Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın “yastık altını bozdurma” çağrıları neden karşılık bulmuyor?

Ruşen Çakır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dünkü (8 Aralık) kabine toplantısı sonrasındaki açıklamalarının sonunda vatandaşlardan ve kurumlardan ellerindeki dövizi çıkarmasını istemesinden hareketle, Erdoğan’ın bu tarz çağrılarının seçmen nezdinde karşılık bulmamasını, onun artık yükselişte değil düşüşte bir siyasetçi olmasına bağladı.

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak



Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım ve ilk yayında da söylediğim gibi tam favori konum, Erdoğan’ın da favori konusu: Yastık altındaki altınlar, dövizler, hatta bu sefer bankadaki dövizleri de ekledi. Ne dedi? “Bozdurun, yeni ekonomik modelimizin doğurduğu fırsatlardan istifade edin.” Nasıl fırsatlar var, nasıl istifade edecekler? Açıkçası burası muallakta. Yeni bir model denendiği söyleniyor, bunun ne olduğu belirsiz. Birazcık konudan anlayanlar, ortada yeni bir modelin olmadığını, Çin modeli diye tarif edilen şeyin Türkiye’ye uyarlanmasının mümkün olmadığını, bunun çok sert sonuçları olacağını ileri sürüyorlar — neyse bu ayrı bir tartışma konusu; ama şuna bir bakalım: Erdoğan bu çağrıyı yapıyor, sonrasında ne oluyor? Sonrasında bir şey olmuyor. İlk yaptığında, kısa bir dönem, insanlar döviz bozdurmuşlardı; sonra, kısa bir süre içerisinde –bu 1 milyar dolara da ulaşmadan– durdu, ondan sonra tekrar yükselişe geçti. Bugün itibariyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bankalardaki mevduatlarında dövizin yani yabancı paranın miktarı % 63,2 — ki bu 2002 krizinden daha fazla olarak kayda geçmiş. Yani şu anda 1 Aralık itibariyle, Merkez Bankası verilerine göre 401 milyar 494 milyon dolar döviz hesabında var, 253 milyar 953 milyon dolar da TL hesabında var. Yani Türk lirasından kaçış –bu resmî kayıtlardaki kaçış–; bir de Erdoğan’ın haklı bir şekilde belirttiği gibi yastık altı diye bir olay var. Yani sisteme girmemiş olan paralar da var. Bu sisteme girmemiş olan birikimlerin içerisinde de yabancı paraların, yani dövizin miktarının daha yüksek olduğu söyleniyor. Halbuki böyle değildi; mesela Haziran 2016 itibariyle yerli yatırım dövizden daha yüksekti. 2017’de de böyle. 2018’de de böyle. İşin rengi 2019’da değişiyor ve döviz yatırımlarının, bankalardaki döviz mevduatlarının daha yüksek olduğunu görüyoruz, ama az bir farkla. Sonra adım adım, adım adım bu fark açılıyor ve son yılda olay çok net bir şekilde Türk lirasının mağlubiyetiyle sonuçlanıyor.

Erdoğan çağrı yapıyor, daha önce de yaptı, ben de her çağrısından sonra bu tür yayınlar yapıyorum. İnsanlar hiç harekete geçmiyorlar. Bir aralar onun çağrısıyla birtakım gösteriler olurdu. Bir zamanlar Avrupa’ya meydan okuduğunda, Hollanda’yı protesto için portakal bıçaklayanlar da vardı —“pıçaklayanlar” diyelim. Döviz bozdurun dediğinde dövizlerini bozduranlar ve dövizlerini yakanlar da vardı. Ama şimdi bakıyoruz, Erdoğan konuştukça insanlar daha fazla dövize ve yastık altına yöneliyor. Yani Erdoğan’ı dinliyorlar, ama söylediğini yapmıyorlar. Bunu net bir şekilde görüyoruz. Nedense Erdoğan da çağrısına olumlu cevap gelmeyeceğini bildiği halde bu çağrıyı yapıyor. Erdoğan’ın bu çağrıyı tekrarlamasının bence tek bir nedeni var: Hakikaten başka çözüm göremiyor. En son Körfez ülkelerine gitti; daha doğrusu Birleşik Arap Emirlikleri geldi, Erdoğan Katar’a gitti. Ortada söz konusu olan paralar; 10 milyar, 20 milyar, 30 milyar — ki orada da Katarlı bakanın