Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile söyleşi: Sedat Peker videoları, yeni anayasa ve erken seçim tartışmaları

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi akşamlar. Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı Mithat Sancar konuğumuz. Kendisiyle özellikle Sedat Peker videolarıyla beraber gündeme yeniden giren tartışmaları ve erken seçim iddialarını konuşacağız. Mithat Bey, iyi akşamlar.

Mithat Sancar: İyi akşamlar Ruşen, bey merhaba.

Ruşen Çakır: Şimdi, Sedat Peker ile başlayalım; ama ben biliyorum ki Susurluk zamanında, daha o zaman HDP yoktu, siz de akademideydiniz ve yazardınız, Susurluk meselesi gündeme geldiği zaman bunun üzerine bayağı yazılar kaleme aldınız, hatta bir kitap da oldu. Yani bunu HDP Eş Genel Başkanı olarak değil de Prof. Mithat Sancar olarak sorayım. Bir devlet aklı kavramını öne çıkarmıştınız — öyle söyleyeyim. O günden bugüne dönüp dolaşıp aynı yerde miyiz, yoksa bir şeyler değişti mi?

Mithat Sancar: Aynı yerden daha kötü bir noktaya geldiğimizi söyleyebilirim. Evet, bir değişiklik var, ama iyiye doğru değil; daha kötüye doğru gitti bu süre içinde Türkiye. Tabii neden diye soracaksınız. Birçok açıdan bunu açıklayabilirim; ama öncelikle şunu vurgulayayım: Susurluk’tan sonra, yani o meşhur kamyon kazasından sonra ortaya çok sayıda belge bilgi döküldü. Duyarlı bir kamuoyu vardı. Nispeten serbest çalışan, nispeten özgür bir basın, basın etiğine bağlı çok sayıda gazeteci vardı. Dolayısıyla farklı kaynaklardan belgeler, bilgiler kamuoyuna yansıdı. O zamanki iktidar da harekete geçmek zorunda kaldı kısmen. İşte, Kutlu Savaş Raporu’nu biliyoruz. Meclis biraz daha iyi işliyordu. Sonra Meclis’te Susurluk Araştırma Komisyonu kuruldu. O komisyonun raporu son derece önemli. Hâlâ arşivlerde duruyor. Bugün ise bunların pek çoğu yok. Yani özgür bir basın yok, tam tersine iktidarın kontrolü altına alınmış bir basın var; Meclis işlevsizleştirilmiş, etkisizleştirilmiş; öte yandan bu tartışmaları yürütebileceğimiz mecralar da kısıtlanmış, baskı da çok yüksek düzeyde devam ediyor. Şimdi bu ikisi arasındaki farkın sonuçları da önemli. Sadece bir tanesini söyleyeyim, sözü size bırakayım soru sormanız için: O zaman iktidarda biraz mahcubiyet, biraz utanma, daha doğrusu biraz ürkeklik ve o Susurluk olayında adı geçen çevrelerde, şahıslarda biraz daha bir mahcubiyet vardı. Şimdi daha pervazsız bir tutum görüyoruz ismi geçenlerde. Ve bu pervasızlık sadece şahıslarla sınırlı değil, iktidarın en tepesine kadar uzanmış durumda. Yani iktidarın tepesi, Cumhurbaşkanı ve ortağı, AKP Genel Başkanı ve MHP Genel Başkanı iddiaların hepsinin üstünü çizmek istediler; aslında olan biten her şeyi üstlendiler.

Ruşen Çakır: Burada şimdi Sedat Peker’in birbirinden farklı temaları dile getirdiğini, iddiaları ortaya attığını görüyoruz. Dile getirdiği iddialar hakkında ciddi anlamda bir hukukî soruşturma yapılmış değil gördüğümüz kadarıyla. Bütün bu birbirinden farklı iddialar, yani yolsuzluklar, ya da diyelim ki uyuşturucu kaçakçılığı ya da fâili meçhul diye bilinen birtakım olaylar… bütün bunlar birbirinden farklı farklı alanlar; farklı farklı isimlerin geçtiği olayları birleştiren husus ne sizce?

