Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sedat Peker’in dokuzuncu videosu: Artık dönüşü olmayan savaş

Sedat Peker, Yaşadıkça ve yaşlandıkça değil, direndikçe büyürüz başlıklı dokuzuncu videosunda, birçok sorunun cevabını verdi, birçok yeni soru ve iddiayı da ortaya attı.

Yayına hazırlayan: Zelal Direkci

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Artık pazar günleri böyle bir mecburî hizmetimiz de oldu. Sedat Peker yine sabahın köründe videosunu yükledi. Diğerlerine göre daha uzun bir video bu — 1 saat 24 dakika süren bir video. Ve başlığı da iyice soldan: “Yaşadıkça ve yaşlandıkça değil direndikçe büyürüz” başlığıyla verdi. Direniş meselesi çok sol jargonun kullandığı bir şeydir. Bununla ilgili birtakım notlarım var — tabii ki yine baştan sona izledim. Ayrıca internette bunu derleyenler var. Sosyal medyada örneğin Özgün Emre Koç, sağ olsun, çok güzel özetler çıkartıyor bütün videolardan. Oradan da yararlandım ve Medyascope’tan arkadaşımız Ufuk Çeri hem bugünkü videoyu hem de dünkü Facetime kaydının deşifresini bana iletti eksik olmasın. Onların hepsine bakarak bu yayını yapmaya çalışacağım. Çünkü her videoda yeni yeni birtakım şeyler var. Yeni açılımlar var. Onu özellikle vurgulamak lâzım. İzleyenler vardır; Erdoğan ile helâlleşmesini ertelemesi nedeniyle, “Sedat Peker yan mı çiziyor?” diye bir yayın yapmıştım. Yan çizeceğini sanmadığımı bir şekilde söylemiştim ve bugün baktığımızda hiç de yan çizeceğe benzemiyor ve hatta başlığa çıkarttığım gibi, “Artık geri dönüşü olmayan bir savaş” söz konusu. “Geri dönüş yok!” lâfını –kendisini izleyenler dikkat etmiştir– oradan aldım.

Bütün bunlara geçmeden önce şu rozeti size anlatayım. Ben genellikle kedi rozeti takarım, ama bu sefer farklı; çünkü bu bizim Galatasaray Lisesi’nin pilavının rozeti. Her sene haziran ayının ilk pazarında, mezunlardan gelebilenler lisede toplanırız. Pilavımızı yeriz ve ondan sonra da Çiçek Pasajı’na dağılırız. Herkes ayrı ayrı yerlerde olur. Ama salgın nedeniyle bu maalesef olmuyor. Yine bu sene de geçen sene olduğu gibi evlere geldi Galatasaray Cemiyeti’nin yolladığı pilavlarımız, tabii ki çok iyi bir servisle. Bunlar geldi; yayından sonra ailecek burada Galatasaray pilavımızı da yiyeceğiz. Ve bildiğim kadarıyla benzer kutlamaları yapan bütün okullar aynı dertten mustarip. Umarım seneye bütün okulların mezunları hep birlikte kendi kutlamalarını yaparlar.

Evet, Sedat Peker bahsine dönelim. Tabii bir not da ileteceğim: Özellikle bazı konuları saat 19:00’da Ahmet Şık ile konuşacağız. Özellikle, Sedat Peker’in anlattıklarından hareketle, toplumun, siyasetçilerin, medyanın nasıl tepki vermesi gerektiği üzerine. Bir de orada tabii ki Sedat Peker’in dün ve bugün dile getirdiği bazı hususları da Ahmet’le konuşacağız. Özellikle Baran Sezgin Korkmaz meselesi — ki bugünkü videonun en önemli olaylarından birisi. Onu Ahmet çok iyi biliyor; daha önce bu konuda “A’dan Z’ye Baran Sezgin Korkmaz Dosyası” diye bir çalışma yapmıştı ve T24’te yayınlanmıştı. Ahmet’e onu ayrıca özel olarak soracağım. Eğer Ahmet İstanbul’da olsaydı, geçen hafta olduğu gibi stüdyoda yapacaktık; ama İstanbul dışında olduğu için online yapmamız söz konusu. Saat 19:00’daki o yayını da size buradan duyurayım.

