Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan ile Kılıçdaroğlu: Roller değişiyor

Yayına hazırlayan : Kubilayhan Kavrazlı 

Merhaba, iyi günler. Dün kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. Dünkü yayının sonunda AKP lideri Erdoğan’ın grup toplantısında uzun uzun Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgili videolar paylaştığını söylemiştim. Ve tabii orada en çarpıcı olan yön, en ürkütücü olan yön, aynı zamanda kendisine Ankara Çubuk’taki şehit cenazesinde yapınan saldırıyı göstermiş olmasıydı. Bu çok ciddi bir mesele aslında. Dün akşam DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan İstanbul’da partisinin bir faaliyetindeydi. Akşam, faaliyetinin ardından bir grup gazeteciyle sohbet etti. Orada kendisine bu soru da soruldu ve onun da altını çizdiği bir husus tabii ki çok önemli: Siyasî şiddetin bunu önlemekle sorumlu olan kişiler tarafından böyle normal bir şeymiş gibi gösterilmesinin çok tehlikeli olduğunu söyledi. 

Kılıçdaroğlu ilginç bir şekilde birçok kez saldırıya uğramış. Şu anda gördüğünüz, ilk yaşadığı, 8 Nisan 2014’te Meclis’te grup toplantısına girerken yumruklu saldırıya uğramıştı. Daha sonra, iki yıl sonra Haziran ayında, İstanbul’da şehit polislerin cenazesine katıldığında kendisine kurşun atılmıştı. Yani tabancayla kurşun sıkma değildi, mermi atılmıştı. Bir yıl sonra, Adalet Yürüyüşü’nde IŞİD’in bir suikast planı olduğu ortaya çıktı. İlginç olaylar bunlar. Onun öncesinde, 25 Ağustos 2016’da Artvin’de Şavşat-Ardanuç karayolunda, PKK Kılıçdaroğlu’nun konvoyuna saldırdı, bir asker şehit oldu. O olayı sonra PKK, “Bizim hedefimiz Kılıçdaroğlu değildi” diyerek de üstlenmişti. Bir de çok ilginç bir olay yaşamıştık. Onu ben de tekrar kayıtlara bakınca buldum. Akit televizyonunun Ankara’da haber müdürü Ankara Ulucanlar Cezaevi’nden yayın yaparken, orada darağacına, “Keşke kalkmasaydı, işte şunları şunları ve Kılıçdaroğlu’nu da asardık” meâlinde lâflar etmişti vs.. Bir ülkede, demokrasiyle yönetildiği iddia edilen bir ülkede ana muhalefet partisi liderinin böyle saldırılara, hedef göstermelere muhatap olması ve bunların büyük bir kısmında da saldırganların, özellikle Meclis’te saldıranın ve Çubuk’ta saldıranın neredeyse hiç ceza almaması… Yani birtakım cezalandırmalar, gözaltılar, tutuklamalar oldu; ama olayın şiddetine denk gelecek şekilde ölçülü cezalar almadılar. Ve tabii ki burada bir diğer husus ise, ülkeyi yönetenler bu saldırılara karşı çok ciddi tepki göstermediler; geçmiş olsun demediler. Mesela Devlet Bahçeli, “Geçmiş olsun” dedi ama, “Bir siyasetçi gideceği yeri önceden araştırır, her yere gitmez” vs. diye de ekledi ve bir anlamda “Kendisi buna yol açtı” demeye getirdi. 