ağzından kaçırdığı gibi bir fırsatçılık var. Yani Körfez ülkeleri Türkiye’ye “batan geminin malları” hesabıyla yaklaşıyor. Ama yine de ellerindeki çok büyük imkânlara rağmen Türkiye’ye vaat ettikleri, Türkiye’nin ekonomik krizini çözmenin çok ötesinde. Aynı zamanda Erdoğan’ın kendi vatandaşlarına söylediği fırsatları onlar pek görmüyorlar herhalde ki kendi ellerindeki imkânları bu kadar aktarmıyorlar. Dün “Transatlantik”te Ömer Taşpınar –ki kendisi Körfez’i çok iyi bilir– çok açık rakamlar verdi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın varlık fonlarındaki milyarlarca doların çok az bir kısmının Türkiye’ye gelmesi söz konusu, onun da bir yaraya merhem olmayacağı muhakkak. Peki, buradan nasıl bir siyasî sonuç çıkartabiliriz? Değişik vesilelerle bu tartışma yapılıyor. Erdoğan’ın sâdık takipçileri, “reisçiler”, rasyonel seçmen, irrasyonel seçmen, duygularıyla hareket eden seçmen, ekonomi bu kadar kötü olmasına rağmen hâlâ Erdoğan’a oy veren seçmen… böyle birtakım ön kabuller var biliyorsunuz. Asla vazgeçmeyecek denilen Erdoğan seçmeni sayısı, muhalefet cephesinden yapılan değerlendirmelerde her geçen gün azalıyor. Çünkü insanlar her ne kadar ideolojik olarak, siyasî olarak birtakım beyanlarda bulunsalar da, hayatlarını idâme ettirme açısından bakıldığı zaman son derece rasyonel olabiliyorlar. Hele ekonominin bu kadar kötü gittiği bir durumda önlerini göremeyen, zaten imkânları kısıtlı olan insanların en zor günler için sakladığı birikimlerini Erdoğan’ın bir çağrısıyla, ne olduğu bilinmeyen fırsatlar için bozdurması hiç gerçekçi değil. Bu anlamda baktığımız zaman insanlar çok rasyonel hareket ediyorlar. Erdoğan yastık altlarını bozdurun dedikçe, abarttığımı sanmıyorum, yastık altlarına daha fazla para aktarılıyor. İnsanların ekonominin düzelemeyeceği konusunda birtakım endişeleri var. Kendi halindeki insanlar da yaşadıklarından, gördüklerinden, her geçen gün değişen etiketlerdeki fiyatlardan, kendilerinin ya da çevrelerinde yaşanan işsizliklerden, şundan, bundan, alım gücünün düşmesinden ve işlerin toparlanamamasından, toparlanabileceğine dâir bir umudun somut bir şekilde insanlara anlatılamamasından dolayı bu çağrılar itibar etmiyor.
Şimdi gerçekten yeni bir model var ve Türkiye 2022’nin ortasında “uçuşa geçecek” –öyle deniyor–, acayip bir ferahlama olacak; bunu bir şekilde anlatabilmesi lâzım ve bunu anlatırken de AKP’lilerin halka gitmesi lâzım. Teşkilatlarının, milletvekillerinin, bakanlarının, şunların, bunların halka gitmesi ve halka, “Görmüyor musun, şunu şöyle yapınca, böyle olacak. Siz daha iyi durumda olacaksınız, bir müddet dişimizi sıkalım” demeleri lâzım. Diyemiyorlar, çünkü öyle anlatacakları bir şey yok. Anlatılacakmış gibi olan şeylere kendileri de inanmıyor. Şu haliyle bakıldığı zaman AKP’nin toplumla sahici, doğrudan ilişki kurma ihtimali zor — ki sadece AKP’nin değil MHP’nin de öyle ve dikkatinizi çekiyordur, MHP’nin son araştırmalarda, bütün kamuoyu şirketlerinin araştırmalarında oyları çok ciddi bir şekilde düşüş halinde. Daha önceki dönemde AKP’den kaçan bazı seçmenin MHP’ye yöneldiği söyleniyordu, şimdi o da durmuş durumda anlaşılan. Hep birlikte bir çözülme içerisindeler. Çözülen yapının insanlara anlatabileceği bir şeyler yok. İnsanlar da ne kadar Erdoğan’a ya da Bahçeli’ye ya da ikisine birden, ne kadar kendilerini duygusal olarak yakın hissetseler de, işin realitesine baktıkları zaman bu iktidarla kendi hayatlarını daha iyi bir şekilde idâme ettirmelerinin, sürdürmelerinin imkânı kalmadığını açık ve net bir