Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sedat Peker, Süleyman Soylu, Mehmet Ağar: İktidar savaşları kızışıyor- Ruşen Çakır & Murat Yetkin tartışıyor

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. Murat Yetkin’le, son dönemde yaşanan ve Sedat Peker’in başlattığı olayları konuşacağız. Peker’in iddiasına göre, kendisine karşı açılmış bir savaşa onun verdiği cevaplarla gelişen olayları konuşacağız. Murat, merhaba.

Murat Yetkin: Merhaba Ruşen.

Çakır: Seninle bir türlü bu olayları konuşamadık. Bu sabah altıncı video da geldi. 

Yetkin: Nihayet konuşabiliyoruz. 

Çakır: Gerçekten acayip şeyler oluyor. Biz gazeteciler için de birbirinden ilginç olaylar gelişiyor. Eskiden böyle bir şey olsaydı, yani yeraltı dünyasından birisi birtakım ifşaatlarda bulunmak isteseydi, bir gazeteci bulmaya çalışır, onu yanına çağırırdı. O gazeteci onunla röportaj yaparsa ve yayınlanırsa mesele ortaya çıkardı. Ama şimdi artık buna gerek yok. Ne diyor Peker? “Bir cep telefonu, bir tripod yeter.” Hele biraz da donanımlıysa, rahatlıkla yapabiliyor. 

Bugüne gelmeden önce, düne bir bakalım. Yakın tarihte, yeraltı dünyası ve devlet ilişkisinin en çarpıcı dönemlerinden birisi, Susurluk Kazası idi. Sen o dönemde NTV’nin Ankara temsilcisiydin diye hatırlıyorum.

Yetkin: Öncelikle Medyascope izleyicilerine saygılarımı ve selamlarımı ileterek başlayayım. Evet, NTV yeni kurulmuştu. Ben de NTV’nin Ankara temsilcisi ve siyasî editörüydüm. 

Çakır: Bugün yaşananlarla, o döneme çok gönderme yapılıyor. O dönemi bizzat Ankara’da yakından takip etmiş bir gazeteci olarak –bugünü, istemesek de hepimiz takip ediyoruz zaten– bu benzetmeler sana gerçekçi geliyor mu?

Yetkin: Çağrıştırma bakımından Susurluk modeli kullanılıyor. Ben bugün yaşadıklarımızın Susurluk’la aynı olduğu kanaatinde değilim. Bugün yaşananlarla o dönemde yaşananlar arasında çok farklı dinamikler var. Zaten tarih o şekilde tekerrür etmiyor. Tarih, yapılan hatalarla, başka gelişmelerle tekrarlanıyor.

“Susurluk”, senin benim kuşağım için, hatta yaşı bizden biraz daha küçük olanlar için bir şey ifade ediyor. Ama bugün “Y Kuşağı”, “Z Kuşağı” denilen 20’li, 30’lu yaşlarda olan insanlar için Susurluk Olayı II. Dünya Savaşı gibi bir şey — hiçbir şey çağrıştırmıyor. Bu sadece, siyasîler arasında kapalı devre bir söylem sanki. Siyasî ve siyasetle ilgilenenler arasında bir koda dönüştü. Bence, Susurluk’ta olanlarla, bugün olanlar arasında birebir benzerlik yok; dolaylı bir benzerlik var. Bir de, Mehmet Ağar o dönemde Susurluk Davası’nda yargılanmıştı, hapis yattı. Bugün de bu tartışmanın hedeflerinden ve aktörlerinden biri. Kendisi de bu konuda konuştuğu için “aktörlerinden” diyorum. Yoksa sadece “hedeflerinden” derdik. 

Onun dışında, model olarak baktığımızda, ta Uğur Mumcu zamanından tarif edilen devlet-mafya-siyaset-ticaret dörtgeni içinden baktığımızda, evet, o çerçeveye sığıyor. Ama o kadar.

