyorum? Sadece PKK çerçevesinde değil.” Bunun ulusal güvenlik boyutu sokaktaki vatandaşı çok ciddi derecede rahatsız etmiyordu. Vatandaşı ilgilendiren şey ekonomi — ekonomi konusunda aranacak suçlular. Bu suçlulardan bir tanesi de göçmenler. Ne finansal ne diplomatik olarak Türkiye bir şey yapabilir. Türkiye Batı’dan bir şey beklememeli bu konuda. 

Gönül, bu konunun devamına gidecek olursak, tabii ki en kritik nokta ABD’nin YPG ile ilişkisi midir? Trump orada topu taca attı, hem Erdoğan’ı hem Kürtler’i övdü. Hiç de geri adım atmadı. Erdoğan Mazlum Kobani’nin CIA belgelerine göre terörist olduğunu gösterse de, ısrarla altını çizse de, bu olay sanki aralarında hiçbir şekilde çözülemeyecek gibi görünüyor. Ben bu zirvede böyle bir intiba aldım. Ne dersin?

Gönül Tol: Evet, buna katılıyorum. Ondan önce şu güvenli bölge konusunda bir şey söylemek istiyorum. Şu söyleniyor; Türk tarafından güvenli bölge konusu gündeme getirildiğinde, ABD tarafının oradaki demografik yapının değişmesi konusundaki endişelerini dile getirdiği söyleniyor. Güncel bölge konusunda çok da olumlu mesaj verilmemiş. Aynı zamanda Trump’ın Erdoğan’a, “Mültecilerden şikâyet ediyorsun, onlara vatandaşlık versen de kurtulsan” gibi bir şey söylediğini iddia ediliyor. Güvenli bölge konusunda ABD’nin yapacağı bir şeyi yok. Ama Avrupa çok net. Ömer, “Belki Almanya düşünebilir” dedi, ama Almanya da sıcak bakmıyor. Almanya Savunma Bakanı sanıyorum, buna sıcak bakılabileceğini söyledi ve hemen birkaç gün sonra Dışişleri Bakanlığı bunu yalanladı, “O şahsîdir, biz böyle düşünmüyoruz” dedi. Almanya bunun altını çizdi; yasal dayanağı yok böyle bir şeyin. BM çerçevesine oturtulmadan böyle bir şeyin yapılması mümkün değil. Avrupa’nın da buna para vermesi mümkün değil. Avrupa çok net bu konuda.

YPG konusunda da aslında çok ilginç bir şey duyduk. Görüşmeler sonrasında YPG konusunun aslında Türkiye için çok da endişe sebebi olmadığı yolunda bir şeyler duyduk. Evet, orada bir ABD varlığı var, petrolü koruma misyonuyla gitmiş askerler var; fakat Türk tarafının da aslında o Amerikan gücünün orada kalıcı olmadığını bildiğini ve YPG’nin de Amerika ile Türkiye arasında çok fazla çatışma olmadığını ve hatta mevcut durumun Rusya’ya karşı bir işbirliğine dönüştürülebileceğinden bahsetti konuştuğumuz kişi. Bu bana çok ilginç geldi. Yani YPG meselesinin gündemin en tepesindeki mesele olmaması ilginç. Daha önce bunu söylemiştim: Erdoğan’ın Suriye’deki öncelikleri iç siyasete göre değişti. 2015’ten önce temel önceliği YPG idi, oradaki Kürt varlığını sınırlandırmak idi. Fakat son seçimlerden önce özellikle iç siyasette mülteciler öncelikli bir konu oldu. O nedenle güvenli bölge konusu Türk tarafı tarafından daha özenle kurgulandı; YPG ile mücadele ikinci sıraya düştü. YPG konusunda Amerika’dan çok Rusya muhatap. Bence Türk tarafı da bundan endişe duymalı. Amerika’nın çekiliyor olması ve Türkiye’nin bu konuda Rusya’yı ve rejimi muhatap alacak olması, Türkiye’deki milliyetçi ittifakı düşündüğümüzde bir endişe sebebi Türkiye açısından. 

Erdoğan özellikle başbakanlığı zamanında defalarca Washington’a gitti. Bunların bir kısmını beraber izledik orada yerinde. Hatta bir tanesini de sen yönetmiştin. Sanki bu gezide düşünce kuruşlarının herhangi birisinde konuşma yapmadı — olsa duyardık. Yapmak istemedi mi?  Düşünce kuruluşları Washington’ın önemli ayaklarından birisi, medya ve devlet dışında. Bu sefer ne oldu? Yapılmadı mı?

