Meral Akşener muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı olabilir mi?

Hafta sonu tek aday olarak girdiği İYİ Parti kongresinden yeniden genel başkan olarak çıkan Meral Akşener’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden şansını denemek isteyeceği yolunda işaretler çoğalıyor. Fakat muhalefetin tümünü, özellikle HDP seçmenini şu ana kadar izlediği politikalarla çekmesi mümkün olabilir mi?

Yayına hazırlayan: Semanur Kızılarslan

Merhaba, iyi günler. Haftasonu Ankara’da İYİ Parti’nin kongresi oldu. Ve kongrede Meral Akşener tüm delegelerin oylarını aldı — tek adaydı zaten. Ve yeniden genel başkan seçildi. Açıkçası bu kongrenin çok fazla ilgi gördüğü söylenemez. Bir formalite gibi yapıldı. Fakat biraz yakından takip edenler kongrede özellikle Meral Akşener’in anahtar listesinden çok ciddi sayıda kaybın olduğunu gördüler. Bazıları ancak yönetime yedekten girebildi. Bazıları yedek listeye bile giremedi — ki bunların içerisinde parti kuruluşundan beri yer alan ve başkanlık divanında yer alan isimler de vardı. İddiaya göre delegelere oy vermemesi için bir liste verildi. 11 kişilik bir liste. Bu iddia yalanlandı, ama iddia hâlâ ortada duruyor ve söylenene göre, MHP’den Meral Akşener ile birlikte kopan ekipten olan Koray Aydın –ki kendisi de zamanında Devlet Bahçeli’ye karşı başkanlığa aday olmuştu‍– onun parti yönetiminde etkisini iyice artırdığı yolunda yorumlar, spekülasyonlar yapılıyor. 

Ama bunlar belli bir yerden sonra genel kamuoyunu çok fazla ilgilendiren hususlar değil; çünkü İYİ Parti denince akla Meral Akşener geliyor. Meral Akşener dışında, partide genel kamuoyunun çok yakından bildiği etkili isimlerin sayısı çok az. Bunların bazıları da zaten, mesela Prof. Ümit Özdağ kendini geri çekti; Aytunç sözcüydü, o giremedi gibi. Çok da fazla isim yok. Ve kongre sırasında ve sonrasında yapılan açıklamalarda, İYİ Partililerin Meral Akşener’in yeniden cumhurbaşkanı adayı olması konusunda çok ısrarcı oldukları ve hazırlıklarını büyük ölçüde bunun üzerine yapacaklarına yönelik mesajlar verildi. 

Benim de gözlemim, Meral Akşener’in yeniden cumhurbaşkanı adayı olmayı istediği yolunda. Kendisi  katıldığı yayınlarda bunun reddetmiş değil. Şu anda, tabii ki cumhurbaşkanlığı seçimi normal şartlarda üç yıl sonra yapılacağı için, bugünün meselesi değilmiş gibi gözüküyor; ama bence bugünün meselesi, çünkü bu cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesinden hareketle genel olarak Türkiye’deki iktidar ve muhalefet dengelerini tartışabilmek mümkün — tartışmak da gerçekten iyi olacak. Şöyle bir perspektif var: İttifaklar seçimden seçime kuruluyor diye bir perspektif var. Dolayısıyla, ittifakları şimdi konuşmanın anlamı yok deniyor. 

Bu bir yerde anlaşılır bir perspektif. Ama biliyoruz ki Cumhur İttifakı şu anda fiilen iktidarda; yani bir yerde bir ittifak var, iktidar da bunlar. Bazı durumlarda MHP ve Devlet Bahçeli, Erdoğan’dan daha fazla iktidarı korumak için savaşıyor, mücadele veriyor. Muhalefete yönelik kimi zaman çok sert eleştirilerde başı çekiyor ya da birtakım sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının hedef gösterilmesinde çok daha fazla öne çıkıyor. Yani bir yerde fiilen ayakta olan bir ittifak var: Cumhur ittifakı. Bunlar iktidardalar ve iktidarı korumaya çalışıyorlar. Ama onun karşısındaki muhalefet bir blok halinde hareket etmiyor. Muhalefetini de birlikte yürütmüyor ve genellikle söylenen, “Şu anda birlikte hareket etmenin gereği yok; çünkü ortada seçim de yok” deniyor. Böyle bir eşitsiz bir durum var. Fakat biliyoruz ki, şimdiden, uzun zamandan beri cumhurbaşkanı adaylığına niyetlenen kişiler var. 