Şimdi böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu, ana muhalefet lideri olarak bir şeyler yapmaya çalışıyor ve bunun ötesinde, ana muhalefet lideri olmasının ötesinde, Erdoğan’a karşı bir ittifakın en önde gelen, basketbol tâbiriyle söylersek “oyun kurucusu” olarak ortaya çıkıyor. Ve bir ihtimal de Erdoğan’ın karşısına ya da Erdoğan’ın aday göstereceği başka birisinin karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkması. Hâlâ tartışılıyor bu. Böyle bir süreçteyiz ve dünkü yayını izleyenler hatırlayacaktır: Erdoğan’ın grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na bu kadar geniş bir şekilde yer ayırması — ki daha önce de yaptığını söylüyorlar, ama benim çarpıcı bir şekilde ilk gördüğüm bu oldu, daha önce yapmış olabilir. Ama özellikle saldırının da gösterilmiş olması ve dört dakika, dört-beş dakika arası bir videoydu. Bunun Erdoğan aracılığıyla tüm Türkiye’de yayınlanması, çok açık bir şekilde Kılıçdaroğlu propagandasıdır. Normalde Erdoğan gibi deneyimli bir siyasetçinin bunu yapmaması beklenir. Bu tür rakiplerinin sözlerini, eleştirmek için dahi olsa onların ağzından ve onların görüntüleriyle kendi kitlesine sunması bence çok akıl kârı bir şey değil. 

Demin bahsettiğim, Ali Babacan’ın sohbet toplantısında Levent Gültekin de vardı. Öncesinde kendisiyle bu konuyu konuştuğumda, o benimle aynı düşünmüyormuş. Erdoğan’ın yaptığının Kılıçdaroğlu’nu şeytanîleştirmek ve bunun üzerinden kitlesini diri tutmak olduğunu düşünüyor. Kabaca böyle söyleyeyim, özetleyeyim ve hatta takıldım kendisine: “Bir yayın yapıp bunu seninle tartışalım” diye. Ben böyle olduğunu sanmıyorum. Erdoğan’ın 20 yıla yakın süre içerisinde çok izlediği bir tutum değil bu; tabii ki muhalefetteki isimlere hep lâflar etti, onlarla dalga geçti, onlara kimi zaman sert çıktı, ama bütün bunları yaparken hep kendisini yukarıda bir yere koydu ve aşağıya sesleniyormuş gibi yaptı. Buna karşılık da muhalefet liderleri tam tersine aşağıdan yukarıya seslerini duyurmaya çalıştılar. 

22 Mayıs 2010’da Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’ın o kaset skandalının ardından CHP’nin genel başkanı oldu. O kongreyi yerinde izlemiştim. O günleri çok iyi hatırlıyorum, sizler de hatırlıyorsunuzdur. “Gandi Kemal”di, “yeni bir soluk”tu, “yeni CHP” dendi ve yeni isimler geldi. Kılıçdaroğlu, çok yıpranmamış bir isim olarak özellikle yolsuzlukla mücadele konusunda, CHP grup başkanvekili olarak bayağı bir AKP’yi terletmiş, zor durumda bırakmış birisi olarak bir umut olarak geldi ve kısa süre içerisinde açıkçası Deniz Baykal’ın bir takipçisi, hatta taklidi gibi oldu — özellikle Erdoğan’la olan mücadelesinde. Orada hep menfî propaganda yapan bir Kılıçdaroğlu gördük. Erdoğan’a lâf yetiştirmeye çalışan, Erdoğan’ın yaptıklarını eleştirmenin ötesinde fazla bir şey söylemeyen ya da kendi projelerini, çözüm önerilerini söylemekle beraber, kendisi Erdoğan karşıtlığını o kadar temel alıyordu ki, diğerleri arada kaynıyordu. Ve aslında o ve Bahçeli, Erdoğan takipçiliği yapıyorlardı. Devlet Bahçeli de aynı o şekilde, hatta daha sert bir üslûpla yapıyordu bunu. Ve bütün oyunu Erdoğan kuruyordu. Diğerleri de onun kendilerine izin verdiği alanlarda siyaset üretmeye çalışıyorlardı. Gündemi Erdoğan belirliyordu ve bu nedenle de muhalefet, Erdoğan’la girdiği bütün seçimlerden bir şekilde yenilgiyle çıktı. 