Mithat Sancar: Birleştiren temel nokta, iktidar düzeninin mafyatikleşmiş olmasıdır. Türkiye’de uzun yıllara dayanan bir geleneğin üstüne oturuyor bu. Yani bugünkü iktidar geçmişte devlet adına suç işleme ve kirli ilişkilere girme geleneğini daha da ileri götürerek sürdürüyor. Dolayısıyla bütün bu anlatılanlar birbiriyle bağlantılıdır. Bunu birbirine bağlayan da yönetim anlayışıdır ve devlet zihniyetidir. Bu iktidar da bu zihniyeti en güçlü şekilde sahiplenmiştir, sürdürmektedir. Bu, temel noktadır. Belki de bütün olayları birbirine bağlayan Kapitone Noktası’dır. Kapitone Noktası derken de Lacan’a atıf yapmış oldum. Yani Kapitone Noktası, bütün bunları birbirine bağlayıp bütünlüklü bir resim ortaya çıkmasını sağlayan şeydir. Öte yandan şunu da hemen belirteyim: Peker’in videolarında dile getirildiği iddialar yeni değildir, ilk defa Peker tarafından dile getiriyor değildir. İktidarın ilk anda tepkisi, adı geçenlerin de ilk anda tepkisi, “Efendim, bir organize suç örgütü liderinin söylediklerine neden değer veriyorsunuz?” şeklindeydi. Oysa biliyoruz ki bunların hiçbiri yeni değil. Bir kısmı bu iktidar dönemine özgüdür. Dolayısıyla bu iktidar dönemine özgü olanlarda yenilikler vardır. O yenilikler de bu iktidarın bu ilişki ağını ve bu zihniyeti nasıl sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Yoksa o uyuşturucu ticaretinde Suriye, tabii bir yenilik olarak Suriye İç Savaşı’na müdahale, ama bunun dışında devlet içinde illegal yapılar ve devlet dışında çetelerle, mafyalarla ilişki konusu yeni değildir. Ortaya atılan iddialar yeni değildirler. Sadece Sedat Peker tarafından dile getirilmemiştir. Bir çarpıcı örnek, sadece bir çarpıcı örnek. Ama araya girmek istersen…

Ruşen Çakır: Yok yok, buyrun.

Mithat Sancar: Bir çarpıcı örnek: Mesela Suriye’ye gönderilen silahlar meselesini en sert şekilde kim dile getirmişti? Hatırlayalım, Devlet Bahçeli iktidar ortağı değilken söylemişti. Kanlı örgütlere silah göndermeyi kınamış; bırakın kınamayı, o kadar ağır lâflarla üstüne gitmişti ki — henüz iktidar ortağı değildi. Yine Tuğrul Türkeş’in açıklamalarını hatırlayalım. “Vallahi de billahi de bu silahlar Suriye Türkmenleri’ne gitmiyordu” demişti. Şimdi Sedat Peker o günden bugüne gelişen diğer olaylarla birlikte bu meseleyi ortaya koymuştur. Şimdi biz Sedat Peker ortaya koydu diye bir kenara mı bırakacağız? Görmezden mi geleceğiz?

Ruşen Çakır: Tam da bunu sormayı düşünüyordum. Klasik, şimdi iktidar yanlıları tabii ki rahatsız oldukları için böyle diyebiliyorlar; ama muhalefetin farklı kesimlerinde de, yer yer, Sedat Peker gibi birisinin iddialarının gündeme taşınması üzerinden yorumlar yapılmasından duyulan rahatsızlıklara tanık oluyoruz — baskın olmasa da. Bu aslında bir paradoks anladığım kadarıyla. Ahlâkî bir sorun gibi duruyor ortada. Sizin bu konudaki bakış açınız nedir?

Mithat Sancar: Şimdi, Sedat Peker’in dile getirdiği bütün iddiaların doğru olduğunu söylemiyoruz. Hatta iddiaların tamamına da belli bir eleştirel mesafeyle yaklaşmak gerekir. Bu işin hem hukukî hem siyasî boyutunun bir gereği olarak da yapılmalıdır. Ancak Sedat Peker’in dile getirdiği iddialarla uyuşan o kadar dışsal veri var ki, biz bunları yok sayamayız. Üstelik Sedat Peker herhangi bir kişi değil. Sedat Peker bu iktidar ile birlikte hareket etmiş, bu iktidara destek sunmuş, bu iktidarla farklı kanallardan çok yeni ilişkilere girmiş biridir. Bunu zaten göz göre göre yapmıştır ve hiçbirimiz de bunun olmadığını söyleyemeyiz. Gözümüzün önünde cereyan etmiştir. Kaldı ki geçmişten bugüne iktidarlarla bu tür ilişkilere girdiğine dâir de çok önceden ortaya konmuş veriler, bilgiler var. Yani Çiller ile ilişkisini biz söylemiyoruz ki. Mesela Çiller’le ilişkisini o dönem Çiller’in başdanışmanlarından biri kitabında da yazmıştı. Şimdi devlet de bundan önceki iktidarlarla ve bu iktidarla bu kadar yoğun ilişki içinde olan, bir zamanlar –çok yakın zamanlar bunlar– muteber ve hayırsever bir iş adamı olarak iktidar medyasının sürekli alkışladığı bir kişi tarafından dile getiriliyor. Biz elbette biliyoruz; bunun arkasında farklı kaygılar, çatışmalar, çıkar çekişmeleri vardır. Bunu bilmeyecek kadar naif değiliz ve biraz önce belirttiğiniz gibi ben bu konuda epeyce çalıştım, yazılar yazdım, kitap yazdım falan. Yani bu tür çalışmaların idealizmle açıklanamayacağını, bu tür çıkışların Sedat Peker’in idealizmiyle açıklanamayacağını çok iyi biliyoruz. Kendisi de bunu saklamıyor zaten. Esas meselenin bu ilişkiler ağından doğan çok korkunç kirli ekonomi ve bu rantın yarattığı çatışma olduğunu biliyoruz. Ama bu çatışma başlayınca başka şeyler de ortaya dökülüyor. Bu ortaya dökülen şeyler başta da belirttiğim gibi birbirine bir yerde bağlanıyor. Şimdi ortaya çıkan tablo, bu kadar dışsal veri, bu kadar objektif bilgi üzerine gelen itiraflar ve ifşaatlar diye özetlenebilir. Şimdi biz bunu yok sayamayız. Biz bunları dikkate aldığımızda ve üzerine gittiğimizde, Sedat Peker’i özel olarak temize çekmiş ve aklamış olmuyoruz. O bizim meselemiz değildir. Bizim meselemiz Sedat Peker değildir. Bizim meselemiz Sedat Peker’in şahsında simgelenen ilişkiler ağının yarattığı korkunç çürüme ve çöküştür. Ve bunun üzerine gitmek zorundayız. Kim dile getirirse getirsin bunu dikkate almak zorundayız.

