Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

J. Bradford Delong: Troller kamu alanlarını nasıl istila etti?

Kaliforniya Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan J. Bradford Delong, Project Syndicate sitesinde “How Trolls Overran the Public Square” (Troller kamu alanlarını nasıl istila etti?) başlıklı bir yazı yayınladı. Delong yazısında teknolojinin artık kamusal alanın genişletilmesine veya zenginleştirilmesine yardımcı olmadığını savundu.

Yazıyı, Okan Yücel’in çevirisiyle sunuyoruz.

Yazının icadından beri düşüncelerin ifade ediliş şekilleri, toplumların organize edilme modelleri ve iletişim yöntemleri dahil insana ait pek çok olgu büyük bir dönüşüm geçirdi. Ancak sürekli olarak aktif şekilde ilerleyen sosyal medya ve durmadan gelişen farklı algoritmalar, öfkenin de alanını genişletti. Teknoloji artık kamusal alanları zenginleştirme veya genişletme açısından işlevini kaybetmiş durumda.

1990’lardan beri insanların ortaya koyduğu örgütlenme biçimleri ve teknoloji modelleri oldukça hızlı adımlarla ilerliyor. Günümüzde bir sene içinde meydana gelen değişimler, 1500’lerden önce belki elli yılda gerçekleşebilirdi. Bugüne kadar savaşlar ve siyaset insanlık tarihinin iki temel unsuru olarak öne çıkmıştı. Teknolojideki ilerlemeler ise arka planda daha yavaş şekilde gerçekleşiyordu ancak günümüzde tam tersi bir durum sözkonusu.

Teknolojik yeniliklerin fikirler dünyası üzerindeki etkisi oldukça önemli sonuçlar meydana getirdi. Kopernik Devrimi’ne öncülük eden el yazmalarının ortaya koyduğu yeniliklerle kamu alanları genişlerken broşürler ve kahve dükkânları, kamusal alanların daha da aktif hale gelmesini sağlamıştı. Bu da toplum baskısını siyasetçilerin üzerine yıkmıştı.

ABD’nin ikinci başkanı olan John Adams’ın da dediği gibi: “Amerikan Devrimi savaş başlamadan önce, insanların akıllarında ve kalplerinde şekillenmişti.” Belirleyici entelektüel savaş ise Thomas Paine’in “Sağduyu” (Common Sense) eseriyle kazanılmıştı. Devrim aşamasındayken bile, değişimin hızı bugün olandan çok daha yavaştı. Sadece iki insan hayatının yaşanabileceği bir süre içinde, geniş kitlelere hitap eden yazılı basın ve televizyon kanallarından internete ve oradan da toplumların düşüncelerinin şekillendiği sosyal medyaya geçiş yaptık. Pek çoğumuz da sıradaki gelişmenin ne olacağına tanık olabilecek. 

Şu anda, sosyal medya propagandasına tamamen maruz kalmamış insanlar arasında sosyal medyanın insanlığı iyiye götürmediğine yönelik bir fikir birliği var. Amerikalı yazar Annalee Newitz, New York Times için yazdığı bir makalede şöyle diyor: “Sosyal medya, iletişim biçimimizi zehirliyor ve demokratik kazanımlarımızı geriletiyor. Pek çoğumuz bundan kurtulmak istese de sosyal medyasız bir yaşamı hayal edemiyoruz.”

Batı toplumları benzer duyguları daha önce de yaşamıştı. 1930’larda yaşayan dedelerimiz bize, Hitler, Charles Coughlin ve Franklin Roosevelt gibi siyasetçilerin radyolardan dinlenilen demagojilerinin, kamusal alandaki egemen üslupları nasıl değiştirdiği konusunda şikâyet edip durur. O konuşmalar yüzünden toplumdaki rasyonalite ortadan kaybolmuştu. Yayıncılığın yeni çağında ise normalde benimsenmeyecek fikirler geniş kitlelere ulaşacak şekilde kolayca yayılabiliyor. Aslında toplumu hiç de önemsemeyen politikacıların ve ideologların görüşleri insanların kulaklarına ulaşıp beyinlerini ele geçirebiliyor.

