Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (13): Nereye gitmişti o ülkücüler? (Temmuz 2003)

Kasım 2002 seçimlerinde ülkücü hareket kökenli üç parti, MHP, BBP ve ATP büyük bir hezimet yaşamıştı. Bunun yarattığı moral bozukluğu ve savrulmayı Temmuz 2003’te Vatan Gazetesi’nde “Nereye gitti bu ülkücüler” başlığıyla 19 günlük yazı dizisinde anlatmıştım. Onlarca önde gelen ülkücüyle söyleşiye ek olarak yüzlerce ülkücü yolladıkları mektuplarla tartışmaya dahil olmuştu. Gazetecilik anılarımın 13. bölümünde beklenmedik bir ilgi gören o yazı dizisinin öyküsünü anlattım.

Dizinin kitap halini ücretsiz olarak indirmek için tıklayınız.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizceyi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazcayı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibaret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…” 

Merhaba iyi günler, “Gomaşinen”in 13. bölümünde 17 yıl önceye gitmek istiyorum. Vatan gazetesinde bir yazı dizisi yapmıştım. “Nereye gitti bu ülkücüler?” diye. Bayağı bir sürdü, tam sayfalık, 19 gün sürmüş. Evet, 19 günlük bir diziydi. Olağanüstü bir ilgi gördü; gazetedeki yöneticiler de şaşırdı, ben de şaşırdım. Anladığım kadarıyla ülkücüler de şaşırmıştı. Çünkü çok ilginç bir zamanlama, tam denk gelmiş bir zamanlamaydı.  Şöyle ki 2002 Kasım seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi barajın altında kaldı, aynı şekilde ülkücü hareketten kopmuş olan Büyük Birlik Partisi de bu seçimlerde hiçbir varlık gösteremedi. Aydınlık Türkiye Partisi vardı. Tuğrul Türkeş’in lideri olduğu, MHP’den kopup kurduğu — aynı şekilde o da öyle oldu. Daha önce Doğruyol Partisi ve ANAP’ta varlık gösteren bazı ülkücü isimler de Doğruyol’un ve ANAP’ın da barajı aşamaması nedeniyle Meclis dışında kaldılar. Ve uzun bir süre sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ülkücülerin sayısı yok denecek kadar azdı. Tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerisinde yer alan bir iki isim, çok bilinmeyen ülkücü kökenli dışında, ülkücüler tam bir mağlubiyet, bir fiyasko yaşamışlardı. Ve ağızlarını bıçak açmıyordu. Tabii buradaki neden, MHP’nin Demokratik Sol Parti ve ANAP’la birlikte koalisyon ortağı olması, Türkiye’nin çok ciddî bir ekonomik kriz yaşanması ve krizin sonrasında da MHP lideri Bahçeli’nin belli bir aşamada ülkeyi erken seçime götürmesiydi — onun verdiği bir karardı açıkçası. Dayattığı bir karardı ve girildi seçime ve tam bir hezimetle karşı karşıya kaldılar. 

Yazı dizisinin ilk cümlelerini okuyorum. Yayınlanış tarihi: 13 Temmuz 2003. İlk bölümün başlığı: “Sanki Türkeş Üç Kasım’da Öldü”. Yani 3 Kasım seçim günü. Alparslan Türkeş daha önce hayatını kaybetmişti; 4 Nisan 1997’de hayatını kaybetmiş; ama sanki onun ölümü 3 Kasım 2002 idi. Şöyle girmişim yazı dizisine: “Ülkücü hareket tam bir kriz içinde. Ülkücüler şaşkın, üzgün, hayal kırıklığına uğramış, yılgın ve yorgunlar. Karamsarlar da var iyimserler de, neler atlattık biz diyenler de var, yoksa bu iş bitiyor mu diye soranlar da.” 

Bu yazı dizisi kapsamında çok sayıda onlarca ülkücü hareketin değişik kademelerinde isimle görüştüm. Bakıyorum bir Devlet Bahçeli’yi iknâ edememiştik. Devlet Bahçeli yanaşmadı. Onun dışında, Ramiz Ongun Deva Partisi kurucusu oldu. Koray Aydın İYİ Parti’de, Ümit Özdağ İYİ Parti’den de ayrıldı — atıldı daha doğrusu. Namık Kemal Zeybek bildiğim kadarıyla Halk TV’de program yapıyordu en son. Muhsin Yazıcıoğlu helikopter kazasında hayatını kaybetti. Tuğrul Türkeş ortalıkta gözükmüyor. Yılma Durak, Atila Kaya, hayatını kaybeden Ozan Arif, Musa Serdar Çelebi, Sadi Somuncuoğlu, Muharrem Şemsek… bayağı bir isimle — ki bunlar öne çıkan isimler. Bunların dışında da çok sayıda kişiyle görüşerek çok çarpıcı bir yazı dizisi olmuştu. Tam sayfa veriyorduk. Birinci sayfadan çok geniş veriyordu. Ve duyduğumuz kadarıyla –gazete yöneticileri söylüyordu– Anadolu’da bazı yerlerde –ki Vatan gazetesi ülkücülerin güçlü olduğu Anadolu kentlerinde çok satan bir gazete değildi açıkçası–, oralarda fotokopiyle insanların çoğalttığı söyleniyordu. 

