Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (18): “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmek mi istiyor?” yazı dizisi (Mayıs 2012)

Gazetecilik anılarımın 18. bölümünde, Vatan Gazetesi’nde yazdığım bir yazının gördüğü yoğun ilgi üzerine nasıl bir diziye dönüştüğünü anlattım. Bilindiği gibi 3 Temmuz 2011’de başlayan “Şike Soruşturması”nın hedefinde esas olarak Fenerbahçe kulübü ve başkanı Aziz Yıldırım vardı. Öncelikle kulüp taraftarları olmak üzere kamuoyunda bu operasyonların ardında yargı, polis ve medyada alabildiğine örgütlü olan Fethullah Gülen grubunun bulunduğu düşüncesi giderek güçleniyordu ama yüksek sesle dile getirilmiyordu. 14 Mayıs 2012’de kaleme aldığım Fenerbahçe ve Fethullah Gülen cemaati başlıklı yazı işte bu kuşkuların alenen dile getirilmesine neden oldu.

Diğer yazılar

15 Mayıs 2012: Fenerbahçe, Gülen cemaati ve medyamızın hali

17 Mayıs 2012: ‘Açık sır’ın ifşası…

18 Mayıs 2012: ‘Emenike paraları hâlâ sayıyor mu?’

19 Mayıs 2012: Zorlu 3 Temmuz sürecinde kritik 12 Mayıs dönemeci

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibaret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 18. Bölümünde, sekiz buçuk yıl önceye, 2012’nin Mayıs ayının ortasına dönmek istiyorum. Vatan gazetesinde yazdığım zamanlar, aynı zamanda NTV’de de yorum yaptığım zamanlar. Vatan gazetesinde bir yazı yazdım: “Fenerbahçe ve Fethullah Gülen Cemaati” başlıklı ve orada, bir yıl önce Temmuz ayında yapılmış olan büyük şike operasyonunu ve onun yansımalarını yaklaşık bir yıl sonra ele alan bir yazıydı bu. Yazıyı ateşleyen olay, Ergun Babahan –ki o tarihte Star gazetesinde yazıyordu ve Fethullahçılarla çok içli dışlıydı, onların çok yakınında birisiydi. Ergun Babahan’ın Fenerbahçe Galatasaray maçının –ki şampiyon belirlenmişti, garip bir ligdi, garip bir sezondu o sene, hatırlanacaktır– o maçın ardından attığı bir tweet vardı: “Bu kupa Amerika’ya gitsin” diye bir tweet atmıştı. Orada bir kriz çıkmıştı; daha sonra kendisi özür dilemişti, hatırlayanlar hatırlayacaktır. Ergun Babahan Fenerbahçeli’ydi; Galatasaray’ın şampiyon olmasını bir anlamıyla Fethullah Gülen’e, Pennsylvania’ya ve Fethullahçılara bağlıyordu. Zîra orada îmâ ettiği, anladığımız kadarıyla, şike soruşturmasıydı. Ve şike soruşturmasında Aziz Yıldırım tutuklanmıştı, biliyorsunuz. 

En önemli olay oydu. Şike soruşturması nedeniyle Fenerbahçe’nin zayıf düştüğü ve şampiyonluğu ezeli rakibi Galatasaray’a kaptırdığıydı. Yine Fenerbahçe taraftarı olan Cengiz Çandar da o tarihlerde şike soruşturması üzerine bir şeyler söylüyordu. Fenerbahçe’ye haksızlık yapıldığını söylüyordu ve adını vermeden Fethullahçıları suçluyordu. Ali Bayramoğlu’ndan ödünç aldığı bir kavram vardı. Polis ve Adliye’deki otonom bir yapının bir komplosundan bahsediyordu, ama adını koymuyordu. Gerek Cengiz Çandar gerekse Ergün Babahan, ikisi de Fethullahçıların Erdoğan’la yaptığı AKP ile yaptığı ittifakı ve buna bağlı olarak yapılan Ergenekon-Balyoz gibi soruşturmaları açık bir şekilde, aktif bir şekilde destekleyen insanlardı. Daha önce mesela bir Türkan Saylan olayında, ya da Ahmet Şık, Nedim Şener olayında çok fazla sesleri çıkmış kişiler değildi. Bu aslında Fenerbahçe câmiasında da çok dillendirilen bir husustu. Ben işte bunu ele aldım ve Fenerbahçe taraftarlarının bazı kesimlerinde dile getirilen, “Yoksa bunlar bizi ele geçirmek mi istiyor?” kaygısını, sorusunu irdelemeye çalıştım “Fenerbahçe ve Fethullah Gülen Cemaati” yazısında.

