Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Çin, Tayvan’a saldırır mı? Ukrayna savaşında son durum & Türk-Amerikan ilişkileri

Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş devam ediyor. Rus birliklerinin Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesine düzenlediği operasyon ile savaşın ikinci bir aşamaya geçtiği belirtiliyor. Peki savaşta son durum ne? Çin, Tayvan’a saldırabilir mi? Ukrayna savaşı, ABD dış politikasına nasıl etki etti? Türkiye, savaşta sürdürdüğü denge politikasını nereye kadar sürdürecek? Türk-Amerikan ilişkilerinde bir düzelme söz konusu mu? Ruşen Çakır ve Gönül Tol, Transatlantik’te değerlendirdi.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Bu hafta Ömer Taşpınar yok, Gönül Tol’la birlikteyiz. Gönül, merhaba. Geçen hafta sen yoktun, bu hafta Ömer yok. Ama ikiniz de diğerinin eksikliğini aratmıyorsunuz çok şükür. Savaşı konuşalım öncelikle. “Rusya Kiev’den çekildi, işler iyi gitmiyor” vs. derken, doğuya o beklenen saldırıyı yaptı. Bayağı yoğun bir saldırı olduğu söyleniyor. Öncelikle savaştaki son durumu bir konuşalım; bunun dünyaya yansımalarını özellikle ABD dış politikalarının yansımalarını konuşalım. 

Gönül Tol: Tabii Ruşen. Şimdi savaşta yeni bir safhaya geçildiğini duyurdu Rus Dışişleri Bakanı, Donbass’ı ele geçirmek için zâten uzun süredir, senin de söylediğin gibi hazırlanıyordu; şimdi ise doğudaki Donbass’ı ele geçirmek için bir saldırı başlattı Rus tarafı. Şimdi, burada sorulan pek çok soru var. Meselâ şimdi ilk safhası neydi? Büyük başkent de dâhil olmak üzere Ukrayna’nın büyük şehirlerini ele geçirmeye çalıştı Rus ordusu ve bunda başarılı olamadı. Yani ilk safhada başarısız oldu Rus ordusu. Şimdi, ikinci safhada ne beklememeliyiz sorusu önemli. Burada her iki tarafın da avantajları var, ama ben baktığımda Rus tarafının avantajlarının daha fazla olduğunu görüyorum. Rus tarafının avantajları ne? Donbass Rusya sınırında. Biliyorsun, meselâ Kiev’i ele geçirme operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanmasının en önemli sebeplerinden bir tânesi lojistik problemlerdi. Rus güçlerini desteklemek için lojistik desteğin akışında problem oldu. Fakat Donbass Rusya sınırında olduğu için, bu diğer şehirlerde gördüğümüz lojistik sorunlarla daha az karşılaşacağız gibi görünüyor Donbass’ta ve bu da tabii Rusya için önemli bir avantaj. İkincisi de, yine şehirlerin içinde yürütülen savaşta Ukrayna ordusu avantajlıydı; çünkü gerilla taktikleriyle savaşıyordu, bildiği ve halkın desteğini aldığı bir sâhada, Ukrayna ordusu için savunma yapmak daha kolaydı. Fakat Donbass farklı bir alan, geniş bir alan ve böyle bir alanda üstünlük kurmak, askerî olarak üstünlük kurmak için hem askerî gücün hem ekipmanın daha üstün