Çakır: Burada olayın farklı boyutları var. Mesela dün Süleyman Soylu TRT Haber’e çıkıp bayağı uzun bir röportaj verdi; epeyce de izlendi. Sonra bu sabah, o röportajdan önce çekildiğini anladığımız Sedat Peker’in altıncı videosu çıktı. Pazar günü de Soylu’ya ayrıca cevap vereceğini söyledi; ama altıncı videoda da bol miktarda Soylu konusu var zaten. Bu arada da Mehmet Ağar’ın Saygı Öztürk’e yaptığı açıklama gibi sürekli malzeme yağıyor. Bu olaylara, bir de işin gazeteci boyutu eklendi. Sedat Peker’in Twitter hesabından paylaştığı videolar var. Bunun üzerinden kısaca geçelim. Yeraltı dünyasından bir ismin haberin üstüne gittiği, gazetecinin ise haberin üstünü örtmeye çalıştığı bir durum var. O görüntüleri izlerken ne hissettin?

Yetkin: Bizim gazetecilik câmiasında, “Haber ve haber kaynağı arasındaki mesafe artık yok oldu” diye tartışılıyor bu. Ben bunu biraz naif bir tartışma olarak görüyorum. Sanki o mesafe şimdiye kadar korunmuştu da sadece Sedat Peker olayında bozuluverdi. Hiç alâkası yok. Hakikaten şunu merak ediyorum ben: Bir gazeteci Sedat Peker’le ya da herhangi bir haber kaynağı olarak gördüğü bir kişiyle gidip konuşmuş, bunu haber yapmış; ister demeç olarak, isterse ismini vermeden, ama haber yapmış. Bunu bir kenara koyuyorum. Ben, onun dışında hangi meslektaşlarımızın daha böyle bir ahbaplık yaptığını… — sadece Sedat Peker için söylemiyorum; siyasîler için, iş insanları için de geçerli bu. Yani konuştuğun insandan aldığın bilgiyi haber yapmak başka bir şeydir, bu tür ilişkiler içine girmek bambaşka bir şeydir. Eh durum böyle olunca, Sedat Peker de, “Burada adı geçenlerden bana terslik yapan olursa yakarım” diyor. Ne lüzum var bu kendini yaktıracak ilişkiler içine girmeye? Değil mi? İşimizi doğru düzgün yapalım. İşimizi doğru dürüst yapmak dururken, bu tür ilişkiler içine girmek, yani gazetecilik açısından tartışmalı, su götürür ilişkiler içine girmek neden? O zaman insanın aklına başka şeyler geliyor. Peki, sen ne düşünüyorsun? Ben senin ne düşündüğünü de merak ediyorum. 

Çakır: Bu utanç verici bir şey. Bir de, oradaki üslûp, tavır, duruşundan mekânına kadar her şey ters. Her şeyin bir âdâbı var diyeyim. İkincisi de, iktidar için birileri birileriyle savaşıyor olabilir; biz gazeteciler de o savaşan herkesle konuşuyor olabiliriz. Ama… 

Yetkin: Ama ne amaçla konuşuruz? Bunu şahsî bir menfaat ya da kendince bir îtibar için mi, yoksa hakîkaten haber alıp bunu da kamuoyuyla paylaşmak için mi? Arada büyük fark var. 

Çakır: Açıkçası, bu kişiler tanıdığım insanlar olduğu için hiç şaşırmadım. Hoşuma da gitti. Sen bilir misin bilmiyorum, ama benim bedduam kuvvetlidir. 

Yetkin: Öyle mi? Aman ha! Aman diyeyim! 

Çakır: Allah için bu söz konusu kişilere sıkı bir beddua etmiştim. İyi oldu yani. O anlamda da mutluyum. Neyse…

Yetkin: Benim öyle şahsî bir husûmetim ya da bedduayla filan işim olmadı. Sadece, sen sorduğun için, gazetecilik kuralları çerçevesinde anlatmaya gayret ettim. 

Çakır: Süleyman Soylu’yu nasıl buldun? Ben kendi fikrimi söyleyeyim. Çok zayıf ve özgüvenini kaybetmiş gördüm. İnsan özgüvenini kaybettiği zaman, tam tersine kendisini güvenli göstermek ister. Ben Süleyman Soylu’yu öyle bir refleks içinde gördüm. Bence dünkü yayını yapmasaydı daha iyi olurdu. Katılır mısın?