Bu yazı çok ama çok ilgi gördü. Şaşırtıcı bir şekilde ilgi gördü. Hiç unutmuyorum, bir pazartesi günüydü, öğle saatlerinde gazeteye gittiğimde, o sırada yazı işleri müdürü olan İsmail Yuvacan bana internetten acayip sayıda tıklandığını söyledi — birkaç yüz bin ki öğle saatlerinde. Ve onun üzerine ben bir yazı daha kaleme aldım. İlk yazının çıkışı 14 Mayıs, ondan sonraki yazdığım yazı 15 Mayıs’ta: “Fenerbahçe, Gülen Cemaati ve medyamızın hâli” diye bir yazı. Orada bu yazdığım yazıya neden bu kadar ilgi gösterilmiş olduğunu sorgulamaya çalıştım. Şöyle yazıda vurguladığım birkaç husus var, onları özellikle söyleyeyim. Birincisi, önce bir şok yaşanmıştı. Türkiye şikeyi konuşuyordu. Bütün bu hengâmede –yani bütün o hengâmede, Ergenekon Davası vs.’nin olduğu yerde tam bir gerginlik ortamında– şike soruşturması da işin tuzu biberi olmuştu. Bambaşka bir alana taşınmıştı olay. Çok sayıda kişinin, kulübün adı gündemdeydi. 

İlk şokun atlatılmasının ardından Fenerbahçe’de bir kenetlenme oldu. Ve Aziz Yıldırım’a çok ciddi bir şekilde destek verildi. Gösteriler oldu. Ve daha sonrasında da Fenerbahçe’nin içerisinde, bundan iktidarı sorumlu tutma eğilimi giderek güçlendi. Fakat o tarihlerde başbakan olan Erdoğan dilini biraz değiştirdi; çünkü kendisi hem Fenerbahçeliydi hem de kongre üyesiydi. Erdoğan biraz mesafe koymaya başladı. Cemaat kaldı ortada — cemaat diyoruz, şimdi FETÖ deniyor, o tarihte Hizmet Hareketi diyorlardı, hatırlanacaktır, ben Cemaat diyordum–, Cemaat burada suçlanır oldu. Ama herkes tarafından değil. Tabii işin bir başka boyutu da şuydu: Türkiye’de futbol ve Fenerbahçe, medyanın en çok sevdiği konulardan birisi. Ve de Türkiye’de özellikle gazetelerin ya da televizyonların spor servislerinde Fenerbahçe taraftarlarının gücü çok daha fazladır. Bunlar çok etkilidir. Bütün bunlara rağmen, bütün bunlara rağmen, hatta biliyorum, tanıyorum, bu insanların önemli bir kısmı da bu operasyonların arkasında Fethullahçıların olduğunu ciddi ciddi düşünüyorlardı. Ama aradan bir yıl geçmesine rağmen, yani temmuz, mayıs diyelim. Yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen, adını pek anan çıkmamıştı. 

Ve ben birdenbire kendimi bir mayın sahasının ortasında buldum. Üstelik Galatasaraylıydım. İşin bir de böyle bir boyutu var. Galatasaraylılığım; taraftar olmanın ötesinde kulüp üyesiyim. Lise mezunuyum. Ama önemli bir not düşeyim. Bunu bilenler bilir… Lisede okurken ben Fenerliydim. Babam rahmetli çok koyu bir Fenerliydi. Biz de çocukluğumuzdan itibaren, en azından ben çok yoğun bir şekilde Fenerliydim ve yatılı okuduğum Galatasaray Lisesi’nde Fenerli olduğum için bayağı çile çekmişliğim vardır. Ama ben tek değildim, başka arkadaşlarım da vardı. Daha sonra siyasetle uğraştıktan sonra, lise yıllarında sol hareketle uğraşınca futbol tabii geride kaldı. 1982’de cezaevinden çıktıktan sonra futbolla yeniden ilişki kurduğumda, kendimi Galatasaraylı buldum. O tarihten bu yana da Galatasaraylıyım ve iyi Galatasaraylıyım. Ama gazetecilik burada her şeyin önündeydi. Burada o yazdığım yazının verdiği, doğurduğu yankı üzerine gazetede, gazete yöneticileriyle konuştuk. Ve bu olayın devamını getirmeyi kararlaştırdık. Ve işin içerisine Fenerbahçeli taraftarları da katmak istedik. Ve 15 Mayıs salı günü “Fenerbahçe, Fethullah Gülen Cemaati ve medyamızın hâli” yazısında çağrı yaptım insanlara. Ve dedim ki: “Bu konuda görüşlerinizi ister e-posta olarak yollayın, ister Twitter’da bana yollayın ve bunları yayınlayacağız” dedik. Ve bunları yayınlamaya başladık. Burada bir bölüm var onu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu yazıda yazdığım bir bölüm var. Çünkü daha sonra bu benim karşıma çıktı. Şöyle demişim: “Bir yandan Cemaat kulübümüzü ele geçirmek istiyor diye sağda solda dert yanıp, diğer yandan suya sabuna dokunmadan gazeteciliklerini sürdürenler, anlaşılan bizim Ahmet Şık’ın o meşhur “Dokunan yanar!” sözünün fazlasıyla etkisinde kalmışlar. Halbuki Ahmet ve Nedim’in arkadaşları olarak çok güzel ikinci bir slogan bulmuştuk: “Yansak da dokunacağız… Dokunduk ve sonunda arkadaşlarımız özgür kaldı” diye yazmışım. Bu cümle, bu paragraf daha sonra başıma dert oldu. Onu da birazdan anlatacağım. 

