Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sedat Pişirici ile Ekonomi Tıkırında (83): Lafla peynir gemisi yürümez!

Ekonomi Tıkırında’nın 83. programında Sedat Pişirici, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı işsizlik, sanayi üretimi, sektörel ciro verilerini, bu veriler ışığında uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye’nin notunu düşürmesini ve tüm bunlara karşı iktidarın tepkisini ve icraatını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Cemre Su Arvas

Rivayet o ya, bir zamanlar İstanbul’da peynir ticareti yapan bir tacir, Trakya’dan aldığı peynirleri, durumuna göre, fiyatına göre, ya İstanbul’da satıyor ya da İzmir’e gönderiyormuş. Peyniri İzmir’e gemiyle gönderen tacir navlun parasını peşin vermek istemediğinden, her seferinde gemi kaptanlarına “Hele peynirler sağ salim İzmir’e varsın, istediğin parayı fazlasıyla veririm” diyor, onları oyalıyormuş. Bazen kaptan alacağını unutuyormuş, bazen tacir bir sebep uydurup parayı ödemiyormuş. Böylece peynirleri İzmir’e bedavaya gönderiyormuş.

Ama bir gün bu tacire birkaç kez para kaptırmış olan bir kaptan, peynirleri gemiye yüklendikten sonra, “Tayfalarıma para ödeyeceğim. Geminin kalkması için masraflarım var. Navlunu peşin ödemezsen Sarayburnu’ndan öteye geçmem” demiş. Tacir yine “Ya hele bir dur, İzmir’e kadar git gel, ondan sonra paranı ödeyeceğim” diyecek olmuş, kaptan lafı yapıştırmış:

“Efendi, efendi… Daha bunun kömürü var, yağı var… Lafla peynir gemisi yürümez.”

Önce Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz bulunduğu müjdesi verildi. Sonra Malazgirt Zaferi kutlanıp milli hisler gaza getirildi. Bu da kesmeyince Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı’nın sonuçları açıklanıp memleketin bir yerlerinde 40 yeni fabrika açıldı! Yetmedi milli roket hamlesi duyuruldu, atmosferin eşiğine kadar gelindi, uzayın kapısı aralanacak gibi oldu. Bitmedi, Ankara-Niğde otoyolu açıldı. Üstüne Göztepe Şehir Hastanesi’nin açılışı gerçekleştirildi ama bu kimi banka yönetim kurulu üyesinin zannettiği gibi İzmir’deki değil İstanbul’daki Göztepe’ydi. O da yetmedi kamunun sigorta şirketleri birleştirilip Türkiye Sigorta’nın kurulduğu müjdelendi.

Hep müjde verilecek değil ya, arada korku da salındı, idam cezası geri gelsin diye haykırıldı. Tabii bütün bu süreçte Doğu Akdeniz gerginliği de cabası. O da araştırma gemisinin geri çekilmesi ile sonuçlandı.

Nihai sonuç: Haziranda işsizlik oranı 13,4, işsiz sayısı 4 milyon 101 bin.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) geçen hafta perşembe günü Haziran 2020’ye ilişkin işgücü istatistiklerini yayınladı. Buna göre 15 ve daha yukarı yaştaki işsiz sayısı 4 milyon 101 bin kişi, işsizlik oranı yüzde 13,4, tarım dışı işsizlik oranı yüzde 15,9.

İşsizlik oranı Mayıs 2020’de 12,9’du, Nisan 2020’de 12,8. Haziran 2020’de istihdam edilenlerin sayısı bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 981 bin kişi azalarak 26 milyon 531 bin kişi olmuş, istihdam oranı ise 4 puan azalarak yüzde 42,4.

Bu dönemde, istihdam edilenlerin sayısı tarım sektöründe 274 bin, sanayi sektöründe 319 bin, inşaat sektöründe 91 bin, hizmet sektöründe ise 1 milyon 298 bin kişi azalmış. 

Çalışanlar nerede çalışıyor peki? Yüzde 19,3’ü tarımda, yüzde 20’si sanayide, yüzde 5,8’i inşaatta, yüzde 55’i hizmet sektöründe.

Yine bu dönemde işgücü bir önceki yılın aynı dönemine göre 2 milyon 134 bin kişi azalarak 30 milyon 632 bin kişiye gerilemiş, işgücüne katılma oranı ise 4,3 puanlık azalış ile yüzde 49 olmuş.

