Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“İsmin neydi abiciğim?”

HDP İzmir İl Başkanlığı’nı basıp Deniz Poyraz’ı öldüren Onur Gencer’e teslim olduğu polislerin ilk sözü “İsmin neydi abiciğim?” oldu. Ülkemizdeki dehşet ve nefret ortamının kimler tarafından neden oluşturulduğunu gözler önüne seren bu soruya karşı ne, nasıl yapılmalı?

Bu yayında meslektaşım Gökçer Tahincioğlu’nun şu yazısından yararlandım: Deniz Poyraz’ın katili Onur Gencer: İçimi soğuttum, beni serbest bırakın!

Yayına hazırlayan: Gökalp Badak

Merhaba, iyi günler. Bugün Levent Gültekin’le de konuştuk bu konuyu. Dün Kemal Can’la da konuşmuştuk. Ama benim hep aklımda, o katil Onur Gencer’in teslim olduktan sonra polisin kendisine sorduğu ilk soru, “İsmin neydi abiciğim?” sorusu. Başlığa da bunu çıkarttım. Çok can yakan bir soru. Burada can yakmasının nedeni nedir? Çünkü belli; HDP binasına girmiş, cinayet işlemiş birisi bu ve polis ona gayet kibar bir şekilde şefkatle yaklaşıyor ve biz buna tanık oluyoruz. Kanıksamış durumdayız maalesef. Şimdi bu hep kafamdaydı. Ne yapacağımı, yani bu cümleyle ne yapacağımı gerçekten bilemedim. Ama Levent ile yayını yaptıktan sonra, T24‘te meslektaşım Gökçer Tahincioğlu’nun, yorumla karışık ama esas olarak haber yönü çok güçlü yazısını okudum. Gökçer’i tebrik ediyorum. Polis ve savcılık ifadelerini almış Onur Gencer’in. 27 sayfalık Emniyet ifadesi; ondan hareketle uzun bir haber yapmış — kendi görüşlerini de koyarak. Ve onu okuyunca insan… yani zaten Gökçer de yazısının girişine ve sonuna koymuş o çarpıcı cümleyi, “İsmin neydi abiciğim?” cümlesini. Bunu okuduktan sonra bu yayını yapmak zorunda hissettim kendimi. 

Şunu okumak istiyorum — biraz kötü şeyler, ama bunu bilelim, bir faşist katilin nasıl kötü birisi olabileceğinin bir örneği olarak ifadeden hareketle aktarılıyor, Gökçer’in anlatımıyla: İçeri girer girmez, kahvaltı yaptığı sırada sesi duyunca kapıya yönelen Deniz Poyraz’ı önce bacağından sonra da başından vuruyor. Poyraz’ın bedeninde daha fazla kurşun yarası bulunmasını da aynı soğukkanlılıkla açıklıyor. Öldürdükten sonra içeriyi dağıtıp içeride ateş edip tekrar Deniz Poyraz’ın yanına geldiğini, hırsını alabilmek için yeniden ateş ettiğini, hatta tekme attığını anlatıyor. Deniz Poyraz’ın başındaki yaralanmanın sebebinin bu olabileceğini söylüyor ve sürekli şunu söylemiş: “İçimi soğutmak için yaptım. Beni serbest bırakın”. Yaptığı eylemin suç olmadığını söylüyormuş. Yani tutuklanmasını gerektirecek bir durum olmadığını söylüyormuş. Bunu söylerken, tabii buradan hareketle, “Psikolojik sorunları olan birisi” vs. denecek — ki o da ifadesinde ilaç aldığını söylüyor. Ama bu cinayet, bu vahşi cinayet öyle psikolojik sorunla açıklanacak ve tabii ki affı getirecek bir cinayet değil. Bunun örgütlü bir cinayet olduğunu düşünüyorum. 

Levent ile yayında da söyledim. Kemal’le yayında da ikimiz de aynı şeyi söyledik. Ama burada yaratmaya çalıştıkları şu: “Bu adam, tek başına Onur Gencer, HDP’lilerden öyle bir nefret ediyor ki, öyle bir nefret ediyor ki, kendisi oturuyor tek başına bu cinayeti planlıyor.” Neler yapmış mesela? HDP il binasının yakınındaki otellerde kalmış, binayı düzenli olarak gözlemi̇ş. Binada bulunan dil kursuna kayıt yapmış. Hatta fırsatını bulup HDP’nin olduğu dairede keşif yapmış. Ve bütün bunları tek başına yapmış. Silah ruhsatı almış. Böyle birisi silah ruhsatı almış. Neye istinâden, nasıl aldı, niye verdiler? Tabii o da ayrı bir husus. Bütün bu şeyleri de kredi çekerek yapmış. Yani hiç kimseden para almamış ve ısrarla tek başına yaptığını söyleyen birisiyle karşı karşıyayız. 