Yetkin: Evet, bu düşüncene katılıyorum. Çünkü Süleyman Soylu sadece Süleyman Soylu isimli biri değil; ülkenin İçişleri Bakanı. Yakın zamana kadar, özellikle Cumhur İttifakı tabanı içinde, terörle mücadele çerçevesinde olsun, uyuşturucuyla mücadelede olsun, bu konularda belli bir îtibarı olan bir isim. Hatta geçen sene bu zamanlara bakacak olursak, MetroPOLL Araştırma’nın anketi geldi aklıma; en beğenilen 5 siyasetçi arasında, Erdoğan’ı yakalamış durumda olan, İstanbul ve Ankara’nın CHP’li belediye başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş vardı. Hemen arkalarından da Süleyman Soylu ve Hulusi Akar geliyordu. Yani, siyasî İslâmcılık kökeninden gelmeyen 2 AK Partili bakan vardı. AK Parti içinde belli fay hatlarında enerji birikimine yol açıyor olabileceğini daha o zaman tartışmıştık. Bu durumdaki Süleyman Soylu, bu tartışmaya girmese, bu polemiği sürdürmese daha iyi. Süleyman Soylu Sedat Peker hakkında hakaret ve iftira gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Belki haber merkezinize bilgi gelmiştir. Savcı, bu suç duyurusu üzerine bir soruşturma açtı mı?

Çakır: Hayır. 

Yetkin: Bir yarım saat öncesine kadarki durumu biliyordum. Belki biz yayına başlarken açmıştır diye soruyorum. Ülkenin İçişleri Bakanı bir suç duyurusunda bulunuyor. Hiçbir savcı topa girmiyor. Bir hukuk devletinde böyle bir şey olabilir mi? Bir tek savcı topa girmiyor. Hadi ondan geçtim, anlı şanlı meslektaşlarımız, bir zamanlar bir yazı yazarak gündemi değiştiren o gazeteciler, Berat Albayrak Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan ayrıldığı zaman da bir şey yazmamışlardı. Bu konuda bugüne kadar da bir şey yazmadılar. Şimdi de yazmıyorlar, başka ulvî sorunlarla uğraşıyorlar. Ya dünya politikasının derinliklerine falan dalıyorlar ya da magazin dünyasının. Bırakalım savcıları, medya ilgilenmiyor ki. Senden benden ve meslek namusuyla hareket etmeye çalışan birkaç meslektaşımız dışında kimse bu konularla uğraşmıyor. Bu nasıl bir atmosferdir? Bu nasıl bir korkudur? 

Senin soruna dönecek olursam: Süleyman Soylu, benim de haber kaynağı olarak tanıdığım, tanıştığım, aynı zamanda bakan olması nedeniyle görüştüğüm de bir insandır. Ben ondan aldığım bilgileri haber yapıyorum. Ne yaptığımız ortada. Kimi zaman ismiyle, kimi zaman ismi olmadan haber yapıyorum. Çünkü biliyorsun bazen “ismimi kullanma” denir, kullanmayız. O zaman da “güvenlik kaynakları”, “hükümet kaynakları” filan diye geçirirsin haberde. Bu, haber kaynağınla anlaşmana bağlı. Ben, Süleyman Soylu’nun dün akşamki yayını yapmamasının, kendisi için ve ülke için daha iyi olacağını düşünüyorum. Keşke yapmasaymış.

Çakır: Senin MetroPOLL Araştırma’nın anketi ile ilgili verdiğin örneğe bakacak olursak, evet, bir ara popülaritesi çok yüksekti. Bugünlerde bir anket yapılsa –ki yapılıyordur– aynı yükseklikte olacağını sanmıyorum; ciddi bir aşınmaya uğradığını düşünüyorum. 

Yetkin: Sözünü kesiyorum Ruşen, özür dilerim ama sadece Süleyman Soylu da değil. Hulusi Akar da geçen sene bu zamanki itibarında değil. O da, tarikat toplantısında giden üniformalı amiral meselesi, emekli amiraller bildirisi, Montrö tartışması, Gara Operasyonu nedeniyle… Biliyorsun Gara Operasyonu, 13’ü rehin asker ve polis olmak üzere 15 şehit verilen bir operasyon. Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ortak basın toplantısı yapıyorlar. Orada Orgeneral Yaşar Güler “Beklemediğimiz bir durumla karşılaştık” dedi. Bunun anlamı ne? Tercümesi “Bize eksik istihbarat verildi. Biz eksik istihbaratla harekete geçmek zorunda kaldık” demektir bu. “Git operasyonu yap” demektir bu. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir geleneği var. Gözü kapalı bir yere, bir mağaraya gitmez. Gözü kapalı ya da tek gözü kapalı girilmiş. 