“Çalışma çağı” olarak tanımlanan 15-64 yaş grubunda işsizlik oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 0,4 puanlık artışla yüzde 13,7, bu gruptaki tarım dışı işsizlik oranı ise 0,6 puanlık artışla yüzde 16 olmuş. Bu yaş grubunda istihdam oranı da 4 puanlık azalışla yüzde 47,1’e, işgücüne katılma oranı ise 4,4 puanlık azalışla yüzde 54,5’e gerilemiş.

Genç nüfusun işsizliği ciddi bir sorun olmayı sürdürüyor. Sözleşmeli olarak askere alsan da mahalleye bekçi yapsan da 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,3 puanlık artışla yüzde 26,1, istihdam oranı ise 6 puan azalarak yüzde 28,2 olmuş.

Aynı dönemde genç nüfusun işgücüne katılma oranı da 7,4 puanlık azalışla yüzde 38,1 seviyesinde gerçekleşmiş. Daha da vahimi, ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 3,1 puanlık artışla yüzde 29,3’e yükselmiş.

Bir de haziran ayında işgücünün temel profiline bakalım: Türkiye’de 15 yaş ve üzeri nüfus 62 milyon 525 bin. Bu nüfusun 31 milyon 894 bini işgücüne dahil değil. O zaman bu 31 milyon 894 bin kişi ne yapıyor?

Bu nüfusun 2 milyon 668 bini ücretsiz aile işçisi, bu nüfusun 10 milyon 75 bini ev işleri ile meşgul, bu nüfusun 4 milyon 575 bini iş aramayıp da çalışmaya hazır halde bekliyor. Bu nüfusun 1 milyon 337 binininse bir iş bulma ümidi kalmamış.

Türkiye İstatistik Kurumu, işgücüne dahil olmayanların “dahil olmama” nedenlerini sıraladığı tabloda, 6 milyon 13 bin kişiyi “diğer” kategorisine sokmuş, 5 milyon 13 bin kişiyi de “çalışamaz” kategorisinde göstermiş.

Bitmedi. Buraya kadar olanlar resmi açıklamalar. Asıl bir de geniş işsiziğe bakmamız gerekiyor. Nedir geniş işsizlik? Resmi işsiz sayısı+iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar+mevsimlik işçiler. Bu toplam, Haziran 2020’de 8 milyon 779 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ediyor.

Oranı ise yüzde 22.

Sizin anlayacağınız, Türkiye’de, yine tamamen TÜİK verilerine göre gerçek işsiz sayısı 8 milyon 779 bin gerçek işsizlik oranı yüzde 22. Gel de anlat şimdi bu 8 milyon 779 bin işsize ve ailesine, bulduğun doğalgazı, sallayacağın roketi, vuracağın düşmanı, asacağın insanı!

Bütün bunların nedeni Türkiye’nin içine yuvarlandığı ama ısrarla gölgelenmeye, görünmez kılınmaya, görmezden gelinmeye çalışılan ekonomik kriz.

Geçen hafta Türkiye saatiyle cuma gecesi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “B1″den “B2″ye düşürdüğünü, görünümü “negatif”te tuttuğunu duyurdu. Bunun kendi başına bir anlamı var elbette ama 2018 yılına dönüp bakarsak Türkiye açısından daha ilginç bir anlamı var.

Ne olmuştu 2018’de, hatırlayalım. 8 Mart 2018’de yine uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu BA1’den BA2’ye düşürdü. Not görünümünü de negatiften durağana çevirdi.

O zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisi, “Bunların notları bizim karne notumuz değil, bizim notumuzu halkımız verir” olmuştu. Dönemin Maliye Bakanı Naci Ağbal, “Moody’s hikaye, Türkiye yoluna devam eder” demişti. Dönemin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, “Türkiye üzerindeki kredi maliyetlerini, finans maliyetlerini artırmaktan başka bir şey değildir, bu bir tefeci mantığıdır, piyasaların verdiği tepki sıfır, sana verdiği itibar sıfır” diye seslenmişti Moody’s’e.

2017’de yapılan ve Türkiye’nin hükümet sistemini değiştiren referanduma göre, 3 Kasım 2019’da cumhurbaşkanlığı seçimi yapılması gerekiyordu ama Moody’s’in not düşürmesinden 40 gün sonra, 17 Nisan’da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çıkıp, “Erken genel seçim istiyoruz” dedi. 