Yazı dizisinin belli bir aşamasında e-postayla ya da normal postayla ülkücülerin görüşlerini de almaya başladık ve o görüşler de yazı dizisi boyunca yayınlanmaya başlandı. Yüzlerce mektup geldiğini biliyorum. Çok içlerini döktüler. Tabii buradaki temel hususlardan birisi şuydu: Ülkücüler çok ciddî bir kriz yaşıyordu ve bu krizi ben Vatan gazetesinde dile getiriyordum. Ne Vatan gazetesi ülkücülerin sevdiği bir gazeteydi, ne de benim ülkücülükle bir alâkam vardı. Tam tersine solcu kimliğiyle bilinen bir gazeteciydim. Ama o tereddütler bir aşamadan sonra aşıldı; özellikle bazı önde gelen isimlerin röportaj vermeyi kabul etmesiyle bir çorap söküğü gibi geldi. Her yere ulaşabildik — Bahçeli dışında, onu tekrar söyleyeyim. Ve çok zengin bir tartışma oldu. İçlerini döktüler, birbirlerine suçlamalar yönelttiler vs.. Benim gazetecilik hayatımda yaşadığım en ilginç tecrübelerden birisidir. 

Bunun öncesinde, yani bu 2003’teki dizinin öncesinde, Kemal Can’la birlikte “MHP Gerçeği” diye, Milliyet gazetesinde Ekim 1995’te bir dizi yapmıştık. O da çok geniş bir diziydi. 12 bölümlük bir diziydi. O dizinin ilk bölümünde Alparslan Türkeş’le de röportaj yapabilmiştik. MHP Genel Merkezi’nde Türkeş bizi kabul etmişti, Kemal’le beni. Onun röportajıyla zaten başlıyordu. Ve o tarihte ilginç bir şekilde Türkeş liderliğindeki MHP yenileniyordu, değişiyordu. Ama Türkeş bize, “Ben değişmedim” demişti; hatta başlığa onu çıkarmıştık. İstanbul’da ilginç bir vitrin oluşmuştu MHP’de. Mesela bir bölümün başlığı: “Yalılarda MHP konuşuluyor”, “MHP sıcak denizlere indi” gibi… Ülkü Ocakları’nı gezmiştik. Ülkü Ocakları’nın değişik yerlerde çok güzel fotoğraflarını çekmişti fotoğrafçı arkadaşım Manuel Çıtak, onunla beraber gitmiştik. Ülkü Ocakları’nda da çekmiştik. Erciyes’e gitmiştik; Erciyes’te o meşhur kurultayda, MHP’nin düzenlediği Türk Kurultayı’nda çok güzel fotoğraflar da vardı. Ama orada, 1995’te, yükselişte olan, yeniden yükselişe geçen ülkücülük ve MHP’yi ele alırken, 2003’te ise kriz yaşayan, büyük bir seçim yenilgisi almış bir MHP’yi ve ülkücü hareketi konuştuk. Aslında ülkücü hareket demek lâzım. Çünkü başka partiler de vardı ve çok dinamik bir tartışma olmuştu. 

Nasıl söyleyeyim? Mektuplar yağıyordu. Yani tekrar tekrar olacak, ama yağıyordu. Telefonumu bulan ülkücüler beni arıyordu. Röportaj vermek isteyen, bizim röportaj yapmak istediklerimizin dışında röportaj vermek isteyen kişiler çıkıyordu. Bazı kişiler kendileri değil de aracılar üzerinden bize ulaşıyorlardı röportaj için ve sonuçta acayip bir şey çıktı. Orada hiç unutmuyorum, Ozan Arif, Ozan Arif benim yakın bir arkadaşımın da kuzeniydi. Hayatını kaybetti yakınlarda biliyorsunuz. Bahçeli’yle çok ciddi kavgalıydı. Bahçeli’yle çok ciddî bir sorunu vardı. Ve onun söyleyişiyle, söyleşide başa çıkardığımız cümlesi halen aklımdadır. Açtım önümde bakıyorum şimdi: “Bahçeli gönüldaşlarına arslan, Ecevit’e Siyam kedisi kesildi” diye söylemişti. Çok sert şeyler söylemişti. Kimileri Ozan Arif gibi Bahçeli’ye çok sert eleştiriler yöneltirken, kimileri daha sâkindi; kimileri “Bu iş bitiyor mu?” derken, kimileri de “Biz bu işi aşacağız” diyorlardı. Ve bu kapsamda şöyle en son bölümde bir toparlama yazısıyla analizini yapmışım; “Değişim zorunlu, ama çok zor” diye… 