Bir başka isim: Fahrettin Koca. Geçen sene bu zamanlar, beğeni düzeyi neredeyse Erdoğan kadar yüksekti. Çünkü ilk başlarda, nezaketli tavrı, kendine güveninden dolayı beğeni düzeyi oldukça yüksekti. Peki, şimdi? Salgın kontrolü üzerinde artık etkisi yok. Örnek vereyim: Ruşen ben çok mu konuşuyorum? Yoksa devam edeyim mi?

Çakır: Yok yok, bütün bu söylediklerine bakınca, aslında iktidarın genel bir çöküşünden bahsediyoruz. 

Yetkin: Hayır, ondan bahsetmiyorum. Açıklamama devam edeyim. 29 Nisan’da kapanma başlayacak ya?  26 Nisan günü Cumhurbaşkanı “Teravih namazlarınızı da evde kılın” dedi. Sonra bu yasak kalktı. Biz bu yasağın kalktığını, yasağı uygulayacak olan İçişleri Bakanı’ndan ya da Sağlık Bakanı’ndan mı duyduk? Hayır. Diyanet İşleri Başkanı’ndan duyduk. Diyanet İşleri Başkanı salgın kontrolü konusunda fetva verdi ve onun dediği oldu. Sonra, Cumhurbaşkanı, “Vaka sayısı 5000’in altına düşerse, kaldıracağız” demişti. Kaldırıldığı gün, sayı 11 bindi — şimdi 11 binden de yüksek. Biz 17 Mayıs’tan sonra uzatmanın olmayacağını kimden duyduk? Turizm Bakanı’ndan duyduk. Turizm çalışanlarının aşılanma önceliğine sahip olacağını kimden duyduk? Onu da Dışişleri Bakanı’ndan duyduk. Çünkü turizm merkezi Antalya, seçim bölgesi. 

Sonuç olarak, Fahrettin Koca, geçen yıl bu zamanki îtibarında değil. Hulusi Akar geçen sene bu zamanki itibarında değil. Geçen sene bu zaman, yine de devletin mâlî yapısını gözeten, Cumhurbaşkanlığı’nda Strateji ve Bütçe Başkanı Naci Ağbal vardı. Sonra Merkez Bankası Başkanı oldu. İki üç kere iş dünyasıyla –o da talimat üzerine– konuşacak oldu. Merkez Bankası başkanlığı 4 ay sürdü; sonunda buharlaştı gitti. Şimdi, sıra Süleyman Soylu’ya geldi sanki. Ben böyle görüyorum. Ankara’da evimden çalışıyorum. Gördüğüm, görüştüğüm kadarıyla, benim sahnemde bunlar oynuyor. Yani, Erdoğan’ın otoritesine karşı beğenilirlik düzeyinde ona yaklaşan kim varsa –ya tesâdüfen ya değil– gidiyor. 

Çakır: Senin söylediklerin tamam, ama bütün bunlara paralel olarak, Erdoğan’ın otoritesinin iyice aşındığını ve bunun toplu bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Tekrar Süleyman Soylu’ya ve dünkü yayına dönelim. Orada, doğrudan kendisine yönelik birtakım suçlamalar var. Gazeteci arkadaşlar, ilk başlarda olmasa bile sonlara doğru, en azından, “Nisan ayında ne olacaktı?” sorusunu, ya da Sedat Peker’in evinin aranması meselesini sordular. En azından telaffuz ettiler. Ama dikkat ettiysen, Süleyman Soylu soru olarak sorulmasına pek de izin vermedi; lâfı ağızlarından aldı. Ama yine de, meseleler gündeme getirildi. Soylu da hepsi hakkında bir şeyler söyledi. Ama ben cevap verdiğin, düşünmüyorum. Mesela FETÖ’den beslenmek, emperyalist oyunlar, Gayrinizamî Harp meselesi… Bu da senin alanına giriyor. Aslında bu kavram ne zamandır kullanılmıyordu. Bu konuda bayağı hazırlanıp gelmiş Süleyman Soylu. Dün bunu kullandı.

Yetkin: Bunu kullanıyor, ama Gayrinizamî Harp meselesi Türk sistemine ne zaman girdi Allah aşkına? 1952 NATO. 1952’de NATO’ya CHP zihniyeti mi girdi? Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı’nı “milli” olmaktan çıkarıp tamamen NATO sistemine bağlayan, CHP zihniyeti miydi? Ya da başka bir zihniyet miydi? Hayır. Bütün bunları böyle bir çarpıtma zihniyetiyle konuşuyoruz. 