Bu tek başına yapılmış bir iş mi? Mesela Gökçer’in sorduğu çok isabetli sorular var. Örneğin bizim arkadaşlar da fark etti. Bu kişinin sosyal medya hesapları birileri tarafından kilitlendi. Yani özelleştirildi ve bazı paylaşımlar da silindi. O kadar tek başına hareket ediyor ki, o tutuklandıktan sonra bir kısmını medyada paylaştığımız –bir tanesini biz de kapak resmi olarak kullanacağız– fotoğraflarda birileri ayıklama yapıyor. Nasıl oluyorsa oluyor, böyle bir şey oluyor. Ayrıca hızlı bir şekilde, 24 saat dolmadan bütün ifadeler alınıp kendisi tutuklanıyor. Şimdi burada hızlı bir şekilde tutuklanması, bir anlamda can güvenliği vs. gibi gerekçelerle falan açıklanabilir. Ama böylesine önemli bir siyasî cinayette, bir terör eylemi olduğu açık olan bir olayda, bu kişinin bağlantılarının araştırılması elzem. Ama bu konuda pek bir şey yapılmıyor. Bundan sonra, o tutuklandıktan sonra yapılacak mı? Savcılık bunları araştıracak mı? Onun Suriye’ye zamanında nasıl gittiğini, o silahlı pozları nasıl çektirdiğini, nasıl hayatını devam ettirebildiğini… — çünkü parası yok, işi yok, ayrılmış. Sürekli olarak söyleniyor. “Müstâfî sağlık çalışanı” diye — sürekli olarak bu söyleniyor. Sağlık çalışanı demişken ilginç bir ayrıntı var, Göksel onu yazmış. Sağlık görevlisi olarak çalışırken reçeteli bir ilacı reçetesiz kullanmış. O sırada Siverekli hemşireler bunu açığa çıkarmış. Bu nedenle husumet duymuş. HDP’ye olan öfkesini ve nefretini açıklarken, kendi başına gelen böyle bir olayı da gerekçe olarak koyabilen bir insan söz konusu. Şimdi bu kişi –çok ciddi bir şekilde korunan demeyeceğim; aslında HDP binaları korunmuyor, gözetleniyor, devlet tarafından denetleniyor, İzmir il binası da öyle– böyle bir binanın etrafında uzun bir süre keşif yapıyor ve tespit edilmiyor. Ondan sonra giriyor. Elinde çantayla giriyor, saldırıyı yapıyor. Silah seslerine rağmen o çevredeki onca polisten yukarıya çıkan yok. Ama ne oluyor? Mesela kendisi iniyor, teslim oluyor. 

Şu anda, görüyorsunuz Deniz Poyraz’ın cenazesi var; genç kadının cenazesi var orada. Tek suçu: HDP binasında bulunmak. Ama görüyoruz, katilin nasıl bir öfkeyle hareket ettiğini görüyoruz. Şimdi apar topar tutuklanıp gönderiliyor. Bu kişinin sosyal medya hesaplarında görüyoruz: Silahlar var, vs. var. İnsanların sosyal medyadaki en ufak paylaşımından hareketle tutuklamalar, gözaltılar yapan polis, Emniyet teşkilâtı bunları görmezden geliyor. Tek bununla ilgili bir sorun olmasa gerek. Bu çok yaygın. Çünkü o silahların yanında bir de bozkurt işareti yaptığınız zaman bir anlamda korunaklı oluyorsunuz. Mesela HDP’nin, o hep söylenen, saldırının olduğu saatte önemli ve kalabalık bir toplantının olmasının normalde beklendiği, ama geciktiği söyleniyor. Muhtemelen onun da o saatte bir toplantı olacağını bir şekilde öğrenmiş olması lâzım. Onu da tek başına yapabileceğini açıkçası sanmıyorum. 

Çok soru var. Çok soru var ve bunun münferit bir olay olduğunu ve münferit bir olay olmanın da ötesinde, bu münferit olayın fâilinin de neredeyse bir meczup olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar. Aslında çok da uğraşmıyorlar — o daha acayip bir şey. Yani bir iki tane iktidar yanlısı yerde, “Aslında kendileri yaptı” gibi birtakım açıklamalar oldu; yani çıkışlar oldu, açıklama diyorum ama, komplo teorileri ürettiler. Bunun üzerinde birazcık tepindiler. Ama onun dışında hiç doğru dürüst bir açıklama da yapılmadı. İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı konuyla ilgili tek kelime bile sarf etmedi. Şimdi böyle bir ortamda, bu kişinin yaptığı eylemin suç olmadığını söylemesi… Gerçekten buna inanıyor olabilir. Çünkü Türkiye’de yıllardır HDP, HDP’liler birer terörist, kötü insanlar, yok edilmesi gereken insanlar olarak gösteriliyor — devletin her kademesinden siyasî liderler, Cumhurbaşkanı, medyaları vs. üzerinden. Böyle bir atmosferde insanlar pekâlâ bu yaptıklarının normal bir vatandaşlık görevi olduğunu bile düşünebilirler. 

