2 Mart’ta açıklanması beklenen İnsan Hakları Eylem Planı’nına dair beklentilerini, insan hakları savunucuları Eren Keskin, Fatma Bostan Ünsal ve Metin Bakkalcı’ya sorduk.
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, yarın (2 Mart) için “Üzerinde çalıştığımız ve tüm kesimlerin beklentileri doğrultusunda hazırlanan İnsan Hakları Eylem Planı’nı paylaşacağız” dedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, HAK İnisiyatifi Derneği Genel Sekreteri Fatma Bostan Ünsal ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Metin Bakkalcı, plandan beklentilerini ve umutlu olup olmadıklarını Medyascope’e anlattı.
Eren Keskin, plandan umutlu olmadığını söylerken “Türkiye Cumhuriyeti altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri uygulasa böyle insan hakları eylem planlarına belki ihtiyaç bile kalmaz” dedi.
Fatma Bostan Ünsal, planın hazırlanışında sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelinmediğine dikkat çekerek “Hem spesifik olarak insan hakları eylem planının yürütülüş şekli hem de genel olarak davranışların ele verdiği şeylerle ilgili çok fazla umutlu olmadığımı söylemeliyim” diye konuştu.
Metin Bakkalcı ise “İhlalin kurala, hakların kullanımının bir istisnaya dönüştüğü, ihlallerin ötesinde hak temelli bir rejim fikrinin önemli ölçüde terk edildiği bir dönemi yaşıyoruz” diyerek bir yüzleşmenin gerekliliğinden bahsetti.
Keskin: İmza atılan sözleşmeler uygulansa planlara belki ihtiyaç bile kalmaz
“Maalesef umutlu değilim” diyen Eren Keskin, halihazırda altına imza atılan uluslararası sözleşmelerin uygulanması halinde böyle bir plana ihtiyaç bile kalmayacağına dikkat çekti:
“Türkiye Cumhuriyeti altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri uygulasa böyle insan hakları eylem planlarına belki ihtiyaç bile kalmaz. Ama maalesef anayasanın 90. maddesi ile iç hukuktan da üstün kabul ettiği, altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin hepsini ihlal ediyor. Bir hukuk devletinin davranması gerek gibi davranmıyor. Şu andaki siyasi iradenin söylemlerine baktığımda, devlet dilindeki sertleşmenin yoğunlaşmasına baktığımda ben olumlu bir şey şahsen beklemiyorum. İHD Genel Merkezi sürekli önerilerini bakanlıklara bildiriyor, sürekli görüşlerimizi bildiriyoruz ifade özgürlüğü, cezaevleri, kadın hakları konusunda. Ama maalesef şu andaki siyasi irade sivil topluma tamamen kulaklarını tıkamış durumda.”
Keskin, planda neler olması gerektiğine dair soruyu ise şöyle yanıtladı:
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Türkiye kendi iç hukukunu ve uygulamasını altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uygun hale getirirse zaten büyük oranda sorunlar çözülür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme… Bunların hepsinde zaten bizim savunduğumuz birçok hüküm var ve Türkiye zaten bunları garanti etmiş, bunların altına imza atmış ama maalesef uygulamıyor. Hukuk devleti yok bizim karşımızda. Hukuk devleti olmadığı için de bizim güvencemiz yok. İnsan hakları savunucularına her gün devlet diliyle hakaret edilen bir ortamda insan hakları eylem planları hazırlamalarının çok da inandırıcı olduğunu düşünmüyorum.”
Bostan Ünsal: Umutlu değilim
Fatma Bostan Ünsal, İnsan Hakları Eylem Planı yapılırken sivil toplum kuruluşları ile bir araya gelinip görüş alınması gerektiğini ancak böyle bir süreç yaşanmadığını söyledi:
“Diğer kuruluşlara ‘Elinizdeki raporları gönderin’ denilmiş sadece, bunun için olduğunu tahmin ediyorum. 2019 yılında yine insan hakları eylem planı yapılacaktı. Görüş vermek üzere toplantıya katılan arkadaş ‘Çok fazla kamu kurumu temsilcisi vardı, bize neredeyse had bildirildi’ diyordu. Sivil toplum kuruluşlarına danışılmaması çok büyük eksiklik.