olması gerekiyor. Ve bu alanlarda da Rusya’nın avantajı çok büyük. Yani elinde daha donanımlı silâhları var, daha fazla askeri var. O nedenle bu alanda da Rusya’nın bir avantajı olduğunu görüyoruz. Rusya’yı daha avantajlı kılan üçüncü nokta: Donbass’ta halk Rusya yanlısı. Ve Rus ordusu sâha olarak Donbass’ı iyi biliyor; çünkü 2014’teki Kırım’ın işgalinden bu yana, biliyorsun orada Rusya’nın desteklediği ayrılıkçılar Ukrayna hükûmetine karşı bir savaş yürütüyordu ve Rus askerî birlikleri hep bu bölgede angaje olmuştu ve bu bölgeyi iyi bilen insanlar. Şimdiki operasyonun da başına getirilen isim, hem Suriye’de savaşmış hem de Donbass’ı çok iyi bilen bir Rus general. Dolayısıyla bunlar da Rus tarafına bir avantaj sağlıyor. Ama Ukrayna tarafının da aslında avantajları var; çünkü her şeyden önce çok daha fazla, yani birkaç hafta öncesine nazaran çok daha fazla Batı’dan askerî yardım alıyor — ağır silâhlar alıyor, helikopterler alıyor. Meselâ Biden 800 milyon dolarlık yeni bir askerî yardım paketi açıkladı. Bu yardım paketinin içinde, meselâ helikopterler var; savaş uçağı bekliyordu Ukrayna tarafı, onun ileride bir noktada olabileceğini söyleyen Pentagone yetkilileri var; fakat bunu mümkün görmeyen isimler de var. O nedenle bilemiyoruz, fakat Ukrayna’ya bir savaş uçağı verilse, o gerçekten Donbass’taki savaşın seyrini değiştirebilecek nitelikte olur. Fakat henüz helikopter verecek noktada değil Washington. Bunlar da Ukrayna için bir avantaj. Fakat tabii şunu da söylemek lâzım: Batı’nın Ukrayna’ya artan bu askerî desteğine Rusya bir karşılık verebilir. Bugüne kadar vermedi, Batı’dan gelen askerî yardımı hedef almadı Rusya; fakat bundan sonra alabilir, bu da Batı için daha çok komplikasyon oluşturabilecek bir durum.  

Ruşen Çakır: Gönül, baştan beri “Transatlantik”te hep şunu konuştuk — dünya konuşuyor zâten: Çin ne yapacak? Çin ne yapar? Çin sanki Rusya’nın yanında olacak gibi dendi, ama tam olmadı. Fakat bir de bu Ukrayna işgalinden önce, ABD’nin yeni yönetiminin temel meselesi Çin’leydi. Şimdi, işin bir ABD-Çin ilişkileri boyutu var; ama bir diğer olay olarak Tayvan meselesi de var. Çin’in Tayvan’a, Rusya’nın Ukrayna’ya bakışından daha sert ve daha angaje bir şekilde baktığını biliyoruz yıllardır ve Tayvan da hep Çin’in saldırısına mâruz kalma tehdidi altında yaşayan bir ülke. Şimdi Ukrayna konusunda Batı destek verdi, ama belli bir yere kadar verdi ve Rusya en azından operasyonlarını sürdürüyor vs.. Buradan cesâret alarak Çin’in Tayvan’a yönelik bir şeyleri olabilir mi? Bu ihtimal gündemde tutuluyor mu? Yoksa, çok büyük bir mâcerâ olur, çok riskli olur ve yapmaz mı deniyor? Bakıldığı zaman, yaşanan bu deney sanki Çin’i biraz cesaretlendirir gibi geliyor bana, ne dersin?  