18 Nisan 2018’de MHP Genel Başkanı ve AKP Genel Başkanı bir araya geldiler. Toplantı sonrasında da 24 Haziran’da erken bir genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacağı açıklandı. Sonrasında diğer kredi derecelendirme kuruluşları da art arda Türkiye’nin kredi notunu düşürdüler. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan 12-15 Mayıs 2018 tarihlerinde Londra’ya gitti. O seyahatte yatırımcılarla görüştü. O görüşmelerde “Enflasyonun nedeni faizdir” dedi. Seçimlerin ardından para politikası konusunda daha etkin rol oynayacağını anlattı, Merkez Bankası bağımsızlığını tanımayacağını ihsas ettirdi ve bunlar yabancı yatırımcılarda ayrıca bir gerginlik, bir tedirginlik yarattı. 

Araya Rahip Brunson nedeniyle gerilen Türk-Amerikan ilişkileri girdi. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump açıkça Türkiye’deki yönetimi rahibin bırakılması için tehdit etti, zorladı. Türkiye’den alınan alüminyum ve çeliğin vergisini iki katına çıkardı. Bu kararın uygulandığı gün olan 13 Ağustos 2018 günü erken Asya piyasaları açıldığındaysa dolar kuru bir ara 7 lira 24 kuruşu gördü. O kur bugünlerde 7 buçuk lirayı zorluyor.

İşte 2018, böyle bir 2018’di. Cumhurbaşkanlığı seçimi 3 Kasım 2019’da yapmayı planlayan iktidar koalisyonu dahi ekonomik krizi görmüş olacak ki seçimi apar topar 2018 yılının haziran ayına almıştı.

Türkiye’nin kredi notunu BA1’den BA2’ye düşürerek ekonomik krizin işaret fişeğini çakan Moody’s 2,5 yıl sonra bu kez Türkiye’nin kredi notunu “B1”den “B2”ye indirdi, not görünümünü ise “negatif”te bıraktı. Moody’s, not indirimine gerekçe olarak dış kırılganlıkları ve mali tamponlardaki aşınma ile kurumsal zorlukları gösteriyor. Not görünümünü de “mali ölçümlerin beklenenden daha hızlı kötüleşebileceği” gerekçesi ile negatifte bırakmışlar. 

Moody’s analistlerine göre “Türkiye’nin dış kırılganlıkları muhtemelen artan bir şekilde ödemeler dengesi krizinde somutlaşacak”.  Aynı analistlere göre, “Türkiye’nin kredi profiline yönelik risklerin artması ile birlikte, ülkenin kurumları bu zorlukları etkin bir şekilde çözmekte isteksiz ya da çözemiyor görünüyor”. 

Türkiye’nin altın hariç brüt döviz rezervlerinin bu yıl yüzde 40’tan fazla eriyerek eylül başı itibarı ile yaklaşık 45 milyar dolara da gerilediğine dikkat çeken Moody’s analistleri, bu durumun, Türkiye’nin ödemeler dengesini sürdürebilme yeteneği üzerinde baskı oluşturduğunu kaydediyor. İşin Türkçesi, Türkiye borçlarını ödeyemez, demeye getiriyor.

Moody’s’in “B2” notu verdiği diğer ülkelerden bazıları şunlar: Mısır, Tunus, Tanzania, Ruanda, Kamboçya, Kenya, Kamerun, Benin, Nijerya, Etiyopya, Uganda, Jamaica, Kırgızistan.

Bu son indirimle birlikte Türkiye, Moody’s listesinde, yatırım yapılabilir seviyeden beş kademe aşağı indi. Kimi yorumlara göre, Türkiye ekonomisi 1993 yılından beri böyle kotü not görmedi! Bu seviye, 2001 krizinden bile daha kötü bir görünüme işaret ediyor.

Mart 2018’de siyasi iktidar Moody’s’in notuna demediğini bırakmamıştı, Eylül 2020’de daha da kötü bir seviyeye gelindi ama iktidar sözcülerinden tık yok! Haa pardon var! Var da yanlış kredi derecelendirme kuruluşuna var. 

Erdoğan, hafta sonu, partisine 100 bin yeni üye kazandırdığını ilan ettiği İstanbul’daki törende bir başka kredi derecelendirme kuruluşuna, Standard & Poor’s’a (S&P) çıkışarak, “S&P kendine çekidüzen ver, Türkiye’yi ekonomik yaptırımlarla bir yere çekemezsin. Bunu daha önce de yaptın. Netice aldın mı? Alamadın. Bundan sonra da alamayacaksın. Biz zaten senin üyen de değiliz. Para mı istiyorsun? Sana bir kuruş yok” demiş.

