Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: “Biz” kimiz, “onlar” kim?

Yakın zamanda faaliyete geçen İzmir merkezli Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) geçen cumartesi günü, “Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması: Kutuplaşan Toplumda Bir Arada Yaşama Kapasitesi” başlıklı çalışmayı kamuoyuna sundu. Prof. Ferhat Kentel’in hazırladığı araştırmanın nicel saha araştırması KONDA, nitel saha araştırmasıysa SAM Araştırma tarafından yürütüldü.

Medyascope olarak Ağustos 2015’te faaliyete geçtiğimiz andan itibaren sivil, çoğulcu, özgür bir platform olmaya çalışıyoruz. Türkiye gibi alabildiğine kutuplaşmış bir ülkede bu hedeflere ulaşabilmek için kutuplarüstü bir perspektife sahip olmak şart. Biz de bunu benimsemeye ve hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle söz konusu araştırmaya hak ettiği ilgiyi göstermeye çalıştık. Örneğin Prof. Kentel ve KONDA yöneticisi Bekir Ağırdır ile araştırmayı konuştuk; “Adını Koyalım”da Ayşe Çavdar, Burak Bilgehan Özpek ve Kemal Can ile bu araştırmadan hareketle Türkiye’de kutuplaşmayı tartıştık.

Sınıf eksenli kutuplaşmalar dönemi

Araştırmayı okumanızı önererek kendi kişisel serüvenim içerisinde kutuplaşma konusunu anlatmak istiyorum. 1970’li yılların sonlarına doğru sol harekete katılmış birisi olarak Türkiye’yi sadece kutuplar üzerinden okuyordum: Sağ/sol, burjuvazi/proletarya, faşist/anti-faşist… Ama solda kendi içimizde de ciddi kutuplaşmalar vardı: Bir yanda Moskova, diğer yanda Pekin yanlıları, tabii bir de ortayolcular. Bu arada Pekin yanlılarından bir grup da zamanla kopup Tiran (Enver Hoca) yanlısı oldu. Tabii bu gruplar içerisinde de sürekli ayrışmalar olduğunu ve tarafların birbirleriyle çatışmayı sık sık her şeyin önüne koyduklarını da unutmamak lazım.

İlginçtir, ülkede Aleviler’e yönelik peş peşe katliamlar düzenlense ve bunların çok ciddi bir sol karşıtı yönü bulunsa da sol bunlara karşı mücadele ederken işin Alevilik ile ilgili kısmını fazla önemsemedi ve tabii ki öne çıkartmadı.

Öte yandan Kürtler’e karşı ayrımcılık tüm hızıyla sürse de bazı grupların mitinglerinde “Kürdara Azadi” (Kürtler’e özgürlük) sloganları atılıp “Herne Peş” (İleri) marşı söylenmekle birlikte Kürt sorunu genellikle geri plana itildi veya küçümsercesine “Kürt solu” olarak tanımlanan küçük bazı gruplara havale edildi. Tabii kadın, LGBTİ+ gibi sorunların asla gündemde olmamasını da unutmamak lazım.

Önce Kürt sorunu vardı

Türkiye kimlik eksenli kutuplaşmalarla 12 Eylül 1980 darbesinin ardından tanıştı. Aslında bu sadece bize özgü bir durum değildi. Örneğin İslami hareket tüm dünyada yükseliş içindeydi; feminist hareket iyice güçleniyor ve sadece Batı’ya özgü olmaktan çıkıyordu. LGBTİ+ hareketinin biraz gecikmeli de olsa gündem belirlemeye başladığına tanık olduk.

Tabii ki Türkiye’de öncelik Kürt sorunundaydı ve bunda PKK’nın saldırıları belirleyici rol oynadı, fakat devlet eliyle böyle bir sorun, hatta Kürt diye bir kimliğin bile bulunmadığı, olayın bir “terör” sorunu olduğu dayatılmak istendi. Fakat hızlı bir şekilde Kürt sorununu dile getirmek meşrulaştı ve özellikle HEP’in kurulmasıyla birlikte Kürt hareketi anaakım olmaya doğru meyletti.