Gönül Tol: Evet, herkes, hem Washington’da Çin’i yakından izleyen uzmanlar hem de Amerikan bürokrasisi içerisinde Çin dosyasına hâkim isimler benzer şeyler söylüyor aslında Ruşen. Yani Çin Ukrayna’da olana bakacak: Evet, Batı bir tepki verdi; ama aslında yeteri kadar askerî bir yanıt da vermedi. Dolayısıyla bundan cesâret alarak, üstelik bütün dikkatler Ukrayna’ya odaklanmışken, o boşluktan faydalanarak Tayvan’a bir askerî bir müdâhalede bulunabilir diyorlar. Ben aslında tam tersini düşünüyorum; Ukrayna krizi başlamadan öncekine oranla bugün Çin’in Tayvan’a askerî operasyon ihtimâlini daha düşük görüyorum. Çünkü, birincisi, Batı’dan bu kadar net ve ortak bir tutum beklemiyordu Çin. Özellikle ekonomik ve finansal yaptırımlar, Çin gibi bir ülkeyi çok korkutan bir araç. Onlar için caydırıcı bir araç. Bunu beklemiyordu, bu kadar net ve hızlı bir yanıt vermesini beklemiyordu. Ve bu, şu nedenle önemli bence: Batı askerî destek veriyor, ama sonuçta asker göndermedi Amerika Ukrayna’ya değil mi? Yani çok daha kuvvetli bir askerî yanıt bekleyenler vardı meselâ Rusya Ukrayna’ya girince — o olmadı. Dolayısıyla, Çin açısından bakıldığında, “Bu Çin’i cesâretlendirir mi?” sorusuna benim hayır dememin sebeplerinden bir tânesi, Rusya’nın aksine Çin dış politikasında askerî araçlar çok sık kullanılan bir yöntem değil. Yani Rusya’ya baktığımızda, meselâ Suriye’ye girdi, Gürcistan’a girdi, Ukrayna’ya girdi, Kafkaslar’a müdâhale etti, sınırları dışında yirmiye yakın yerde askerî güç bulunduruyor. Yani askerî araçlar Rus dış politikasının çok önemli bir ayağı. Çin için bu böyle değil. Meselâ Çin’in sınırları dışında zannediyorum bir tâne falan üssü var. Onun dışında, ekonomik angajmana çok önem veriyor. Ve bu da Çin için Batı’dan gelebilecek finansal ve ekonomik yaptırımları çok daha caydırıcı kılıyor. Putin’e oranla Çin açısından bunlar daha korkutucu sonuçlar. Ve ikinci bir nokta: Neden bugün Çin’in Tayvan’a bir operasyonu daha az olası? Çünkü Çin güvenlik bürokrasisi Amerika’nın Tayvan’ı korumak için Ukrayna’da attığı adımlardan çok daha sert adımlar atacağını düşünüyor. Yani bunu Çin güvenlik bürokrasisine yakın kaynakların açıklamalarından anlıyoruz. Ve diğer taraftan da Amerikan tarafının, Biden yönetiminin Çin’e verdiği mesajdan anlıyoruz. 

Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım, yani evet şunu sormak istiyordum: Tam bu noktada ABD’nin o başta her şeyi Çin’le… yani masadaki en önemli madde: Çin yaklaşımı, ister istemez Rusya’nın bu saldırganlığıyla geri plana itildi. Ama bu, ABD’nin Çin’le olan sorunlarını bitirdiği anlamına geliyor mu diye sormayı düşünüyordum. Yani bir yumuşama mı söz konusu Rusya nedeniyle, yoksa dondurulmuş bir kriz mi var? 

Gönül Tol: Hayır, aslında Çin meselesi Amerika’nın Ukrayna’ya verdiği yanıtı sertleştirdi. Yani aslında Amerika’nın Çin korkusu Biden yönetiminin Ukrayna konusunda da daha sert tutumlar almasına sebep oldu. Çünkü hem Kongre üyeleri bunu söylüyor, hem bürokrasi içerisindeki önemli isimler bunu söylüyor, hem de aslında ilginçtir, bir halk desteği de var. Çin’i daha büyük bir tehdit olarak, çok büyük bir tehdit olarak gören ciddî bir toplum kesimi var Amerika’da. Ve Ukrayna’da savaş başladıktan sonra, bütün bunlar şu söylemi