Ruşen Çakır: Şimdi burada şöyle bir husus var — bu konuyla ilgili yaptığım birçok yayında özellikle altını çizmeye çalıştığım bir husus: Bir anlatı var — özellikle beka anlatısı. Sedat Peker de milliyetçi ve mukaddesatçı ayakları olan bu anlatının üzerinden sörf yapan birisiydi yıllarca. Ama şimdi, videolarında –samimiyeti tartışılır, tartışılmaz, o ayrı–, genellikle bu anlatının aslında bir paravan olduğunu, geride büyük ölçüde rant, çıkar meselesi olduğunu görüyoruz. Mesela Kıbrıs’taki Kutlu Adalı olayını anlatırken, “ ‘Adayı gavurlara peşkeş çekecekti’ dediler, ama sonra öğrendik ki çok iyi bir insanmış” diye kendisinin yaptığı bir açıklama var. Şimdi bunun özellikle Sedat Peker’i kendilerine rol model olarak alan genç kesimlerde vs. bu tür videoların –ki çok izleniyor biliyorsunuz, milyonlarca izleniyor– bir etkisi oluyor mudur? Yoksa bunlar insanların şöyle bir bakıp geçtiği bir şey midir? Yani ideolojik-politik kırılmalara da yol açıyor olabilir mi?

Mithat Sancar: Ben ideolojik-politik kırılmaların ötesinde bir etki yarattığını düşünüyorum. Yani bugüne kadar pek çok boyutuyla ucundan kıyısından, bazen göbeğinden tanık olduğumuz kirli ilişkilerle ilgili bu kadar geniş bilgi aktarınca, pek çok çevrede, “Evet, bu iktidar ve bu düzen çürümüştür, bu kirlidir ve vatan-millet söylemi ya da hamâseti esâsen bunları gizlemeye yaramaktadır” şeklinde bir duygunun gelişmekte olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, hani Sedat Peker’in o milliyetçi devleti kutsayan ve Turancı vurgular içeren sözlerinin ideolojik etki yarattığı kanısında değilim. Meseleye bu açıdan zaten bakmamalıyız. Sedat Peker’i bir siyasî figür olarak da değerlendirmemeliyiz. Şimdi “Neden burada daha önemli bir mesele daha var?” diye sorayım ben kendi kendime. Şöyle: Bizler, muhalefet partileri, demokrasi güçleri, adaletten yana olan çevreler, insanlar, kuruluşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve özellikle Yargı hareket geçmediği takdirde, zaten bu iddialar kendiliğinden çok daha fazla yayılacaktır. Yayılmanın yaratacağı tehlikeler de var, faydalar da var. Tehlikeden söz edeyim: Eğer bu yayılma çok daha genişlerse ve toplumda sorumluluk sahibi kesimler, bizler, muhalefet, demokrasi güçleri, parlamento, yargı bunların üzerine gitmezse, bunlar normalleşecek. Artık hayatımızı tamamen bunların pervâsız tahakkümü altında geçirmek zorunda kalacağız daha uzun bir süre. O nedenle bu tehlikeyi görmek zorundayız. Yani bilgilerin yayılması tek başına bir sonuç yaratmıyor. Bu kirli ilişkiler ağına ilişkin algıların kuvvetlenmesi tek başına bir arınma ya da düzeltme yaratmıyor. Tam tersine eğer biz bunları görüp de üzerine gitmezsek, yüzleşme ve hesaplaşma yollarını sonuna kadar açmazsak, bunlar daha pervâsızca ve normalleştirilmiş olarak devam eder, toplumu rehin alır, hayatlarımıza musallat olmaya devam eder — işte bu en büyük tehlike.