Bunu değiştiren isimlerden birisi –ki 2015 Haziran seçimlerine referans olarak söylüyorum– Selahattin Demirtaş oldu. Hitap ettiği kesim CHP ile kıyaslanmayacak, yüzde on civarında oy olan bir partinin lideri olarak bayağı ciddi bir çıkış yaşattı. Genel olarak HDP, ama özel olarak Selahattin Demirtaş. Ve HDP orada Erdoğan’ın tek başına iktidarı kaybetmesinde kilit bir rol oynadı. Çünkü orada Erdoğan’a lâf yetiştiren değil, Erdoğan’a meydan okuyan bir figür olarak çıktı. Çok kritik “Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü, Erdoğan’a Haziran’da pahalıya mal oldu. Erdoğan da o zamandan beri zaten Selahattin Demirtaş’tan o sözün intikamını alıyor. Bunun ardından 2015’teki Haziran ve Kasım seçimlerinin ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nda bir hareketlilik olduğunu gördük. Bunun da en önemli göstergesi Adalet Yürüyüşü’ydü. Orada artık Erdoğan’ı takmadan, onu hedefe oturtmadan, kendi sözlerini söyleyerek ve bunu yaparken de bir CHP lideri olarak değil daha genel, tüm Türkiye’ye hitap eden birisi olarak yaptı. O yürüyüşte, biliyorsunuz parti bayrağı yoktu, amblem vs. yoktu ve işin rengini bayağı değiştirmeye başladı. Bu istikrarlı bir şekilde sürdü mü çok emin değilim. Ama son yerel seçimlerde de aynı şekilde Kılıçdaroğlu’nun çok başarılı olduğunu görüyoruz — o belediye başkanı adaylarının saptanmasından tutun, Erdoğan’ın beka söylemine karşı tavrına varıncaya kadar. Erdoğan ve Bahçeli’nin bunu hiç umursamadan bir yerel yönetim kampanyası yürütmeleri çok etkili oldu. Yani kendi oyunlarını kendileri kurdular. 

O zamandan beri Erdoğan’ın artık eski gücünde olmadığını zaten hep söylüyorum, ama eskiden yaptığı gibi gündem belirleyebilme yeteneğini de kaybetti. Ve şimdi bakıyoruz: Rakiplerine lâf yetiştirmeye çalışan, onların lâflarını eğip bükerek oradan bir gündem yaratmaya çalışan –“kendinden kaçan” diyelim–, uzaklaşmakta olan seçmeni tutmak için rakiplerini, özellikle de Kılıçdaroğlu’nu hedefe oturtan bir Erdoğan var. Şimdi burada şöyle bir akıl yürütme var — ki çoğumuz bunun doğru olduğunu da biliyoruz: Türkiye’de CHP’nin oy oranı belli; Türkiye’de genel olarak üçte iki denir –ya da biraz daha aşağısı diyelim– bir sağ seçmeni var. Ve bu sağ seçmen içinde, özellikle belli bir yaşın üstündekilerinde bir CHP alerjisi de var diyelim. Tabii Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasının etkisini de bir yere yazalım. Bütün bunların üzerinden Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu rakip olarak benimseyerek, onu bir tür –çok kaba kaçabilir, ama böyle diyelim– “kolay lokma”, en tercih edilir rakip olarak gördüğü anlaşılıyor. Ve karşısına onu alarak bu savaşı kazanma ihtimalinin yükseldiğini düşünüyor. Bu çok bildik bir oyun; ama artık bu oyunun eskisi gibi sürdüğüne çok emin değilim. Bu klişelerin zaman içerisinde çok aşıldığını düşünüyorum. Bir diğer husus da, bütün bu klişeler, Erdoğan’ın hâlâ güçlü, çok güçlü olduğu dönemlerde belki işe yarar, fakat şu hâliyle her geçen gün güç kaybeden, iktidarını kaybettiği konusunda neredeyse bir mutabakat oluşmakta olan bir siyasetçiden bahsediyoruz. Can havliyle yine eski bildiğimiz yöntemlere yöneldi, Kılıçdaroğlu ve CHP düşmanlığını tırmandırdı; hatta en son grup toplantısında yaptıkları var. Tekrar başa dönecek olursak, onu bir şekilde dolaylı olarak tehdit etti — ki yakın bir zamanda Kemal Kılıçdaroğlu, siyasî cinayetler beklentisi olduğunu iddiasını ortaya attı ve bu iddianın üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı birtakım soruşturmalar başlattı, ama buraya çok ciddi bir tepki gelmedi; normalde ortalığın yıkılması lâzımdı, ama bir-iki demecin dışında çok da fazla bir şey söylenmedi; Kılıçdaroğlu’nun bunu uydurduğu vs. söylendi; ama İYİ Parti de benzer iddiaları dile getirdi biliyorsunuz. Dolayısıyla olayın içerisinde tehlikeli, riskli bir alan olduğunu özellikle hep akılda tutmak lâzım. 

