Yakın zamanda kurulan veya kurulması beklenen yeni partilerin hemen hepsinin başında eski bir siyasetçi var. Son olarak, Muharrem İnce’in Memleket Hareketi’nin ardından Mustafa Sarıgül de Türkiye Değişim Hareketi’ni yeniden başlattı. Bu eski isimler yeni ne söylüyor, söyleyebilir?
Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba, iyi günler. Bir klişe cümle vardır: “Siyaset boşluk kaldırmaz.” Bu cümle, gazetecilik hayatımda hep duyduğum, hatta NTV’de çalıştığım dönemlerde Kemal Can, Mirgün Cabas, Can Kozanoğlu ile aramızda espri olarak kullandığımız bir cümleydi. Çünkü dönem dönem hep birileri kalkıp siyasette boşluk olduğunu söyler ve boşluk kaldırmayacağını söyler, birilerinin gelip bunu dolduracağını iddia eder. Birileri gelip doldurur ama doldurdukları zaman da hâlâ bir boşluğun kaldığı gözükür. Şu anda Türkiye’de bu klişe bayağı bir revaçta. Kullanıldığını ilginç bir şekilde görmüyorum çünkü açık açık siyasette bir boşluk olduğu telaffuz edilmiyor. Ama birbirinden farklı kişi ya da çevreler ortaya atılıyorlar. En son bugün (27 Ekim) Mustafa Sarıgül, İsmail Saymaz’a konuşmuş. Demokratik Sol Parti’den istifasını veriyormuş ve yıllar önce başlattığı ama sonra ara verdiği Türkiye Değişim Hareketi’ni tekrar kaldığı yerden başlatacakmış ve partiyi kuruyorlarmış. Birkaç ilde örgütlendiler, genel merkez hazır, İstanbul İl Başkanı belli, partinin genel sekreteri belli. Peki, parti ne istiyor, ne diyor, niçin çıkıyor? Bu sorulara verdiği cevaplara baktığımızda, “Türkiye’yi dolaşacağız” gibi şeyler söylüyor, Muharrem İnce’nin söylediklerine çok benzer şeyler söylüyor. Sarıgül, “Türkiye diyor ki; muhalefet yorgun, iktidarın heyecanı bitti, iktidar 20 yıldır ülkeyi yönetiyor, ülkenin sıkıntıları var ama muhalefet yerinde sayıyor, oylarını yükseltemiyor. O nedenle herkesi kucaklayacak yeni bir yapı ve enerjiye ihtiyaç var” diyor. Bu aslında Sarıgül’ün söylediği cümleler değil, benzer cümleleri Muharrem İnce’den de duyduk. Onlar gibi, merkez soldan gelmeyen –mesela merkez sağdan– Rifat Serdaroğlu uzun zamandır bu konuda bir çaba yürütüyordu ve Doğru Parti adında bir parti kurdu. CHP’den ve merkez sağdan bunlar; AKP’den çıkan iki parti var, Gelecek ve DEVA partileri. Geçen pazar akşamı yaptığım yayında ele aldığım gibi, HDP’nin içerisinde yer alan ve şu anda tutuklu bulunan Ayhan Bilgen de siyasetin tıkandığını ve yeni birtakım arayışlara ihtiyaç olduğunu dile getiriyor.