Şimdi, dünkü Facetime olayı tahminimden daha çarpıcı çıktı. Çünkü orada yine gördük ki biri birtakım tanıdıklarını konuşturuyor, onların ağzından lâf alıyor. Hem Suriye silahlarına doğrudan dahil olmuş bir isim Serdar Ekşioğlu. Bazen Ekşi diye geçiyor, ama esas tam adı Ekşioğlu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir hısımlık ilişkisi var; yeğeniyle evli olduğu söyleniyor. Belli ki aileye yakın biri ve kendisinin Suriye’ye yapılan yardımlarla ilgili görüntüleri de zaten sosyal medyada vardı. Hatırlanacaktır, ilk videolardan birisinde kâğıtta göstermişti adını Serdar Ekşioğlu’nun. Ve nihayet gördük. Kendisine başından beri “Reisim” diye hitap eden, hatta onu sigara içerken görünce şaşkınlığını belirten birisi ve aracılık yapmaya çalışıyor. Onu birileriyle barıştırmaya çalışıyor anladığımız kadarıyla. Özellikle de Pelikan grubu denen grupla. Şimdi bu görüşmeden ne çıkıyor? Birçok şey çıkıyor, ama bir bütün olarak bakıldığı zaman tam bir kaotik ortam var, acayip iktidar ilişkileri var. Farklı farklı gruplar var ve bunların ilişkilerinin hepsi, görülmeyen ilişkiler. Yani seçimle başa gelmiş bir iktidar var, ama bu iktidarın imkânlarından ve nimetlerinden faydalanan farklı farklı isimler var. Kimisi gazeteci, kimisi akademisyen, kimisi iddiaya göre düşünce kuruluşu yöneticisi, kimisi iş insanı, kimisi siyasetçi, kimisi eski siyasetçi… bir yığın isim dolaşıyor ve bu ilişkilerin nasıl karmaşık ve nasıl sert olduğunu görüyoruz bu Serdar Ekşioğlu görüşmesinde. Adı geçenlerden bazıları hemen açıklamalar yaptılar — ki Hilal Kaplan’ın da adı geçiyor, eşinin de adı geçiyor (Süheyb Öğüt) bir de onların ekibinde yer alan –Feyza’ydı galiba– bir kadının adı geçiyor. O da Pelikan’ın en önde gelen isimlerinden birisiydi. Hâlâ öyle mi bilmiyorum. Videolar yapıp sağa sola sataşır — bîen dahil; çünkü baktım, bende sosyal medyada engelliymiş, bana da sataştığını hatırladım, böyle biri. Pelikan deyince akla İslâmî bir çevre geliyor, ama kendisi bambaşka biri. Daha bir sosyete kadını görünümlü birisi. İsimler geçti, bunlar yalanladılar. “Tanımıyorum, az tanıyorum” gibi şeyler söylediler. Metin Külünk’ün adı geçti — ki bugünkü videoda bayağı bir ismi var. Mâlûm, ayda on bin dolar aldığı söylenen siyasetçi olarak Metin Külünk adı dile getiriliyordu, bazıları bunu da söylediler. Sedat Peker bu konuya bir açıklık getirdi: “Ayda 10 bin dolar doğru değil” dedi. Süleyman Soylu’yu yalanladı; ama çok daha büyük paralar ödediğini, Metin Külünk’ün bir yeğeninin tefeciye kaptırdığı paranın ödemesini yaptığını söyledi ve seçim zamanı arabasına paralar konduğunu söyledi — ki orada sadece Metin Külünk’ü değil başka siyasetçileri de işaret etti. Yani siyasetçilere dikkat çekti. Tabii en çarpıcı hususlardan birisi de AK Parti’nin seçim kampanyası sırasında dağıttığı kahvelerin de kendisinin ürünü olduğunu ve bunların karşılığında beş kuruş para almadığını söyledi. Evet, “Tarihî Beyoğlu Kahvesi” 2015’te lanse edilmiş. Sedat Peker o tarihte franchising yaptığı bir şey açmış ve Sedat Peker bugünkü yayından sonra ne diyor? “Galiba yanlış anlaşıldım; benden aldıkları kahvelerin hiçbirisinin parasını ödemediler. Eğer ödedilerse faturasını göstersinler” diyor. Şimdi dünkü ve bugünkü olayda süreklilik var. Süreklilik ne ifşalar devam ediyor ve hayatın her alanından –iş dünyasından, medyadan, siyasetten– aklınıza gelebilecek –yargıdan, emniyetten– birbirinden