MHP’nin kapatılması için kampanya yürüttüğü HDP, muhalefet partilerinin genel başkanlarından görüşme için randevu istedi. Bu süreçte tartışmaların yine merkezinde olan partinin Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Ruşen Çakır‘ın sorularını cevapladı.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. Bu hafta konuğumuz Prof. Mithat Sancar. Kendisi, partisinin genel merkezinden yayınımıza katılıyor. Mithat Bey, iyi günler.
Mithat Sancar: İyi günler Ruşen Bey. İyi yayınlar diliyorum. Yeni stüdyonuz da hayırlı olsun.
Çakır: Çok teşekkürler. En son geçtiğimiz Eylül ayında, Medyascope’un eski stüdyosunda konuk etmiştik sizi. “Haftanın Konuğu” programının ilk konuğu olarak sizinle yayın yapmıştık. O günden bu zamana çok şey yaşandı; ama sanki Türkiye’de hiçbir şey yaşanmamış gibi. Siyasetin gündemi aynı şekilde tekerrür ediyor — en azından bana öyle geliyor. Bunun da ortasında partiniz HDP var. Gerek iktidar partilerinin gerek muhalefet partilerinin siyasî duruşlarını tanımlamada, kimi zaman kolaylıkla, kimi zaman zorlanarak HDP ile nasıl ilişki içerisinde oldukları geliyor. Bu konuyu açacağız; ama önce sizin medyaya yansıyan, muhalefet partilerinin genel başkanlarından görüşme için randevu talep etme şeklinde bir girişiminiz var. Bu doğru mudur? Randevu talebinize şu âna kadar kimlerden olumlu cevap geldi? Görüşmelerde neler konuşmayı düşünüyorsunuz ve neler bekliyorsunuz?
Sancar: Evet, bizim böyle bir programımız olduğu doğru. Muhalefet partilerinden başkanlar düzeyinde randevu talep ettik. Çalışmalarımız eskiye dayanıyor, yeni değil. Ama belli bir olgunluğa eriştikten sonra başkanlar düzeyinde görüşmeyi de gündemimize almıştık, o aşamaya geldik. Muhalefet olarak diyalog istiyoruz biz. Ve bu diyaloğun doğrudan gerçekleşmesi taraftarıyız. Basın üzerinden değil; hatta sadece Meclis’te karşılaşıldığında, ayaküstü sohbetlerle sınırlı değil; daha açık, yaygın, kamuoyunun gözü önünde ve bilgisi dâhilinde diyalog istiyoruz. Çünkü Türkiye’nin sorunlarının çok ağırlaştığını ve daha da ağırlaşacağını düşünüyoruz. Bu sorunlara çözüm yolu bulabilmek için muhalefet partileri, demokrasi güçleri arasında açık ve samimi bir diyaloğun ortaya konması gerekiyor. Fikrimiz ve yaklaşımımız bu. Bunu da, görüşeceğimiz partilerin başkanlarına aktaracağız.
Sorunun diğer kısmına da cevap vereyim. Biz muhalefetteki partilerin tamamıyla görüşmek istiyoruz; dışarıda bıraktığımız, ayırdığımız bir parti yok. Tabii esas olarak Meclis’te grubu olan partilerle başlıyoruz, ama sadece onlarla sınırlı kalmayacak. Bugüne kadar yaptığımız randevu taleplerine olumlu dönüşler oldu. İlk görüşmeyi Saadet Partisi ile yapacağız. Sayın Temel Karamollaoğlu ile bizim Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan görüşecek. Görüşmeleri iki eş başkan birlikte yapmayacağız. Her görüşmeye bir eş başkan katılacak. Ona göre bir program hazırladık. Sonra sırada CHP var. Ardından Gelecek Partisi ve DEVA Partisi var. Bu partilerle başkanlar düzeyinde görüşme konusunda mutabakatımız var. Resmî randevu dönüşü olan üç parti. Ama cevap beklediğimiz partiler de mevcut.