Aslında 2002 seçimleri sonrasında MHP bu toparlanmayı bir şekilde yapmayı başardı. Burada Bahçeli’nin bir becerisi var. Bahçeli her şeyden önce –şu an hâlen görüyoruz– siyaseti, örgütü, örgütçülüğü çok iyi bilen, dengeleri çok iyi gözeten birisi. Ülkücü hareketi izleyen bir gazeteci olarak Bahçeli’nin ekibindeki değişimi hep ilgiyle izledim. Bir bakıyorsunuz, mesela Büyük Birlik Partisi’ne gidip Bahçeli karşıtı çıkışlar yapan bazı isimler, bir bakıyorsunuz Bahçeli’nin yanında yer alıyor. Değişik dönemler de oldu. En büyük, en sert rakiplerini yanına çekebiliyor. Mesela en son yakın zamanda İYİ Parti’ye de ve Meral Akşener’e de zeytin dalı uzatabilmiş bir isimdi. Bahçeli’nin bir başka özelliği de ülkücü harekete dışarıdan insanları getirebilen birisi oldu. Bu kişilerin bazıları o hareketin içerisinde önemli yerlere gelirken, bazıları kısa sürede etkisini yitirdi. Ama bu süreçte hep Bahçeli’ye atfedilen şöyle bir yaklaşım vardı: “Ülkücü hareketin başbuğu Alparslan Türkeş’tir; o tartışmasız itaat edilen, bütün sorunların çözüldüğü bir makamdı; ama ardından gelen Bahçeli hiçbir zaman başbuğ olmadı, olamayacak” yaklaşımı, 2003’teki bu yazı dizisini yaparken çok gündemdeydi. Tabii bunda Bahçeli’nin koalisyon hükümeti ve koalisyon hükümeti yüzünden yaşadığı seçim yenilgisinin etkisi çok önemliydi. Bu süre içerisinde, 2003’ten 2020’ye kadar Bahçeli bir başbuğ olarak kendini kanıtladı mı hâlâ çok şüpheliyim. Ama bütün bâdirelere rağmen, bütün sorunlara rağmen MHP’nin liderliğini hep koruyabildi. Bu uğurda kimi zamanlarda beklenmedik ittifaklar da yaptı. Örneğin Meral Akşener’in, Koray Aydın’ın ve Ümit Özdağ’ın ayrı ayrı adaylıklarını ilan ettikleri kongrede, o kongrenin yapılmamasını Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğiyle, onun yargıya müdahalesiyle sağlayabildi. Ve buradan da Cumhur İttifakı gibi ilginç bir ittifak çıktı. Bir iktidar koalisyonu çıktı ve bu iktidar koalisyonunda MHP ilginç bir şekilde koalisyona ideolojik ve politik rengini verdi. 

17 yıl sonra, yani bu krizin çok kızgın bir şekilde yaşandığı ve benim 19 günlük yazı dizisi, yüzlerce mektup, kimisi elektronik kimisi posta yoluyla gelen mektupla, insanların bağırdığı çağırdığı, tartıştığı, öfkelendiği kimi zaman açık açık ağladığı bir ortamın ardından, şimdi MHP ve Bahçeli Türkiye’nin yönetiminde çok önemli bir yerde duruyor. Bir süredir çok önemli bir yerde duruyor. Bunun ne kadarı Bahçeli’nin başarısı, ne kadarı Erdoğan’ın başarısızlığı? Bu çok tartışmaya muhtaç bir şey tabii ki; ama ülkücü hareketin bütün bu süre içerisinde en önemli özelliğinin bir şekilde varlığını sürdürmesi olduğunu gördük. Bu süre içerisinde MHP’nin ideolojik-politik perspektifinde çok büyük dalgalanmalar olmadı; halbuki biz o yazı dizisini yaptığımız dönemde çok ciddi tartışmalar vardı. Yani “Küreselleşme çağında milliyetçilik nasıl yeniden tarif edilmeli?” vs., bunun üzerinde birtakım arayışlar, ülkücü kökenli sosyal bilimcilerin birtakım önermeleri vardı. Ama bunların hiçbirisinin pek bir etkisi olmadı. MHP büyük ölçüde bölücülük karşıtı, PKK karşıtı söylemiyle, kimi zaman dinîi kimi zaman Türkçü vurgularıyla, ama esas olarak devletin bekası vurgusuyla yol almaya devam etti. 

