Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (38): 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde YTP’den milletvekili adaylığımın öyküsü

3 Kasım 2002 genel seçimlerinden birkaç ay önce meslektaşım ve arkadaşım Ahmet Sever ile gazeteciliğe ara verip İsmail Cem liderliğinde kurulmuş olan Yeni Türkiye Partisi’ne (YTP) üye olduk ve seçimlerde de İstanbul’un iki farklı bölgesinden milletvekili adayı gösterildik. Tabii ki seçilemedik. Anılarımın 38. bölümünde bu kısa ömürlü siyaset serüvenini anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizceyi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba. İyi günler. “Gomaşinen”in 38. bölümünde milletvekili adaylığımı anlatacağım. Aslında bu hiç anlatmak istemediğim bir şeydi, unutmak istediğim bir dönem, kısa sürdü çok şükür. Fakat “Gomaşinen”in önceki bölümlerin bir yerinde ağzımdan kaçırdım. Onun üzerine çok kişi anlatın diye talepte bulundu. Yine bir şekilde olaydan kaçmak istedim, ama geçen gün Netflix’te Ercan Kesal’ın yazıp oynadığı –yönettiğini sanmıyorum ama oynadığı– Nasipse Adayız filmini seyretmeye başladık evde Müge’yle. Bir on dakika sonra moralim bozuldu kapattım. Moralimin bozulması filmin kötü olmasından değil, çok iyi bir film. İlk fırsatta seyredeceğim. Ama çok sâhiciydi. Benim yaşadıklarımı bana çağrıştırdı. Onun için canım sıkıldı; ama onu da izledikten sonra, bunu bir şekilde anlatmak boynumuzun borcu dedim. Ne denir? Hani vur kurtul yapıyorum anlatıyorum. 

Bu aslında benim “Bile bile lâdes” dediğim bir olaydı. Tabii ki o tarihleri bilmeyenler için bir şeyler hatırlatmak lâzım: Demokratik Sol Parti liderliğindeki bir koalisyon hükümetinin başındaydı Bülent Ecevit. MHP ve ANAP vardı. Ve ülke perişan bir haldeydi, ekonomik kriz vardı. Kemal Derviş Dünya Bankası’ndan Türkiye’ye gelmişti. Ekonominin başına getirilmişti ve toparlamaya çalışıyordu, bir Türk kurtarıcı gibi. Ama her şey dağılıyordu, İsmail Cem de, yıllar öncesinin, bizim çocukluğumuzun TRT Genel Müdürü İsmail Cem de Dışişleri Bakanı’ydı. Belli bir karizması vardı. Ve İsmail Cem, Temmuz 2002’de Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’la beraber yanılmıyorsam 62 milletvekilini de yanına alarak, ya da toplam 62 milletvekili olarak Yeni Türkiye Partisi diye bir parti kurdular. Ve ülke erken seçime gidiyordu. Bu seçime Yeni Türkiye Partisi’nin girip merkez solun en azından en önemli partisi olacağı varsayılıyordu. Bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi kurulmuştu, yükselişteydi. Onunla Yeni Türkiye Partisi’nin yarışması bekleniyordu; zîra Kemal Derviş de bu partide olacaktı. “Troyka” deniyordu: İsmail Cem, Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş diye… böyle bir troykaydı. Ve Türkiye bunu konuşuyordu. 

Ben o sırada Metis Yayınları’nda “Siyahbeyaz” gazetecilik kitapları dizisinin editörlüğünü yapıyordum. Serbest gazeteciydim diyebiliriz. Ahmet Sever benim çok yakın arkadaşım, CNN Türk’te beraber çalıştık, hâlâ çok yakın arkadaşım. Bu kayıttan önce de kendisiyle bir hâfıza tazelemesi yaptık zaten. Ahmet Sever İsmail Cem’i çok iyi tanırdı ve severlerdi de birbirlerini. İsmail Bey Ahmet’i aramış: “Gel sen de bizimle beraber partiye gir” demiş. Ahmet reddetmiş, istememiş; bana söyleyince ben, “Ya niye reddettin? Hadi gel berâber girelim” dedim. Ahmet’in en azından kanına girdim diyeyim. İknâ ettim Ahmet’i. 