Bunu kim niye yapar? Bunu gücünü kaybeden yapar. Kendi gücünden emin olmayan yapar ve karşısındakini güçlü gören yapar, karşısındakinin kendisinden daha güçlü olduğunu düşünen yapar. Şu haliyle baktığımız zaman, evet, roller değişiyor. Artık kendine daha fazla güvenen, kendinden daha emin, rakibinin adını anmamaya özel olarak dikkat gösteren bir Kemal Kılıçdaroğlu var. Doğrudan tüm topluma hitap etmeye çalışan bir Kemal Kılıçdaroğlu var. Aynı zamanda devlet içerisindeki bürokratlara ayrıca hitap etmeye de başlayan bir Kemal Kılıçdaroğlu var. Öte yandan sadece kendisini takip edenlere, rakipleri hakkında, ama özel olarak da Kılıçdaroğlu hakkında birtakım kötü şeyler anlatan hiddetli bir Recep Tayyip Erdoğan var. Bence roller çok ciddi bir şekilde değişti ve bu gidişatla, bu üslûpla, bu stratejiyle, ne kadar devletin imkânlarını kullanırsa kullansın, ne kadar sesini yükseltirse yükseltsin, Erdoğan’ın çok fazla bir şansı kaldığını düşünmüyorum. Bu yaptığıyla Kılıçdaroğlu’nun kabuğunu kırmasına yardımcı oluyor bence. Zamanında Erdoğan’a olmadığı kadar güç atfeden muhalefet partileri –ki buna Kılıçdaroğlu da çok ciddi bir şekilde dahildi–; onun iktidardaki ömrünü ne kadar uzattılarsa, şimdi Erdoğan kendi güçsüzlüğünü ve karşısındakilerin gücünü görüp, bu yüzden yaptığı ölçüsüz çıkışlarla kendi iktidarını kaybetmesini bence hızlandırıyor. 

Evet, bitirmeden bir kitaptan bahsetmek istiyorum: Metin Kurt – Artık Hiçbir Şut Emekçinin Kalesine Girmeyecek; Devrim Atağında Yalnız Bir Futbolcu: (Kenan Başaran, Destek Yayınları). Türkiye’de Metin Oktay tabii ki öncelikle futbolda ve Galatasaray’da eşsizdi diyelim; ama Metin Kurt da Galatasaray’ın ikinci Metin’i olarak tarihte kendine yer açtı. Ama çok hâzin bir öyküsü var ve bu öyküyü meslektaşımız Kenan Başaran –zaten zamanında kendisiyle röportaj yapmışlığı da varmış–yakın çevresiyle konuşarak çok güzel bir kitap çıkartmış. Hem solcu hem de bir Galatasaraylı olarak ayrıca çok sevdim ve bilmediğim çok şey de öğrendim. Eğer birazcık futbolla ilginiz varsa ve de solla ilginiz varsa –solla ilginiz illaki solcu olmanız anlamına gelmez; solu sevmiyorsanız da– bence okuyun. Burada Metin Kurt’unki çok ilginç bir yaşam hikâyesi ve genel olarak sporla, ama özel olarak futbolla siyaseti birleştirmeye çalışan, bir arada yürütmeye çalışan ve tabii ki burada genellikle çok hayal kırıklıkları yaşamış bir insanın öyküsü. Benim çok hoşuma gitti. Kenan’a da buradan tebriklerimi iletiyorum ve Metin Kurt’u da saygıyla anıyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.