Ruşen Çakır: Burada peki tabii iktidarın tavrının ne olabileceğini kestirebiliyoruz ve zaten görüyoruz da. Ama gözler muhalefete çevriliyor ve muhalefetin burada bu ortaya çıkan yeni durum konusunda ne derece etkili olduğu, müdâhil olduğu konusunda çok ciddi soru işaretleri ve sorular var.

Mithat Sancar: Evet doğru. Şöyle diyelim: Yani ben kendimizi buna katmıyorum doğrusu; çünkü 1990’larda başlayan, o Kürt Sorunu’nda imhâ ve derin kirli savaş politikalarının en büyük mağduru olan Kürtler’in en büyük partisiyiz ve bunun acısını, bunun bütün yıkımını çok yakından yaşamış, bilen bir hareketten geliyoruz. Bir gelenekten geliyoruz. Şimdi dolayısıyla bizim buradaki tepkimiz zaten çok açıktır. Öncelikle bir teşhis meselesi olduğunu söylüyoruz. Yani bütün çevrelere, muhalefete bu açıdan da çağrı yapıyoruz. Bu çağrılarımız karşılık bulur bulmaz sorun değil, biz mücadelemize devam edeceğiz, onu ayrıca anlatacağım. Fakat yaptığımız çağrı şu: Gelin bir teşhis koyalım. İki şey var burada, iki önemli nokta var. Birincisi: Kürt Sorunu’nda savaş politikaları, imhâ konseptleri bu ülkede toplumu da çürütüyor, devletin de çeteleşmesine, mafyalaşmasına yol açıyor. Ve bizim tümümüzün, hepimizin hayatlarını zorlaştırıyor, hayatlarımıza korkunç bir zulüm ve talan olarak çöküyor. Bunu görelim. Yani bunu görmezsek, bu konuda mutabakata varmazsak, bizi yanlış teşhislere götürecek tartışmalara girersek, o zaman bunun çözümünü de bulmamız zorlaşır. Kürt Sorunu’na demokratik çözüm, Türkiye’ye toplumsal barış, temel hareket noktası olmalı. Aksi takdirde 2015’ten sonra yine aynı yere geldik. 2021’den sonra da kim bilir kaç yıl daha aynı kirli ilişkiler ağının birer mahkûmu ya da rehinesi olarak yaşamaya mecbur edileceğiz. Bakın, bugün patlayan Peker meselesi esasen 2015’ten başlatılmalıdır. Yani nasıl bu kadar kirli ilişki ağı ortaya çıktı? 2015’te ne oldu? 7 Haziran 2015’te AKP iktidarı tek başına iktidar olma çoğunluğunu kaybetti ve 2015 7 Haziran’ı ile 1 Kasım arasında korkunç olaylar yaşandı. Bu olayların pek çoğu aydınlatılmadı, aslında hiçbiri doğru dürüst aydınlatılmadı. Bunun anlamı şuydu: Evet, Kürt Sorunu’nda yeniden bir imhâ ve kirli savaş politikasına dönüş oldu. Dönüm noktası çözüm sürecinin bitmesidir. Çözüm Süreci bittikten sonra yeni arayışlara başlamıştır. AKP ve bu savaş anlayışını ısrarla savunan, Kürt düşmanı olduğu, zihniyetinden Kürt düşmanlığının taştığı apaçık belli olan çevrelerle ittifak kurdu. Bu ittifakta, kendini iktidara tutma arayışı ve diğer kaygılar, Suriye politikası önemli rol oynadı. O günden bugüne neler yaşadığımızı herhalde hatırlatmamıza gerek yok, bu programın süresi de yetmez: Dokunulmazlıklar kaldırıldı, milletvekilleri ve eş genel başkanlarımız alındı, pek çok yerde linçler oldu, bombalar patlatıldı, katliamlar yaşandı vs.. Ve Suriye politikası: Suriye’de de yine esas olarak cihadcılara yapılan yatırımın yarattığı o korkunç kirlenmenin çok derin olduğunu, çok ağır bedeller yaratacağını yıllardır söylüyoruz. Muhalefete de bu konuda çağrılar yaptık; ama maalesef Meclis’te Suriye için çıkarılan bütün tezkerelere muhalefet de destek verdi. Biz diyoruz ki: “Bakın, burada bir milli mesele diye yutturulan şey esasen bu kirli ilişkiler ağını örtmek için. Gelin buna birlikte karşı çıkalım” dedik; ama HDP dışında, bizim dışımızda hiç kimse bu gerçeği görmek istemedi. Tam tersine iktidara bu alanda destek verdiler. Şimdi bunu suçlamak için söylemiyorum; bir yüzleşme vesilesi olmalıdır bütün bu önümüze dökülenler. 2015 konsepti diyoruz buna ve şimdi ortaya saçılan bu kirli ilişkiler ağının korkunç suçlarının, Suriye’de yapılan inanılmaz vahşetlerin de sorumluluğunu içeren bir tablo var karşımızda. Bu tablo ile mücadele etmek bütünlüklü bir demokrasi ve barış planına programına ihtiyaç gösteriyor. Çok güçlü bir toplumsal mücadele birlikteliğine ihtiyaç gösteriyor. 