güçlendirdi: “Ukrayna’da atacağımız her adım, aslında sâdece Ukrayna ile alâkalı değil; bizim için daha büyük oranda Çin’le alâkalı, çünkü Çin izliyor. Eğer biz burada herhangi bir zâfiyet, bir zayıflık gösterirsek, eğer müttefiklerle hareket etme konusunda, Ukrayna’yı savunma konusunda, askerâ yardım, ekonomik yaptırımlar konusunda zayıf olduğumuz izlemini verirsek eğer Çin’e, o zaman Çin de Tayvan’a benzer bir askerî müdâhalede bulunur. Ve bu da, Amerikan çıkarları açısından en kötü senaryolardan bir tânesi. O nedenle Ukrayna’da bizim sağlam durmamız gerekiyor, çok sert bir yanıt vermemiz gerekiyor” beklentisi var. Aslında kısmen bu nedenle bu kadar hızlı hareket etti Biden yönetimi — ki Biden başkan olduktan sonra dış politikada aslında çok kötü adımlar ve çok kötü bir performans sergilemişti. Müttefiklerle hareket edemiyordu, yani bir sürü skandal yaşandı Biden başkan olduktan sonra dış politikada — Afganistan’da yaşananları biliyoruz. Fakat sonra birden Ukrayna meselesinde toparladı ve bence bu toparlanmanın ardında o Çin baskısı vardı. O yüzden Ukrayna’da olanlar Çin’i geri plana itmiş değil; tam tersine aslında o konunun ne kadar önemli olduğunu –yani bunu daha sonra Amerikan dış politikasındaki değişiklere değinirken konuşuruz–, fakat Çin aslında daha ön plana getirildi Amerikan dış politikasında. Sadece daha koordineli bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyor. Yani Rusya gibi Çin gibi ülkelere karşı nasıl entegre bir, bütüncül bir dış politika yürütebiliriz tartışması var. Ve Çin’e karşı duyulan o Çin korkusu kesinlikle azalmış değil artmış durumda. Çünkü meselâ Rusya konusunda… yani Ukrayna’da savaş başladıktan sonra Amerikan yönetimi, Çin ve Rusya’nın o yakınlaşmasının önüne geçmek için kendince çeşitli adımlar attı. Ama burada bürokrasideki genel kanı: “Biz bunu başaramadık ve bu kriz Çin’i ve Rusya’yı birbirine yaklaştırdı”. Dolayısıyla Çin meselesi de büyük oranda Amerikan dış politika örgütlerinin tam ortasında duruyor.  

Ruşen Çakır: Şimdi, biliyorum ABD’nin en önemli meselesi, daha içerideki meseleler, enflasyon vs.; ama deminden beri konuştuğumuz Rusya, Çin. Onun dışında Biden’ın dış politikada son dönemdeki önemli Ukrayna deneyiminden sonra, önemli değişiklikler yaşandı. Demin bahsettin, aslında Batılı müttefiklerle işbirliğini becerebildi, toparladı. Dış politikadaki bu hareketlerin içeride Biden yönetimine bir getirisi oluyor mu? Yoksa kamuoyunun çok fazla ilgilenmediği, kayıtsız kaldığı olaylar mı? 

Gönül Tol: Tabii kamuoyu kayıtsız kalamıyor, tam da onu söyleyecektim. Yani Ukrayna meselesi ne tür bir değişikliğe sebep olacak Amerikan dış politikasında? Dış politikaya bakış açısında ne tür bir değişikliğe sebep olacak? Senin söylediğin diğer konudan önce, yaptırımlar meselesiyle başlayayım. Şimdi, yaptırımlar Amerikan dış politikasının uzun zamandır çok önemli bir aracıydı ve bu çok eleştiriliyordu. Yani Obama ile başlayan, mümkün olduğunca mâliyetsiz, askerî angajman olmadan, dronlarla veya yaptırımlarla yürüttüğü bir dış politika vardı ve bu çok eleştiriliyordu. Şunun için eleştiriliyordu: “Biz neden bu kadar çok yaptırımlara başvuruyoruz bir dış politika aracı olarak? Çünkü yaptırımlar işe yaramıyor. Yaptırımlar bizim düşman