Süleyman Soylu’nun söylediklerine gelince: Bir noktada aklıma Melih Gökçek geldi. Şimdi Melih Gökçek “Cevap hakkı doğuyor” demesin. Mesela, kaldırım döşenirdi; oraya “Kaldırım döşediği için Melih Gökçek’e teşekkür ediyoruz” pankartı asılırdı. Asfalt yapılırdı, “Asfaltımız için Melih Gökçek’e teşekkür ediyoruz” pankartı asılırdı. Bir de onlar için de başkalarına para verilirdi tabii. Tıpkı onun gibi. İçişleri Bakanı’nın görevi zaten asayişi sağlamak. Terörle, uyuşturucuyla mücadele etmek zaten onun görevi. Görevini yaptığı için alkışlayalım, tamam. Ama burada başka bir şey de var. Uyuşturucuyla mücadele ne zaman yükselmeye başlamış? Süleyman Soylu’nun göreve başlamasından önce. Süleyman Soylu göreve başlamadan önce başka bir iktidar mı vardı Türkiye’de? Yine AK Parti iktidarı vardı.

Çakır: Tam onu söyleyecektim. Lâfı ağzımdan aldın.

Yetkin: İçişleri Bakanı kimdi? Efkan Âlâ. Süleyman Soylu özellikle vurguluyor: “Ben 15 Temmuz’dan sonra göreve geldim. Güvenlikle ilgili 1 tane makale okumamıştım, ama devletin zihniyetini biliyordum” diyor. Demek ki daha önce bilinmiyormuş bu. Açıklamasından bunu da çıkarabiliriz. Peki, Efkan Âlâ şimdi nerede? 15 Temmuz’dan sonra görevden alındı, yerine Süleyman Soylu getirildi. Şimdi nerede? Bir süre geri çekilmişti. Şu anda AK Parti’nin Dış İlişkiler Başkanı.

Çakır: Evet. Genel Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkiler Başkanı. 

Yetkin: Son dönemdeki bütün diplomatik temaslara, Libya, Mısır, aklına ne gelirse, hepsinde fotoğraflara bak, Efkan Âlâ var. Siyasî komiser olarak var. Yani bütün diplomatik temaslarda bir Dışişleri heyeti, MİT, Savunma Bakanı var, bir de Efkan Âlâ var. Nisan ayında bir değişiklikten söz ediliyordu ya. Ne değişecekti merak ediyorum. Sadece bir kabine değişikliğinden söz edilmiyor zannederim. Bunları neden söylüyorum? Bunun, AK Parti içindeki bir kavga, bir mücadele –ya da daha hafif tondan bir çekişme diyelim–, onun bir parçası hâline gelmesi de söz konusu bana kalırsa. 

Bir de, Süleyman Soylu’nun bir mütevâzılık gösterisi olarak söylediği bir şey var: “Benim görevim ne zaman biter? Gecenin 02.00’sinde, 03.00’nde gelen bir kararnâme ile biter” diyor. Buradaki tanım önemli. İster “Gece 02.00’de kararnâmeyi yayınla” tonunu öne çıkart, ister “Memleket artık gece 02.00’de, 03.00’de yönetiliyor” tonunu çıkart. Canın ne istiyorsa Ruşen Çakır, onu çıkart. Benim gördüğüm budur. 

Çakır: Peki, biraz Sedat Peker’i konuşalım. Her videoda parça parça yeni birtakım iddialar dile getiriyor Peker. Bu iddiaların her biri de aslında başlı başına önemli. Son videosunda da söyledi. İlk başta yaptığı videoda da, Tunceli-Elazığ sınırında intihar ettiği söylenen genç kadından başladı. Beykoz Konakları’ndaki olaydan bahsetti. Yalıkavak Marina’ya çökülmesinden söz etti. En son videosunda da doğrudan Süleyman Soylu’ya yönelik şeyler var. Soylu’nun, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ı ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ı takip ettirdiğini iddia etti. Bayağı ciddi bir iddia. Hürriyet gazetesinin basılması ile ilgili de açıklama yaptı. Sen o sıralar Hürriyet’deydin değil mi?