Ruşen Çakır: Burada, şimdi Türkiye pazardan pazara video bekler oldu. En son yaptığı videoda da, “Bundan sonra baş başa Tayyip Abi ile bir helâlleşme” yapacağını söyledi. Bundan sonrası için mi, yoksa belli bir yerde sönümlenir mi, durur mu? Taraflar arasında mutabakat veya bir operasyon olur mu? Çünkü bu sekiz video Türkiye’de bayağı bir gerilim yarattı, bayağı bir gündemi belirledi. Bu iktidar için özellikle sürdürülebilir bir şey mi? Bana çok öyle gelmiyor sanki.

Mithat Sancar: Bana da öyle gelmiyor, ama şöyle biraz açalım Ruşen Bey. Birincisi: Artık videoları beklemek gerekmiyor, ortaya saçılması gerekenler saçıldı, üstelik iddiaların hedefinde olan İçişleri’nin açıklamaları da sefalet düzeyinde yerlerde sürükleniyor. Yani çıkıp da iddialara cevap vermek yerine, İçişleri Bakanı başka hikâyeler anlatıyor. Yine bizim üzerimizden de bir manipülasyon yapmaya çalışıyor, yılardır yaptıkları gibi. Yine vatan millet hamaseti ile milliyetçi duyguları kabartmaya çalışıyor, yine kahramanlık hikâyeleri uydurmaya çalışıyor. Sadece o değil, sadece o İçişleri Bakanı değil; adı geçenlerin neredeyse hiçbiri kendileriyle ilgili iddiaları çürütecek tek bir inandırıcı açıklama yapamadılar. Üstelik iddiaların hedefinde olanlardan biri olan Mehmet Ağar istifa etmek zorunda kaldı, belki de kovuldu Marina’dan. Yani ya videolar gerçekten yalansa, eğer bir suç örgütü liderinin sözüne inanmak gafletse, niye o zaman Mehmet Ağar bu iddialar yüzünden kovuluyor Marina’dan ya da istifa ediyor, her neyse. Bunun dışında da daha pek çok alanda iddialar ve iddiaların muhatapları ile ilgili açıklamalar önümüzde duruyor. Bu nereye kadar ulaşır? Şimdi, bu tür olayların doğasında bir başka şey var. Ortadaki temel mesele çıkar çatışmasıdır. Rant var, korkunç bir rant var. Hangisini anlatalım? Uyuşturucu ticaretini, kaçak ham petrol ticaretini mi? Diğer bütün ilişkiler, yolsuzluklar, ihâleler, rant ilişkileri, devletin ve halkın kaynaklarının pek çok yere peşkeş çekilmesi, bunların yarattığı inanılmaz kirli bir ekonomi. Bu kirli ekonomi içinde rant paylaşım savaşı var. Dolayısıyla bu savaşı taraflar arasında bitirecek yöntemlerden biri, pazarlık ve uzlaşmadır elbette. Bu her yerde böyle olmuştur. Şimdi de eminim, bir pazarlık, bir müzakere vardır. Belki bu yolla kendisini ikna etmek isteyebilirler, susturabilirler; ama artık geri dönüşü yoktur, cin şişeden çıkmıştır. Bundan sonrası bizlere düşmektedir. Bundan sonrasını Sedat Peker’in videoları üzerinden okumaya ve tartışmaya çalışmak nâfiledir, yanlıştır, tehlikelidir. Bizim üzerimizde görev… Bizim, yani Türkiye’de demokrasi, barış, adalet isteyenlerin üzerindedir görev. Ve bu en geniş kesimleri kapsıyor. O nedenle bundan sonrası ne olur değil, “Buraya kadar gelenlerle bundan sonra biz ne yapmalıyız?” sorusunu sormak zorundayız.

Ruşen Çakır: İşte orada karşımıza bir erken seçim çıkıyor ve bakanlık pazarlıkları çıkıyor. Evet, bayağı bir pazarlık içindeymişsiniz, ne diyorsunuz? Birtakım açıklamalar yapıldı bu konuda, ama gerek Selahattin Demirtaş hakkında, gerek partiniz hakkında, en son Cumhurbaşkanı’nın yaptığı videolarda da bunlar vardı. Birtakım CHP temsilcilerinin birtakım televizyonlarda söylediklerinden hareketle, gerçekten böyle bir konuşmalar, müzakereler söz konusu mu?