gördüğümüz ülkelerin davranışlarını değiştirme konusunda etkili bir araç değil. Bakın İran’ınkini değiştiremedik, Kuzey Kore’ninkini değiştiremedik. Neden biz diplomasiden önce, hemen yaptırımlara sarılıyoruz?” diye çok eleştiriliyordu, Obama da eleştirildi, Trump da eleştirildi ve Biden yönetimi de aslında bu eleştirilerden biraz fazla şey öğrendi. O yüzden yaptırımların yerine ne konulabilir konuşuluyor Amerikan dış politika ekibi, Biden dış politika ekibi içerisinde. Bu, Ukrayna savaşı başlamadan önceydi. Şimdi ise bu finansal yaptırımların aslında etkili bir araç olabileceği tartışması başladı. Yani tartışmanın rengi bütünüyle değişti. Yaptırımlara karşıydı bundan önceki tartışma; şimdi, aslında yaptırımlar etkili bir silâh olabilir dış politikada tartışması güçlenmeye başladı. Ve bu da aslında uluslararası arenada gücü yeniden tanımlıyor. Yani askerî güçten daha önemli olarak ekonomik gücü tanımlıyor. Ve bu da işte dış politika konseptini yeniden sorgulamasına sebep oluyor, sâdece Amerika’nın değil, Batı’nın da, Avrupa’nın da. Ve özellikle de yaptırımlar istenilen sonucu verirse… — ki şunu da söylemek lâzım, şunu söyleyenler de var: “İşte, o kadar yaptırım uyguladık, Rusya hâlâ Ukrayna’dan çıkmadı”. Ama zâten o yaptırımların amacı, başlayan operasyonu sona erdirmek değildi. Uzun vâdede meselâ Çin gibi ülkeleri bu tür davranışlardan, meselâ agresif dış politika adımlarından alıkoymaktı, bir caydırıcılık oluşturmaktı — amacı buydu yaptırımların. Ve genel kanı, bu yaptırımların… yani Rusya’nın ekonomisini ne kadar etkilediğine bakın, Rusya’yı ne kadar izole ettiğine bakın ve uzun dönemli bir araç olarak etkili bir dış politika olduğu yönünde bir kanı oluştu. Ve bu bence çok dramatik bir gelişme. Bunu bütünüyle Ukrayna krizinin bir sonucu olarak görüyorum ben. İkincisi de, izolasyonist bir eğilim vardı Amerikan dış politikasında. Ben buna ilk Medyascope için yazdığım bir yazıda değinmiştim. Yani Obama döneminde başlayan, Trump’la birlikte tavan yapan ve Biden yönetiminde de devam eden bir izolasyonist yönelim vardı. Neydi bu izolasyonist eğilim? “Avrupa kendi güvenliğini sağlasın, müttefiklik aslında ilişkilere yük getirir, Amerika’nın kendisini koruması için elini ayağını dünyadan çekmesi lâzım, kendi içişlerine odaklanması lâzım”. Bütün bunları savunan görüştü izolasyonist eğilim. Halk tarafından da güçlü bir desteği vardı. Fakat Ukrayna savaşı şunu gösterdi yani: Hiçbir ülkenin izole olamayacağını gösterdi. Siz istediğiniz kadar dünya meselelerine angaje olmayın, o problemler gelip sizi buluyor. Meselâ Ukrayna meselesi bütün dünya çapında bir gıda güvenliği sorununun olduğunu açığa çıkardı. Ya da Ukrayna’daki kriz yüzünden, dünyanın başka bir yerinde insanlar markete gittiğinde çok daha fazla para veriyor market alışıverişi için; benzine, elektriğe daha fazla para veriyor. Bütün bunlar şunu gösterdi aslında: Yani “Dünya meseleleri bizi ilgilendirmez” deme lüksümüz yok, o kanıyı güçlendirdi. Ve ayrıca müttefiklerin önemini de, Amerikan liderliğinin önemini gösterdi. Yani izolasyonist yönelim diyorduk; yani: “Amerika dünyanın polisi olmak zorunda değil. Bu hem bizim için çok mâliyetli, hem de bir işe yaramıyor. Amerika eskisi kadar güçlü değil, eskisi kadar kaynakları