Çakır: En çok merak edilen İYİ Parti herhalde. Çünkü İYİ Parti, muhalefet blokunun önemli bir ismi. Ama aynı zamanda da İYİ Parti’nin sözcüleri zaman zaman partinizin kapatılması üzerinden sizlerin de pek hoşuna gitmeyecek yorumlar yapıyorlar — ki bugün Genel Başkan Meral Akşener de bu konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Ama siz ısrarla onlarla görüşmeyi istiyorsunuz ve umuyorsunuz. Peki, olumlu cevap gelmesini bekliyor musunuz?
Sancar: Bizim ısrarımız herhangi bir partiyle yan yana görünme merakıyla açıklanamaz. Böyle değerlendirmemek lâzım. Bizim ısrarımız, bugünkü gidişattan rahatsız olan, demokrasiden yana, adalet derdi olan herkesle konuşabilmek. Bizim ısrarımız ve isteğimiz böyle anlaşılmalı. Şüphesiz, görüşmek isteyen partiler olduğu gibi, görüşmekten kaçınan partiler de olabilir. Bu, bizim meselemiz değil. Böyle bir durum ortaya çıkarsa, biz bu durumu kamuoyunun, halkın, demokrasi güçlerinin takdirine bırakırız. Bizim konuşamayacağımız, tartışamayacağımız bir mesele yok. HDP bu konuda kendine güvenen, açık siyaset yapan bir partidir. Dolayısıyla, “Başka partilerin tavrı ne olur, görüşürler mi, görüşmezler mi?” gibi bir sorunu öne alarak hareket etmiyoruz. Neler konuşacağımızı biraz sonra anlatacağım. Tabii ki İYİ Parti ile de görüşmek istiyoruz; ama kendileri kabul ederler, etmezler, bu onların tercihidir. Sonuç itibariyle, neler konuşmak istediğimizi de kamuoyuna zaten açıklıyoruz. Sonrasında da kamuoyuna değerlendirmelerimiz olacak. Bütün değerlendirmeyi kamuoyu yapacak.
Çakır: Bahsettiğiniz konuda “açık” sıfatının önemi var bence. Çünkü birçok muhalefet partisi, hatta iktidarla muhalefet partileri arasında back channel dedikleri, görünmeyen veya sohbet şeklinde ya da tanışlar üzerinden birtakım görüşmeler olabiliyor, ama HDP ile açık temasta olan parti pek olmuyor. Ben bugün HDP ile ilgili bir analiz yaptım. Bu analizim için de, arkadaşlar arşivden fotoğraf aradılar, sizden önceki dönemde Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın Erdoğan’la ve Davutoğlu ile olduğu fotoğraflar var. Ama sizlerin, yani yeni yönetiminizin başka parti liderleriyle birlikte fotoğraflarınızı bulamadık.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Sancar: Bunun çeşitli nedenleri var. Bunun nedenlerinden biri pandemi. Biz kongremizi 23 Mart 2020’de yaptık. 10 gün sonra da dünya çapında pandemi ilan edildi. İkincisi de, o dönemin şartlarıyla bu dönemin şartları aynı değil. HDP’ye çok fazla baskı ve kara propaganda var; bir tür psikolojik savaş yürütülüyor HDP’ye karşı. Bunun, diğer partileri etkilemesi de mümkündür. Etkilememesini ve değerlendirmelerini kendi ölçülerine göre yapmalarını tercih ederiz. Ama bu kadar yoğun bir kara propaganda ve bu kadar insafsız, hatta her türlü etik kuraldan uzak bir psikolojik savaşa maruz kalan bir parti olarak, bizlere karşı bu tür bir tepkinin ortaya çıkmasını da bir noktaya kadar anlayabiliriz. Fakat şunu da ekleyeyim: Bugüne kadar bizim de diğer partilerin başkanlarıyla açık görüşme yönünde bir programımız olmadı. İlk defa, çeşitli aşamalardan geçen demokrasi programımızın bir parçası olarak, böyle bir konuyu gündemimize şimdi aldık. Bugüne kadar görüşme talep edip gerçekleşmeyen herhangi bir iletişimimiz yok. Bizim de şartlara göre, bu tür görüşmeler için bekleme sürecimiz ve kendi çalışmalarımız vardı. Kısaca hatırlatayım: 1 Haziran 2020’de bir deklarasyon yayınlamış ve 15 Haziran’da Edirne’den Hakkâri’ye bir Demokrasi Yürüyüşü başlatmıştık. Bunların hepsi, toplumla temas ve toplumla iç içe yürütülen çalışmalardı.