şekilde görüyorlar. Halkı küçümseyen, seçmeni küçümseyen yaklaşımlara itibar etmemek lâzım. Eğer gerçekten körü körüne sabit bir şekilde Erdoğan ne derse yapacak olan bir seçmen olsaydı, Erdoğan bu çağrıları düzenli bir şekilde yapmazdı. Ya da bu çağrının ardından birtakım görüntüler çıkardı, iktidar yanlısı medya bize bunu gösterirdi; paralarını bozduran, altınlarını bozduran, dolarını bozduran vatandaşlar, kuyruk olmuş vatandaşlar. Ama en son gördüğümüz kuyruklar neydi? Halk ekmek kuyrukları, bir önceki tanzim satış çadırları önündeki kuyruklardı. Yokluktan kaynaklanan kuyruklar var. İnsanların varlıklarını bozdurma kuyruğunu Erdoğan’ın sağlama imkânı yok ve Erdoğan’ın anlaşıldığı kadarıyla vatandaşın birikimlerinin ötesinde bu sorunu çözebilme yolu da yok. Dışarıdan o beklediği yatırımları vs.’yi çekebilme imkânı da pek yok. En çok güvendiği Körfez ülkeleri — ki bu uğurda, Birleşik Arap Emirlikleri’ne yönelik, 15 Temmuz darbesinin sponsoru olmak vs. gibi suçlamalarını askıya aldı. Belki önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan’a gideceğini söyleyen Erdoğan orada Cemal Kaşıkçı suikastının birinci derecede sorumlusu olan Veliaht-Prens ile bile görüşmek zorunda kalabilir. Bütün bunlara rağmen çark dönmüyor, ekonominin çarkları dönemiyor. Halka yöneliyor, halktan da itibar göremiyor. Bu yastık altı meselesi aslında Erdoğan’ın kendi kendine kurduğu bir tuzağa dönüşmüş oluyor. Hem bu çağrısı cevap bulamayıp insanları daha fazla paralarını saklamaya, tutmaya sevk ederken, aynı zamanda çağrılardaki bu çaresiz edâ, onun bir daha sorunlarını çözme kapasitesinin kalmadığını, en sıradan, kendisini seven seçmenine de bir şekilde itirafı anlamına geliyor. Bakalım bir sonraki çağrıyı ne zaman yapacak? Belki de bir daha çağrı yapmasına da zamanı ve imkânı kalmayacak. Daha önce yaklaşık üç yıl önceki bir yayında anlatmıştım; 2007 seçimlerinde Erdoğan’ın Sakarya mitinginde yaptığı yastık altı çağrısını bizzat yerinde görmüştüm; ama o tarihte Erdoğan yükselişte bir liderdi ve gerçekten önü açıktı, ülkeyi erken seçime götürmüştü –Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı nedeniyle– ve çok muazzam bir oy almışlardı, en büyük çıkışlarından birisini yapmışlardı. Orada da bunu söylüyordu; ama sanki hakikaten kendi tabanına, “Gelin birlikte bu pastayı yiyelim” çağrısıydı. Şimdiki çağrı bu pastayı birlikte yiyelim çağrısından ziyade, “Ortada pasta kalmadı, pasta yapmak için elinizi cebinize atın ya da yastık altına atın” çağrısı var. 
İstiyor, ama karşısında ne vereceği belli değil. Fırsat diyor, ama bu fırsatların ne olduğu belli değil. Aslında ortada bir fırsat yok. Artık sadece isteyen bir Erdoğan var. Karşılığında somut olarak bir şey öneren bir al-ver ilişkisi yok artık. Bir dönem, uzun bir süre Erdoğan’ın bu ilişkileri sürdürebilmesindeki işin sırrı, insanlardan oylarını, desteklerini isteyip karşılığında onlara birtakım hizmetler sunabiliyordu. Artık bu dönem kapandı ve sadece isteyen bir Erdoğan oldu. Ama bu sefer de insanlar; “Vereceğiz de karşılığında ne alacağız?” diye sormaya başladılar ve karşılığında bir şeyler alamayacaklarını düşündükleri andan itibaren de vermekten imtinâ etmeye başladılar. Evet, çok da uzatmaya gerek yok. Artık daha önceki bir yayında söylediğim saadet zinciri, Erdoğan ile kendisine bağlılık hisseden insanlar arasındaki saadet zinciri kopalı çok oldu. Artık herkes kendi başının çaresine bakmaya çalışıyor ve bu noktada Erdoğan giderek yalnızlaşıyor. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.