Telaşa kapılan açık ve gizli iktidar sahipleri başta Kürtler olmak üzere Kürt sorununu dile getirenleri sindirmek için toplumun bir bölümünü birtakım tahriklerle sokağa dökmeye çalıştılar. Bunun en ideal platformu şehit cenazeleriydi. Ayrıca ülkenin batısında genellikle sudan bahanelerle Kürtler’e yönelik “sivil” saldırılar oldu. Metis Yayınları Siyahbeyaz Dizisi editörüyken meslektaşım ve arkadaşım Şengün Kılıç’ın bu konuyu ele alan “Biz ve Onlar” kitabını hazırlamıştık.

“Karıştır barıştır”

“Biz ve onlar”, kimlik üzerinden toplumu ayrıştırmaya çalışan iktidar odaklarının temel dayatmasıydı ve zamanla siyasi iktidarla mesafeleri ne olursa olsun kimlik temelli örgütlenmelerin/toplulukların çoğu tarafından da benimsendi. 1990’lı yıllarda, daha genç bir gazeteciyken, örneğin ATV’nin çok popüler Siyaset Meydanı’nın Kürt sorunuyla ilgili tartışmalarına davet edildiğimde Türkiye’nin “biz ve onlar” perspektifini aşması gerektiğinin altını çizdiğimde genellikle olumlu ama epey de olumsuz tepki alıyordum.

Örneğin o tarihlerde Kürt hareketinin önde gelen yayın organlarından birinde bir köşe yazarı “Biz ve onlar perspektifinin aşılması gerektiğini söyleyenler 12 Eylül faşistlerinin ‘karıştır barıştır’ yönetimini biz Kürtler’e dayatıyorlar“ diyebilmişti. (Bilmeyenler için “karıştır barıştır“ 12 Eylül sonrası özellikle Ankara Mamak Askeri Cezaevi’nde devrimci ve ülkücü hareketlerin önde gelen isimlerini aynı hücrelere koymasının adıydı) İlginç olan (yoksa değil mi?) o satırların sahibi yıllar sonra AKP’den milletvekili oldu, yani karıştı ve barıştı!

Türkiyeli olmak

Bu konuda söylenecek çok şey var ama kişisel kimlik durumuma değinerek fazla uzatmak istemiyorum. 1962’de Hopa’nın Orta Hopa Mahallesi’nde doğdum ve muhtemelen çevremde büyük ölçüde Lazca konuşuluyordu, çünkü hem annem hem babam Laz. Ama tüccar olan babamın işleri kötü gidince dört yıl sonra İstanbul’da Çağlayan’a taşındık. Çocukluğumda önce Türkçe ama sıklıkla Lazca işittim. Örneğin babaannem hep önce Lazca konuşur, biz uyarınca çok iyi bir Türkçe’yle devam ederdi.

Bildiğim sınırlı Lazca’yı ilkokulda ama esas hemen sonrasında gittiğim Galatasaray Lisesi’nde iyice unuttum. Hem yatılıydım, hem Fransızca ile cebelleşiyordum. Üstüne daha ortaokulu bitirmeden solcu olup kimlik meselelerinin yerine sınıf mücadelesini ve tabii ki enternasyonalizmi koyunca Lazlık’tan iyice uzaklaştım.

Ta ki Sovyetler Birliği dağılana kadar. Gürcistan bağımsız devlet oldu, Sarp Kapısı açıldı. Oradan Laz akrabalarımız gelmeye başladı, buradan oradaki akrabalarımız ziyarete gidenler (örneğin ağabeyim Hüsnü) oldu. Lazca müzik grupları, dergiler, kitaplar çıkmaya başladı ve ben de kendimden Laz olarak söz eder oldum; örneğin önce kitaplarımda, sonra her yerde biyografilerim hep şöyle başladı: “25 Ocak 1962 Hopa doğumlu. Laz. Galatasaray Lisesi’ni bitirdi.“

Başta çok tepki aldığımı hatırlıyorum ama zamanla alışıldı sanıyorum veya umuyorum. Türkiye’de yaşıyorum ve “Türkiyeli“ olmak zaman zaman çok bunaltıcı olsa da son tahlilde çok da şikayetçi değilim.

Ama kutuplaşma denen beladan tam olarak arınabileceğimizi, hele bunu görmeye ömrümün yeteceğini maalesef sanmıyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.