Eski HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na cevaben “Kürt sorununun çözümü için asıl muhatap İmralı” çıkışından yaklaşık 24 saat sonra, selefi Selahattin Demirtaş cezaevinden “Muhatap HDP, çözüm yeri TBMM’dir” diyerek tartışmaların yönünü değiştirdi. Bu son çıkışı Demirtaş’ın sadece Kürt hareketi değil genel olarak ülke siyaseti için önemini bir kez daha ortaya çıkardı.
Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı
Merhaba, iyi günler. Bugün yaptığım “AKP Belediyeciliği” yayınında, Kürt meselesi konusunu, Sezai Temelli’nin söylediklerinden hareketle başlayan muhâtaplık tartışmasını yarına bıraktığımı söylemiştim, yarın “Adını Koyalım”da konuşacağımızı söylemiştim; fakat birdenbire Selahattin Demirtaş’ın sosyal medyada yaptığı açıklamalar çıktı karşımıza. Dolayısıyla bu yayını yapmak farz oldu. Önce bir hâfıza tazeleyelim: Sezai Temelli, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununun çözümü için meşrû muhâtap, meşrû organ HDP olabilir” açıklamasına, bunun esas muhâtabının İmralı olduğu yolunda bir cevap vermişti ve ardından Demokratik Bölgeler Partisi de benzer bir şekilde, İmralı yerine Sayın Öcalan diyerek muhâtabın Öcalan olduğunu söylemişlerdi ve birdenbire Sezai Temelli’nin başlattığı böyle bir tartışma çıktı — ki bu tartışma çok eski bir tartışma, biliyorsunuz, dönem dönem yapılır; ama tam olarak bütün boyutlarıyla tartışmanın mümkün olmadığı bir konu. HDP bu konuda açıkça bir tavır almadı. Bizim Ferit Aslan bugün HDP yöneticilerinden Tayip Temel’le konuştuğunda, Tayip Temel orada, Sezai Temelli’nin söylediklerinin kendisini bağladığını, partiyi bağlamadığını söyledi; zaten Temelli’nin kendisi de ayrı bir açıklama yaparak, bunların kişisel görüşü olduğunu söyledi.
Temelli’yle ilgili dünkü yayında söylediğim gibi, bu konu parti için çok hassas bir konu, özellikle çok hassas bir konu. Kimse açık açık, “Hayır, esas muhâtap Öcalan değildir” diyemiyor; çünkü Öcalan’ın bir ağırlığı, çok güçlü bir ağırlığı var; Öcalan bir anlamda dokunulmazlığı olan birisi. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar onu karşılarına almadan konuşuluyor — şöyle söyleyelim: Bir anlamda top çevirme üzerine kurulu. Bu anlamda dilini bir türlü bulamamış bir hareket HDP –ya da önceki partiler–, fakat Selahattin Demirtaş, bugün sosyal medyada yaptığı açıklamada Öcalan’ın adını hiçbir şekilde anmadan, İmralı ya da Öcalan demeden iki tweet’le olayı özetledi, olduğu gibi okuyorum: “Benim bildiğim HDP Kürt sorunu dâhil olmak üzere Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne tâliptir. İrâde sâhibi siyâsî bir aktördür ve elbette muhâtaptır. Çözümün adresi de doğal olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.” Çok net. Devamında da diyor ki: “Tabii ki HDP Kürt sorununun çözümünde tüm tarafların ve her kesimin açık ve şeffaf katılımını, muhâtaplığını bilecek siyâsî birikime ve deneyime sâhiptir. Faydasız ve çoktan tükenmiş tartışmaları gündeme getirmek çözüme katkı sunmaz.”
