Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

HDP’yi kapatmanın kime ne yararı olabilir?

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da HDP hakkında inceleme başlatıldığını duyurdu. Kapatma davası açılır mı? Açılırsa Anayasa Mahkemesi’nin kararı ne olur? Bu soruların tamamının cevabı hukukta değil de siyasette.

Yayına hazırlayan: Senem Görür

Merhaba, iyi günler. Dün Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladı. Üzerinde çok fazla konuşulmadı. Konuşulacağını da sanmıyorum, çünkü Türkiye’nin içinden geçtiği süreç belli. Türkiye’deki mevcut yasalar, anayasalar belli ve uygulamalar da belli. Dolayısıyla burada edilen pozitif sözlerin çok fazla heyecan yaratmayacağı da açık. Buna karşılık Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu şöyle demiş, çok dikkatimi çekti: “Yıldızları tarif eden değil, yıldızlara erişmeyi sağlayacak bir plan ve yol haritası” demiş Metin Feyzioğlu. Aslında Feyzioğlu’nun bu övgüsü de bu İnsan Hakları Eylem Planı’nın pek bir işe yaramayacağını teminatı olabilir. Feyzioğlu’nun Türkiye’de hukuk devleti, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları konusunda nasıl zaman-dışı bir kişi olduğunu yaşadıklarımızda gördük. Bu bir “dostlar alışverişte görsün” çalışması gibi duruyor. Neredeyse 20 yıla varan AKP iktidarının başındaki kişinin hâlâ Türkiye’de insanlara, “Kimse düşüncesinden dolayı cezalandırılmayacak” diye bir vaatte bulunuyor olması, başlı başına durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Çok üzerinde durmaya gerek yok; ama bir şekilde yine karşımıza çıkacak herhalde bu. 

Fakat esas Erdoğan bu açıklamayı yaptığı gün, yani dün, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da HDP hakkında inceleme başlattı. Aynı şekilde Devlet Bahçeli de, “Türkiye bir hukuk devletiyse HDP bir an önce kapatılmalıdır ve yerine başka adlarla da parti kurulmamalıdır” diye çok açık bir çıkış yaptı. Daha önce yaptığı çıkışları sürdürdü. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de bir yerlerde HDP’nin kapatılması konusundaki o büyük talebini tekrarlamış ve orada da şöyle bir cümlesi var: “HDP tabanı, Vatan Partisi ve AK Parti’ye kayıyor” demiş. Bunun gerçek bir karşılığı olmadığını, birazcık bölgeyi bilen, Kürtler’i tanıyan, orada yaşayan ya da orada güvenilir kaynakları olan herkes bilir. Özellikle de, herhalde devlet bunu biliyordur. Benim bildiğim kadarıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ta Milli Görüş hareketinden devraldığı –Kürtler içinde– çok güçlü bir Milli Görüş damarı vardır. Bu damar tabii ki süreç içerisinde çok değişti, dönüştü. AKP’yle birlikte de dönüştü. Ama artık Türkiye’de muhafazakâr Kürtler’in de muhafazakâr olmayan, seküler yönü ağır basan harekete daha yatkın olduğu yolunda çok ciddi gözlemler, açıklamalar var. Dolayısıyla Doğu Perinçek başka bir şey anlatmaya çalışıyor. Onun anlatmaya çalıştığını kestirmek mümkün. Aslında çok fazla üzerinde durmaya da gerek yok. Ama şunu söyleyebiliriz: Bu sorunun başlığına dönecek olursak, “Kime ne yararı olabilir?” dendiği zaman, MHP gibi, Vatan Partisi gibi ya da benzer partiler için, kendilerini çok ideolojik bir alana hapsetmiş partiler için, kendilerinden olmayan herkesi, neredeyse herkesi bir tür “öteki”, hatta düşman olarak gören partiler için, HDP’nin ve HDP’lilerin başına gelebilecek her kötü şey iyi olabilir. Buradan kendilerine bir mutluluk çıkarabilirler. Ama onun dışında herhangi bir yararın olacağını açıkçası sanmıyorum. 