Muharrem İnce de bunlardan birisi. Çok açık, ama şansı her geçen gün azalıyor. Bir önceki seçimde aday olanlardan Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek yeniden aday olur mu? Çok sanmıyorum. Ama Erdoğan’ın ve Meral Akşener’in yeniden aday olmak istedikleri kesin. Selahattin Demirtaş’ın da yeniden aday olacağına açıkçası pek ihtimal vermiyorum; ama eğer HDP bir kez daha kendi adayını çıkartmak durumunda kalırsa, herhalde ilk akla gelecek isimlerden birisi, ister içeride olsun –ki ikinci seçimde içerideyken aday olmuştu– ister dışarıda, Selahattin Demirtaş ilk akla gelen isim olacaktır. Demirtaş demişken, Demirtaş’ın bizimle yaptığı söyleşide verdiği mesajlar aslında bu ittifak meselesini tartışmaya çok elverişli bir zemin yaratmıştı. Ve haklı bir şekilde –haklı derken, yani herkesin aklına geleceği şekilde başlığa çıkarttığımız Meral Akşener ile ilgili kahvaltı sözü de, hani dışarda olsaydı bir sabah habersiz bir şekilde eşi Başak Demirtaş ile kahvaltı için kapısını çalacakları sözünün de– aslında bir çok şeyi mümkün kılacak bir söz olduğunu düşünüyorum. 

Ama Meral Akşener’in buna verdiği cevap, bir televizyon yayınında buna verdiği cevap –spontan bir cevap diyelim; çünkü söyleşi yayınladıktan bir iki saat sonra o sabah yayınına Fox TV’ye çıkmıştı– açıkçası Selahattin Demirtaş’ın uzattığı zeytin dalına denk gelen bir cevap değildi. Bunu herkes farklı farklı yorumladı. Bende daha önce bir kere değinmiştim; ama baktığımız zaman, buradaki kan davası göndermesi bana göre Demirtaş’ın attığı o pozitif adımı tam karşılayan bir şey değildi. Yani bir tür, “Aramızda kan davası var, olabilir; yine de kahvaltıya kabul ederim, ama sonrasını bilme” şeklinde yorumlanabilecek bir mesajdı — ilk akla gelen yorum bu. Fakat haftasonu yaptığı kongre konuşmasında, “Bu partiyi Kürtler kurdu, bu partiyi Zazalar kurdu” diye göndermeleri, Hz. Ali ve dolayısıyla Aleviler’e göndermeleri de vardı. Onunla birazcık durumu toparlıyor gibi görünebilir. 

Fakat dün biz burada Özer Sencar ile yaptığımız yayında, Özer Bey’in de belirttiği gibi, hazırlanmış konuşma metinleri ile ânında siyasetçinin verdiği kendiliğinden cevaplar arasında çok fark var. Hep akıllarda kalacak olan, esas olarak kalacak olan, o kahvaltı önermesine verdiği cevap olacak. Diğeri hazırlanılmış bir şey ve açıkçası bence çok da yeterli değil. Geçmişte Türkiye’de sağ adına ortaya çıkmış olan kişilerin sözlerinden örnek verirsek: Mesela Süleyman Demirel’in yıllar önce Doğru Yol Partisi’nin başındayken 91 seçimleri öncesinde söylediği Kürt realitesini tanıma çıkışı, ya da Tansu Çiller’in –ki o tarihlerde Meral Akşener ile beraber hareket ediyordu– Bask modeli çıkışı –arkası gelmedi o ayrı–; ardından Mehmet Ağır’ın yine aynı partide değişik dönemlerde “Düz ovada siyaset” çıkışıyla kıyaslandığında, hele Erdoğan’ın daha sonra hepsi akamete uğrayan Kürt sorununu çözme yolunda attığı adımlarla kıyaslandığında, Akşener’in yaptığının çok utangaç olduğunu, çok sınırlı olduğunu söylemek lâzım. 