Cumhurbaşkanının sözünü düzeltmek haddimize değil ama AKP Genel Başkanı’nın yanlışını düzeltebiliriz herhalde. Bir kere, S&P değil Moody’s. Sonra, ekonomik yaptırım uygulamıyor, ekonominin fotoğrafını çekiyor. Üye olmak söz konusu değil. Para filan da istemiyor Türkiye’den.

Burada bir parantez açalım: Kredi derecelendirme kuruluşları, borç almak isteyen kurum ve devletlerin kredi risklerini değerlendirip borç vermek isteyenlere duyururlar. Yani diyelim ki Ahmet sizden borç istedi, siz de Mehmet’e soruyorsunuz, “Bu benden 100 lira borç istedi bir ay sonra ödeyecekmiş. Ne dersin vereyim mi, geri ödeyebilir mi, ne kadar faiz isteyeyim?” Mehmet’in Ahmet’le ilgili söyledikleri sizi ikna ediyorsa borcu veriyorsunuz, etmiyorsa vermiyorsunuz. Buna rağmen Ahmet  yalvar yakar oluyorsa, bu sefer bir risk alıp faizi yüksek tutuyorsunuz.

Eğer içerde çarkları döndürebilmek için her ay yurtdışında borç arıyorsan, devlet tahvilini verip karşılığında dolar alıyorsan, bunun için bir de faiz ödüyorsan, yani bir borç sarmalına girmiş de çıkamıyorsan, ekonomini de batağa sürüklemiş, sınavda düşük not almışsan, kabahati kredi derecelendirme kuruluşunda değil, önce kendinde arayacaksın.

Yani Mesut’tan borç istemişsen, o da seni Mehmet’e sormuşsa, Mehmet de senin için “İyi çocuktur ama borç ödeme kabiliyeti düşüktür, bence verme” dediyse Mehmet’e kızmayacak, dönüp kendine bakacaksın.

Ha bu arada “O kredi derecelendirme kuruluşları not vermek için kullandıkları verileri nereden temin ediyorlar” sorusuna da bir cevap bulacaksın.

Parantezi kapatalım ve devam edelim. Moody’s not düşürünce çıt çıkarmayan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, TÜİK’in bugün açıkladığı toplam ve perakende ciro endeksi verilerini görünce sarılmış tweet’e:

“Bu ülkenin geleceğine güvenen, inanan tüm üreticilerimizin eline emeğine sağlık… Temmuzda yıllık bazda sanayi üretimi yüzde 4,4; perakende satış hacmi yüzde 11,9 arttı.  Ayrıca inşaat, ticaret ve hizmet sektörlerinde de ciro endeksi Temmuz ayında yıllık yüzde 20,2 yükseldi” demiş.

O zaman ilk soru şu: Ekonomi tıkırında mı? 

Temmuzda yıllık yüzde 4,4 artan sanayi üretimi nisanda yıllık yüzde 31,4 gerilemişti. Temmuzda yıllık yüzde 20,2 artan toplam ciro, nisanda yıllık 20,9 azalmıştı. Temmuzda yıllık yüzde 21,4 artan perakende ciro, nisanda yıllık 13,6 azalmıştı. Temmuzda yıllık yüzde 11,9 artan perakende satış hacmi, nisanda yıllık 21 azalmıştı.

Sizin anlayacağınız, nisanda ayağını dibe vuran sanayi ve ticaret, şimdi su yüzüne çıkmak için çabalıyor. 

Bu iyi bir şey mi? 

Bunca işsizin, yoksulun, dar gelirlinin olduğu, kısa çalışma ödeneği başvurularının tavana vurduğu bir dönemde elbette iyi bir şey. Yeter ki sanayideki büyüme, ticaretteki silkinme, işsiz için iş, yoksul için aş, vatandaş için refah yaratsın.

Ama bu tablo karşısında bir de ikinci soru var: Neye rağmen artış?

Sağlık Bakanlığı’nın dün akşam açıkladığı verilere göre koronavirüs salgını nedeniyle son 24 saatte 57 kişi hayatını kaybetti. Memlekette koronavirüsten ölenlerin sayısı 7 bin 56’ya yükseldi. Ağır hasta sayısı 1267, toplam vaka sayısı 291 bin 162.

İşte artışın sonucu! 

Kırk katır mı kırk satır mı ekonomisidir bu. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sayesinde memleket bir şirket gibi yönetilecekti ama gelinen yerde görülen, icraat değil korku ve vaat! 

Rivayetteki kaptanın söylediği gibi: Lafla peynir gemisi yürümüyor, güvenilir ve sağlam icraat gerekiyor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.