Fakat HDP’nin kapatılmasını savunanların temel amaçları, kendilerine ya da Türkiye’ye bir yarar gelmesinden ziyade, HDP’ye, HDP’lilere, HDP’ye destek olanlara zarar vermek; yani bir yarar hedeflenmiyor, bu partiye ve bu partiye destekleyenlere, bu partinin oluştuğu o geniş çevreye bir zarar vermek perspektifi var ve bu bir hınç aslında. Çünkü bunca zaman Türkiye’de devlet –12 Eylül Anayasası da bunu hedefledi, daha öncekiler de bunu hedefledi, daha sonrakiler de Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararlarında–, hep bu hareketi, bu hareketin partilerini sistem dışına itmek, cezalandırmak istedi. 

Bakalım: 7 Haziran 1990’da HEP kurulmuş, 14 Temmuz 1993’te kapatılmış. HEP’in yerine7 Mayıs 1993’te yedek olarak kurulan DEP –yani HEP’in kapatma davası sürerken kurulmuş yedek parti–, onun ömrü bir yılı biraz aşmış, 16 Haziran 1994’te kapatılmış. DEP’in yerine yedek olarak kurulan, kapatılmasından bir ay önce, yani 11 Mayıs 94’te kurulan HADEP de 13 Mart 2003’te kapatılmış. Arada bir DEHAP var. DEHAP kendi kendini feshediyor. Yerine 9 Kasım 2005’te DTP kuruluyor, onun da kapatılması 11 Aralık 2009. Onun yerine devreye giren BDP de kendini 2014’te feshetti. Esas olarak BDP, yani bu hareket, o 15 Ekim 2012’de kurulan HDP tarafından temsil edilmeye başlandı. Bakıldığı zaman HADEP 9 yıl yaşamış. HDP şimdiden 10 yıla doğru gidiyor — öyle diyelim. 15 Ekim 2012’de kurulmuş, HADEP’i geçti galiba. Hesaplarsak, günler fark ediyor ama HADEP’ten biraz daha fazla ömrü oldu. Yani en çok kapatılmama rekoru şu anda HDP’de ve şimdi o da hedef alınıyor. 

Bütün bu süreç içerisinde biliyoruz ki bu partiler kapatıldıkça yerine kurulan partiler daha güçlü bir şekilde geldiler. Bütün zorluklara rağmen, kimi zaman parti adıyla seçime girdiler, kimi zaman bağımsız adaylarla seçime girdiler. Bölgedeki çok önemli belediye başkanlıklarını kazandılar ve büyük şehirlerde de milletvekili çıkardılar. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Mersin’de, Kocaeli’de çıkardılar ve varlığı her zaman için sürüyor. En büyük başarısını Haziran 2015 seçiminde elde etmişti. Ama o zamandan bu zamana, oyları her zaman için yüzde 10’u aştı. Zaten yüzde 10 barajı esas olarak 12 Eylül cuntacıları tarafından ilk düşünüldüğünde, İslamcı ve –onların görüşüne göre– Kürtçü partilerin önünü kesmek içindi. İki tür parti de bunları bir şekilde aşmayı bildi. En son seçimde de HDP’nin oylarının 6 milyon civarında olduğunu görüyoruz. Bütün bu oyların HDP tarafından bir şekilde muhafaza edildiğini, hatta artma potansiyelinin daha yüksek olduğunu söylemek de mümkün. Burada HDP’nin başarısından ziyade, sistemin başarısızlığı etkili oluyor. HDP’nin önüne sürekli engeller çıkartılıyor. Belediyelerine kayyum atanıyor. Belediye başkanları, milletvekilleri hapse atılıyor. Eş genel başkanları, Selahattin Demirtaş içeride, Figen Yüksekdağ içeride. Birçok kişi içeride, milletvekilleri içeride, belediye başkanları içeride. Ama bunları cezalandıran, o kötülüğü yaratan sistem, bunların karşılarına herhangi bir şey çıkaramıyor. Yani başta söylediğimiz gibi, bundan bunalan insanların, “Ya, bu partilerle olmuyor, hiç izin de verilmiyor, o zaman biz şu partiye gidelim, şöyle bir arayışa geçelim, ya da AKP’ye yönelelim, ya da CHP’ye yönelelim” gibi bir arayışları olmuyor. İnsanların siyasî tercihlerini, iradelerini değiştiremiyorsunuz; parti isimlerini değiştirerek insanlara gücünüzü gösterdiğinizi sanıyorsunuz — ki bunun bir güç gösterisi olamadığı ortada. 