Öte yandan, HDP’nin gündeminde seçim ittifakı yoktur; bunu ısrarla vurguluyoruz. Dolayısıyla, diğer partilerle başkanlar düzeyinde yapılacak her görüşme, seçim ittifakı spekülasyonlarına malzeme edilebilir. Oysa bizim derdimiz, seçim ittifaklarından önce, çok hayatî bulduğumuz meseleler konusunda Türkiye’nin en geniş demokrasi birlikteliğini oluşturmaya katkıda bulunmaktır.
Çakır: Burada bir parantez açalım. Geçen yayınımızda da konuşmuştuk: Önemli hususlardan biri 31 Mart seçimleri ve tekrarlanan İstanbul seçiminde HDP kritik bir rol oynadı; bunu herkes biliyor. Adı konmamış bir ittifak bileşeniydiniz. Herhalde bunu kimse inkâr edemez.
Sancar: Ama biz böyle tanımlamıyoruz. Şimdi tanımlayacağım onu.
Çakır: Ama o süreçte de, demin bahsettiğim fotoğrafları göremedik. Yani, siz, sizin partiniz, İstanbul’da, Antalya’da ve birçok yerde aday çıkarmadınız. Ve tabanınızın CHP adaylarına oy vermesini sağladınız ve o illerde kazandılar. Bütün bu süreçlerde de siz, o ittifakın bir bileşeni olarak çıplak gözle görülmediniz. Tarihte böyle bir kayıt var.
Sancar: Aslında biz ittifakın bir parçası değildik. Ortada bir Millet İttifakı vardı ve o ittifakın bileşenleri belliydi. Biz kendi politikamızı belirleyerek yürüdük. Diğer partilerle veya ittifakın kendisiyle herhangi bir müzakeremiz olmadı. Bizim politikamızdı o. Eğer o politikada “ittifak” sözcüğünü kullanacaksak, bu, “tabanda ittifak” meselesidir. Biz öyle bir politika belirleyelim ki, bu, Türkiye’de demokrasinin önünü açsın istiyorduk. Bunun da ön şartı: Bu iktidarı durdurmak; seçimde, iktidarı durdurarak demokrasi güçlerine alan açmak. Böyle olunca, biz bir ittifak bileşeni gibi diğer partilerin başkanlarıyla bir araya gelmeyi gerektirecek bir durum da görmedik. Eğer talep gelseydi, görüşürdük zaten. Bu konuda hiçbir tereddütümüz yok. Onlardan da bir görüşme talebi gelmedi, bizden de bir talep gitmedi. Gelseydi, kabul ederdik. Şimdi, bize göre zamanıdır. Kendi çalışmalarımız çerçevesinde yapıyorum bu değerlendirmeyi. Şimdi zamanıdır, biz talepte bulunduk. Şimdiye kadar geri dönüşler oldu zaten.
Çakır: 31 Mart, sizin de dediğiniz gibi, iktidarı geriletmek anlamında çok önemli bir andı. Mart ayına bir şey kalmadı, neredeyse 2 yıl olacak. Ben o seçim sonuçlarından hareketle, “Yepyeni Türkiye” diye bir şey söylemiştim. Şimdi insanlar sürekli benimle dalga geçiyorlar. İki yıllık bilançoya baktığımız zaman, 31 Mart seçimlerinin yarattığı siyasî sonuçların Türkiye’ye tam olarak yansıdığını söylemek mümkün mü? Tamam, araya pandemi girdi, ama olsun. Muhalefetin güçlenmesi anlamında bir beklenti, taleplerinin iktidar tarafından kabul ediliyor olması anlamında bir beklenti vardı; ama sanki bu 2 yıl içerisinde ileriye doğru fazla bir gelişme olmamış gibi duruyor. Ne dersiniz?