Zaten umudumuz hiç yok. Çıplak aramanın işkence olduğu açıkken ve her tür ideolojik gruptan insanlar çıplak aramaya maruz kaldığını söylemişken bunun parlamento üyeleri tarafından yok sayıldığı bir ortamda, umutvar değiliz. Hep spesifik olarak insan hakları eylem planının yürütülüş şekli hem de genel olarak davranışların ele verdiği şeylerle ilgili olarak çok fazla umutlu olmadığımı söylemeliyim.”
Bostan Ünsal, İnsan Hakları Eylem Planı’nın şimdi gündeme gelmesini ise şöyle yorumladı:
“OHAL’in (olağanüstü hal) uygulamada devam etmesi, koronavirüs salgınının da OHAL uygulamalarını devam ettirme şeklinde suistimal edilmesi ve hukuk devletine geçilememesi nedeniyle yabancı sermayenin gittikçe ülkeden çıktığını görüyoruz. Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmek istiyor, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyasal değişikliğe karşı daha liberal, özgürlükçü olması gerektiğini biliyor. Ne kadar yapılabilir, kendi refleksleri buna ne kadar imkan verebilir bilmiyoruz. Şu haliyle çok ümit vermiyor. Mecburen bu tür adımları atmak ihtiyacının olduğunu biliyorlar. Buna mecbur olduklarını biliyorlar ama ne kadar yapabilirler?
Hukuk devleti olduğunuz zaman, yöneticilerin bir sorumluluk alması gerekiyor. O sorumluluğu almak taraftarı olmadığını görüyoruz. Hiçbir konuda sorumlu olmadan yetkiyi ellerinde bulundurmak isteyen siyasi refleks var. Böyle bir refleksle adımlar nasıl atılabilir? Herhalde Türkiye’nin önünde çok çelişkili olabilecek adımlar göreceğiz. Bir adım ileri, iki adım geri gibi. Önce siyasi sorumluluk alınması gerekiyor, beraber çalışacağınız sivil topluma hak ettiği yeri vermeniz gerekiyor. İnsan Hakları Eylem Planı dediğiniz zaman, insan hakları ile ilişkili kurumlara danışmanız lazım. En önemli derneklerinden İHD’yi hedef göstermiş durumdasınız. Niyet var ve mecburlar ama bunu hayata geçirecek bir tutarlı adımları da görmekten çok uzağız.”
“’Ben yapacağım’ demekle olmuyor”
Bostan Ünsal, planda olması gerektiğini düşündüklerini şöyle anlattı:
“İnsan hakları kuruluşlarının danışmanlığında hazırlanması gerekiyordu. Planın uygulamadaki her aşamasında gözlemin olması gerekiyor. ‘Ben yapacağım’ demekle olmuyor, görüyoruz. Hem neler yapılacağıyla ilgili söz sahibi olacakları hem de yapılanlarla ilgili gözlem ve değerlendirme ile değerlendirmenin dikkate alınacağı mekanizmanın kurulması gerekiyor.
En büyük şey, terör tanımının genişliği. Çok geniş, bir banka hesabınız olması da içine girebiliyor, çocuğunuzu o dönemde açık olan bir okula gönderme de. Bu terör tanımı düzgünce yapılmış olsa, şu anda hapishanede bebekli kadınlar olmayacak. Tanımın genişliği dolayısıyla, infaz kanunundaki koronavirüs salgını dolayısıyla yapılan tahliyeler bile bunlara uygulanmadı. İfade hürriyeti çok büyük problem. Gazetecilerin içeride olması büyük problem. Çalışma hayatında da büyük adaletsizlikler var, güvenlik soruşturmaları önümüze çıkıyor. Meclis dokunulmazlığının ortadan kaldırılması var. Böylece parlamento zayıf hale gelmiş oluyor. Teorik olarak böyle de, gözlerimizle de görüyoruz artık, uygulamalı ders veriliyor.”
Bakkalcı: İhlaller kurala, hak kullanımı istisnaya dönüştü
Metin Bakkalcı “Bu hayata ilişkin, insan hakları alanında yıllardır çaba gösteren insan ve kurumlar olarak, bizler tüm kötücüllerin çırpınışlarına rağmen, yaşadığımız sorunlar insan eliyle gerçekleştiği için hepsinin aşılabileceği inancı, umudu taşıyan insanlar ve kurumlarız” dedi ve şöyle devam etti:
“Somut olarak, bir önceki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ihlallerinin önlenmesine ilişkin bir eylem planı vardı bu ülkenin, tarihi de 1 Mart 2014 idi. Orada somut pek çok ifade vardı, TİHV’nin özgür çalışma alanı işkencenin önlenmesi, işkence görenlerin tedavi süreçlerine katkıda bulunma dahil olmak üzere bütünlüklü olarak çalışma alanlarımızla da ilişkili olduğunu hissettiğimiz bir eylem planı idi. Yedi yıl sonra tekrar gündeme geldi. Yedi yıl önce açıklanan plan nasıl seyretmiştir, orada yazılar ne kadar hayata geçmiştir, ne kadar geçememiştir, nesnel bir değerlendirme konusudur.