farklı kesimlerden isimler veriyor. Adlarını veriyor, tarihler veriyor, olayların içeriklerini anlatıyor. Kimi zaman bir yargıç, kimi zaman üst düzey bir emniyet yöneticisi, kimi zaman bir bakan, kimi zaman milletvekilli, kimi zaman gazeteci vs. ve birbirinden farklı insanlar ya da gazete yöneticisi Serhat Albayrak gibi ya da Bosphorus Global, Hilal Kaplan ve eşi Süheyb Öğüt gibi birtakım isimler dolaşıyor. Ve bu isimlerin hepsini birtakım gayri meşruluklarla ilişkilendiriyor. Ve bunu yaparken içeriden konuşuyor; yani dışarıdan, “Ben şöyle duydum, böyle duydum” diye değil, “Hep beraber yaptık” diyor. Ve o söylediği çok anlamlı: “Eğer ben pisliksem, ben pisliğin en altındayım. Sizler daha da pissiniz” diyor; yani kolektif bir suçtan bahsediyor. Zaten dün de öyle yapmıştı, biliyorsunuz, Serdar Ekşioğlu ile ilgili paylaşımının ardından: “Biz suç işlemede bir aileyiz” demişti. Ve burada görüyoruz ki kendisinin bir şekilde devre dışı bırakılmak istendiğini ya da harcanmak istendiğini görüp, can havliyle kendisini ve ailesini koruma refleksiyle hareket ettiğini anlatıyor. Aslında ilk videodan beri yapmaya çalıştığı şey bu. Ve bunların birtakım dış güçlerle, şunlarla bunlarla irtibatlandırılmasına da çok kızmış. Ajanlıkla suçlama meselesinde, ayrı ayrı kişileri defalarca gördük. Mesela Akitçiler’i, Doğu Perinçek’i, birçok ismi… Bu ajan muhabbetti yüzünden onlara çok sert bir şekilde hakaretler etti, saldırdı. Ve olayın tamamen kişisel bir olay olduğunu söylüyor — ister inanalım ister inanmayalım. Ve şunu söylüyor: “Bir özür beklemiştim; olayı buraya siz getirdiniz. Yani benim kişisel olarak beklentilerim vardı. Bu kişisel beklentilerimi yerine getirmediniz. Ve ben de aldım başımı gidiyorum. Ve hatta ölsem de benden kurtulamayacaksınız” diyor. “Ölsem de benden kurtulamayacaksınız” sözüyle ne kastediyor olabilir? Bir kere, şu âna kadar anlattıkları zaten yeterince önemli şeyler; ama bir ihtimal, henüz anlatmadıklarını, başına bir şey gelirse kamuoyuna iletilmesi için birtakım yerlere teslim etmiş olabilir — ki bunlar tarihte çok olan şeyler, filmlerde de vardır, gerçek hayatta da vardır. Böyle olaylar çok olur, başıma bir şey gelirse diye bırakılan birtakım şeyler de olabilir. Ama bu ölüm meselesini sık sık tekrarlıyor. Ve üzerine Arnavut, Sırp, Rus gruplar salındığını söylüyor. Sürekli yer değiştirdiğini söylüyor, yerinin tespit edildiğini ve yine ailece bayağı bir yol yaptıklarını söylüyor. Şu anda nerede olduğunu bilmiyoruz; ama muhtemelen yine Birleşik Arap Emirlikleri’nde —bir şey bildiğimden değil; akıl yürütüyorum. Şimdi burada, şu âna kadar dile getirdiklerine ek olarak söylediği en önemli olay tabii bu Sezgin Baran Korkmaz (SBK) olayı. En önemli olay o. Onu Ahmet Şık ile bilâhare konuşacağız. Açılışta söylediği, belediyelerin nasıl hortumlandığı, taşeron kullanma meselesi var. Bu “Beş Büyükler”in aslında doğru dürüst işçisinin olmadığı; onların taşerona, taşeronların başka taşeronlara verdiği; paraların bazı yardım kuruluşları üzerinden aklandığı gibi bayağı bir şeyler anlattı — ki zaten bunlar bir şekilde tahmin ettiğimiz, bildiğimiz hususlar. Ama belli ki bu hususların içerisinde bizzat yer almış birisinin anlatmasıyla bunlar çok daha etkili oluyor. Tekrar tekrar “FETÖ Borsası” meselesine vurgu yaptı ve Süleyman Soylu’yu tekrar bu konuda ciddi bir şekilde hedef aldı. Zaten Süleyman Soylu’yu hedef alması artık sınır tanımıyor.