Bunların kimisi hareket, kimisi parti, kimisi partiye dönüşecek hareket gibi birçok çaba var, benim bilmediğim başka şeyler de muhakkak vardır. Ama bunlardan ne çıkıyor? Bu soru gerçekten önemli. Şu âna kadar baktığımızda, yakın zamanda kurulmuş partilere ya da yeni siyasî arayışlara baktığımızda en başarılısının İYİ Parti olduğu görülüyor –ki son dönemde yaşadığı kriz bir kenara bırakılacak olursa, o kriz de çok büyümeyecek gibi duruyor–, kısa süre içerisinde girdiği seçimlerde hiç de fena oylar almadı, Meclis’te grubunu kurdu ve şu anda da yapılan kamuoyu yoklamalarında bayağı iyi gözüküyor, birçok partiye göre oylarını artırdığı hakkında farklı farklı kamuoyu araştırmaları var. İYİ Parti ne söyledi, neyi vaat etti? Açıkçası bunun hâlâ çok net olduğu kanısında değilim. Orada bence “Meral Akşener figürü, Akşener’in kendisi merkez sağda bir toparlanma olur mu?” beklentisindeki insanları bir şekilde heyecanlandırdı ve mobilize ettiğini düşünüyorum. Meral Akşener, eski bir isimdi, uzun bir süre, daha Tansu Çiller zamanında, ardından AKP’nin ilk kuruluş sıralarında kurucu gibiydi ama son anda kuruculuktan vazgeçip MHP’de yer aldı ve burada da önemli görevler üstlendi. Dolayısıyla eski bir isimdi, ama nispeten diğer liderlere göre daha genç ve tam olarak genel başkanlık yapmamış olması nedeniyle kendisine bir şans verildi ve kredisinin hâlâ yüksek olduğunu görüyoruz. Ardından baktığımız isimler: Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan. İkisi de eski isimlerdi, ama ikisinin de belli ölçülerde bir karşılığı olduğunu görüyoruz, en azından partilerini kurabildiler, örgütlenebildiler, kongrelerini yapıyorlar. Gelecek Partisi kongresini yapmak üzere, DEVA Partisi de çok hızlı bir şekilde il kongrelerini yapıp ilk olağan kongresini de yapacak. Belli ki muhtemel erken seçime hazırlık anlamında da bunu hızlı tutuyorlar. Burada eski isimler –Davutoğlu ve Babacan–, özellikle de iktidar partisinden gelen eski isimler olmalarına rağmen belli anlamlarda bir karşılık bulabildiler ama daha yolun başındalar.
Şimdi bakıyoruz, Muharrem İnce Memleket Hareketi’yle bir şey denedi ve deniyor. Ama ilk Sivas’taki çıkışına ilgi vardı, o zamandan bu zamana kadar Anadolu’yu dolaştığını kendi sosyal medya hesaplarından anlıyoruz; ama yaptığı temasların çok genel kamuoyuna yansıdığı söylenemez, belli bir ilginin de olduğu söylenemez. Belki gittiği yerlerde belli bir ilgi görüyor olabilir; ama genel olarak bakıldığı zaman, Muharrem İnce’nin hareketi bir hareketlilik yaratabilmiş değil. Rifat Serdaroğlu’nun kurmuş olduğu, uzun süre üzerinde çalıştığı bir hareket olarak geliştirdiği partinin de belli bir karşılığı oluşturduğu söylenemez. Şimdi de Mustafa Sarıgül Türkiye Değişim Hareketi olarak tekrar kaldığı yerden yola çıkıyor. Ama İsmail Saymaz ile yaptığı söyleşiye baktığımız zaman, yeni ne söylüyor? Durum tespitinin ötesinde çok fazla bir şey söylemiyor.
Şimdi bütün bu isimlere baktığımızda, bu isimlerin hepsinin belli geçmişleri var ve hepsi geçmişlerinden geliyorlar, geçmişlerinden bagajları var. Kimisi olumlu, kimisi olumsuz, kimisi kısmen olumlu kısmen olumsuz bagajlarıyla geliyorlar ve yeni olma iddiasıyla ortaya çıkıyorlar. Ne derece yeni ihtiyacını karşılıyorlar? İnsanların bir yeni ihtiyacı olduğu muhakkak, eskinin yorduğu muhakkak ve zaten kamuoyu yoklamalarında çok kalabalık bir kararsız ya da oy vermeyeceğini söyleyen seçmen var. Özellikle gençlerde, yeni seçmenlerde var olan, siyasî partilere yönelik bir heyecansızlık olduğu söyleniyor. Dolayısıyla baktığımızda bir boşluk olduğu söylenebilir. Ama boşluk olduğu tespiti, her gelenin bir karşılık alabileceği, yani testisini bir çeşmeden doldurabileceği anlamına geliyor mu? Bundan çok şüpheliyim. Mustafa Sarıgül örneğine baktığımız zaman, en son Şişli’den –ki Sarıgül’ün en büyük sermayesi Şişli Belediye başkanlığı üzerinden CHP’nin İstanbul adayı olmuştu, kazanamadı– Demokratik Sol Parti’den girdi. DSP’nin son yerel seçimlerdeki hamlesinin iktidarın çok hoşuna gittiğini de biliyoruz; ama DSP’nin bu çıkışının hiçbir sonuç almadığını, en iddialı olan Sarıgül’ün bile başarılı olamadığını görüyoruz. Ecevit’ten miras gelen DSP bir anlamda kendi kapısına kilit vurmuş oldu. Hâlâ varlığını sürdürüyor, belki yine bir varlıklarını sürdürme iddiaları olabilirdi; ama o seçimlerdeki son hamlesi, belli bir iktidar destekli rüzgârı da arkalarına aldıklarını sanıp seçime girmeleri sonrası, büyük hezimetle karşılaştılar. Hezimetin en çarpıcısını da Sarıgül yaşadı ve Sarıgül şimdi, hiçbir şey olmamış gibi tekrar insanların karşısına çıkıyor.