Bu açıklamada, ikinci bölümünde söylediği, “tüm taraflar ve her kesim bunu bilecek siyâsî birikime ve deneyime sâhiptir”de, örtülü bir şekilde gerek İmralı gerek Kandil göndermesi var; fakat örtülü olmayan bir şekilde, açık bir şekilde söylediği çok net: Evet, irâde sâhibi bir aktörüz ve tabii ki muhâtabız ve bu sorunu Meclis’te çözeceğiz. İşte bunu söylediği zaman, Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha önce söylediği ve Sezai Temelli’nin îtiraz ettiği noktada, Kılıçdaroğlu’yla yan yana durmuş oluyor. Kılıçdaroğlu da ne diyor? Bu, meşrû organlarla ve Meclis’te çözülür. İşte Selahattin Demirtaş’ın da aldığı pozisyon bunu gösteriyor. Tabii bu bir kere, kim ne derse desin, çok cesur bir çıkış; çünkü bu hareketin içerisinde ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar doğrudan karşısına almasa da, Öcalan’ın adının geçtiği bir yerde, esas adresin Öcalan değil de HDP olduğunu söylemesi bir kere çok önemli bir çıkış. Bir diğer husus da şu: HDP’nin ürktüğü bir yerde, HDP yönetiminin sözlerini daha tam hazırlayamadığı bir yerde, Selahattin Demirtaş’ın hızlı bir şekilde –ki cezaevinde olmasına rağmen hızlı bir şekilde, 24 saat içerisinde– bu açıklamayı, açık ve net bir şekilde, bir de tartışmaya yer bırakmayacak şekilde yapması da çok önemli.
Hatırlayanlar olacaktır, Demirtaş’ın sosyal medya üzerinden Güneydoğu’da insanları, HDP tabanını, Kürtleri aşı olmaya çağırması üzerine bir yayın yapmıştım ve Demirtaş’ın artık bir halk lideri gibi bir konuma kendini oturttuğunu söylemiştim; çünkü aşı meselesi doğrudan siyâsî bir mesele olarak görülemez. Burada bile, bunu dert edinip doğrudan tabanına hitap eden bir siyâsetçi. Daha önce de çok daha önemli bir çıkışı 31 Mart öncesinde olmuştu. Onun çıkışıyla beraber devlet bir yandan Öcalan’ın ağzından Millet İttifakı’na, CHP’ye oy verdirtmemeye çabalarken –ki beceremedi–, Selahattin Demirtaş açık bir şekilde Millet İttifakı’na, CHP’ye oy verilmesini istedi ve partinin tabanı –sonuçlardan o anlaşılıyor– net bir şekilde o çağrıya cevap verdi. Burada bir, iki, hatta üç, yani İmralı, Kandil, normalde HDP demek gerekirken, HDP diyemiyoruz tam olarak, ama Demirtaş diyebiliyoruz; ilginç bir olay ortaya çıkıyor, bu olay nasıl gelişecek? Aslında bu ne zamandan beri gelişen bir olay.
Selahattin Demirtaş’ın zaten devlet tarafından, Erdoğan iktidarı tarafından içeriye atılması ve uzun bir süre –tabii tek başına değil– onunla beraber hareket eden çok sayıda parti yöneticisi ve belediye başkanını içeriye atması ve uzun süre tutması, bütün kararlara rağmen, Avrupa’nın çağrılarına rağmen uzun süre tutmasının esas nedeni anlaşıldığı kadarıyla bu — siyâsî neden. Bu siyâsî nedenin belki startı, o meşhur, Meclis kürsüsünde söylediği, grup toplantısında söylediği, “Seni başkan yaptırmayacağız!” çıkışıdır herhalde. O çıkış, o hareketin içerisinde de bayağı bir tartışıldı. Kandil’de ve İmralı’da bu çıkışa îtiraz edildiği, bunun aşırı bulunduğu yorumları yapıldı. Ama şimdi, Selahattin Demirtaş bu kadar süre içerisinde cezaevinde dönem dönem yazdığı yazılarla, edebiyat eserleri de üreterek, ama yazı yazarak, röportaj vererek –ki bunların bazılarını biz Medyascope’ta yaptık, bir tanesini de ben yaptım–; gerçekten her seferinde, Türkiye’de siyasette ağırlık koyabilen birisi olarak ortaya çıkıyor. Sadece HDP nezdinde de değil. İşin ilginç tarafı da bu; örneğin benim sorularıma verdiği cevapta söylediği, “Çat kapı Meral Hanım’ın evine kahvaltıya gideriz Başak’la beraber” sözü, herkesin tartıştığı bir söz oldu. Burada da şu anda mesela bu çıkışı, sadece HDP tabanını değil herkesi ilgilendiren bir çıkış; özellikle CHP’yi ve Millet İttifakı’nın diğer unsurlarını ilgilendiren bir çıkış; çünkü HDP içerisinden “Adres biz değiliz, İmralı ya da Kandil” gibi çıkışlar gelmesi hâlinde, bu HDP’yle yan yana durmak, tabii ki İYİ Parti’nin ama aynı zamanda CHP’nin ve diğer müstakbel partnerlerin, mesela Gelecek ya da DEVA ya da Saadet, artık hangileri olursa, gelecek olurlarsa, onların durumunu çok zorlaştıracak bir şey olacaktır; ama bu çıkış, “Evet, muhâtap biziz, partidir ve bunun çözüm yeri Meclis’tir” dendiği zaman, orada gerçekten büyük bir rahatlama oluyor.