Gazeteciler Veyis Ateş, Abdülkadir Selvi var; gazeteci demeye dilimin varmadığı iki kişi daha var. Onların adlarını anmak bile istemiyorum; ama bütün bunları bir şekilde belli ki tanıyor. Arabuluculuk yapmaya çalışan insanlar. Ve bunların lâf taşımalarının ardından belli ki başlarda bir pazarlık ihtimalini düşünmüş; ama anladığım kadarıyla artık pazarlık meselesi pek fazla gündemde değil. Tabii ki öyle bir ihtimal hep vardır. Fakat şu hâliyle bakıldığı zaman, en azından Süleyman Soylu gibi, Mehmet Ağar gibi isimlerle tekrar buluşabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Hâlâ ortada çok ciddi bir soru işareti var. O da tabii ki “Tayyip Abi” dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan’la nasıl bir ilişki kuracağı, helâlleşmesinin nasıl olacağı. Söylediği önemli bir not vardı: “Benimle mezara gidecek şeyler var” diyor, Erdoğan’la helâlleşmesi söz konusu olduğu zaman. Yani Erdoğan’la helâlleşmesinde her şeyi söylemeyeceğini belirtiyor, böyle bir merak uyandırıyor. Fakat bir bütün olarak baktığımız zaman, daldan dala atlayan bir Sedat Peker var. Birbirinden farklı konularda, siyasî konularda da konuşan bir Sedat Peker var. Fakat konuşmalarının bütününden baktığımız zaman, eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan tam hâlini izliyorsa ve eğer önüne deşifresi verilip hepsini okuyorsa herhalde çok kızıyordur. Çünkü “Ümmetin liderliği” lâfını Balkanlar üzerinden bayağı bir tefe koydu. “Ümmetin liderliği”ne birtakım örnekler verdi — Makedonya’dan, Balkanlar’dan. Filistin meselesi hakkında daha önceden söyledikleri de mâlûm: “Tabii, orada petrol yok!” dedi. Aslında dile getirdiği isimlerin hemen hemen hepsinin bir şekilde Erdoğan ile ilişkisi var. Mesela bu videoda yine Binali Yıldırım ve oğluna değindi. Ve yine Binali Yıldırım’ı ayrı tuttu; ama oğluyla ilgili söyledikleri o kadar sert ki, Binali Yıldırım’ın bundan etkilenmemesi mümkün değil. Ve Binali Yıldırım da Erdoğan’a en yakın isimlerden olduğu için, Erkam Yıldırım’la ilgili uyuşturucu suçlamasının, Hollanda’daki şirketler vs. iddialarının ucunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kadar gitmemesi mümkün değil. Ama daha önemli bir husus var, o da şu: Tüm bu videoda, bugünkü videoda bir vurguyu özellikle yapıyor. Daha önce konuşmuştuk; Sedat Peker eskiden sırtını devlete dayayıp halka konuşuyordu. Mesela bugünkü videoda anlattığı ilk Rize mitingi, Ergenekon sürecinden çıktıktan sonra yaptığı Rize mitinginin nabzını yoklarken devlete bakmış. Bu nasıl tepki alır diye ölçmüş biçmiş ve ondan sonra halka seslenmiş. Ama şimdi işin rengi değişti. Sırtını topluma dayayıp devlete sesleniyor. Ve bugün ilk kez bir şeye vurgu yaptı, tekrar tekrar –ki bunu Ahmet Şık’la özel olarak konuşacağız–, diyor ki izleyenlere –40 yaşının altında olup kendisini izleyenlere, kendisi yine milyonlarca izleniyor; mesela sabahtan bu yana 4 milyona yakın izlenmişti bu video; herhalde bu da on milyonu aşar–, diyor ki izleyenlere: “Muhalefete baskı yapın, medyadaki dürüst gazetecilere baskı