Şimdi bu yazıların ardından e-postalar yağdı, tweet’ler geldi, çok sayıda mesaj geldi. Ve ben bir gün ara verip, iki gün daha, 18 ve 19 Mayıs’ta bunu bir yazı dizisi olarak aldım. Hatta bir tanesinin başlığı: “Emenike paraları halen sayıyor mu?” idi. Çünkü hatırlayanlar vardır. Video varmış. Emenike şike paralarını sayıyormuş. Olay neydi? Karabük’te oynuyordu Emenike daha önce. Ve Fenerbahçe maçına çıkmaması için kendisine Fenerbahçelilerin para verdiği, hatta bunun videosunun olduğu Cemaat medyası tarafından ve onlara destek olanlar tarafından hep söylendi; ama böyle bir video hiçbir şekilde karşımıza çıkmadı. Bu “Emenike paraları halen sayıyor mu?” sözünü de bir Fenerbahçeli taraftar e-posta ile yollamıştı. Ben de bunu başlığa çıkardım. Ve ardından iki gün boyunca bunları, bütün gelen Twitter mesajlarını ya da e-postalardan bölümleri koyarak bu “Fenerbahçe ve Fethullah Gülen Cemaati”nde şöyle yazmışım: “Gülen Cemaati Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor diye özetlenebilecek bir algıyı ele aldık. Ve esas olarak taraftarlardan gelen mesajlar sonucunda bu algının sadece dar bir zümreyle sınırlı kalmadığı sonucuna vardım — ki Cemaat’in kendisinin bu tespitin doğru olup olmadığını kontrol etmek için çok geniş imkânları var.” 

Sonuçta bu, bir açık sırrın ifşası oldu. Bir şekilde üstüme kaldı. Benim Galatasaraylılığımı bilen bazı Fenerbahçeliler baştan itibaren önyargılı bir şekilde yaklaştılar. Haklı olabilirler, ama önyargılarının geçerli olmadığını bu yazı dizisinde gördüklerini düşünüyorum. Zaten dizi boyunca daha çok Fenerbahçeli taraftarların, Anadolu’dan, yurtdışından, İstanbul’dan, Ankara’dan çok sayıda insanın, Fenerbahçe taraftarının, Fenerbahçeli olmayanların da görüşlerini burada aktardık. Sonuçta çıkan tablo aslında gerçeği yansıtıyordu. O gerçek de, Fethullahçıların birçok kurumu olduğu gibi Fenerbahçe’yi de ele geçirmek istedikleriydi. Tabii bu sonucu o tarihte bu açıklıkta söylemek birçok açıdan mümkün değildi. 

Ama yazı dizisi o kadar etkili oldu ki Fethullahçılar hemen saldırıya geçtiler. Samanyolu Haber kanalı vardı o tarihlerde. Hem bir Samanyolu TV televizyonları vardı bir de haber televizyonu olarak Samanyolu Haber. Onun genel yayın yönetmeni –şimdi adını unuttum, çok da önemli bir adam değilmiş ki adını unutmuşum– o bizzat yayın yaparak beni hedef gösterdi. Hatta şöyle dediğini hatırlıyorum: “Eğer Cemaat’in başına bir şey gelirse bunun sorumlusu Ruşen Çakır’dır” diye. Beni hedef gösterdi. Ardından burada tabii onu en çok rahatsız eden hususlardan birisi de o “Dokunan yanar!” göndermesiydi. Bunu özellikle vurguladı ve beni, Cemaat’i hedef göstermekle suçladı. Ardından 24 Kanal’ındaydı yanılmıyorsam. Ahmet Kekeç’i, geçenlerde hayatını kaybetti biliyorsunuz ve Nagehan Alçı’yla birlikte tartışma programı, artık her neyse, birlikte program yapıyorlardı. Orada birlikte benim o yazı dizime de yer verdiler, halen onun videosu vardır. Ararsanız bulabilirsiniz. Ve orada Nagehan Alçı; özellikle benim “Dokunan yanar” sözüne karşılık, “Yansak da dokunacağız” lâfını çıkarmak gerektiğini söylememin altını çizerek, bu yaptığımın kışkırtıcılık olduğunu söyledi. Fenerbahçe câmiasını Hizmet Hareketi’ne karşı kışkırtmakla suçladılar beni. 