Günümüzde tek sorun bir demagojinin yayılıyor olması değil, aynı zamanda kamusal alanının propagandacılar tarafından sıkıntılarla dolduruluyor olması. Bütün bunlar da toplum dinamiklerinin bazı parçalarıyla yarı koordineli şekilde gerçekleşiyor. Bu yayılan düşüncelerin hiçbiri derin analizlere ve incelemelere konu olmuyor. 

Bu tehlikenin gelmekte olduğunu görmeliydik. Bir jenerasyon öncesinde, bahsettiğim bu “ağın” etkisi üniversiteler ve enstitüler ile sınırlıydı. Her yıl için bir “Eylül” olgusu vardı. Her sene enstitülere yeni katılan insanlara bir e-mail ve kullanıcı profili verilir, bu sayede sisteme yeni katılan kişiler de internet üzerinden hemen kendi topluluklarına ulaşırlardı. Konuşmaya başlanırdı ve en azından bir kişi kaçınılmaz olarak sinirlenirdi. Bir sonraki ayda ise iğneleyici mesajlar yüzünden hangi bilgi veya üslup kullanılıyorsa eski gücünü kaybederdi.

Sonrasında herkes sakinleşirdi. Yeni internet kullanıcılarının çok da önemsenmemesi gerektiği anlaşılırdı. Troller, dengesini bozmaktan keyif aldıkları o forumlardan atıldıklarını öğrenirlerdi. Sonraki 11 ayda bahsettiğimiz internet ağları veya forumlar amacına hizmet eder ve katılımcıların kültürel ve entelektüel sermayelerini besleyerek onlara iletişim konusunda yeni paradigmalar kazandırırdı.

Ancak internet bütün evlerde ve akıllı telefonlarda yaygın olarak kullanılmaya başladıktan sonra “sonsuz Eylül” konsepti ciddi bir tehdit olarak ortaya çıktı. Artık eskisi gibi bilgi üretmenin ve vizyon kazandırmanın değil, toplumun hassas noktaları üzerinden pompalanan ve öfke üreten içeriklerin daha fazla para kazandırdığı fark edildi. Yine de bugünün interneti de değerli bilgiler içeriyor ve pek çoğumuz da buna ulaşmak istiyoruz. Bunlara ulaşmak için Facebook, Twitter, Google ve özellikle Youtube kullanıyoruz ve sonunda “tıklanma tuzağına” düşerek öfke ortamının içine giriyoruz.

Bu arada, bazıları da kamunun fikirlerini sosyal medya üzerinden etkilemenin ciddi ölçülerde para ve güç getirdiğini görüyor. Eğer düşüncelerinizin önemsenmesini istiyorsanız genellikle kapsamlı ve derin bir argüman üretmek yerine öfke makinesinin sırtına binip onun doğrultusunda yol alıyorsunuz. 

Newitz, New York Times’taki yorumunu kendi adına umut dolu bir cümle ile tamamlıyor ve şöyle diyor: “Toplumların hayatı sosyal medya tarafından geri döndürülemez şekilde değiştirildi, şimdi başka bir şeye sıra geldi, toplumsal alanı korumanın sorumluluğunu başkalarına bırakmaktan vazgeçmeliyiz. Bu sorumluluğu yeniden insanlara kazandırmalıyız. Biraz daha sakin olmamız lazım, daha önce kaostan demokrasi yaratmayı bilmiştik. Bunu tekrar başarabiliriz.”

Böyle bir umut günümüzdeki gazeteciler için fazlasıyla gerekli. Ancak ne yazık ki içinde bulunduğumuz durumun rasyonel analizi bu umutları temelsiz kılıyor. Sosyal medya ortamından hoşnutsuz olmamızı sağlayan “sonsuz Eylül” süreci çoktan devreye girdi. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.