Ömer Taşpınar: Bence yerinde bir kararla, olmadı. Olsaydı gerçekten zor olur. Birçok Kürt gösterici buralarda dolaşıyor. Fethullah Gülen cemaatine mensup insanlar da bir şekilde protestolara katılıyorlar. Zaten Erdoğan’ın imajı yerlerde. 2017’de yaşananlar tekrarlanabilirdi. Bana göre bazı think-tank’lar Erdoğan’ı ağırlamak isteyebilirdi — güvenlik boyutu nedeniyle zorlanırlardı. Ben bunu sorduğumda, şaka yollu, “Burada cami açtı Diyanet, camide konuştu ya” dediler. Gerçekten Beyaz Saray’dan çıkınca camiye gitti. Orada Türk cemaatine mensup insanlara konuştu. Burada basınla ilişkilerini, think-tank kuruluşlarıyla ilişkilerini minimumda tutmaya karar verdi. Kontrol edemeyecek bir ortam oluşabilirdi. ABD’deki gazeteciler gelip zor sorular sorabilirdi. Daha önceki gezilere oranla Türkiye daha zor durumda. Amerikan medyasının çok daha yoğun katılacağı bir toplantı olurdu. Ve dün, Türk medyasında olmadığı kadar sert sorular alırdı. Zaten Türk medyası ile de komik bir durum yaşandı dün. Trump bile soru soran kişiye “Neden? Siz Türkiye için mi çalışıyorsunuz?” demek zorunda kaldı. Öyle sorular sordular ki Trump’a, Erdoğan’a hiç sorular gelmedi. Aslında bence akıllıca davrandı burada think-tank’a gitmeyerek. 

Türkiye’de hep şöyle bir hava var; ABD PKK’ya destek veriyor, PKK’nın PYD’nin peşinde. Zaten Trump’a sorulan soru da oydu. Türk gazeteci onu sordu. “Mazlum Abdi’yle neden konuşuyorsunuz? Neden onu terörist kabul etmiyorsunuz?” diye. Umarım bir gün bu gazeteci Moskova’da Putin’e de bu soruyu sorar. Neden Moskova’da PKK ofisleri var? Neden siz YPG ile bu kadar görüşüyorsunuz? Neden PKK’yı terörist kabul etmiyorsunuz?” diye Putin’e bunları sormuş bir Türk gazeteci bilmiyorum. İnşallah bir gün Türk medyasından bir gazeteci çıkıp bu soruyu Putin’e sorar. 

Gönül, aynı soruyu sana sorayım: Dün Beyaz Saray’da dostâne bir gazeteci muhabbeti yaptı Trump. Her dönem Washington’da Erdoğan’a çok da karşı olmayan düşünce kuruluşları olmuştu. Erdoğan’ın gezisi olunca rekabet edip önce konuşturmak isteyenler de olmuştu. Kalmadı mı dostâne düşünce kuruluşu?

Gönül Tol: Düşünce kuruluşları bu konuda çok pragmatik. Şöyle demiyorlar: “Biz bölgedeki otokratları, Erdoğan’ı misafir etmeyelim”. Böyle düşünmüyorlar: Eğer biz bir düşünce kuruluşu isek, herkesi misafir edebilmeliyiz. Benim kurumumda da böyle bir tartışma yaşandı. Benim kuruma şöyle bir teklif geldi: Erdoğan geliyor, siz misafir etmek ister misiniz? Benim yönetim kurulum bu soruyu değerlendirdi: “Biz bunu yapmak istiyor muyuz? Sonuçta bizim bir Türkiye programımız var, Türkiye üzerine yazıyoruz. Dolayısıyla o ülkenin cumhurbaşkanını misafir etmek çok doğal bir şey” söylemi getirildi. Fakat benim söylediğim şey şu idi: Evet, bu olabilir, platform sunabilir, fakat belli prensiplerimiz olmalı. Nedir onlar? Büyükelçilik bir liste gönderiyor, toplantıya katılabilecek listesi. İki tane oda ayarlanıyor. Bir tanesi Erdoğan’ın konuştuğu oda. Oraya girecek insanların zor sorular sormayacağından emin olunuyor. Zor soru sorma potansiyeli olan insanlar yan odaya konuluyor. Biz yan odaya konmuştuk. Böylece soru soramayacaktık. Benim kurumuma şunu söyledim: Eğer bunu yapmak istiyorsanız, burası bağımsız bir kuruluş, soru soracak insanların belirlenmesi mümkün değil büyükelçilik tarafından; ayrıca ben orada Türkiye programı direktörü olarak soru yöneltebilmeliyim ve istediğim soruyu yöneltebilmeliyim. Yani Türkiye’de gazeteciler Erdoğan’a soru soramıyor. Bir bilgi alışverişi olmuyor. Bu yüzden benim böyle bir ahlâkî sorunum var, bunu yapabilmeliyim. Ve nitekim böyle şartlar altında Erdoğan’ı misafir etmedik — ki bu şartların Erdoğan tarafından kabul edilmesi mümkün değil. Diğer kuruluşların bu tür süreçler yaşadığını ve bir prestij meselesi olarak Erdoğan’ı misafir etmek isteyeceklerini biliyoruz. Fakat bu ortam farklı bir ortam. İki-üç yıl önceden daha farklı bir ortamdayız. Erdoğan’ı misafir etmek düşünce kuruluşları için bile hemen üstüne atlanmayan, çok ciddi tartışılması gereken bir konu haline geldi. Tabii güvenliği sağlamak da çok ciddi bir problem. O nedenle de ben buradaki düşünce kuruluşlarının çok çok da gönüllü olduğunu düşünmüyorum. Birkaç tane kurum var hâlâ misafir etmek isteyecek — Atlantic gibi. Çok çalışıyor, Türkiye ile ilişkileri de var. Finansal ilişkisi de var. Bu tür kuruluşlar davet etmiş olabilir; ama dediğim gibi o noktada da güvenlik sorunu devreye girmiş olabilir. 

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. Trump-Erdoğan görüşmesini tüm boyutlarıyla ele aldık. Gönül ve Ömer’e çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.