Çakır: Bu değerlendirmeye bir çekinceyle katılabilirim, ama değişen önemli şeyler var. Öncelikle, 31 Mart 2019 öncesini biraz canlandırmakta fayda var. Hafıza meselesi, hem toplumsal dokumuzda hem de siyasal hayatımızda biraz sıkıntılı bir meseledir. Çabuk unutuyoruz ve hafıza üzerinden de geleceği oluşturacak verileri toplama konusunda yetersiz kalıyoruz. Biraz hatırlatma yapayım: 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden önce, muhalefet tabanında, neredeyse bir sinmişlik ve seçimlerden umut kesme havası vardı. Bu yaygın bir psikoloji. Daha net söyleyeyim: “Bu iktidarı seçimlerde yenmek mümkün değildir” psikolojisi çok yaygındı. İktidar da bunu körüklüyor, bu psikolojinin yaygınlaşmasını istiyordu. Tabii gerekçeler farklı şekillerde ortaya konuyordu: Bazı kesimler, “Bunlar oy çalar. Sandığa girenle çıkanın farklı olacağı çeşitli oyunlar tezgâhlarlar” diyordu. Ama bütün bu olumsuz şartlara rağmen, 31 Mart şunu açıkça gösterdi: Muhalefet bu iktidarı sandıkta yenebilir. Böylece, daha da ilerlemesi hâlinde, gerçekten bir muhalefet depresyonuna dönüşebilecek bir gidişatı kırdı. Bu çok önemlidir. Kendi oyuna, kendi iradesine güvenme meselesi olmadan, muhalefetin ilerlemesi mümkün değil. 31 Mart 2019 ve 23 Haziran 2019, bunları sağlama konusunda dönüm noktalarıdır.
Peki, muhalefet bu kazanımın üzerine daha fazla bir şey koyabildi mi? Muhalefetin eksikliklerini biz de dile getiriyoruz. Muhalefet derken kendimizi dışarıda bırakmıyoruz, muhalefetin bir parçası olarak konuşuyorum. Ama bizim dışımızdaki muhalefete de eleştirilerimiz var. İktidarın çizdiği oyun sahasının dışına çıkma konusunda, bazen çok fazla tutukluk gösteriyor muhalefet. Yaptığım bazı söyleşilerde, “Muhalefet daha cesur olmalı” diyorum. Bunu bekliyoruz. Ama maalesef bugüne kadar o cesareti tam olarak görebildiğimizi düşünmüyorum. İktidarın Türkiye’yi maceraya sürüklediği yerlerde, daha açık, barışçıl bir dış politika, hukuk devletine dayalı bir ülke olma konusunda daha kararlı davranılsaydı, iktidar bazı alanları kendi gücünü konsolide etmek için kullanma fırsatını bu kadar fazla bulamazdı. Ama buna rağmen, bugün muhalefetin bu iktidar bloku karşısında başarılı olacağı inancı, 31 Mart 2019’la kıyaslanmayacak kadar yüksektir. Şimdi görev muhalefetin temsilcilerine düşüyor. Taban, 2019 yerel seçimlerinde görevini yerine getirdi. Toplumsal zeminde gerekli olgunluk, basiret ve cesaret ortaya çıktı. Şimdi iş bizlere, bu toplumsal tabanın temsilcilerine düşüyor.
Çakır: Yanılmıyorsam, dün Selahattin Demirtaş’ın sosyal medyaya yansıyan uzun bir mektubu vardı; kendi davasıyla ilgili belgeleriyle açıklamalar yaptı. Onun girişinde de kendi şahsına, partisine ve diğer partilere yönelik çarpıcı bir özeleştirisi vardı. Ne zaman HDP ve HDP ile mesafe koyan partiler tartışılsa, bu konuda beklentisi olanlar, HDP’nin kamuoyundaki diğer kesimleri yeterince tatmin etmediğini, bir duruş sergilemediğini söylüyorlar. Bu doğru mu? Siz bu konuda Türkiye’deki genel kamuoyunu yeterince ikna etme konusunda yeterince çalıştığınızı kabul ediyor musunuz? Yoksa ortada çözülmesi imkânsız olan birtakım kritik konular mı var?