Bunların hangisinin ne derece karşılığı var? Baktığımız zaman, AKP’den kopuşların belli bir karşılığı olabiliyor; çünkü AKP iktidarından bir uzaklaşma var ve iktidardan uzaklaşan oyları toparlama ihtimalleri üzerinden Gelecek ve DEVA partilerine bakıyoruz. Burada ilginç bir nokta karşımıza çıkıyor: Özellikle DEVA’ya gösterilen ilginin AKP tabanından çok muhalefet tabanından olduğu yolunda birtakım gözlemler var — ki ben de bunu kısmen tanık oluyorum. Böyle ilginç bir ortamdayız. Nasıl bir şey gerekiyor? Açıkçası bir arayışın olduğunu, beklentinin olduğunu, eski partilerden bıkkınlık olduğunu kabul etmek çok zor bir şey değil. Ama bu eskiden beri söylenir; her dönem bu tür şikâyetler olur, iş “Yeni nedir?”e geldiğinde, Türkiye’de genellikle bir kısırlık var. Bir ara mesela Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi, yepyeni bir hareket olarak çıkmıştı. Daha sonra çok alâkasız, YDH ile kesinlikle benzetmiyorum ama, Cem Uzan’ın Genç Partisi de yoktan çıkmıştı. Bir kişi etrafından çıkmıştı ve bayağı da oy almıştı. Hiçbir şekilde Türkiye’nin hayrına bir hareket olduğunu düşünmüyorum Genç Parti’nin; ama sıfırdan çıkıp “boşluk” diye tabir edilen yerin belli bir kısmına hitap etmeyi Cem Uzan başarabilmişti, ilginç bir olaydı ve hâlâ Cem Uzan tekrar gelecek rivayetleri sürüyor. Ama bence artık Cem Uzan yeni bir isim değil, kaldığı yerden Genç Parti’yi hiçbir şey olmamış gibi başlatabilme imkânı olduğunu sanmıyorum. O zaman yeniydi, kötü bir yeniydi, ama belli bir alıcısı vardı. Şimdi eski birisi olarak karşımıza çıkabilir.
Türkiye bu şartlar altında yeni isimler, gerçek anlamda yeni hareketler yaratamıyor. Teorik olarak pekâlâ yaratabilir, ama yaratamıyor. Mesela bu anlamda dünyada en çok verilen örnek –şu günlerde Türkiye’de de çok dillerde– Macron, Fransa’da bütün merkezin çökmesinin sonucunda, bütün merkezdeki memnun olmayanları peşine takarak önce kendisi kazandı, ardından partisini inşa etti. O günden bugüne dünyanın değişik yerlerinde de –Türkiye’de de dahil– Macron’vâri çıkış olup olamayacağı söyleniyor. Macron aslında tam da gerçek anlamda benim demeye çalıştığım şeyin bir örneğiydi. Böyle bir olay Türkiye’de çıkabiliyor mu? Çıkamıyor, çıkacağa da benzemiyor. Bunun en önemli nedeni bence insanların korkması, siyaseten korkması. Aslında niyetlenen çok insan var; eski siyasetçiler bir şekilde ilişkileriyle ve artık siyasetten başka yapacak işleri olmadığı için –biraz da mecburiyet yani– bir şekilde yeni partilere, yeni hareketlere soyunabiliyorlar. Ama sıfırdan bir harekete soyunmak, buna yatırım yapmak gerçekten pahalı ve riskli bir şey. Risk nereden geliyor? Bir yatırım yaparsınız ve karşılığını alamazsınız; ama esas risk şu anda iktidardan geliyor, insanlar bundan korkuyor. En son Malatya’da yaşanan, “Eve ekmek götüremiyoruz” çıkışının nasıl geliştiği hepimizin gözleri önünde cereyan etti. Her ne kadar Ali Babacan –bugün Karar gazetesinin manşetinde gördüm–, “Korku duvarı aşıldı” diyorsa da, kendisi aşmış olabilir, ama Türkiye’de hâlâ korku duvarı aşılabilmiş değil. Bu anlamda insanlar gerçekten çekiniyorlar, ürküyorlar. İYİ Parti’nin başına gelenler, özellikle ilk günlerde, aslında MHP’nin içerisinde Meral Akşener, Koray Aydın, Ümit Özdağ’a Bahçeli’ye rakip olarak aday çıktıkları zaman başlarına gelenler, parti kurma sürecinde başlarına gelenler; ya da Gelecek ve DEVA’nın ayrı ayrı başlarına gelenler… Bunların hepsinin birer örneği. Şu gün Türkiye’de kendisine zarar verebilecek hareketleri, çıkışları engellemek için birçok şeyi yapabilecek ve yapan bir iktidar sözkonusu. Dolayısıyla iktidarı rahatsız edebilecek, onun gerçekten canını acıtabilecek yeni çıkışların, gerek içeriden gerek dışarıdan işi çok zor.