Ben İsmail Cem’le o zamana kadar hiç tanışmamıştım. Ama uzaktan biliyordum ve takdir ettiğim birisiydi. Ahmet’i iknâ ettim ve Ahmet, İsmail Bey’le konuştu ve biz Yeni Türkiye Partisi’ne katılmaya karar verdik. Katılacağız ve hattâ katılma töreni gibi bir şey yapacaklardı Meclis’te. Nedense orada birtakım engeller çıktı. Bunu Yeni Türkiye Partisi’ne DSP’dengeçen bazı isimlerin yaptığı söylendi. Neyse, önemli değil. Biz de eski CNN Türk çalışanları olduğumuz için, CNN’deki arkadaşlar bize bir kıyak yapıp bizim o kısa törenimizi canlı bile vermişlerdi. Ve biz böylece Ahmet’le o partiye girdik. 

Ama o partiye girmeden önce –asla unutulması mümkün olmayan bir şey– Ahmet Ankara’da yaşıyordu, ben İstanbul’da. İşte, Ahmet’le buluştuk ve Meclis’e doğru yürüyoruz; ama bana kravat almak lâzımdı. Ben çünkü, bilenler bilir, öyle şeylere çok alışık değilim. Ve kravat almaya bir dükkâna girdiğimizde Ahmet’in telefonu çaldı; arayan Can Dündar’dı. Can Dündar Ahmet’in de benim de iyi arkadaşımız, Ahmet’le daha yakınlar. Ahmet’e soruyor, diyor ki: “Nereye gidiyorsunuz?” “İşte, bizim YTP’ye katılma töreni var”. Can diyor ki: “Ya, haberiniz yok mu? Kemal Derviş CHP’ye katılma kararı aldı. Orayı bıraktı artık, YTP’nin hiçbir şansı yok. Siz en iyisi oradan CHP’ye dönün, CHP’ye katılın” dedi. Biz şaşırdık tabii; bilmiyorduk, ondan öğrendik. Sonra dedik ki: “Ya, biz Kemal Derviş için gitmiyorduk ki zâten”; İsmail Cem içindi. “Gidelim” dedim; bâzıları bizi öyle düşünenler oldu; hani “Kemal Derviş’li partiye girip milletvekili seçilmek istediler” falan diye. Biz Kemal Derviş’in CHP’ye geçtiğini bile bile aynı gün aynı saatlerde YTP’ye girdik. 

Girdik ve Parti Meclisi Üyesi olduk. Ahmet hatırlattı bu yayından önce konuştuğumda: Parti meclisi toplanıyor ve bakıyoruz hepsi merkez solun, özellikle Demokratik Sol Parti’nin birtakım eski isimleri ve bir iktidar kapanmış, yeni bir iktidara niyetlenmişler. Ama hepsinde de Kemal Derviş nedeniyle bir burukluk var ve soru işâretleri başlamış. Ahmet orada bana, “Ya Ruşen, burada sen ve benden başka yeni kimse yok galiba” diye takılmıştı; ama takılmanın ötesinde bu bir realiteydi. Sonra ülkede seçim kararı alındı; zâten seçim Kasım’da yapılıyor ve bu partinin kuruluşu 22 Temmuz 2002, biz bir süre sonra katıldık. Ve tabii parti kurulur kurulmaz hemen seçim havasına girdi; listeler oluşturuldu. Biz bu arada Yeni Türkiye Partisi adına Ahmet de ben de kanallarda röportajlar veriyoruz vs.. Meslektaşlarımız, arkadaşlarımız da olduğu için bize biraz da kıyak geçiyorlar; ama esas ilgi AKP ve CHP de tabii ki Deniz Baykal’ın CHP’si. Neyse, böyle bir şeyde İsmail Cem de bize “kurmay” diyor; biz de partinin yeni “tâze isimleriyiz” — öyle diyelim, siyâsette yeni isimleriyiz. 