Sancar: Özeleştiri meselesinden başlayalım. Özeleştiri, kendi siyasî anlayışımda da, şimdi eş başkanı olduğum partide de çok önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla, kendimizi sorgulayarak ilerlemek, bizim siyasî faaliyetlerimizin ve ilkelerimizin bir parçası. Elbette Selahattin Demirtaş’ın tam olarak neyi kastettiğini bilmiyorum; ama bu çerçevede konuştuğunu biliyorum. Orada vurguladığı önemli bir nokta var: “Eğer Türkiye’ye bugün tek adam rejimi geldiyse, eğer Türkiye’de demokrasi bu kadar büyük darbeler yiyorsa, eğer hukuk askıya alınmışsa, bunda hepimizin günahı var.” Bu doğrudur. Muhalefet olarak, neyi eksik yaptığımızı mutlaka samimiyetle konuşmamız gerekiyor. Şimdiki Türkiye’nin durumunu arzulamayanlar bir şeyleri eksik yapmış ki Türkiye bugün bu durumda. Bunu kabul edelim.
Diğer kısmına gelince: Biz elimizden gelen çabayı harcıyoruz, ama eksik kalabiliriz. Türkiye partisi sloganımız ve ilkemiz var. Türkiye’nin bütününe hitap etmek ve Türkiye’nin bütününü kucaklamak istiyoruz. Esasen bunda çok başarısız olduğumuzu düşünmüyorum. Mağduriyetler ve saldırılar benim için gerekçe değildir; mazeret de değildir, bahane de. Arkadaşlarım için de değildir, ama yine de sayayım: Sesimizi duyurma imkânlarımızın bu kadar kısıtlandığı, her gün polis ve yargı operasyonlarıyla boğuştuğumuz bir ortamda, bize anketlerde hâlâ yüzde 12 civarında bir oy çıkıyorsa, bu, güçlü bir göstergedir. Bunu herkesin ciddiye alması gerekiyor. Biz bununla teselli olacak değiliz. Yani “Biz yüzde 12 ile tatmin olalım, bu kadar bir HDP bize yeter” demiyoruz. Bizim hedefimiz büyük. Biz Türkiye’nin her yerinden güçlü bir destek almak istiyoruz ve Türkiye’nin her yerine dokunmak istiyoruz. Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl çözümünü, Türkiye’nin demokrasi meselesi ile iç içe çözmek için uğraşıyoruz. Barışçıl çözümü, Türkiye’nin demokrasi meselesi ile iç içe görüyoruz ve bu konuda, olabilecek en güçlü mesafeyi, en kuvvetli yolu almak istiyoruz. Elbette “Bulunduğumuz nokta bizi tatmin ediyor” diyemem. Ama geriletemediğimiz de açık. Düşünsenize, her gün aleyhinize sayısız karalama, yalan ve daha pek çok yöntemle haksızlık yapılıyor. Bunlara cevap vereceğiniz çok az yer olmasına rağmen, bize destek veren insanların sayısı azalmıyor, artıyor.
Çakır: İktidar çevreleri ve bizzat İçişleri Bakanı tarafından, Esenyurt İlçe teşkilatı binanıza yapılan operasyon ve oradaki görüntüler, son günlerde en çok gündeme getirilen konuydu. İlçe binanızda Öcalan afişleri, bazı fotoğraf ve belgelerin olduğu görüntüler paylaşıldı. Bununla ilgili partinize suçlamalar yapılıyor. Bugünlerin en popüler konusu bu biliyorsunuz. Ne diyorsunuz bu konu hakkında?
Sancar: Biliyorum. Eş Genel Başkanımız ve diğer arkadaşlarımız da buna cevap verdiler. Buradan yürütülen propaganda, tamamen kirli ve kara bir propaganda. HDP’nin bütün açıklamalarında ortaya koyduğu bir şey var. Diyor ki: “Öcalan, çözümün adreslerinden biridir.” Bunu biz sadece sözle söylemiyoruz. Bu iktidar da bunu 2009’da denedi. 2013-2015 arasında yaptı. Yani çözüm için Öcalan’la görüştüler. Öcalan, 2013-2015 arasında çözüm sürecinin merkezindeydi. Böyle olduğu için, diyoruz ki: “Burada sizin yaptığınız propagandanın bir karşılığı yok, buradan gelmeyin. Bizim söylediğimiz çok açık: Bu ülkede Kürt sorununun barışçıl bir şekilde çözülmesini istiyoruz. Ve bu yolda kim katkı sunabilecekse, mutlaka onun rolünü oynamasını sağlamak lâzım.” Öcalan’ın da bu konuda rol oynayacağını geçmiş tecrübelerden de biliyoruz. Son görüşmelerinde kendi verdiği mesajlar da ortada. Bunu da en çok bu hükümet biliyor. Bizim yaklaşımımız bu çerçevededir. Nitekim o videoları büyük tantanalarla servis ettiler, ama bir karşılığı olmadığını düşünüyorum. Onların hedeflediği sonuca ulaşacak herhangi bir hava yaratabildiklerini görmüyorum.