yok, dünyanın her kriz bölgesine koşup sorunları çözecek kaynakları yok. Ve bu aracımız da yok elimizde”. Böyle bir kanı vardı; fakat şimdi: “Hayır, aslında müttefikler yük değil önemliymiş çatışmaların çözümünde” deniyor. Çünkü Amerika Avrupa ile çalışarak Rusya’ya ortak bir yanıt verebildi. Ve ikincisi, Avrupa ve Amerika arasında kopuşlar vardı, Avrupa’nın kendi içerisinde Rusya nazarında farklılıklar vardı; bütün bu farklılıklar ortak siyâset belirlemeyi engelliyordu. Fakat Biden etkili bir şekilde Batı dünyasına liderlik etti. O farklılıkları nispeten kapattı ve ortak bir tutum belirlenmesinde kilit bir rol oynadı. İşte bütün bunlar bu izolasyonist kampa şu mesajı verdi: “Bakın, aslında evet, Amerika eski Amerika değil belki, eskiden olduğu kadar kaynaklarımız yok; ama yine de Amerikan liderliği önemli, bizim liderlik etmemiz gerekiyor, biz hiçbir krizden kaçamayız; çünkü o kadar entegre bir dünyada yaşıyoruz ki, her kriz nihâyetinde gelip bizi evimizde bulacak. O nedenle krizler başlamadan evvel bizim çok daha uzun vâdeli bir strateji geliştirmemiz gerekiyor. Elimizi eteğimizi dünyadan çekmek yerine uygun mekanizmalar ve araçlar, dış politika araçları geliştirmemiz gerekiyor” kanısı oluştu. İşte bütün bunlar da bence izolasyonist eğilimi sorgulayan bir hava yarattı. Meselâ Ukrayna krizinden önce, “Avrupa’daki Amerikan askerî varlığını mümkün olduğu kadar azaltalım” deniyordu — şimdi tam tersi. Pentagone diyor ki: “Askerî olarak çok daha fazla angaje olacağız. Hattâ Avrupa’ya üsler kurulacak” vs.. Bir üçüncü etkisi –yani belki de bu ikinci bahsettiğim konu ile alâkalıdır–, Ulusal Savunma Stratejisi var Amerika’da, yani dış politikadaki savunma stratejisinin mihenk taşlarını açıklayan bir dokümandır. Meselâ orada İngilizce, integrated deterrence denen bir tanım, kavram var. Onu işte “bütüncül caydırıcılık” olarak galiba çevirebiliriz Türkçe’ye. Şimdi meselâ bu bütüncül caydırıcılığın çok altı çizilmeye başlandı Ukrayna’dan sonra. Nedir bu bütüncül caydırıcılık konsepti? Sadece askerî araçlar değil askerî olmayan araçlar da kullanılmalı ülke savunmasında. İşte bunun için de, meselâ finansal yaptırımlar var ve müttefiklerle birlikte ortak çalışmaya, Avrupa ile birlikte ortak savunma mekanizmaları oluşturmaya, var olandan farklı mekanizmalar oluşturmaya vurgu yapan bir doküman bu. Bu da bana şunu gösteriyor: İşte, o izolasyonist eğilime karşı yükselen bir kamp var ve “Daha fazla angaje olmalıyız ve bunun için de yeni araçlar üretmeliyiz” diyen bir eksen var. Ve ben bunun uzun vâdeli Amerikan dış politikasında çok önemli bir değişim olarak görüyorum. 

Ruşen Çakır: İşte buradan Türkiye’ye geçelim: Ukrayna meselesi, Türkiye’nin oynadığı, oynamaya çalıştığı rol falan… Bütün bunlar, Batı ile ve ABD ile olan ilişkilerini rehabilite etmesine bir imkân sağladı, burada tarafları bir araya getirdi –her ne kadar somut bir sonuç çıkmadıysa da– ve Beyaz Saray’dan Ankara’nın F-16’lar konusundaki beklentisini bir ölçüde karşılayabilecek adım da geldi; ama hâlâ belirsizlik var. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Mayıs ayında gidecek, bayağı yüklü bir programı olacağı söyleniyor, masada çok şey olacağı söyleniyor. Şu anda sanki pembeye yakın bir tablo var, bu doğru mu? 