Yetkin: Evet, oradaydım. 

Çakır: Yani olay sırasında da orada mıydın? Yoksa Ankara’da mıydın?

Yetkin: Hayır, İstanbul’daydım. Bir tanesinde oradaydım. Bir tanesinde de sonradan yetiştim. Bazı meslektaşlarımız, baskına uğradığı duyulunca oradan uzak durmaya çalıştılar. Biz baskın olduğu zaman –15 Temmuz gecesinde de öyle oldu– “Bir an önce yetişelim!” diye giden takımdanız. 

Çakır: Sedat Peker o olayda bir AK Parti milletvekilinin kendisini aradığını söylüyor. Milletvekilinin adını vermiyor. Bu bayağı önemli bir iddia. Oradan hareketle de, “Demirören Ailesi Doğan Grubu’ndan bunu alabildiyse, benim bunda katkım vardır” diyor. Bir de, bunları “Bir yerden duydum, ettim” değil, kendisini de işin içine katarak anlatıyor. 

Yetkin: Daha ötesi, kendisini ihbar ediyor. “Savcılar! Alın size somut kanıt. Beni araştırın!” diyor. O geceleri oralarda yaşayan birisi olarak söylüyorum: Felâkettir. Hatta 15 Temmuz gecesi daha işler kritikken, binamız daha darbeci askerler tarafından basılmadan, ben binadaki yetkili bir şahıs olarak, bütün binanın, yani Hürriyet kompleksinin ışıklarını söndürttüm, “Bize de yine bir saldırı olur mu?” endişesiyle. Çünkü insanlar akın akın sokaktaydı. Biz sokaktan bir saldırı beklerken, helikopterlerle darbeci askerler indi binamıza. Dolayısıyla o tehdidi biz yine yaşadık. 

Çakır: 2015’teki o saldırı çok acayipti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ATV’de yayınlanan söyleşisindeki bazı sözlerinin Hürriyet internet sitesinde veriliş şekline tepki gösteren kalabalık bir grubun saldırısıydı. Ve 7 Haziran-1 Kasım seçimi arasındaki kritik bir zamanda oldu bu saldırı. Bir milletvekili de, “Bizim Gençlik Kolları’ndan arkadaşlar gidiyor, ama onlar beceremez. Sen bu işe el at” diye Sedat Peker’i arıyor. O da el atıyor.  Bunu 6 yıl sonra öğreniyoruz. Bir de Hürriyet gazetesi yani; şu anda bir îtibârı kalmadı, ama o tarihte Türkiye’nin en önemli yayın organı. Üstelik bina sadece Hürriyet gazetesine ait değil. Doğan Grubu’nun bütün kurumları var o binada. 

Yetkin: Evet, bitişiktir bina. Arka tarafta televizyon ve radyo binası vardı. Orada da Kanal D, CNN Türk ve farklı radyo yayınları vardı.

Çakır: Sence Sedat Peker’in bu videolarından, söylediklerinden ne çıkacak? Yayınları sürüyor. Yeni videolar, açıklamalar, karşı açıklamalar devam ediyor. Hukukî olarak pek bir şey çıkacak gibi görünmüyor, ama siyâseten ne çıkar?

Yetkin: Siyâseten, bu durumun susarak geçiştirilmesi mümkün değil. AK Parti sistemi, Süleyman Soylu konuşsun, kötü bir şey varsa ondan bilinsin; iyi bir şey varsa da partiye değmesin istiyor. Bence o eşik, “Madem Süleyman Soylu suçlanıyor, suçlansın” eşiği aşıldı. Sedat Peker’in videolarında hedef alınan, Süleyman Soylu. Ama her videoda bu hedef biraz daha genişliyor. Erdoğan’dan “Tayyip Abi” diye söz ediyor. Yani onu kendine hakem ya da hâkim olarak sayıyor.  éBir derdimi anlatsam, Cumhurbaşkanımız, ‘Tayyip Abi’ beni anlar ve ben yine sistemin içine dâhil olurum. Ama çevresindekiler engelliyor” tavrı. Sen Sedat Peker’e karşı bir savaş olarak niteledin ya, bu da bana biraz abartı geliyor. Sedat Peker burada bir vesile olmuş gibi görünüyor. Artık bardak dolmuş, dolmuş, bir de Sedat Peker vasıtasıyla taşıyor gibi görüyorum bu işi. Yani bütün bir devlet aygıtı, sadece Sedat Peker için mi ayağa kalkmış durumda? Hayır. Bunun uluslararası boyutları olduğu çok açık. Uluslararası olduğunu hem Sedat Peker söylüyor hem İçişleri Bakanı Süleyman Soylu söylüyor. Uluslararası uyuşturucu operasyonlarından söz ediliyor. Uluslararası kara para aklama operasyonlarından söz ediliyor. Ama sadece Türkiye içinde ve sadece AK Parti içinde kalacak ve yine sadece AK Parti içinde Süleyman Soylu’da kalacak bu tartışma, hiçbir yere sıçramayacak, öyle mi? Bu sana mantıklı geliyor mu Ruşen?