Mithat Sancar: Hayır, hiçbir zaman olmadı. Hiç kimse ile hiçbir şekilde bu konuda bir müzakeremiz, bir pazarlığımız, bir tartışmamız, bir diyaloğumuz olmadı. Bu kadar açık söylüyorum. Şimdi biraz başa dönelim. Evet, bundan sonra ne yapmalıyız? Biz HDP olarak yolumuzu olgunlaştırmaya, derinleştirmeye çalışıyoruz, mücadele hattında. Öncelikle diyoruz ki: Şu ortamda savcılardan bir şey beklemek hayalciliktir. Hiç mi vicdanlı savcı yok? Var bence. Adalete inanan hiç mi hukukçu yok yargı içinde? Bence var. Ama öyle korkunç bir tartışmanın içine kahramanca dalmak o kadar da kolay değil — bu bir. İkincisi, iktidarın yargı üzerinde tahakkümü ortada. Peki, savcıları cesaretlendirecek olan temel faktör nedir? Güçlü bir toplumsal îtirazdır. Güçlü bir demokratik tepkidir. Eğer toplumda yaygın bir demokratik tepki ve siyasî îtirâzı görürlerse, o sözünü ettiğim ve vicdanlı olduğuna inandığım savcıların, adaleti savunacağına inandığım savcıların harekete geçmesi de kolaydır. Ama bizim oraya bırakmamız da doğru değil; Meclis’i de zorlamamız lâzım, bu da doğru. Fakat daha da ötesinde bu toplumsal mücadele birlikteliğini sağlamak zorundayız. Bizim bu konuda çalışmalarımız da var, bugünden yarına bitecek bir mesele değil bu. Bu önümüzdeki on yılları nasıl şekillendireceğimiz meselesidir. Dolayısıyla barolarla çalışma yapmaktan, emek meslek örgütleri ile istişâreye kadar her alanda ve tabii ki sol partilerden başlayarak bütün partilerle, kendini demokrasiden yana sayan partilerle müzâkereye varana kadar her yolu işleteceğiz. Nitekim biz yedi sol parti olarak bir bildiri yayınladık; “suç ittifakı”na karşı “demokrasi ittifakı” diyoruz biz; “suçlular ittifakı”na karşı “halkı savunanların ittifakı”nı öneriyoruz. Bunu genişleteceğiz. Yani buraya kim gelirse gelsin biz burada bu çalışmalarda motor gücü olmaya tâlibiz, motor gücü olmak için de çalışıyoruz. Motor gücü olmak öncü olmak, her şeyi tekeline almak değildir. Şimdi bir diğer mesele de Parlamento’yu harekete geçirmektir, Parlamento harekete geçmiyorsa o zaman bir diğer meseleye de geçiyoruz. Bunlar birbirine alternatif değil; hepsi bir arada değerlendirilmesi gereken seçeneklerdir. O diğer mesele de erken seçimdir. Erken seçimi istiyoruz ve daha ısrarla istemeliyiz. Çünkü bu ülke bu yönetim ile giderse çok daha pervâsız bir mafyatik düzenin inşâ edilmesi mümkündür, muhtemeldir, çok muhtemeldir. O zaman erken seçimle bizim mücadele hedeflerimizden biri olarak gündemde tutulmalıdır. Ancak erken seçimin sağlanabilmesi için de ya Meclis’te bir karar alınması gerekiyor ya da Cumhurbaşkanı’nı kendi tek yanlı iradesi ile böyle bir karar alması gerekiyor. Meclis’te erken seçimi zorlamayı mümkün kılacak çoğunluğa muhalefet sahip değil, iktidar da sahip değil. O zaman yine bir az önce söylediğim toplumsal mücadele ekseninde, demokratik siyasal mücadele ekseninde iktidarı erken seçime zorlayacak bir atmosfer yaratmak zorundayız. Bu da yine mücadelenin bir parçası olarak gündeme gelmeli. HDP olarak biz bunda ısrarcı olacağız ve erken seçime de hazırız.

Ruşen Çakır: Peki, bir projeksiyon yapmak söz konusu olursa, şahıs olarak sizin ve genel olarak partinizde… iktidarın bir de şöyle bir yönü var biliyorsunuz: 2023 tarihi iktidar için çok daha fazla ölümcül olabilir. Dolayısıyla özellikle ekonomik nedenler başta olmak üzere, erken seçimi kendileri de tercih edebilir gibi — benim de şahsen aklıma bayağı yatan bir şey var. Siz de bunu böyle değerlendiriyor musunuz?

Mithat Sancar: İhtimallerden biri olarak bunu görmek mümkün; yani iktidarın kendiliğinden, daha doğrusu kendi isteğiyle erken seçime gitmesi ihtimali de gündemdedir ve ciddiye alınmalıdır. Esasen seçim barajı ve seçim sistemiyle ilgili hazırlıkların da kamuoyuna yansıtılması buna dönük bir manevra olarak da okunabilir. Biliyorsunuz, iktidar sözcüleri seçim barajının düşürülmesi ve daraltılmış bölge seçim sistemine gidiş yönünde işaretler veriliyor. Yalnız, eğer seçim kanunlarında değişiklik olacaksa, bunlar Resmî Gazete’de yayınlandıktan itibaren bir yıl geçmeden uygulanamıyor. Dolayısıyla iktidar eğer mevcut seçim kanunlarıyla değil yeni seçim sistemi ve yeni seçim kurallarıyla erken seçime gidecekse, bu kanunların çıkmasından itibaren bir yılı geçmesi gerekecek. Bizimse bunu beklemeye, bu ülkenin de bu toplumun da bunu beklemeye tahammülü yok, hakkı yok. Önce bizler bu hesapları dikkate almadan erken seçimi bir toplumsal talebe dönüştürmeliyiz.