yapın, bütün bu olayları gündeme taşısınlar. Gündeme getirsinler.” Yani daha önceki videolarda şöyle bir hava vardı: Devlete sesleniyordu ve şunu diyordu: “Gelin bu meseleyi çözelim.” Pazarlıksa pazarlık ya da her neyse… onun birtakım şikâyetleri var, kişisel ya da daha genel. Kendisine birtakım işaretler, hedefler saptıyordu ve oradan müzakerenin, bir pazarlığın kapısını aralıyordu. Ama artık anlaşıldığı kadarıyla böyle bir beklentisi pek yok. Çünkü bu süreç içerisinde belli ki birçok kişi arabulucu olmaya çalışmış. Şu anda görüyoruz, isimlerini de geçiriyor değişik meselelerde. Hatta bu arabuluculuk girişimlerinin kayıtlarını da yayınlıyor; ama çok fazla bir umudu kalmamış ya da artık bunu istemekten vazgeçmiş; şimdi başka bir şey istiyor. O da ne? “Artık işin içerisine siyaset girsin, başka şeyler girsin ve bu anlattıklarımdan…” –Sedat Peker ağzıyla söylüyorum– “bunların birtakım sonuçları ortaya çıksın.” Mesela sonuçlar nedir? Süleyman Soylu’yla ilgili dile getirdiği Yüce Divan. AKP iktidardayken Süleyman Soylu’nun Yüce Divan’a gitmesi gibi bir şey olabilir mi? Herhangi birisinin olamaz tabii ki. Dolayısıyla aslında geçen pazar günkü yayında Ahmet Şık’ın söylediği çok daha fazla şekilleniyor. “Böyle tanımlamıyor, ama Erdoğan iktidarının gitmesini istiyor” diye yorumlamıştı Ahmet. Bugünkü videoda bu çok daha bâriz bir şekilde kendini gösteriyor. Doğrudan iktidarı ve dolayısıyla Erdoğan’ı hedef alıyor. Demin söylediğim gibi, Erdoğan bu videoyu izlese ya da oradaki içerikten haberi olsa çok kızar; çünkü Erdoğan’ın yanında yöresindeki birçok ismi ele alıyor, hedef gösteriyor ve bunun için muhalefet ve medyanın içerisindeki birtakım sayıları az olduğu mâlûm isimlerin seferber edilmesini ve bunun için de toplumun inisiyatif almasını söylüyor. Bu doğrudan iktidara bir meydan okuyuş — ki olayın artık siyasî bir boyut kazanmaya başladığını gösteriyor bize.

Şimdi, birçok not var: Mesela büyük oğluna yönelik yaptığı “çatal fırlatma” çok rahatsız edici, çarpıcı ve bize aslında Sedat Peker şunu da söylemiş oluyor. Onun anlattıklarından şu ya da bu nedenle, gerçekler ortaya çıkıyor, iktidar zor durumda kalıyor vs. diye huşû içinde memnun kalanlara kendisini hatırlattı; yani o kadar da hayran olunacak, sevilecek bir insan değil. Kendi oğluna, sebebi ne olursa olsun… orada kızlarına sahip çıkmak olarak anlatıyor; ama kızlarımı ağlattı diye küçük oğluna çatal fırlatıyor. Bu akıl alacak bir şey değil. Ama nedense, ben dahil birçok kişi, “Olur mu canım? Uyduruyordur” demiyoruz. “Herhalde olmuştur” diyoruz. Zaten konuşmasının birçok yerinde kendisinin öfke nöbetleri olduğunu, “psikopata bağlamak” lâfını kendisini de katarak söylüyor. Bunlar çok ilginç notlar. Yani hakikaten gerçeküstü bir olay yaşıyor gibiyiz. Karşımızdaki kişi, yani herkesin az buçuk bildiği, ama her seferinde bizi şaşırtan bir insanla karşı karşıyayız. Şaşırtmak illâki pozitif anlamda değil; ama sonuçta bu zamana kadar gelebilmesi, 9. Video’yu da çekebilmesi ve her seferinde eleştirilerini –eleştiri de