Peki ne olur? Kapatılır mı? Kapatma davası açılır mı? Bu incelemenin sonucunda bir iddianame hazırlanabilir pekâlâ. Ve bunlar yapılırken de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tamamen –yeni İnsan Hakları Eylem Planı’nda da var ya; “bağımsız yargı” diyor; böyle bir bağımsızlığın olmadığını biliyoruz– Yargıtay’ın, en son Anayasa Mahkemesi üyesi seçimlerinde daha gelir gelmez, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Yargıtay’a atanır atanmaz da, yani bir selamınaleyküm dedikten hemen sonra Anayasa Mahkemesi’ne seçildiğini de biliyoruz. Dolayısıyla Yargıtay’dan ya da başka bir kurumdan bağımsız, özgür, tarafsız bir yargı süreci beklemek maalesef mümkün değil. 

Diyelim ki bir dava açıldı. Anayasa Mahkemesi bu davayı görüşmeye başladı. Buradan da ne çıkacağını kestirmek mümkün değil. Fakat ben iki süreçte de, gerek davanın açılması gerekse Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda vereceği kararlar konusunda Bahçeli’nin beklentilerinin gerçekleşeceğini sanmıyorum. Bunun da nedeni siyasî bir neden. Sonuçta bunların kararını Erdoğan verecek. Her ne kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı açıp açmamaya karar verecek olsa da ve sonuçta da kararı Anayasa Mahkemesi verecek olsa da –dava açılırsa– bütün buralarda esas belirleyici Erdoğan olacak. Çünkü biliyoruz artık, bugün Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın, Ahmet Altan’ın neden içeride olduğunun cevabı yasalar değil. Birçok şeyin cevabı, Türkiye gibi artık kuvvetler ayrımının ortadan kalktığı bir yerde, böyle bir şeye Erdoğan’dan bağımsız, ona rağmen böyle bir kritik konuda Türkiye’de… keşke böyle bir şey olabilse, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı gerçekten hukukî kriterlerle gitse, Anayasa Mahkemesi hukukî kriterlerle bunu özgür bir şekilde değerlendirebilse, ama iyimserliğin de bir sınırı var. Gerçekçi olmakta yarar var. Bu siyasî bir süreç. Burada soru mahkemenin ne karar alacağı ya da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ne diyeceği değil, Erdoğan’ın buna ne diyeceği. Şu aşamada bunu destekliyor görünebilir. Fakat HDP’nin kapatılmasıyla sonuçlanacak bir yargı sürecinin Erdoğan’ı siyaseten daha da zor durumda bırakacağı kanısındayım. Fakat “benden sonrası tufan” mantığıyla zaten çözemediği krizin içerisinde, HDP’yle esas olarak bir intikam perspektifiyle bu kararı verebilir. 

İntikam derken neyi kastediyorum? En son 31 Mart yerel seçimlerini kastediyorum. HDP burada kendi adaylarını çıkartmış olsaydı, büyük şehirlerde CHP’nin kazanması çok zor, hatta birçok yerde imkânsız olacaktı — İstanbul başta olmak üzere. Burada HDP, duruşuyla Erdoğan’a belki de siyasî hayatının en ağır yenilgilerinden birisini tattırdı. Tek başına yapmadı, ama çok ciddi bir payı var. Ve bugün Erdoğan’ın Bahçeli’ye bu kadar mecbur olmasının ve Bahçeli’nin de onun iktidarının sürmesini temin etmeye yetmiyor olmasının da en önemli nedeni yine HDP’nin yapılacak ilk genel seçimde Erdoğan karşıtı blokta yer alma ihtimali — ki o ihtimal hayli yüksek gözüküyor. Bunun kırılması halinde, bunun olmayacağını bilmesi halinde bakışı değişecektir. Dolayısıyla Erdoğan burada tamamen psikolojik bir perspektifte hareket edebilir ve bütün bu kendisine yapılan siyaseten çıkartılan engeller, kendisine yaşatılan başarısızlıkların bir tür hesabını sormak için HDP’nin kapatılmasına izin verebilir. Böyle bir seçenek var; fakat bu izin verme olayı çok kısa süreli olur. HDP kapatılır. Zaten şimdi fezlekeler de var, birçok milletvekilinin durumu sallantıda; belediyelerinin zaten neredeyse hepsine devlet el koymuş durumda diyelim. Yani Bahçeli’nin dediği gibi başka bir adla yeni bir parti kurulmasının önüne geçme yolunda da bir şey yaparlar. Ama bu, bütün bu süreçlerde yapılamayan bir şey. Belki ona da bir formül bulurlar, bilmiyorum; fakat ne bulurlarsa bulsunlar bu seçmen tercihini değiştirme şansları, imkânları olmayacak. Kendilerine bir hayrı, kısa vadede belki birtakım duygularını tatmin etmek, kendi kafalarına göre hesap sormak olabilir; ama buradan orta ve uzun vadede bir yarar elde edebileceklerini sanmıyorum. Bunun esas olarak Türkiye’ye hiçbir yararı olacağını da sanmıyorum. 