Gönül Tol: Yani kısa vâdede. Ben bunu söyleyince beni çok negatif görüyorlar, ama benim gözlemlediğim şey bu. Yani böyle hani bir sihirli değnek olmadı Ukrayna krizi Türk-Amerikan ilişkilerinde. Evet, F-16 gibi konularda ivme var — ki bu Ukrayna’dan önce vardı; yani Ukrayna savaşı başlamadan evvel, Amerikan tarafı ve Türk tarafı bu F-16 meselesini gündeme almıştı. Bir pozitif hava var. Yani: “Bakın, Rusya konusunda Türkiye de fenâ bir rol oynamadı. Öyle bir NATO müttefikini, NATO’nun birliğine bu kadar ihtiyaç duyduğumuz böyle bir dönemde yaptırımlarla, F-16 satmayarak savunmasını zayıflatmak bizim kendi bindiğimiz dalı kesmektir” diyen bir grup var; onlar hep vardı, ama sesleri kısılmıştı. Fakat şimdi onların sesi daha yüksek çıkıyor. Şimdi buradan ne çıkar? Galina birkaç hafta evvel Amerikan Dışişleri Bakanı Kongre’ye F-16 satışı konusunda bir mektup yazdı. “Türkiye’ye F-16’ların satılması NATO için önemlidir ve Amerika’nın ulusal güvenlik çıkarları için önemlidir” mesajını veren bir mektup yazdı. Aslında bu mektup, ondan önce Şubat ayında Demokrat Partili bir Kongre üyesi olan Frank Pallone’nin yazdığı, 50 Kongre üyesi tarafından desteklenmiş bir mektup vardı, o mektuba cevaptı bir parça. İlk mektup Biden’a şunu söylüyordu: “Türkiye’ye silâh satmayın; çünkü Erdoğan iyi bir NATO müttefiki değil ve çok ciddî insan hakları ihlâlleri işliyor, o nedenle biz kesinlikle Türkiye’ye silâh satılmasına karşıyız”. O mektuba cevaben, Amerikan Dışişleri Bakanı, “Evet, ama bizim bu sâha çıkarlarımız için de F-16 satışı önemli” dedi. Şimdi çok spesifik değildi Dışişleri Bakanlığı’nın yazdığı o mektup. Yani “İllâ satalım”, ya da işte, “Bizim önümüzde bir şey var, bir plan yaptık, süreç böyle böyle işleyecek” kadar detaylı bir mektup değildi, fikir belirtilen bir mektuptu. Şimdi Kongre ne yapar? Ben hâlâ, bütün olanlara rağmen, yani Türkiye’nin Ukrayna konusunda arabuluculuk çabalarına vs.’ye rağmen, ben Kongre’deki Türkiye karşıtı havanın değiştiğini hiç düşünmüyorum. Ve çok da yakından tâkip ediyorum, yani bu Senato’daki Ddışişleri Komisyonu üyelerini, Komisyon Başkanı’nın söylediklerini… Türkiye hakkında hiç yumuşama görmüyorum; tam tersine, Rusya yaptırımlarını delme noktasında Türkiye’ye dâir endîşenin kabardığını görüyorum. Ama şöyle bitireyim: Bu şu demek değil; yani “Buradan Türk-Amerikan ilişkilerinde bir toparlanma çıkmaz” demek değil. Ne zaman bir toparlanma çıkar bence? Hani biraz önce söyledim ya? Artık dış politikaya dâir, hani “Dış politikayı bir tarafa bırakalım, biz kendi içimize odaklanalım” bakış açısının daha zayıfladığı dönemde, Amerika daha uzun vâdeli oturup, dış politika stratejisi hakkında düşünmeye başlarsa ve Karadeniz bölgesini de bu stratejinin parçası yaparsa, o zaman Türk-Amerikan ilişkilerinde bence uzun vâdeli yeni bir sayfa açılabilir. Karadeniz şu yüzden önemli: Bugüne kadar sâdece Biden değil, Trump değil, Obama da aslında Karadeniz’i çok göz ardı etti. Yani Karadeniz’e