değil, suçlamalarını–, saldırılarını katlayarak artırması, yeni yeni isimler ve olaylar katarak aktarması ve dile getirdiği şeylerin hemen hemen hiçbirisini kimsenin “Olur mu öyle şey?” deyip ânında çürütememesi. Mesela Demirören’lerin Doğan Grubu’nu satın almak için Ziraat Bankası’ndan aldığı 750 milyon dolar; diyor ki: “Bu çok ucuza gitti. Evet bunu herkes biliyordu. Neden ucuza gitti? Çünkü biz zamanında Hürriyet’i bastık, Aydın Doğan’ı korkuttuk ve Aydın Doğan can havliyle satmak zorunda kaldı.” Ve ondan sonra, “750 milyon doları nereden aldılar?” diyor; “Ziraat Bankası’ndan ve beş kuruş ödemediler” diyor. Bu Ziraat Bankası olayı aslında az buçuk konuşuldu, bunlar ödendi mi ödenmedi mi meselesi de konuşuldu. Şimdi Sedat Peker veriyor bir şey, gündeme taşıyor ve şu anda iktidara en çok destek veren Demirören Grubu. Tabii ben de kısa bir dönem, Vatan gazetesini aldıkları dönemde Demirören ailesiyle çalıştım; yani onların nasıl gazetecilikten bîhaber olduklarını da gördüm. Yani vefat eden baba Demirören de çocukları da –hepsi, kızı da oğulları da– bu işten anlamıyorlar. Anlıyor olma gibi bir iddiaları da yok zaten. Önemli olan o gazete sahipliği ve televizyon sahipliğinden elde edilen başka şeyler. Mesela Türkiye’deki Milli Piyango, mesela Azerbaycan’da aldıkları birtakım ihâleler; yine Azerbaycan’da başkalarının aldığı ihâleler. Bunları da tabii bu arada sıkıştırdı Sedat Peker.

 Bir Gün Tek Başına’dan bahsetti. Vedat Türkali’nin o muazzam eserinden bahsetti. Yine hep böyle şeyler oluyor; başlığında zaten “direniş” olan bir videoda, Vedat Türkali’den bahsetmiş olması… Bir Gün Tek Başına da çok güzel bir romandır. Cezaevinde okumuştum ben onu. Yani 19 yaşındayken okumuştum; çok güzel bir roman. İnsanın karşısında yıllar sonra Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sının Sedat Peker tarafından anlatılıyor olması bir acayip ediyor. Hadi ben neyse de, kızı Deniz Türkali, oğlu Barış Pirhasan acaba ne hissetmişlerdir? Böyle işte. “Gerçeküstü” derken bunu da bir ölçüde kastediyorum.

“Ümmetin gaspçısı” diye bir notum var. “Ümmetin lideri”… “ümmetin gaspçısı”… Bu lâflar çok büyük lâflar. Bunları herhangi birisi, bir gazeteci vs. sosyal medyada etmeye kalksa başına gelmedik kalmaz. Her anlamda hem lince uğrar hem de herhalde kapısına gelirler. Burada görüyoruz, insanların nasıl her şeyi çıkarlar üzerine binâ ettiklerini. Kendilerinden olmayan, iktidarın yakınında olmayan kişilere her türlü ucuz suçlamayı yaratan kişilerin ne tür ilişkiler içerisinde olduklarını gösteriyor bize Sedat Peker — bedava yapılan tatiller. Ben burada yarım saati dolduramadan kesildim, kendisi –bir saat 15 dakika mı ne? – arada bir iki kere su içerek acayip bir şey yapıyor. Yani bunu hâlâ tam anlayabilmiş değilim. Prompter olmadığı kesin. Prompter olmadığı kesin diyorum ama, kazara bir şekilde bir yolunu bulup prompter koyuyorsa, emin değilim, ama değil ve özellikle bu sefer de yaptı: Birtakım şiirleri okuyor ezbere. Bayağı uzun okuyor; gerçekten çok farklı bir kişilik. Kendisi de