Bu yayına girmeden önce CHP’den bazı tanıdıklarımla konuştum. Çok sevindiklerini gördüm. Yani, sevindiklerini gördüm dediğim, çünkü bir anlamda Kılıçdaroğlu en son yaptığı açıklamayla aslında CHP için çok ileri bir adım atmıştı; açık açık adını koyarak, “Kürt sorununda çözümün muhâtabı HDP’dir” diyerek, bunu açık açık söyleyerek önemli bir adım atmıştı, elini uzatmıştı. Temelli’nin, Sezai Temelli’nin açıklamasıyla eli boş mu kalacak sorusu beraberinde gelmişti; şimdi Demirtaş’ın bu çıkışı işin rengini değiştiriyor. Tabii ortada şöyle bir sorun var: Demirtaş tutuklu, cezaevinde. Partide herhangi bir sorumluluğu yok, parti başka kişiler tarafından yönetiliyor; ama şimdi bu çıkışın ardından HDP’yi yönetenlerin Selahattin Demirtaş’tan daha geri bir pozisyona girebilmeleri de kendilerini epey zorlayacaktır. Gerçekten ilginç bir aşama yaşıyoruz. Aslında bu adım adım yaşanıyor, bu konuda çok haberler de dolaşıyor, spekülasyonlar da dolaşıyor. Geçenlerde bu konuda bir şeyler söyledim, dün de söyledim, cuma günü Kemal’le konuştuğumuzda da söyledim. Devletin tekrar Öcalan’ı devreye sokma niyeti olduğu da konuşuluyor. Tabii orada şöyle bir mesele var: Devleti yönetenler, ülkeyi yönetenler Öcalan’ı kullanmak istiyorlar; ama Öcalan’ı kolay kolay kullanamayacaklarını da biliyorlar.
Çok karışık bir iş o. Yani, bazılarının sandığı gibi, Öcalan ne denirse onu yapıyor falan değil; hep kendi süzgecinden geçirip, şu âna kadarki bütün, özellikle İmralı’da olduğundan bugüne kadarki süreçte değişik aşamalarda –özellikle Çözüm Süreci döneminde bunu gördük– bazılarının karikatürize ettiği gibi, böyle devletle çok iyi anlaşan bir Öcalan yok; öyle olsaydı zaten tecrit edilmezdi. Orada çok ciddi bir mesele var. Şimdi, devletin elinde böyle bir sorun var. Çok açık söylemek gerekirse, eğer bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa –ki zaman zaman kalıyorlar–, ülkeyi yönetenlerin, Erdoğan’ın tercihi Öcalan’dan yana, Demirtaş’tan yana değil; ama bir yandan da Öcalan’ı tam olarak kontrol edemeyeceklerini bildikleri için, Öcalan’dan bayağı bir çekindikleri, ürktükleri için, onu bir taraftan tecritte tutuyorlar; ama Selahattin Demirtaş hapiste olmasına rağmen, cezaevi koşulları nedeniyle avukatlarıyla görüşerek vs. cezaevindeki tutukluluk imkânları dâhilinde konuşabiliyor, görüşebiliyor, görüşlerini aktarabiliyor, yazı yazabiliyor, sorulara cevap verebiliyor. Öcalan’ın böyle bir durumu yok. Şimdi meselâ ne oluyor? Sezai Temelli diyor ki: “Esas muhâtap Öcalan’dır”. 24 saat geçmeden Selahattin Demirtaş diyor ki: “Muhâtap tabii ki HDP’dir, faydasız ve çoktan tükenmiş tartışmaları gündeme getirmek çözüme katkı sunmaz.” Bu da çok önemli zaten. Bunun faydasız ve çoktan tükenmiş olduğunu vurguluyor.