Çakır: Kapatma meselesine gelelim. HDP’nin kapatılması meselesi MHP ve Devlet Bahçeli tarafından ısrarla gündeme getirildi ve bu konuda girişimlerde de bulundular. Siz bu olayın ciddi boyutlara ulaşacağını düşünüyor musunuz? Bilgileriniz ve tahminleriniz nedir? Bu noktada HDP’yi nasıl bir süreç bekliyor?
Sancar: Kapatma tehditleri bizi herhangi bir şekilde tedirgin etmiyor ve bizde herhangi bir kaygı yaratmıyor, önce onu söyleyeyim. Bu noktaya gelir mi bilemem. Bu konuda spekülasyon da yapmak istemem. Eğer hukuku esas alacaksak, bugün bize yöneltilen suçlamaların tamamı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2016’da DTP’nin kapatılması ile ilgili kararında çürütülmüştür. Yani bugün, kamuoyunda dile getirilen gerekçelerle bir kapatma davası açılırsa, eğer Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadını esas alacaksa, bu davanın kapatma ile sonuçlanmaması gerekiyor. Bence Başsavcılığın da, evrensel hukuk ve taraf olduğumuz sözleşmelerdeki esasları gözeterek böyle bir yola başvurmaması lâzım. Esasen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, bu konuda, evrensel ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Hukuku’nun çerçevesine uygun bir yol izleyeceği beklentim de var. Yani, orada vicdanlı ve hukuka uygun bir tavır ortaya koymalarını bekliyorum. Bu davayı açmak, Türkiye’yi gerçekten çok daha karanlık bir tabloya mahkûm etmek, demokrasiyi iyice bağlamak, hukuku tamamen askıya almak demektir. Avrupa ile ilişkileri, şimdi başlatılmış bütün arayışları akamete uğratmak demektir. Bunun da Türkiye’de hiç kimseye hayrı dokunmaz.
Çakır: Biliyorsunuz bunun bir formülü dillendiriliyor: Kapatma değil de, Hazine yardımını kesmek gibi bir formül dile getiriliyor. Bilmeyenler için de hatırlatalım: Siz aynı zamanda hukukçusunuz. Bu konular tam sizin akademik olarak alanınız. Özellikle MHP liderinin sıkça dile getirdiği bu formül, yani kapatma değil de, Hazine yardımına el koyma ve bunun Avrupa’da ve Batı’da tolere edilme ihtimali olabilir mi?
Sancar: Bizim bu konulara gerçekten bir cevap yetiştirme gibi bir kaygımız ve isteğimiz yok. Çünkü söyleyeceğimiz her söz, bize göre şişirme olan spekülasyonlara malzeme olur. Biz yolumuzda yürüyoruz. Belirlediğimiz çerçevede yolumuzda yürümekte ısrarcıyız. Bu yol, demokratik siyasettir. Türkiye’de demokratik siyasetin sorunların çözümünün tek yolu olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, “Partiyi kapatırlar mı kapatmazlar mı? Dava açarlar mı, Hazine yardımını mı keserler?” soruları gündemimizde yok. Biz tedbirlerimizi alıyoruz. Her türlü duruma göre çare vardır. Bu parti, HDP bugün 6,5-7 milyon insanın iradesini temsil etmektedir. Siyasî ağırlığı da en az bu oylar kadar büyüktür, ama bu oylardan daha da büyüktür. Bu nedenle bizim, HDP’yi Türkiye’de demokratik siyasetin dışına çıkartacak her türlü girişime karşı tedbirimiz, bu halka karşı bir borçtur. Bu ülkenin halkları, o tedbirleri aldığımızdan emin olsun. Türkiye halkları, HDP’nin demokratik siyasette ısrar konusunda kararlı olduğunu ve çarelerimizin de bulunduğunu bilsinler. Bence bu meseleyi bu çerçeve ile kapatalım.