Bir de tabii şöyle bir şey var: Burada doğrudan bir cinayet söz konusu. Ama hep gönderme yapılan 7 Haziran – 1 Kasım 2015 arasında HDP’ye yapılan saldırılarda –ki Genel Merkez’e bile saldırı olmuştu– kimseye bir şey olmadı. Yani gözaltılar vs. oldu, ama yapanın yanına kâr kaldı. HDP’nin ötesinde, Meral Akşener’e, Kemal Kılıçdaroğlu’na ve Selçuk Özdağ’a yapılan saldırılarda da ne oldu? O kadar gazeteciye yapılan saldırılarda ne oldu? Burada tabii doğrudan bir cinayet olduğu için bir tutuklama söz konusu olabiliyor. Cinayet olmadan, mesela o kişi HDP binasına gelip ortalığı dağıtıp havaya kurşun sıkıp dışarı çıkmış olsaydı, muhtemelen başına hiçbir şey de gelmeyebilirdi. Böyle bir ortamı yaratanların, bu atmosferi yaratanların bu işin birinci derecede sorumluları olduğu çok açık ve dolayısıyla burada bu kişi nasıl, “Ya, ben içimi soğuttum, beni serbest bırakın” derken rahat hareket ediyorsa, aynı şekilde onu teslim alan –yakalayan da değil, çünkü kendisi teslim oluyor– polisin de ona ilk söyleyeceği şey, “İsmin neydi abiciğim?” olur. “İsmin neydi abiciğim?” diye bu katile soran polisin en ufak bir şeyde, liseli, üniversiteli öğrenciye, hakkını arayan işçiye ya da İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı sesini çıkartan kadına nasıl davrandığını da çok iyi biliyoruz. Böyle bir ortamda, böyle tamamen eşitlikten uzak, taraflı, fâiller arasında ya da zanlılar arasında ayrımcılık yapan bir güvenlik sistemimiz var. 

Her şey güvenlik temeline oturtuluyor. Tamamen bir güvenlik devleti inşasına gidiliyor. Özgürlüklerin güvenlik adına tamamen geri plana atıldığı bir ülkeye dönüştürülüyoruz. Ama burada ötekinin güvenliği söz konusu, canı söz konusu olduğu zaman o kadar da fazla rahatsız olunmuyor. İşte, Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırı olduğu zaman, “Ne işi vardı şehit cenazesinde?” oluyor. Rize’de Meral Akşener’e saldırıldığı zaman, hakaret edildiği zaman, “Ne işin vardı Rize’de?” oluyor. Böyle açıklamalar yapılıyor; ama ondan sonra bir katil, işte, anlatıyorum nasıl öldürdüğünü, nasıl vahşice, soğukkanlı bir şekilde genç bir kadını, hiçbir suçu olmayan, hiçbir şekilde hiçbir suçu olmayan bir kadını, savunmasız bir kadını öldürerek bundan bir övünç çıkartmaya çalışıyor. Burada Levent ile yayında izleyenler hatırlayacaktır, bir bir açıyı vurgulamaya çalıştım. Biraz onu konuştuk Levent ile. Ben de burada biraz daha açmak istiyorum. 

İlginç bir olay söz konusu. O da Sedat Peker’in yaptığı videolara ve sosyal medya paylaşımlarına baktığınız zaman, bir tür muhasebe yapıyor. Yani tam nasıl bir muhasebe? Buna Levent de öyle dedi. Yani aziz değil tabii ki; aziz değil, ama geçmişte… Mesela şu kişi aslında eskinin Sedat Peker’inin kitle tabanından bir kişi. Hatta Sedat Peker’in Suriye’yle ilgili yaptığı açıklamada Bayırbucak Türkmenleri’ne yardım ettiğini söylüyor. Belli ki bu kişi de Bayırbucak Türkmenleri ile beraber bulunmuş. Savaştı mı savaşmadı mı bilmiyorum, ama en azından fotoğrafları var, elinde silah var. Ve onun argümanları ile, zamanında Sedat Peker mevcut iktidarı gözeten mitingler yaptığında, açıklamalar yaptığında, mesela Barış Akademisyenleri’ne yönelik o “kanlarıyla duş yapmak” gibi şeyleri söylediğinde aynı perspektif söz konusuydu. Yani devlet için, devletin bekası için her şey yapılır. Bölücülere, teröristlere karşı her şey mübahtır anlayışı. Ama şimdi neyi görüyoruz? Şu ya da bu nedenle bir kopuş yaşıyor ve bunların gerçeğini anlatıyor. Aslında bunların hikâye olduğunu söylüyor. Ne diyor mesela Barış Akademisyenleri konusunda? “O dönem öyle bir korku iklimi yaratmak gerekiyordu, onun için yaptık” diyor, ya da kardeşini yolladığı Kutlu Adalı cinayeti… Kardeşinin yapmadığını söylüyor; o işi sonra başkalarının yaptığını söylüyor. “Bize bu kişinin Kıbrıs’ı satacağı söyleniyordu. Ama sonra öğrendim ki bayağı saygıdeğer birisiymiş ve cinayetin de nedeni öyle Kıbrıs’ı satmak değil, tamamen bir kişisel çıkar meselesiymiş” diyor. “Ama bunu yaparken ne yapıyorlar? Vatan millet, işte, bu bölecek, bu yıkacak, bu edecek! Barış akademisyenleri şöyle tehlike, bilmem Kutlu Adalı böyle tehlike.” 