Burada rakamlara baktığımız zaman, 2018 seçimlerine bakıyoruz: Bir cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu, bir de parlamento seçimleri; orada İYİ Parti’nin aldığı oy, Parlamento seçimlerinde %10’du. Akşener’in cumhurbaşkanı adayı olarak aldığı oy %7,3. Çünkü İnce daha güçlü aday olduğu için daha fazla. Yani Parlamento’da İYİ Parti’ye oy vermişlerin bir kısmı Muharrem İnce’ye yöneldiler. Aynı seçimde HDP’nin oyu Parlamento seçiminde yüzde 11,7; Demirtaş’ın oyu yüzde 8,4. Yani bir üç puan da, aynı İYİ Parti’de olduğu gibi, üç puan da fazladan Muharrem İnce’ye gidiyor. Yani HDP’nin ve İYİ Parti’nin parti oyları, baktığımız zaman, 2018’de yüzde 10, son kamuoyu yoklamalarında da yine yüzde 10 civarında gözüken –diyelim ki 15– bir partinin liderinin muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı olabilmesi çok kolay gözükmüyor. Normal şartlarda muhalefetin, en büyük parti olduğu için CHP’den çıkmış, CHP’nin saptayacağı bir adayın etrafında diğerlerinin, diğer partilerin –tabii ki bir blok oluşturmak istiyorlarsa– birleşmeleri ilk akla gelendir ve dolayısıyla CHP’deki potansiyel adaylara bakmak ilk akla gelendir. Kılıçdaroğlu’nun aday olmayacağı kesin gibi. Ekrem İmamoğlu’nun adı ilk günden itibaren geçiyor. Mansur Yavaş’ın adı da bir şekilde geçiyor — özellikle başkan seçildikten sonraki bir yılı aşkın performansıyla. Muharrem İnce’nin tekrar adaylığı için çabaladığını görüyoruz. 

Fakat CHP pekâlâ kendi partisinden olmayan birinin ismi etrafında birleşebilir. Bunun çok vahim bir örneği olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu hatırlıyoruz –ortak aday, çatı adayı olarak MHP ile birlikte çıkardıkları– ve tam bir fiyaskoydu. Öyle bir fiyaskonun tekrar yaşanma ihtimali olduğunu sanmıyorum. Ama bunun yerine CHP pekâlâ kendi partisinden olmayan, muhalefetten başka bir isme, ya da muhalefetten diğer partilerin de mutabık kalacağı isimlerden birisine evet diyebilir. Bugün için çok spekülatif gözüküyor, ama gördüğüm kadarıyla Kılıçdaroğlu’nun izlediği politika bunu mümkün kılıyor. Ve bu anlamda Meral Akşener de pekâlâ olabilir. Böyle bir şeyde muhalefet de CHP de, pekâlâ Meral Akşener’in adaylığında birleşebilir. Zira Meral Akşener’in CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na kırıcı, onunla sorun çıkartıcı hiçbir adım atmadığını, bu konuda çok dikkatli olduğunu, hep sempatik yaklaştığını biliyoruz. Teorik olarak bu mümkün; ama ortada şöyle bir şey var: CHP ile İYİ Parti’nin birleşmesi  ve bunlara diyelim ki Saadet’i de eklediniz ve bunlara yeni partileri, yani DEVA ve Geleceği de eklediniz; bunların hiçbirisi yetmiyor. Rakamlar ortada. Yetmiyor. Çünkü yüzde elli artı bir oyu getirebilecek bir denklem burada çıkmıyor. Bunun örneğini 31 Mart yerel seçimlerinde gördük. 