zaten bu farklılığın farkında ve bunu kullanıyor. Tabii ki onunla beraber olmuş, sonra yolları ayrılmış ya da onunla kavga eden ya da Sedat Peker’e karşı başka saflara geçenler de onu bayağı iyi biliyorlardır. Ve herhalde onlar da korkuyorlardır; çünkü dikkat ederseniz, yayınladığı her şeyde, telefon kayıtları ya da yaptığı videolarda hep birileri hakkında bir şeyler söylüyor bize. Onlarla ilgili şeyler anlatıyor ve bunların bir kısmının da bir süre çok yakın ilişki içerisinde olduğunu söylüyor. Özellikle bir dönem kendisiyle beraber hareket edip sonra ayrılmış ona cephe almış olanların bayağı kara kara düşündüklerini ve boncuk boncuk terlediklerini düşünebiliriz. Hele açıkları varsa — ki benim anladığım kadarıyla, Sedat Peker’le bir şekilde yakınlık kurmuş olup, onunla bir şekilde takılan, onunla bir şekilde ilişki kurmuş olan insanların muhakkak gizleyeceği bir şeyler var. Ve anladığımız kadarıyla da o gizleyeceği şeylerin büyük bir kısmını Sedat Peker biliyor. Şu anda eli o anlamda güçlü. Fakat bunu ne kadar sürdürebilir? Bu bahsettiği Arnavut, Rus, Sırp gruplar ya da başkaları ona bir şeyler yapar mı, yapmaya çalışır mı? Kendini ne kadar koruyabilir? Bunların hepsi bir soru işareti. Yalnız, şu âna kadar söylediklerini biliyoruz: İlk başladığı Mehmet Ağar, onun oğlunun karıştığı işler, Beykoz Konakları’ndaki muhabbet… artık kimsenin aklında kalmadı, sonradan anlattıklarının yanında bunlar çok basit şeyler olarak kaldı. Adım adım uluslararası uyuşturucu kaçakçılığından üstüne çökülen otellere kadar, marinalara kadar ve milyon dolarlar, milyar dolarlar, para alan siyasetçiler, para alan ya da imtiyaz elde eden gazeteciler, şu bu, böyle bir acayip tablo çiziyor bize. Türkiye’nin gerçekte nasıl yönetildiğini, daha doğrusu nasıl yönetilemediğini içeriden bir tanık olarak açık açık anlatıyor. Dolayısıyla Sedat Peker’in bu söyledikleri Türkiye’yi daha iyi anlamamıza ciddi bir şekilde yardımcı oluyor.

Şunu tekrar vurgulamak istiyorum — daha önceki yayınlarda da söyledim: Sedat Peker’in bunları anlatabilmesinin nedeni, Türkiye’de yönetimin iyice çıkmazda olması, yönetenlerin yönetememesi. Eğer güçlü bir iktidar, güçlü bir Erdoğan olsaydı, Sedat Peker belki de bağrına taş basıp küçük küçük şeylerle uğraşıp bir hayat sürebilirdi. Kendini unutturmak isteyebilirdi. Şu hâliyle bakıldığı zaman, zaten batan bir gemi var. O gemiden önce onu attılar, atmışlar. Daha doğrusu birileri ona bir filika vermiş, demiş ki: “Sen bir süre kaybol, sonra seni tekrar gemiye alacağız”. O da o meşhur nisan ayına kadar beklemiş, gemiye tekrar binmek için. Bu benim çıkarttığım sonuç. Sonra gemiye onu almayacaklarını fark etmiş ve bunun üzerine gemiye yönelik, geminin içerisindeki birtakım kişilere yönelik, yolculara ya da mürettebata yönelik birtakım kozlarını ortaya sürmüş ve şimdi anladığım kadarıyla bir süredir aslında geminin çoktan batmış olduğunu ya da yerinden kıpırdamayacağını, artık o geminin içerisinde yer almasının bir anlamı olmadığını görüp yeni bir pozisyon almaya çalışıyor.