Çakır: Hayır, tabii ki gelmiyor. Meslekî bir oburlukla bunun daha ne kadar süreceğini merak ediyorum. Bir yanıyla da çok ilginç. Bir son not daha: Süleyman Soylu, Sedat Peker’in iddialarına karşı twitter hesabından yaptığı ilk açıklamasında, “Nasıl olsa Kemal Kılıçdaroğlu gibi ağabeyin var. Meral Akşener gibi ablan var. Nasıl olsa Ali Babacan gibi kardeşin, Ahmet Davutoğlu gibi hocan var” diyerek muhalefete yamamaya çalıştı. Sedat Peker de bununla ilgili cevaplar verdi. Özellikle Davutoğlu için, “O anlatmayı çok seviyor. Devamlı anlatıyor, herkesi esir alıyor, beni dinlemez ki” cevabını verdi. Soylu dün de uzun uzun muhalefetle ilişkilendirmeye devam etti. Açıkçası, muhalefetin bu yaşananları çok etkili bir şekilde kullandığını sanmıyorum. Belki biraz da 17/25 Aralık’ta yaşananlardan ağızları yandığı için mi böyle yapıyorlar? Ne dersin?

Yetkin: Onun da faktörü vardır tabii. Ben kendimi bir iktidar yerine koyuyorum, bir muhalefet yerine koyuyorum. İktidarın yerinde, yani Erdoğan ve yakın çevresinin yerinde olsam, aynı şeyi yapardım. “Bakalım ne çıkacak bu işten?” diye susardım. Çünkü birisinin üstüne yıkılacaksa, onu safra olarak atar, yola devam eder. Muhalefet yerinde olsam, o zaman da “Yesinler birbirlerini” diye sesimi çıkarmazdım. Bence muhalefetin de, “O ne diyor, bu ne diyor?” gibi çok fazla tartışmaya girmeden, genel lâflarla, devlet-mafya-ticaret-siyaset ilişkisinin kirliliği üzerine konuşması gerekir. Bu konularla ilgili, senin de, benim de, muhalefetin de, iktidarın da, herkesin konuşması lâzım, bu ayrı. Ama muhalefetin, “O ne dedi? Bu ne dedi? O bunu dedi, bu bunu dedi. Öteki, adamı rezil etti” gibi lâflara dalması kendisini yıpratır. 

Başa dönüyorum: Bugün yaşananlar için Susurluk benzetmesi gerçekten doğru değil. O dönemde müthiş bir siyasî rekabet var. Özellikle de iki merkez sağ parti olan Anavatan Partisi ve Doğruyol Partisi arasında. Susurluk’taki o aracın içinden, Abdullah Çatlı, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ölü olarak ve Doğruyol Partisi milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak çıkınca, Anavatan Partisi bir anda, Çiller’i alaşağı edecek olay diye işe yüklendi. Çünkü doğrudan Doğruyol Partisi bağlantılı. İşin içinde milletvekili var. Ayrıca, o dönemde albay olan Veli Küçük, kendi sorumluluk bölgesi olmadığı halde İzmit’ten oraya gelip müdahale ediyor. Böyle karmakarışık ilişkiler var. Başbakan Mesut Yılmaz hemen soruşturma başlattı. Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ı görevlendirdi. Meclis’te soruşturma açıldı. Davalar açıldı. Mehmet Ağar o davalardan birinde ceza alıp hapis yattı. Devletin içinde bu işin çözülmesini isteyen ekipler vardı. Çözülmesini istemekle kalmayıp harekete geçen ekipler vardı. Tamamen çözülemedi, ama bir kısmı çözüldü. Büyük bir kara kutu içinden Susurluk’la ilgili, fâili meçhul cinayetlerle ilgili pek çok şey ortaya çıktı. Bizler yaşadık bunu. Tabii gençler için tarih öncesi hikâyeler gibi bunlar. 