Böyle bir denklemde, muhalefetin Cumhur İttifakı’na adaylarına karşı, gerek cumhurbaşkanlığında gerek belediye başkanlıklarında galip gelebilmesinin yolu –İzmir belki istisna olabilir bu konuda– ama bunun yolu, bütün muhalefetin, yani AKP ve MHP dışında kalan tüm muhalefetin, açık açık olmasa bile en azından sandıkta birleşmesiyle mümkün. Dolayısıyla burada HDP’siz bir seçenek hiçbir şekilde muhalefetin kazanma opsiyonunu masaya koymuyor. Rakamlar bunu söylüyor diyelim. Rakamlar söylüyor ki: Burada AK Parti, MHP ve artı Büyük Birlik Partisi –belki başkaları da katılır– bunların desteklediği, diyelim ki Recep Tayyip Erdoğan’a karşı, Meral Akşener ya da herhangi bir başka adayın muhalefet adayı olarak girmesi durumunda, burada olması şart olan bir nokta HDP oyu. HDP kendi adayını da çıkartabilir — en son Demirtaş’ın çıktığı gibi. Yüzde 8 oy almıştı. Diyelim ki seçilme şansı yok diye vermeyenlerin sayısı artar, ama tek başına girse yine herhalde yüzde 5 gibi bir oyu –bence en az, çok daha fazlasını– HDP alır cumhurbaşkanlığı seçiminde diye düşünüyorum. Öyle bir noktada, iktidarın adayının kazanma şansı çok çok yüksek, hatta neredeyse kesin gibi bir şey olacak. 

Bu işin rakam yönü. Bir diğer yönü de esas olarak politik yönü. Siz bugün iktidarın adayına karşı ne vaat ediyorsunuz Türkiye’ye? Ne diyorsunuz? Tamam, güçlendirilmiş parlamenter sistem, eyvallah. Başkanlık sisteminden uzaklaşılacak. Her şey liyâkat esaslı olacak, şu olacak, bu olacak… Hepsi doğru, ama bunun ötesinde ne diyorsunuz? Böyle dönüm noktalarında bir çıkış yapılması ve bu çıkışın merkezinde aslında kesinlikle ve kesinlikle Kürt sorununun olması gerekiyor. Başta verdiğim örneklerin hepsinde, 91’de Süleyman Demirel’in Erdal İnönü’yle beraber Turgut Özal dönemini sonlandırmasının kilidiydi bu. Gençler bunu hatırlamazlar, ama orta yaşlılar ve biraz da benim gibi yaşlı olanlar çok iyi bilir. Orada anahtar büyük ölçüde burasıydı. Bu çıkıştı. Hem Kürtler’in oyuydu ama hem de Doğru Yol Partisi ve SHP ittifakının Türkiye’yi ileriye götürebileceği konusunda bir zemin sunmasıydı. Ne derece hayata geçti? Çok sürmedi, hemen ardından yaşanan Nevroz gösterilerinin kanlı geçmesi ile o realite tanımından erkenden vazgeçildi. Ama o çıkışı yapmak için böyle bir iddiaya ihtiyaç vardı. 

Bugün Kürt sorununu, “Bizim kuruluşumuzda Kürtler de var, Zazalar da var”dan ibaret bir söylem ile geçiştirmek, bence bütün muhalefetin destekleyeceği bir aday olmayı mümkün kılmıyor. Bir de kongrede partinin yeniden yapılanmasında ya da yeni yönetim şekillenmesinde eski MHP’yi andıran görüntülerin daha fazla olduğu yolundaki yorumlar eğer iyice gelişirse, İYİ Parti’yi merkez sağ partisi olarak gören ya da görmek isteyen kesimlerin oraya karşı ilgileri azalacaktır ve burada tabii ki merkez sağ iddiasında olduğu varsayılan DEVA ve bir ölçüde Gelecek Partisi –ama esas olarak DEVA– belli bir performans gösterebilirlerse İYİ Parti’yi zorlayacaklardır. Şu hâliyle bakıldığı zaman İYİ Parti’de bir dinamizm var. 