Listeler hazırlandı. Ahmet, Ankaralı olmasına rağmen İstanbul birinci bölgede altıncı sıraya konuldu, yani Anadolu Yakası’nda. Ankara’dan oraya gelecek, seçim kampanyası yapacak ve altıncı sırada. Ben Anadolu Yakası’nda oturuyor olmama rağmen –ve bunu da biliyorlardı– Üçüncü bölge. Üçüncü Bölge de herhalde Anadolu Yakası’na en uzak bölge, Bakırköy’den ta Silivri’ye kadar giden, işte, Güngören, Esenler, Bağcılar, Bahçelievler hepsini kapsayan Üçüncü Bölge’de beşinci sıradayım. Tabii moralimiz bozuldu. İsmail Cem’e söyledik; bir gün baş başa konuştuğumuzda İsmail Bey bizi çok tatmin edici bir cevap verdi. Hakîkaten tatmin edici diyorum; ama bir yanıyla da tabii trajik bir cevap. Dedi ki: “Biz zâten dedi % 10 barajını aşarsak, İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerlerden çok oy alıp aşarız. Ve İstanbul’dan çok oy alırsak, zâten siz de bu bölgelerden rahat rahat girersiniz”. Yani diyor ki: “Ben girersem birinci sıradan, beşinci sıradaki de girer”. Ama sonuçta tabii bilmeyenlere hatırlatalım: Yeni Türkiye Partisi %1,15 oy alabildi; %10’nun onda biri — her neyse. Ahmet de İsmail Bey’e, “Yani bize kurmay falan diyorsunuz ama, altıncı, beşinci sırada kurmay nasıl oluyor?” diye bir sitem etmişti. 

Sonra seçim kampanyası başladı. Ahmet çalışmadı, yani İstanbul’a pek gelmedi; küstü bir anlamda diyelim. Bense, yani sanki kazanıyormuşuz gibi ciddî bir şekilde çalıştım. Ben araba kullanmayı bilirim ama sevmem, yeğenim rahmetli abimin oğlu Bora bana eşlik etti. Arabayı o kullandı; onunla her sabah çıkıyorduk, ta Küçükçekmece, Büyükçekmece artık Allah ne verdiyse gidip kampanya yapıyorduk, ama kampanya da öyle çok büyük mitingler falan değil; açıkçası zâten baştan ölü doğmuş bir partiydi. Ne dediği tam belli değildi. CHP’den farkı belli değildi; böyle bir durumdaydık. Yapmadığım iş kalmadı açık söylemek gerekirse, küçük çaplı mitinglerde de konuştum. Ev ziyâretleri, esnaf ziyâretleri ve tabii ki her gittiğimiz yerde insanlar –bunu da hiç unutmayacağım — ya böyle acayip, şöyle derler insanlar: Bizim 16 oyumuz var; böyle 20, 30, 40 da değil; 16, 38 gibi yuvarlak olmayan rakamlar… hepsi bize söz verdiler. Ama tabii bu sözlerin onda biri tutsaydı biz herhalde barajı aşmıştık — %1,15’te kaldık. Birazcık şeydi, birazcık değil fazlasıyla olmayacak duaya âmin demekti, belliydi; hattâ evde Müge de bayağı sitem ediyordu. “Niye bu kadar kendini paralıyorsun?” diye. Ben de, “Girdik bir işe, bari sonuna kadar yapalım” dedim. 

Şimdi orada birtakım detaylar var, kimilerini unutmak istediğim, kimlerini hiçbir zaman unutamayacağım. Mesela Parti’nin seçim bildirgesi hazırlanıyor. Seçim bildirgesine ben o tarihte İsmail Bey’e dedim ki: “Ya, biz Yeni Türkiye Partisi olarak Türkiye’de hâlâ başörtüsü yasağı var. Başörtüsü yasağını kaldıracağımızı söyleyelim dedim. Tabii ki koyamadık. Buna benzer başka şeyler de vardı; ama başörtüsü yasağını o zaman söylemiştim ben, ama seçim kampanyası sırasında bunu söylüyordum, muhafazakâr mahallelerde bunu söylüyordum; ama insanlar bir bana bakıyorlar, bir de partinin genel olarak yarattığı havaya bakıyorlar, çok inandırıcı gelmiyordu. Ben samîmî bir şekilde söylüyordum, ama olmadı. 