Ruşen Çakır: Bunu daha önce sizinle yaptığımız yayınlarda konuştuk; tabii HDP söz konusu olunca dönüp dolaşıp aynı husus geliyor, ittifak meselesi geliyor, muhalefetin bir blok oluşturması meselesi geliyor. Şimdi daha önce konuştuklarımızı tekrarlamadan şöyle bir soru sorsam: Son dönemde muhalefetin içerisinde birlikte hareket etme konusunda pozitif ve negatif olarak ne tür gelişmeler gelişmeler gözlüyorsunuz? 

Mithat Sancar: Şimdi, doğrusu bu ittifak tartışmalarını her zaman çok gereksiz bulduğumuzu söyledik. Seçim gelmeden HDP’yi seçim ittifakları tartışmasına çekmenin yanlış olacağını söyledik. Daha doğrusu HDP olarak bu tartışmaların içine girmek istemedik. Bizim öncelikli bir hedefimiz var: En geniş demokrasi ittifakını oluşturmak. Çünkü eğer bunu bugünden başlayarak yapamazsak, seçim döneminde hangi ittifakın kurulduğunun bile bir önemi kalmayacak. Seçim çalışmaları bile yapamayacağımız bir karanlık ve kaotik ortam yaratılabilir. Bunun işaretlerini zaten görüyoruz. Mesela İYİ Parti programına Karadeniz’de yapılan saldırı ve Cumhurbaşkanı’nın “Bunlar daha iyi günleriniz, daha neler göreceksiniz!” şeklindeki tehditleri önemli bir işarettir. Yine seçim sandıklarının güvenliğinden, seçmen kayıtlarının sağlamlığına kadar pek çok konular, propaganda özgürlüğüne kadar. Şimdi bunlarla ilgili ortak çalışma, demokrasi güçlerinin ortak çalışması olmazsa, ittifak tartışmaları nâfile kalacaktır. Seçimin âdil ve dürüstçe gerçekleşmesi ihtimâli her geçen gün daha da azalacaktır. Şimdi yine de ittifak tartışmalarına cevap veriyoruz. Diyoruz ki: Hani birileri çıkıp, “Efendim, HDP olmasın, şunlar olsun” falan diyorlar ya. İyi de bize sordunuz mu biz istiyor muyuz diye? Biz Meclis seçimleri için herhangi bir ittifaka girmeye tâlip değiliz, böyle bir arayışımız yok. Ve açık söyleyeyim: Böyle bir ihtiyacımız da yok. Ama ülkenin demokrasi ihtiyaçlarının gerektirdiği sorumluluklardan da hiçbir zaman kaçmayacağımızı söyledik. 2019 Yerel Seçimleri bunun en önemli göstergesidir. Cumhurbaşkanı seçimine gelince, Meclis seçimleri için bizim kendi ittifaklarımız var, bölgede Kürt partileriyle ittifakımız var, yerel seçimlerde yaptık birçok Türk partisiyle birlikte girdik yerel seçimlere. Türkiye’nin tümünün farklı çevreleriyle ittifak yaptık. Kendi içimizde bileşenler var. Bu ittifakları genişleteceğiz, demokrasi-barış-adalet temelinde genişleteceğiz. Üçüncü yol dediğimiz şeyin bir parçası, bir somutlaşma biçimi de budur. Bunun dışında eğer cumhurbaşkanlığı için muhalefet ortak aday çıkarmak isterse, biz bunun iyi bir seçenek olacağını da düşünüyoruz. Yani ortak aday, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir seçenektir. Ancak ortak aday derken de, isimleri değil ilkeleri tartışmak gerektiğini söylüyoruz. Öncelikle, biz hangi temelde bir araya geleceğiz? Muhalefet, bugüne kadar gelen, on yıllardır süren bu çürümüş sistemin restore edilmesi anlamına gelecek bir birlikteliğe yönelirse buradan demokrasi çıkmaz, buradan toplumsal barış çıkmaz, buradan çözüm çıkmaz. Önce ilkeleri konuşalım. Biz nasıl bir Türkiye vaat ediyoruz seçmenlere? Bu sorunun cevaplarını konuşalım. Ve eğer seçim kazanırsa nasıl bir geçiş süreci, sonrasında nasıl bir demokratikleşme programı olacak? Bunları konuşalım. Bunun üzerine bir aday bulunur, ortak aday. Eğer bu zemin sağlam kurulursa bunlara uygun bir ortak aday bulunur. Orada da biz katılımcı yöntemi öneriyoruz. Diyoruz ki: Parti başkanlarının, eş başkanların oturup da kendi aralarında aday pazarlığı yapması yetmez, üstelik sakıncalı da olur. Bunun yerine Türkiye’de örgütlü çeşitli demokrasi güçleri var, inisiyatifler var, dernekler var, hak örgütleri var, ondan sonra emek meslek örgütleri var. Bunlara da soralım. Hem ilkeleri belirlerken katılımcı bir yöntem, ortak ilkeleri belirleyebilirsek ortak adayın ismini de katılımcı bir yöntemle tespit edelim. İşte bizim ittifak konseptimiz budur, çok açıktır, çok nettir. Ve bunu bozacak her kim olursa olsun, halk önünde, toplum önünde büyük vebal ve sorumluluk altında kalacaktır. Tarihte de ağır bir yargılamanın muhâtabı olacaktır. Tarihin hükmü de bu konuda ağır olacaktır, onu söyleyeyim. Şunu da söyleyeyim: Biz sorumluluğumuzu yerine getirmeye hazırız.