Meral Akşener’in bir popülaritesi var. Dün Özer Sencar yayında bunu da söyledi. Bayağı bir popülaritesi var. İnsanlar tanıyor, sempatik de buluyorlar. Kadın olması apayrı bir câzibe merkezi siyaseten; çünkü Türkiye’nin bir kadın cumhurbaşkanı tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünenlerin sayısının hiç de az olmadığını, özellikle kadınlar içerisinde çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Zamanında Tansu Çiller’in başbakanlığında da böyle bir heyecan olmuştu. Sonra insanlar beklediklerini ne derece buldular? O ayrı bir tartışma konusu. Meral Akşener bu konularda çok dikkatli. Özellikle kadın kimliğini sahiplenme konusunda çok dikkatli ve isabetli çıkışlar yapıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkması mesela. Başlı başına ona bir fark yarattı; ama onun ötesinde, bunu çok daha geniş kesimlere yayacak, daha merkez sağ olarak görülebilecek, en azından merkez sağ ya da genel olarak merkez gibi görülebilecek politikalar ve kadrolar yaratabilmesi ve kendisine en uzak olan, en uzak olduğu varsayılan, ama muhalefette yer alan kesimleri –ki bu esas olarak HDP oluyor–  kapsayabilecek birtakım çıkışlar yapması gerekiyor. Selahattin Demirtaş’ın bize söylediğinin ardından gelen tepkileri yorumladığı ve bu sabah yayınladığımız metninde –mektup demeyeyim, bir yazı kaleme aldı– orada da görüyoruz ki biraz hayal kırıklığına uğramış. Bazı tepkilerin –özellikle orada anladığım kadarıyla İYİ Parti’den gelen tepkilerin, çünkü daha çok İYİ Parti, tabii ki Meral Akşener’in adı geçtiği için doğrudan İYİ Parti’den tepkiler geldi– İYİ Parti’den gelen tepkilerin hakkaniyetli olmadığını söyleyen ve bir kırıklığı yansıtan bir yazıydı o. Bu kırıklığın Selahattin Demirtaş’ın içeriden görebildiği, gözlemleyebildiği bu kırıklığın dışarıdaki insanlarda çok daha fazla olduğu kanısındayım. 

Dolayısıyla Meral Akşener ister cumhurbaşkanı adayı olmak istesin, ister istemesin, ama merkezde siyaset yapma gibi bir iddiası varsa, Türkiye’ye damga vurma iddiası varsa, bu tereddütlü, ikircikli ve hep kendisini –nasıl söyleyeyim– pirince giderken evdeki bulguru garantiye alma reflekslerinden kurtulması gerekiyor bence. Çünkü bu noktada baktığımız zaman, özellikle merkez partilerine baktığımız zaman, Kürt meselesi her zaman en alengirli konu olmuştur. Ama buralarda genellikle cesur çıkış yapanlar, atak davrananlar, yeni bir şeyler söyleyenlerin önü açılmış, ama daha sonra söylediklerini hayata geçirmedikleri ölçüde de önleri kapanmıştır. İşte Erdoğan örneği önümüzde. Zamanında Doğru Yol Partisi önümüzde. ANAP da bir anlamda öyle sayılabilir; ama esas olarak Doğru Yol Partisi ve hatta SHP, hatta belli ölçülerde CHP ve de AKP örnekleri önümüzde. İYİ Parti yeni bir MHP ya da o kulvarın MHP’den daha iyi bir partisi olma gibi bir tercih yaparsa, onun bir ufkunun olacağı kanısında değilim. Meral Akşener’in bu konuyu görmemesi, görmezden gelmesi artık mümkün değil. Hep önüne çıkacak. Karşısına çıkacak. Zor bir şey olduğunu kesin, muhakkak. Ama Türkiye’de, hele şu koşullarda, Türkiye’nin geleceğine yön vermek istiyorsa, bir siyasetçinin ülkenin bu zorluklarına talip olması gerekiyor. Yoksa, klişelerle, bilindik yollarla, zaten insanların tahmin ettiği, ondan zaten beklediği söylemler ile sınırlı bir şekilde gitmesi durumunda, bu yüzde 10’lar etrafında dolaşan bir parti ve hareket olur. Cumhurbaşkanı adayı olsa bile –ister kendi partisinden, ister ortak aday olarak–, bu söylemlerle çok fazla şansı olacağı kanısında değilim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.