hiç dikkat edilmedi ve Karadeniz’deki ülkelerin çok sık Amerikan yönetimine, NATO’ya, burada ciddî bir uzun vâdeli strateji geliştirmesi için baskı uygulamasına rağmen bu olamadı, çok önem verilmedi. Şimdi Ukrayna ile birlikte, aslında Karadeniz’in ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Tabii Karadeniz deyince de, Türkiye çok önemli bir güç o bölgede. Ve Türkiye de 2014’ten bu yana, Rusya’nın Kırım’ı işgalinden bu yana, orada Rusya lehine değişen dengelerden rahatsız. O yüzden Amerika baktığında, Karadeniz’de bütünüyle kendi çıkarlarıyla örtüşen bir Türkiye görüyor. Eğer oturup ciddî ciddî ilk kez Karadeniz’e dâir uzun soluklu bir strateji üretme kararı alırsa, buradan Türkiye ile hem daha kurumsal hem yeni mekanizmaları içeren, Rusya’nın gücünü sınırlamak için yeni mekanizmalar içeren, tarafların birbirini angaje edeceği ve daha önemlisi tarafların birbiriyle işbirliğine daha kıymet vereceği bir alan olabilir Karadeniz. Ama şu anda ben Biden yönetiminin oturup böyle bir Karadeniz stratejisi oluşturmaya çalıştığını görmüyorum. Eğer stratejik düşüncede böyle bir dönüşüm olmazsa, yani Türkiye’yi yeniden çok önemli bir NATO müttefiki olarak gören bir stratejik düşünce değişikliği olmazsa, bugün karşılaştığımız sorunlar sorun olmaya devam edecek. S-400 sorun olmaya devam edecek, insan hakları ihlâlleri sorun olmaya devam edecek; çünkü yani çıkarlar ayrışmış durumda, değerler de ayrışmış durumda. Böyle bir konjonktürde de, “Hayır ama, bakın bir alan var, bu alanda çıkarlarımız da örtüşüyor” diyebilmesi gerekiyor. O alan Karadeniz olursa eğer, ben bunu ilişkilerde yeni bir sayfa olarak görürüm. 

Ruşen Çakır: O zaman Ortadoğu defteri kapandı, Karadeniz defteri açılırsa belki bir şey olur diyorsun özetle, yanlış mıyım? 

Gönül Tol: Evet, evet, bu çok önemli Ruşen; çünkü hani Ortadoğu’dan Amerika çekildi mi çekilecek mi derken, artık dikkat bütünüyle Ukrayna’ya kaydı ve o konjonktürde de… Arap ayaklanmalarıyla birlikte Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olarak görülüyordu; yani Amerikan bürokrasinin farklı kanalları Avrupa olarak tanımlıyor, bir kısmı Ortadoğu, ama Arap ayaklanmalarıyla birlikte pratikte herkes Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi olarak görüyordu. Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi olarak gördüğü için de, Suriye’de attığı sorunlu adımlarla, desteklediği cihadcılarla, Libya’ya gönderdiği Suriyeli askerlerle vs. bunlar anılıyordu, İsrail’le yaşadığı sorunlarla, Mısır’la yaşadığı sorunlarla… Şimdi, birden dikkatler Avrupa’ya kaydı, Rusya’ya kaydı. Dolayısıyla bir pencere olabilir; bu ama bu pencerenin bütünüyle açılabilmesi için, dediğim gibi daha ciddî bir politika arayışı gerekiyor Washington açısından. O henüz yok bence. 

Ruşen Çakır: Gönül, çok teşekkürler. “Transatlantik”i burada noktalayalım. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim, haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.