Çakır: Olayın bir de siyasî boyutu ile ilgili bir sorum olacak. İktidarın MHP kanadında değil ama AK Parti kanadında –bir de tabii Vatan Partisi kanadı var, onlar hiç rahatsız değil– HDP’nin kapatılması ihtimaline karşı bir rahatsızlık olduğunu, ama Cumhurbaşkanı nedeniyle bunun tam olarak ifade edilemediğini duyuyorum. Tabii parti teşkilatlarınızda ve Meclis’te ilişkileriniz vardır. Siz de benzer bir gözleme sahip misiniz? Bu konu AK Parti içinde de bir tartışmaya vesile oluyor mu?
Sancar: Şu kadarını söyleyeceğim: İktidar bloku içinde bir gerilim olduğu zaten açık. Bu, kamuoyuna yansıyan verilerden de okunabilir. MHP’nin bize yönelik hamlelerinin, esasen iktidar bloku içindeki hesaplaşmalara bağlı olduğu, çok da fazla tereddüt duyulacak bir mesele değil. İktidar blokunun içindeki bu hesaplaşmanın faturasını, Türkiye’nin demokrasisine, Türkiye’nin hukuk devleti olma niteliğine ve toplumsal barışına çıkarmamak lâzım. Burada sorumluluk kime düşüyorsa, o özne, o aktör o sorumluluğunun gereğini yerine getirsin. Benim söyleyebileceğim gerçekten bundan fazlası değildir. Ben tek tek partilerin tutumları ile ilgili spekülasyon kokan yorumlar yapmayı doğru bulmuyorum.
Çakır: Son olarak şu soruyla bitirelim. Bizim “Transatlantik” yayınlarımızda, özellikle Ömer Taşpınar, Amerikan yönetimindeki değişikliğin, bölgesel olarak Kürt sorununu ama özel olarak da Türkiye’yi daha fazla gündeme getireceğini vurguluyor. Biliyorsunuz Ömer Taşpınar Amerikan siyasetini ve Türkiye’yi iyi bilen birisidir. Sizin de böyle bir beklentiniz var mı? Tabii önlerinde çok fazla sorun var; ama bu yeni yönetimle birlikte, bölgeye yönelik olarak seçilen kadrolara, atanan yeni isimlere bakıldığında, Türk-Amerikan ilişkilerini ve bu ilişkilerde Kürt sorununun ve dolayısıyla partinizin yerini nasıl görüyorsunuz?
Sancar: Öncelikle şu noktanın altını çizeyim: Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünü, esas olarak bu topraklarda, sorunun yaşandığı yerlerde aramak lâzım. Bizim isteğimiz, ilkemiz, hedefimiz budur. “Kürt sorunu, yaşandığı topraklarda, yaşayan halklar ve yönetimler tarafından çözülmeli” diyoruz. Eğer bir küresel aktör, bu yöndeki arayışları zorlaştırıyorsa buna itiraz ederiz. Yeni yönetimden öncelikli beklentimiz, bu arayışların önünü kapatacak politikaları tercih etmemesidir. Elbette Biden yönetimi, bölgede Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümüne katkı yapacak politikalar izlerse, bundan memnun oluruz. Ama tekrar söylüyorum: Çözümün nihaî adresleri bizleriz. Bu konuda inancımızı ve irademizi daha fazla güçlendirirsek, bence küresel aktörlerin engel olma imkânları azalır, katkı yapma ihtimalleri artar. Temenni ediyorum ki Biden yönetimi, dediğim çerçeveye katkı sunacak bir Ortadoğu politikası belirler ve takip eder. Bundan da memnun oluruz.
Çakır: Mithat Sancar çok teşekkür ederim. Güzel bir yayın oldu. Bir dahaki sefere yeni stüdyomuzda randevulaşalım.
Sancar: Memnuniyetle.
Çakır: Sizlere kolay gelsin.
Sancar: Çok teşekkür ederim Ruşen Bey.
Çakır: “Haftanın Konuğu” programında bu haftaProf. Mithat Sancar’ı ağırladık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi akşamlar.