Bu yazı dizisindeki “Nereye gitti bu ülkücüler?” başlığı zaten çok câzipti, oradan yakalamıştık ülkücüleri. Daha sonra gördüğü ilginin ardından, Metis Yayınları’nda editörlüğünü de bizzat yaptığım Siyah-beyaz dizisinde kitap da oldu. Kitap da hiç fena satmadı – özellikle çıktığı ilk dönemde. Hâlâ o kitabın baskısı yok; ama isteyen benim rusencakır.com ya da ruşençakır.com adresinden onu ücretsiz olarak indirebilirler ve okuyabilirler; aynı zamanda bütün yazı dizisinin zaten Medyascope sayfasında linkini de vereceğim. Aynı zamanda yazı dizisini isteyenler okuyabilirler. Tarihe bir belge olarak kaldı; o günkü tartışmalardan, o günkü suçlamalardan geriye hâlâ bir şeyler kalmış olabilir; ama demin söyledim: Şimdi baktığım zaman, kendileriyle röportaj yaptığım önde gelen isimlerin çoğu şu anda birbirinden farklı partilere dağılmış durumdalar. Hatta şu anda göremiyorum, ama galiba onunla da röportaj yapmıştık: Alaattin Aldemir vardı, Ülkü Ocakları’nın eski başkanlarından. O mesela CHP’de siyaset yapıyor. Ramiz Ongun DEVA Partisi’nde, Koray Aydın İYİ Parti’de, Ümit Özdağ şu anda partisiz, Tuğrul Türkeş AKP’de mi değil mi çok emin değilim. Tamamen savrulmuş durumdalar önde gelen isimleri. 

Bahçeli konuşmadı, röportaj vermedi demiştim; ama tam bu yazı dizisinin ortalarında bir yerde, yanılmıyorsam Erciyes’te –yine kurultay, Zafer Kurultayı adıyla yapılıyor olması lâzım, şu anda emin olamadım, MHP’nin düzenlediği. Hâlâ düzenliyorlar mı bilmiyorum, çünkü uzun zamandır gitmiyorum; bir ara neredeyse her sene giderdim– kurultaya gittim. Kurultayda Bahçeli konuşma yaparken ben de önlerde bir yerdeyim, kendisiyle de şahsî tanışıklığımız ve bir muhabbetimiz de vardır. Konuşmanın bir yerinde, kalabalık tabii ki Erciyes‘te, hiç unutmayacağım, bana doğru, beni göstermedi ama bana doğru bağırdı. Yani bağırdı diyorum yüksek sesle: “ ‘Nereye gitti bu ülkücüler?’ diye soruyorlar. İşte ülkücüler burada!” dedi; bir anlamda röportaj talebimi orada kabul etmiş gibi saydım. Onun cevabı da yani uzun bir söyleşi yerine Erciyes’te verdiği o cevaptı. Ve Bahçeli gerçekten 2003’teki o hareketi sonra ayağa kaldırdı ve değişik dönemlerde genellikle muhalefette, ama belli bir aşamadan sonra da iktidarın bir parçası olarak şu an Türk siyasî hayatında en önemli siyasetçilerden birisi. En son Alaattin Çakıcı olayında da görüldüğü gibi, kartlarını açık oynayan birisi; açık oynamasının nedeni bilerek mi, bilinçli olarak mı, yoksa mecburen mi bunu yapıyor? Bu tartışmalı bir husus; ama Devlet Bahçeli 2003’te yaşadığı o yenilgiden sonra ayağa kalkmayı, toparlanmayı başarabilmiş bir siyasetçi olarak –ki bu arada ciddî sağlık sorunları oldu, biliyoruz, buna rağmen– hâlen MHP’nin  başında yola devam ediyor. 

Ona karşı çıkanlar içerisinde tabii ki birçokları etkisini kaybetti. Ama Meral Akşener’in an itibariyle Devlet Bahçeli’den daha güçlü bir siyasetçi olduğu kanısındayım.Belki “Gomaşinen”in ilerideki bölümlerinde Meral Akşener ile ilgili de ayrı bir podcast yaparım. Evet, “Nereye gitti bu ülkücüler?”i 2003’ün Temmuz ayında ilginç bir gazetecilik deneyimi olarak yaşadım. İlk başta ürkerek başladım. Gazete yöneticileri de önce tam nasıl bir şey yaptığımızı ve bundan ne sonuç çıkacağını kestirememişlerdi. Çok seslendikleri bir kitle değildi açıkçası ülkücüler. Sonuçta herkes için kârlı bir iş oldu, çok ilgi gören bir yazı dizisi oldu. Ülkücüler konuşma imkânı, tartışma imkânı buldular. Gazete sattı, kitap sattı. Ve daha sonra da ülkücüler, MHP yoluna devam etti. Hâlâ arada sırada karşılaştığım ülkücüler, beni görünce, “Nereye gitti bu ülkücüler?” esprisi yapmadan duramıyorlar, onu da belirteyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.