TİHV’nin, diğer ilgili insan hakları kurumlarının, o arada artık Türkiye’nin çok büyük çoğunluğunun tanık olduğu, önemli bir kısmının ise doğrudan maruz kaldığı derin ihlallerin yaşandığı bir süreç yaşandı. Gelinen noktada, genel olarak ihlaller kurala dönüşmüş. Örneğin toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü diye kavram var. Ülkede Kasım 2016’dan bugüne aralıksız Van ilimizde toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü doğrudan bir valilik kararıyla aralıksız olarak, ‘yasak var’ diye engellenmektedir. Raporlarımızda da bunu tüm boyutları ile ele alıyoruz.
İhlalin kurala, hakların kullanımının bir istisnaya dönüştüğü, ihlallerin ötesinde hak temelli bir rejim fikrinin önemli ölçüde terk edildiği bir dönemi yaşıyoruz. 1 Mart 2014’te yedi yıl önce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ihlallerinin önlenmesine yönelik eylem planını değerlendirdiğimizde bu nesnel ölçütlerde ne denli hedeflerine ulaşmadığı, daha doğrusu orada yazılan ihlallerin, bir genel kurala dönüştüğü dönemi yaşıyoruz. İçtenlikle bununla yüzleşme gerekiyor. İçtenlikle yüzleşeceğiz ki o zaman bunun nedenlerini araştırarak bir sonraki döneme ilişkin bir zihniyet değişikliği, buna dayalı bir yaklaşım, buna dayalı bir kurallar manzumesi, buna yönelik bir mevzuat değişiklikleri falan gündeme gelebilsin. Bu süreçle yüzleşmeden herhangi adımı atabilmek dünün belki de daha kötü bir tekrarı olmaya ne yazık ki maruz kalacaktır.”
“Bu akşam itibariyle ihlallerin büyük çoğunluğu sonlandırılabilir”
Eylem planında olması gereken maddelere dair soruya “Şunlar olabilir diye konuşmaya başlamanın, meselenin özünü gölgeleyeceği kanısındayım” yanıtını veren Bakkalcı, şöyle devam etti:
“Eylem planı denen şey açıklansın, bunun üzerinde doğal olarak çalışacağız ama hak temelli bir rejim fikriyatından önemli ölçüde uzaklaşıldığı, insan hakları değerlerinin önemli ölçüde tahrip edildiği noktada, ihlallerin kurala dönme meselesi çok daha derin bir sorun. Bununla yüzleşmeden ve bununla yüzleştikten sonra bir bütünlüklü yaklaşımı ele almadan herhangi bir başlığın ele alınarak tartışılması son derece riskli.
Ulusal düzenlemelerimizde, aslında anayasada ve mevcut birtakım eksiklik, yanlışlık sonradan kötü hale dönüştürülmüş yasalarımızda bile var olan birtakım hakların, doğrudan tarafı olduğu ve iç hukuka dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu sözleşmeler nedeniyle, ihlallerin önlenmesi konusunda özel olarak çok uzun eylem planlarına ihtiyaç yok.
Bu akşam itibariyle bu ihlallerin çok büyük çoğunluğu derhal sonlandırılabilir. İfade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü, işkence mutlak yasağı… Bunların önlenmesi için çok karmaşık, önümüze eylem planı gibi şık sözcükleri içeren konulara ihtiyaç yok. Bu akşam bunların hepsi önlenebilir. Bunları önleyebilecek zihniyetin varlığında, eylem planları adı altında tartışma kıymetli bir tartışmaya dönüşür. Hak ve özgürlüklerin özüne dokunmadan kısıtların nasıl olacağı pek çok yerde var, kaldı ki işkence mutlak yasağı gibi mutlak yasak olanlar var. Bütün bunların bu akşam itibariyle sonlandırıldığı ölçüde eylem planının tartışmasını yapabilme, bir hakikate daha uygun, daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.”