Buna karşılık iktidarı çok fazla rahatsız etmeyecek, hatta tam tersine memnun etme potansiyeli olan çıkışların o anlamda zemini var. Yani siz şimdi CHP’ye alternatif bir parti kurmak isterseniz, tabii ki işiniz çok kolay değil ama en azından devlet açısından baktığınız zaman başınıza bir şey gelmeyeceği garanti gibi. Hatta tam tersine, iktidar yanlısı medya da sizin önünüzü açmak isteyebilir –ki bu genellikle geri tepiyor tabii, Muharrem İnce olayında gördük- orada bir rahatlık var ve şimdi birileri bu rahatlığın içerisinde -Mustafa Sarıgül son örneği– bir şey yapmaya çalışıyor. Buradan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Yeni arayışının olması, her “Ben yeniyim” diyenin orada yer bulabileceği anlamına gelmiyor. Hele artık yeni hiçbir şeyi kalmamış ve siyaset yaptığı süre içerisinde de aslında farkını ortaya koyamamış insanların, zaten siyasetten bunalmış, partilerden bunalmış, küskün, tereddütlü ya da kararsız, siyaseti protesto etmek isteyen seçmeni cezbetmesinin çok fazla imkânı yok. “Yeni” diye ortaya çıkanların bir kısmı aslında eskinin bir tekrarı olarak ortaya çıkıyorlar ve o anlamda çok fazla bir şey yapmıyorlar, yapamıyorlar, yapamayacaklar. Peki yeni birileri, hareketler çıkacak mı? Bu mümkün, ama anladığım kadarıyla demokratik açıdan normalleşmeden bu kolay kolay olabilecek bir iş değil. Şu haliyle elimizdeki var olan siyasî aktörlerle, kurumlarla Türkiye’yi normalleştirmenin, tekrar demokratik bir rotaya sokmanın formüllerini bulmak durumunda Türkiye. O formüllerin bulunması halinde ve belli bir yola girilmesi halinde, işte o zaman gerçekten yeni hareketler çıkma imkânı olabilir.
Şu haliyle Türkiye’nin her şeyiyle yepyeni, yeni yüzler, yeni sözler, yeni fikirlerle ortaya çıkacak hareketlere ve liderlere elverişli bir zemininin olduğu kanısında değilim. İhtiyaç olabilir, ama bunun zemini yok. İhtiyaçtan hareketle, bu ihtiyacı karşılama iddiasıyla ortaya çıkanların aslında bu ihtiyacı çok da fazla karşılayamadıklarını ve karşılamalarının da çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Türkiye’de çok büyük bir değişim var; nüfus değişiyor, çok dinamik. Bütün sorunlarına rağmen küreselleşmenin etkisinin çok yaşandığı, teknolojiyle iç içe, dünyadaki en ufak ayrıntıları bile yakalayabilen kuşaklar var. Bu kuşaklara “yeni” diye sunulan şeylerin büyük bir kısmının çok eski ve köhnemiş fikirler olduğunu düşünüyorum. Herhalde bunlardan bir örnek olarak, bütün bunları söyleyen eski tip gazeteci olarak son demlerini yaşayanlardan birisiyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.