Sonuçta seçim bildirgesinin hazırlanması da bana kaldı. Çünkü çok fazla böyle işlere tâlip insan da yoktu; yapabilecek insan vardı belki, ama bir şekilde bana kaldı. Orada da İsmail Bey’e iki alternatifli bir seçim bildirgesi önerdim. Birisi klasik bildiğimiz eski tip seçim bildirgesi. Birisi daha böyle yaratıcı bir şeydi. İsmail Cem aslında çok konvansiyonel bir siyâsetçiydi. Tabii ki eski tipi tercih etti. Çok –nasıl söyleyeyim?– sağlamcı, bildiğinden şaşmayan bir siyâsetçiydi. Öyle yenilikleri dinliyordu ama çok îtibar etmiyordu. Ve bunu da çok kibar bir şekilde söylüyordu Allah için. Onun dışında, Parti’nin kadrolarına yönelik birtakım eğitim çalışmaları vs. yapıldı. Bütün bu hengâmede –ki çok kısa bir zaman var seçime–, hem seçim kampanyası hem bunlar. Buralarda ben birtakım konuşmalar yaptım ettim, ama bunlar ne kadar insanları heyecanlandırdı ne kadar benimsediler açıkçası bilmiyorum. 

Televizyonlara çıkıyorduk. Bir tâne –yine Ahmet hatırlattı, çok çarpıcı bir olaydı–, şimdi, Ali Kırca’nın o sırada ATV’de ana haber bültenleri var ve Türkiye’nin en çok izlenen ana haberi. Ahmet’in de ilişkileri çok kuvvetli. İsmail Bey ATV Ana Haber’de çıkmak için Ahmet’e söylüyor; Ahmet de ayarlıyor o zaman. Hâlâ orada mı bilmiyorum; ATV’nin merkezi o meşhur Ankara’daki Karum İş Merkezi’nin içindeydi. Tabii Ankara’da oluyor bu, ben o sırada İstanbul’daydım ama Ahmet anlatmıştı: Bu iş merkezinin önünde bir kanalizasyon işleri varmış; onlar İsmail Bey’i görünce alkışlamaya başlamışlar. Taksiciler bir yandan, sonra Karum’a girince mağazalarda çalışan insanlar ve böyle bir dalga hâlinde bayağı bir ilgi görmüş. Rahmetli İsmail Bey de demiş ki — şimdi bu notumu okuyorum, ama bir taraftan gülmem geliyor hakîkaten: “Ahmet Beyciğim, halkımız bizi işletmiyorsa bize bayağı ilgi var”. Hakîkaten böyleydi yani halkımız. 

Yani aslında şöyle: Halk işletmiyordu, ilgi vardı; ama bu ilgi sandığa yansımıyordu. Daha sonra biz İstanbul’da birçok yerde seçim otobüsünde İsmail Bey’le kampanya yaptık vs.. Oralarda da bayağı bir ilgi vardı. Özellikle orta sınıflardan, kadınlardan… Partiye yoktu aslında, İsmail Cem’e vardı. İsmail Cem’in çok parlak bir imajı vardı belli kesimlerde. Ama yok; ondan sonra hattâ biz 363.869 oy almışız; yani %1.15. Ahmet de daha sonra, seçim sonrasında İsmail Bey’e, “Galiba biz bütün oy verenleri tanıyoruz” diye lâtife yapmıştı. Yani biraz abartılı olmakla birlikte gerçekten de öyleydi; yani bu baştan ölü doğmuş bir partiydi. Yani ölü doğmasının nedeni: Kemal Derviş işin içerisinde olmuş olsaydı ne olurdu? Çok daha farklı olurdu herhalde; CHP ile YTP bayağı bir oyları bölüşürdü diye tahmin ediyorum. Öyle bir durumda biz milletvekili olur muyduk emin değilim; ama açıkçası iyi ki de olmamışız diyorum, iyi ki de bu bir parantez olarak kalmış. Seçim sonrasında olaylar böyle olunca…, tabii birçok insan zâten seçim sürecinde ilgisini kesmişti vs.. 