Ama bugün öyle olmuyor. İşte az önce konuştuk: Devletin İçişleri Bakanı suç duyurusunda bulunuyor. Ortaya bir savcı çıkmıyor soruşturma başlatacak. Biz bu yayına girerken hâlâ bir şey yoktu. Bu durumdayız. Bu olayın Susurluk’la alâkası, sadece aktörler ve genel çerçevedir. 

Çakır: Ama biliyorsun, “Devlette devamlılık esastır” ilkesi uyarınca,  eski tas eski hamam sürüyor. Sedat Peker en son yayınladığı videoda, “Ben suç örgütü lideriyim. Devlet olmadan bu iş olur mu?” diyor.

Yetkin: “Suç örgütü olmadan devlet olmaz” diye bir teori attı ortaya. Böyle bir şey olur mu yahu?

Çakır: Suç örgütü olmadan devlet olur mu? Olur. Ama devlet olmadan suç örgütü pek olmuyor galiba. Yani tamamı olmasa bile, devletin içinde…

Yetkin: Ruşen, Sedat Peker böyle söyledi diye, o sözler üzerinden bir teori çıkartma iddiasında değilim, yanlış anlaşılmasın. Ama dönüp dolaşıp hep ana kurala dönüyoruz: Hukukun gerilediği dönemlerde, hukuk dışı ilişkiler baskın hâle geliyor. İşin bütün özeti budur. Ne zaman hukuk gerilemişse, hukuk dışılık öne çıkıyor. 2001 krizinden sonra, 2002’de iktidar değişti.  Avrupa Birliği reformları, hukukun üstünlüğü tartışılıyordu. O zaman mafyalar var mıydı? Pek etkin değildi. Ne zaman ki ekonomi ve hukuk gerilemeye başladı, özellikle de bu askerî darbe girişiminin ardından, bu duruma geldik. Tekrar çeteler, örgütler, genel olarak hukuk dışı yapılar ortaya çıktı. Buna ihâleler ve ihâle yolsuzlukları da dâhil. Hukuk geriliyor, hukuk dışı ilişkiler öne çıkıyor. Özeti budur. 

Çakır: Bir de, Peker’in en son söylediği hususta, FETÖ Borsası boyutu da ekleniyor işe. Hatırlarsan, 12 Eylül sonrasında ilk ülkücü mafya çıkışında, Türkiye’nin ilk kez tanık olduğu bir çek-senet mafyası konusu vardı.

Yetkin: İsmini sen takmıştın galiba. 

Çakır: Özal’ın serbest piyasa ekonomisi ile girilen dönemde, “çek-senet tahsilatı” diye yeni bir olgu ortaya çıkmıştı, orada devreye girmişlerdi. Ne zamandır değişik vesilelerle dile getirilen bu FETÖ Borsası belli ki bayağı ciddi bir husus; çok büyük paralar dönüyor orada. Son videoda bu konuyla ilgili birtakım açıklamalar var. 

Yetkin: “FETÖ Borsası” sözünü ilk ortaya kim atmıştı Ruşen, hatırlıyor musun? 

Çakır: Hayır, hatırlamıyorum. 

Yetkin: Ben hatırlıyorum. Eski meslektaşımız Şamil Tayyar. Bu sözü ilk defa Şamil Tayyar ortaya attı. Sonra kendisi istifa etti. Şimdi, 24 Mart Kongresi’nde tekrar parti yönetimine döndü. Bu sana ilginç gelmiyor mu?

Çakır: Bir sürü şey çok ilginç geliyor bana. Murat programı burada bitirelim artık. Herhalde birçok kişi Pazar gününü bekliyor olacak. Bu mesele bir müddet daha süreceğe benziyor. Biz de takip etmeye devam edelim. Çok teşekkürler Murat. Yine keyifli bir sohbet oldu.

Yetkin: Ben teşekkür ederim. 

Çakır: Murat Yetkin’le birlikte iktidar ve iktidar içi savaşları konuştuk. Kendisine tekrar teşekkürler. Sizlere de, bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.