Bu arada bir not da düşmek lâzım. Sezai Temelli’nin gerek HDP’de milletvekili olması, gerekse de Selahattin Demirtaş yerine partide eşbaşkanlığa gelmesinin benim bildiğim kadarıyla, hepsinde Selahattin Demirtaş’ın doğrudan dahli var. Dolayısıyla şimdi, bu noktada Temelli’yi karşısına almasını da ayrıca bir ilginçlik olarak not düşmekte yarar var. Evet, bu tartışma partinin içerisinde ya da partinin dışındaki yerleri de kapsayacak şekilde, tabii ki İmralı’yı ve tabii ki Kandil’i kapsayacak şekilde sürecek, yankılar bulacak. HDP içerisinde çok ciddi bir şekilde tartışılacak, yönetiminde de tabanında da tartışılacak, ama daha önemlisi, tüm Türkiye’nin dâhil olduğu bir tartışma hâline geliyor. Daha ilk andan îtibâren, Selahattin Demirtaş’ın başarabildiği en önemli hususlardan birisi bu. O, HDP’yi, kendi tabanının, kendi doğal alanının ötesinde bir yerlere taşıyabilen bir isim olarak dikkat çekiyor. Yani şimdi, Sezai Temelli’nin “Muhâtap Öcalan’dır” açıklaması toplumda tabii ki insanların dikkatini çekiyor; ama üzerinde çok fazla konuşulacak bir şey olamıyor, yani HDP dışındaki kesimler için. Ama burada Selahattin Demirtaş’ın bu çıkışı üzerine gerek muhalefetteki diğer aktörler, genellikle pozitif olarak bundan memnun oluyorlar; ama bir diğer taraftan da iktidarın aktörleri de bu çıkıştan tabii ki rahatsız oluyorlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
İşin ilginç tarafı şöyle bir şey olacak –ki daha önce değişik örneklerini gördük–, şu denecek HDP tabanına: “Selahattin Demirtaş’a ne bakıyorsunuz? Sizin esas muhâtap almanız gereken yer İmralı” denecek, yani bir şekilde bu açıklıkla da söyleyebilirler, bu açıklıkta olmasa bile bunu hep yaptılar, en son 31 Mart öncesinde yaptılar. Bebek katili, bölücü başı vs. dedikleri kişinin bir şekilde, seçim öncesi mesaj vermesini sağlamak için ellerinden geleni yaptılar, kardeşini televizyona, TRT’ye, devletin resmî televizyonuna çıkartıp kendileri için Öcalan’ın kardeşi aracılığıyla oy istettiler. Bunu yapabilmiş bir iktidar var. Buradaki mesele tabii ki, “Hangisi benim işime daha çok yarar?” meselesi. İşte Demirtaş’ın bu çıkışı, yayınımızın başlığına burada gönderme yapmak istiyorum; asıl muhâtabın aslında Selahattin Demirtaş olduğunu bize gösteriyor. Yani, tabii ki HDP, ama hâlâ HDP denince akıllara Selahattin Demirtaş’ın geldiğini biliyoruz ve Selahattin Demirtaş da bunun aklımızdan çıkmasına izin vermeyecek şekilde değişik zamanlarda değişik müdâhalelerde bulunuyor.
Yayından önce sohbet ettiğimiz arkadaşlarla yayının başlığını düşünürken, birkaç kişiden, “Mekânın sâhibi geldi” şeklinde bir başlık önerisi geldi; ama ben yine, muhafazakâr bir gazeteci olarak olabildiğince temkinli bir başlığı tercih ettim; ama burada gördüğümüz gibi, Demirtaş aynı zamanda mekânın sâhibi, sâhiplerinden birisi olduğunu, kendisini unutmanın ve unutturmanın çok da mümkün olmadığını göstermiş oldu. Evet, yarın “Adını Koyalım”da bu konuyu yine etraflıca konuşacağız. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.