Sonra parti yok olmaya yüz tuttu; biz de seçimden sonra, “Biz gazeteciliğe döneceğiz; artık partili olmamız gazeteci olarak doğru olmaz” — ki bu süre zarfında, adayken, parti üyesiyken, gazeteci faaliyetlerimizi durdurmuştuk. Gazetelere röportaj veren kişiler ya da televizyonlara röportaj veren kişiler olmuştuk. Sonra ilk fırsatta bıraktık; önce parti meclis üyeliğinden sonra parti üyeliğinden ayrıldık. Vatan gazetesinde Ercan Arıklı benim gazeteciliğe ilk başladığım Nokta dergisinin sâhibiydi. Yıllar sonra o, Zafer Mutlu’yla Vatan gazetesinde üst düzey yöneticiydi. Beni çağırdı yıllar sonra Vatan’da çalışmaya başladım. Yani o seçim kampanyası sonuçta olmasaydı herhalde daha iyi olurdu. Ben gazeteci olarak AKP’nin tek başına iktidara geldiği ilk seçimi mitinglerde Anadolu’da izleme şansını bu yüzden kaybettim. Ben bu seçim kampanyalarını gazeteci olarak izlemeye çok meraklı birisiyim. Aday olarak böyle bir şansımızı denedik, bir tadını aldık ve tadı hiç de iyi bir şey değilmiş; bereket ilk fırsatta kendimizi attık. 

Bu olaylardan beş yıl sonra, yaklaşık 24 Ocak 2007’de İsmail Bey de zâten kanserden hayatını kaybetti. Bu süreçte hatırladığım, aklıma gelen çok şey var; meselâ Hüsamettin Özkan hesapta partinin önde gelen ismiydi. Bütün bu süreçte kendisini bir kere gördüm, hiç ortalığa bile çıkmadı. Mustafa Sarıgül vardı; ama bâzen vardı bâzen yoktu. Bu arada çok iyi insanlarla da tanıştım, çok samîmî hakîkaten Türkiye için bir şeyler yapmak isteyen insanlar; ama çok sayıda da profesyonel siyâsetçi ya da profesyonel siyâsetçi adayıyla tanıştım. Yan yana gözükmekten hazzetmediğim çok insan oldu; ama siyâset böyle bir şey. Orada bereket bu çok uzun sürmedi. Kazârâ milletvekili seçilip o kişilerle berâber aynı parti grubunda milletvekilliği falan yapsaydık herhalde çok ârıza çıkardı. Böylece kısa sürede kurtulduk.

Şunu söyleyeyim: Siyâset benim yabancı olduğum bir şey değil; ben çok küçük yaştan îtibâren, 14 yaşımdan beri siyâsetin içindeyim. Militanlık yaptım; artık ona “aktivizm” deniyor, “aktivistlik” deniyor. Bir zaman, Galatasaray Lisesi’nde okurken çok erken bir zamanda sol siyâsetin, ama radikal sol siyâsetin içinde olduk. Siyâseti bilirim, severim, yapmışlığım vardır, uğruna hapis yatmışlığım vardır. Ama yıllar sonra, gazeteci olduktan sonra siyâseti dışarıdan izlemenin daha iyi olduğu görüşüm, bu kısa, birkaç aylık deneyimle iyice pekişmiş oldu. Kendimizi erken kurtardık. Sonra 2004’te yerel seçime girdi Yeni Türkiye Partisi %0.3 oy alabildi. Daha sonra da 24 Ekim 2004’te kongreyle kendini fesh edip CHP’ye katıldı. Zâten İsmail Bey’in sağlığı bozulmuştu o tarihlerden îtibâren, bir kanserle mücâdele ediyordu. Ve demin de dediğim gibi 24 Ocak 2007’de hayatını kaybetti; tekrar Allah rahmet eylesin diyorum. 

Evet, böyle bir parantezdi; bereket kısa bir parantezdi. Yaşamasaydık da olurmuş, yaşadık; yani çok da pişman mıyım bilmiyorum, ama yaşamasaydım gazeteci olarak o kampanyayı izleseydim daha iyi olurdu. Bir de şöyle bir şey var tabii: Ahmet YTP’de aday olunca Abdullah Gül –ki onunla çok yakından tanışıyorlardı– sitem etmiş, “Siyâsete gireceğini bilseydim bizim partiye çağırırdım” diye. Ama sonra Ahmet, Abdullah Gül’ün Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı’ndan îtibâren onunla çalışmaya başladı.  Cumhurbaşkanlığı’nda da onun basın sözcüsü oldu ve bu yüzden de başına AKP içerisindeki diğer kesimlerle, diğer kişilerle, Erdoğan’ın yakınındakilerle de başına işler geldi. Onlardan bir tanesini daha önceki bir “Gomaşinen”de anlatmıştım. Evet, noktalarken, bağımsız ve özgür medyaya sâhip çıkmanızı rica ettiğimi bir kez daha söyleyeyim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.