Yayının başında ilginç bir olaydan bahsetti: “Arslan avını tamamlamak”. Belli ki o kişisel gelişim kitaplarından birisinden okumuş, ona referansla söylüyor. Şöyle not almışım, diyor ki izleyicilere: “Bu işten en büyük kârı siz alıyorsunuz” diyor izleyenlere; “Ben size bir şeyler anlatıyorum, siz bundan bir şeyler öğreniyorsunuz” diyor. “Ama benim de kârım var” diyor ve kendi kârını, “Arslan avını tamamlamak” olarak tanımlıyor. Diyor ki: “Geçmişte birtakım hatalar yapmış olabilirsiniz. Mesela bir öğrenci çok tembeldir. Öğretmeni tarafından sevilmez, sürekli azarlanır, ama bir sınavda çok başarılı olduğu zaman bütün bunlar geride kalır ve o çok parlak bir öğrenci olur.” Ve buna, “Arslan avını tamamlamak” diyor. Kendisi için de böyle bir şey söylüyor. Anladığım kadarıyla şunu söylüyor: “Benim bir geçmişim var ve geçmişim çok da övünülecek bir şey değil. Ama bugün ve yarınımda bir şey başarmak istiyorum. Başarırsam da tarih beni böyle yazar” diye düşünüyor. “Arslan avını tamamlamak” diye düşünüyor. Bu çok ilginç bir değerlendirmeydi bence. Videonun başında koymuş olması belli ki onu çok düşündüğünü gösteriyor. Bunun bir ters versiyonunu biliyoruz. Çok parlak olan, çok iyi bilenen birisi bâriz bir hata yaptığı zaman, bütün o geçmişi silip süpürüyor. Yok oluyor. Mesela bir sunucu vardı, gençler bilmez, Güner Ümit, televizyondaki yarışma programlarının çok başarılı bir ismiydi. Seveni vardı sevmeyeni vardı, ama çok popüler bir isimdi. Aleviler’e yönelik hakaretâmiz bir şeyi canlı yayında söyledikten sonra –yani nasıl söylediği hâlâ garip geliyor–, o andan itibaren bitti, kayboldu. İnanın yaşıyor mu yaşamıyor mu haberim yok. Ama bir dönemler televizyonlarda vardı. Buna benzer, bu kadar sert olmasa da başka örnekler de var. Bu hayat, bu Türkiye, büyük hatayı kaldırmıyor. O zamana kadar ne kadar başarılı olursanız olun. Sonra büyük bir hata yaptığınız zaman birden üzerinize çarpı atılıyor. Mesela Sedat Peker bugüne kadar çok kişinin üzerine çarpı attı. Kamuoyunda şöyle ya da böyle bir imajı olan, iyi kötü bilinen, takdir ediliyor edilmiyor ayrı ama eninde sonunda “Ya işte, fena birisi değil herhalde” denilen birçok insanın üzerine çarpı attı — onlarla ilgili çok acayip şeyler yayınlayarak. Mesela gazetecilik iddiasındaki o iki biraderin nargile içerken olan Facetime kaydı, onca yılın bir anda çöpe gitmesine neden oldu. Şimdi bunun tersini Sedat Peker kendisi için kurgulamak istiyor. Bakalım başarılı olacak mı?

Evet, fazla uzatmayayım. Bu akşam saat 19:00’da bütün bunlardan hareketle siyasetçiler, medya, sivil toplum ne yapabilir bunu konuşacağız. Tabii Ahmet’e Sedat Peker’in dile getirdiği bazı hususları da soracağım; özellikle kendisinin çok hâkim olduğu Sezgin Baran Korkmaz dosyasını da anlattıracağım. Evet, burada bir kere daha görüyorsunuz; çünkü her Sedat Peker videosunda medyadan birtakım isimler ortaya çıkıyor. Onların kimlikleri, neler yaptıkları, neleri yapmadıkları, neleri niçin yaptıkları ortaya çıkıyor. Ve bu kişilerin hepsinin aslında bağımsız olmadıkları, özgür olmadıkları bir kere daha ortaya çıkıyor. Sedat Peker, sağ olsun, yaptığı videolarla bağımsız ve özgür gazeteciliğin ne kadar elzem olduğunu gösteriyor. Zaten kendisi de sürekli öyle çağrılar yapıyor. Onun da ihtiyacı var. Onu izleyenlerin de ihtiyacı var. Türkiye’nin bu pisliklerden temizlenmesini gerçekten arzu edenlerin de bağımsız ve özgür medyaya ihtiyacı var.

Evet, akşam 19:00’da buluşmak üzere söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.