Ruşen Çakır: Son olarak, sizin parti olarak çok önemsemediğinizi biliyorum, ama iktidarın, Cumhur İttifakı’nın gündeme sokmak istediği bir yeni anayasa meselesi var. MHP bir şey hazırladı, AKP hazırlamakta. Ve en son Cumhurbaşkanı dedi ki: “Herkese çağrı yapacağız, ama olmazsa referanduma sunacağız” dedi. Bu herkese sizi de dâhil ediyorlar mı acaba? Bu konuda herhangi bir tahmininiz ya da temâsınız var mı? Diyelim ki ortak bir anayasa yapıyoruz derken… genellikle ortak çağrılar –daha önce biliyorsunuz, 15 Temmuz’dan sonra da böyle oldu–, başka birçok olayda, “HDP hariç herkes” gibi bir yaklaşımı benimsiyorlardı. Bu sefer de böyle mi olmasını bekliyorsunuz?

Mithat Sancar: Öncelikle şunu söyleyeyim: Böyle bir diyaloğumuz hiçbir zaman hiçbir şekilde olmadı. Hani “Size geldiler mi? Bir diyalog oldu mu?” diye sordunuz diye söylüyorum. İktidar çevreleriyle bizim aramızda böyle bir diyalog olmadı. İkincisi: Anayasa meselesine yaklaşımımızda biraz önce ittifaklar konusunda söylediğimiz gibi nettir. Orada da diyoruz ki: Demokratik bir anayasayı tartışabilmek için demokratik bir ortama ihtiyacımız var. Bu kadar yozlaşmış bir ortamda, böyle bir zulüm ortamında, bu şartlarda anayasayı değiştirmeyi teklif etmek insanların aklıyla alay etmektir. Biz bunu reddediyoruz. Bu tartışmalarda yokuz. Öte yandan HDP’nin dışarıda bırakılması istemi sadece iktidarın söylemi değildi; maalesef muhalefette de buna sarılanlar oluyor. O zaman şöyle bir tabloya bakın: Sırf bütün bu kirli ilişkileri, bütün bu kanlı girdabı yürütebilmek için hep bizim üzerimizden muhalefete ve topluma ayar verdiler. Yetmiyor mu? Bunun bu topluma bedelini görmedi mi herkes? Biz ayaktayız, çünkü gerçekten samimi bir demokrasi ve barış mücadelesi yürütüyoruz, bu mücadeleyi yürütme gücümüz var, bunun için de bedel ödemeye hazır bir hareket, bir gelenek, bir parti söz konusu. İşte, arkadaşlarımız yargılanıyor. Bu yargılamaların nasıl çürük olduğunu anlata anlata bir hal olduk; ama hep iktidarın manipülasyonlarına prim veren çevreler çıktı muhalefetten. Şimdi artık bunu bitirin. İktidarla aynı dili kullanan, iktidarın çizdiği oyun sahasında kalan kim olursa olsun, bu iktidarın ve bu kirli düzenin devamında sorumluluk sahibi olacaktır. Bu kadar açık söylüyorum. Anayasa meselesi ise ancak demokrasi güçlerinin demokratik şartları, anayasa için gerekli tartışma ve katılım ortamını yaratmalarıyla ciddiyet kazanabilir. Bu bizim demokrasi ittifakı politikamızın da bir parçasıdır. Yani o kadar net diyeyim.

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım Mithat Sancar. Çok güzel bir söyleşi oldu, çok teşekkür ediyoruz.

Mithat Sancar: Ben teşekkür ediyorum size.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Evet, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’la ağırlıkla Sedat Peker videolarını, ama aynı zamanda erken seçim ve yeni anayasa tartışmalarını ele aldık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.