Kışkırtmak gibi bir niyetim yoktu tabii; ama çok basit bir şey vardı: Fenerbahçe câmiası Türkiye’de Fethullah Gülen’in cemaatinden de güçlüdür tarihsel olarak. Sadece Fenerbahçe câmiası değil, tabii ki Beşiktaş da Galatasaray da. Ama bu güçlü câmialar, bu güçlenmek isteyen ve şeffaf olmayan kapalı yapıların kendilerine yönelik faaliyetlerine güçlerinden hareketle direnmedikleri müddetçe kaybediyorlar. Bu olay da buydu. Orada eğer gerçekten Fenerbahçe gerçek gücünü yansıtabilseydi o süreç çok hızlı bir şekilde çok daha az mağduriyetle sonuçlanırdı. Şimdi ne oldu? Erdoğan Fethullahçılarla ittifakını bozdu ve Şike Davası da bu sefer tersten görülür oldu. Bu sefer de Şike Kumpası olarak yargılanıyor bazı isimler — ne aşamada olduğunu çok fazla bilmiyorum. Ama birçok olayda olduğu gibi burada da iş tersine döndü. Şike davasının yargıçlarından birisinin aynı zamanda Ahmet’in ve Nedim’in de yargılandığı Oda TV Davası’nın yargıcı olduğunu da hatırlıyorum. Şimdi yüzde yüz emin değilim, ama hep aynı tezgâhtan çıkmış işlerdi bunlar. 

O şike davası ve soruşturması sırasında, kimi yurtdışında yaşayan birtakım insanlar zuhur etmişti. Çok büyük iddialarla her şeye hâkim bir şekilde konuşuyorlardı. O insanların da büyük bir kısmı ortadan kayboldu. Böyle ilginç bir durum oldu. Daha sonra Aziz Yıldırım’la cezaevinden çıktıktan sonra bir şekilde bir kere havaalanında karşılaştık ve ayaküstü sohbet etme imkânımız olmuştu. Tanımıyordu, ama o biliyordu. Onun da yazı dizisini okuduğunu ve en azından önemsediğini biliyorum. Ama onun da benim Galatasaraylı olmam nedeniyle mesafeli durmuş olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Bu gerçekten çok ilginç bir süreçti. Ve o tarihte insanlar bu olayı büyük ölçüde sîneye çektiler ya da çok fazla gündeme getirmek istemediler. Ama bir mikrofonu uzattığınız zaman, bir tartışmayı başlattığınız zaman, bunun nasıl alabildiğine yayıldığını ve insanların konuşmak için birbirleriyle yarıştığını gördüm ve benim de gazetecilik hayatımda ilginç bir olay olarak kayıtlara geçti diyeyim. 

Çok ilgi gördü. Neyi değiştirdi çok emin değilim. Ama şunu biliyorum ki Fethullahçıların zaten bana olan antipatisini daha da artırdı. Ve bir anlamda bu kadarını beklemiyordum açıkçası. Ama arı kovanına gerçek anlamda bir çomak sokmuşum. Bu kadar bilinçli bir şekilde yapmadığımı bugünden baktığımda hatırlıyorum. Öylesine bir yazıydı ilk başta çıkan yazı. Ama gelen tepkiler üzerine bu büyük bir olaya dönüştü. İyi oldu. Hiç de pişman değilim. Orada başıma bir şeyler getirebilirdi Fethullahçılar. Ama bir şekilde olmadı. O da benim şansım diyeyim; yoksa işin renginin değişmekte olmasına mı bağlanmak lâzım bilmiyorum. Bir notu da düşmek lâzım: O süreçte Fenerbahçeli Rıdvan’ın Aykut Kocaman’la birlikte Başbakan Erdoğan’la yaptıkları bir görüşme var. O görüşmenin çok kritik bir görüşme olduğu kanısındayım. Taraftara o görüşme hakkında herhangi bir açıklama yapmadılar; ama işin renginin değişmesinin ve Fethullahçıların şike sürecinde yalnızlaşmasının o görüşmeyle birlikte başladığını ya da ivme kazandığını söylemek mümkün. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.