Ama Sedat Peker bize değil, bana anlatmıyor belli ki, o 40 yaş altına ve geçmişteki kendi sözlerini ciddiye alan Onur Gencer gibilere anlatıyor. Diyor ki: “Arkadaşlar, bakın, böyle böyle derler, dedik, ben de dedim; ama bu olayın aslı böyle değil. Bu olay başka bir olay. HDP’ye saldırmak HDP terörist olduğu için değil, HDP iktidarı rahatsız ettiği için. HDP’nin teröristleştirilmesi vs. bundan kaynaklanıyor.” Sedat Peker de öldürülen kadının niye öldürüldüğünü anlayamıyor ve kabul edemiyor. Şimdi bu tür sorgulamaların da bu zemindeki, işte bu Onur Gencer ya da zamanında Ogün Samast vs. gibi –ki sayılarının hiç de az olmadığını biliyoruz–, milliyetçi ve muhafazakâr ideolojilerin değişik değişik argümanlarıyla yetiştirilmiş, aynı anda hem bozkurt hem de râbia işareti yapabilen insanlar söz konusu. Ama içlerinden birisi, “Reis” dedikleri birisi diyor ki: “Kazın ayağı öyle değil”. Onur Gencer şimdi, yaptığının bir suç olmadığını, serbest bırakılması gerektiğini söylerken, aslında bu iklimin, kendisinin yetiştiği iklimin kimler tarafından yaratıldığını bilerek hareket ediyor. Ve bir diğer husus da bence, organize bir işin içerisinde olduğu için, öyle iddia ettiği gibi “tek tabanca birisi” olduğunu sanmıyorum. Kendisi de onu bu olaya hazırlayan, yetiştiren, teşvik eden, buna bu zemini hazırlayan kişilerin gücünü bildiği ya da tahmin ettiği için, bu kadar kendinden emin konuşuyor. Ama bütün bunlar yazılıyor bir kenara ve bir şekilde Türkiye toplumu bunlarla yüzleşiyor, yüzleşecek ve bunlar eminim yapanın ve yaptıranın yanına kâr kalmayacak.

“İsmin neydi abiciğim?” Katillere “İsmin neydi abiciğim?” diyerek –ki zamanında Ogün Samast ile Türk bayrakları eşliğinde fotoğraf çektiren “güvenlik görevlileri” vardı biliyorsunuz; sonra anlaşıldı ki zaten onu Hrant’ı öldürmeye yollayan da bir şekilde güvenlik görevlileriymiş– şimdi bu olay da eğer bugün olmasa bile ileride büyük bir ihtimalle bir şekilde aydınlatacaktır. Bunun kaçarı olduğunu sanmıyorum. Deniz Poyraz’a rahmet diliyorum. Çok acı bir olay; yani olay dediğim, acı bir son olduğu için. Ama vahşi bir olay anlattım. Gökçer Tahincioğlu’nun yazısını okumanızı tekrar tavsiye ederim. Orada detaylar var ve insan bu detayları gördüğü zaman, açık söylemek gerekirse… yani şu duygu… 60 yaşına gelmek üzereyim. Bu ülke niye böyle? Yani gerçekten çok acı, çok acı. Yani niye böyle? Niye? Ve biz bu adamın yaptığının ne kadar kötü, korkunç bir şey olduğunu, neden insanlara böyle dil dökerek anlatmak zorundayız? Bu kadar basit bir şekilde, bir kadını sırf bir parti binasında oturuyor diye öldüren ve sonra da yanağından bir makas alınmadığı kalmış bir şekilde teslim alınan bir insandan bahsediyoruz. Türkiye böyle bir ülke olmamalıydı. Umarım bundan sonra daha iyi bir ülke olur. Ama bunu hep birlikte yapmamız gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.