Sorun, parti olarak HDP’nin kendisi değil, HDP’yi var eden o iklim. HDP’yi bu kadar güçlü kılan iklim. Bu Türkiye’nin bir gerçeği. Bu insanlar, 6 milyona yakın insan –belki daha fazla olacak–, bu insanlar cahil değil. Bu insanların oylarını lanet okuyarak yok sayamazsınız. Bu insanların ne istediğini, ne aradığını, ne beklediğini ciddiye almadan, önemsemeden, onların beklentilerini giderme yolunda çaba sarf etmeden Türkiye’de barışı, demokrasiyi tesis etmeniz mümkün değil. Ve bu kapatmalar ya da kapatma çabaları, bunlar üzerindeki baskılar, yapılanlar, örneğin belediyelere atanan kayyumlar ne getirdi, ne değiştirdi olumlu anlamda? Gelen haberlerin hepsi genellikle olumsuz. Kayyumlardan öyle bir performans gösteren, halkla kaynaşan vs., böyle bir derdi olan kayyum belediye başkanları olduğunu da görmüyoruz. Genellikle kayyumlar yaptıkları harcamalarla akıllarda kalıyor. Hâlâ o Diyarbakır’da ilk belediyeyi devraldığı zamanki belediye başkanının oradaki görüntüler ve lüks, kayyum belediye başkanının bir önceki belediye başkanının makam odasında yaptırdıklarının görüntüleri gözünüzün önüne geliyor. Daha sonra ne oldu? Seçilen belediye başkanı hem görevden alındı hem de hapse atıldı ve hızlı bir şekilde de mahkûm edildi. Bütün bunlar da hukuk devleti adı altında yapıldı. Ama bunların hepsinin siyasî olduğunu biliyoruz. 

Evet, HDP’yi kapatmanın kısa vadeli birtakım küçük partilere, birtakım katı ideolojik partilere, “Dediğimiz oldu” dedirtmenin dışında ve başta Adalet ve Kalkınma Partisi olmak üzere HDP yüzünden bir şeyleri kaybetmiş olanların bir tür rövanş arayışlarını giderme dışında, hiçbir getirisi olmayacak — ki bu getiriler de çok kısıtlı bir kesime olacak. Ama böyle bir kapatma birincisi hiçbir işe yaramayacak. Daha önceki örnekleri verdim, hiçbirisinde bir işe yaramadı. Yaramayacağı gibi, HDP’ye destek veren kitlelerin Türkiye’de ortak bir vatan duygusunu, ortak bir ülke duygusunu iyice aşındırmış olacak. Tek kelimeyle ayrımcı bir hareket olur. Umarım bu yapılmaz. Normal şartlarda böyle şeyleri, Türkiye eğer bir hukuk devleti olsaydı, bu tür konularda hitap ettiğimiz kesimler hukukçular olurdu, yargı mensupları olurdu. Fakat burada yargı mensuplarına bu konuda seslenmenin ya da onların dikkatini çekmeye çalışmanın bir anlamı olmadığı ortada. Umarım kendileri de daha önce benzer şeyleri çok yaşamış olan ve bunların da hiçbir işe yaramadığını en iyi bilenlerden olan, başta Erdoğan olmak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yöneticileri Türkiye’nin bir kere daha bu hatayı yapmasına izin vermezler. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.