Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Simon Jenkins, Fransa seçimlerinden çıkarılması gereken dersleri yazdı: “Popülizm yükseliyor, durdurmanın tek yolu devrim”

Fransa’da halk, 24 Nisan Pazar günü sandık başına gidecek ve cumhurbaşkanını seçecek. The Guardian’dan Simon Jenkins, Emmanuel Macron ile Marine Le Pen’in yarışacağı seçimlerden hangi derslerin çıkarılabileceğini yazdı. Muhammet Enes Uslu, Jenkins’in makalesini Medyascope için çevirdi.

Seçimler, kimlik meselesi ve yaşam tarzımız üzerinden farklı soru ve sorunları gündeme getiren yeni bir dalgayla karşı karşıyayız. Geleneksel siyasetin temsilcileri ya bunlara bir çözüm sunmalı ya da tarihin tozlu sayfalarında yerini almalı.

Günümüz demokrasilerinden çıkarmamız gereken bir ders varsa, o da popülizmi hafife almamamız gerektiği. İster aşağılayın, alay edin, isterseniz mazur görün ya da ayıplayıp boykot edin. Ne var ki popülizmin şu anda seçim politikalarına göz ardı edilemeyecek ölçüde bir etkisi olduğu ortada. Marine Le Pen’in, Fransa’daki cumhurbaşkanlığı yarışında ikinci tura çıkması tam da bunun bir göstergesi.

Aynı şekilde nisan ayının başında, Macaristan’ın otoriter lideri Viktor Orban seçimlerde muhalefeti hezimete uğratıp zaferini ilan etti. Vladimir Putin, tartışmalı şartlar altında da olsa Rusya’da kamuoyu üzerindeki vatansever ve milliyetçi etkisini muhafaza ediyor. ABD’de ise eski Başkan Donald Trump ortadan kaybolmaya niyetli görünmüyor. Birbirinden tamamen farklı olsalar da bu isimlerin hepsi, ağız birliği etmiş gibi, aynı fikri temsil ediyor.

Bu fikrin temelinde ise şahısların ve kimliklerin partileri gölgede bırakarak onların yerini alması yatıyor. Göreli refah seviyesi arttıkça seçmenler tarafgirlik ve duygusal teminat üzerinden tercih yapmaya yöneliyor. Böyle olunca, kendilerinden olmayan hiç kimseye güvenmeyip küreselcilerden, milletvekillerinden ve liberallerden nefret eder hale gelebiliyorlar. İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın gülünç ama bir o kadar da başarılı bir şekilde İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) çıkış sürecinde pompaladığı vaatteki gibi, kendi hayatlarıyla ilgili söz sahibi olduklarını hissetmek istiyor, onlara bu yönde liderlik yapar gibi görünen siyasetçilere rağbet ediyorlar.

Bu türden bir popülizm sol-sağ siyaset yelpazesini de yerle bir etti. Emmanuel Macron, bundan beş yıl önce tam anlamıyla mevcut siyasi düzenin dışından sürpriz bir isim olarak iktidara geldi. Macron’un zaferi, ülkenin iki köklü partisinin oy oranının yüzde 10’un altında kaldığı o seçimlerde, Fransa’daki parti düzeninin de iflası anlamına geliyordu. Göreve geldiği günden bu yana Macron, refah devletini modernleştirip seleflerinin başaramadığı emek piyasasındaki sabitliklerin azalmasını sağlayarak Fransa’nın köhnemiş siyasal ekonomisini kararlı ve hatta cesur bir şekilde yeniden düzenledi.

Bu arada, aşırı sağcı lider Le Pen ise benzin fiyatlarını düşürme ve yoksullardan daha az, zenginlerden daha yüksek vergi alma gibi uçuk vaatlerde bulunarak kendisini yoksulların yanında gösterdi. Dahası, göçmenlerin devletten sosyal yardım desteği almasının önüne geçmek ve AB’ye meydan okumak istiyor. Bunu yaparken de Macron’u, Fransa’nın taşralı kesimine kayıtsız kalan bir Parisli gibi davranmakla suçlayıp onu halktan kopuk, sistemin içinden gelen seçkin zümrenin bir üyesi olarak gösteriyor.

Başkanlık sistemine dayalı anayasaların kusurlarından birisi ilkelerden ziyade şahısları öne çıkarıp onların savunuculuğunu yapmasıdır. Siyasetin yavan taraflarına önem atfedilen bu sistemde liderin sempatik ve saf görünerek kendini beğendirmesi ve sorunlara günü kurtarmaya odaklı kısa vadeli çözümler sunması da prim yapan özellikler olarak görülür. Alexis de Tocqueville’in de dediği gibi, bu sistem çoğunluğun menfaatini kurumların üzerinde tutar. Partilerin dağılmasıyla parlamenter hükümet sisteminin temelini oluşturan kurallar da geçerliliğini yitirir. Manifestolar anlamsızlaşır. Liyakat patlak verecek bir sonraki krizi atlatma becerisinden ibaret hale gelirken ortak sorumluluk ise adeta tek bir lidere ve onun imgesine bağlılığa dönüşür. İngiltere’de Boris Johnson örneğinde görüldüğü gibi.

Hayalperestler bütün bu olan biteni kamuoyunun taleplerine daha duyarlı bir yeni siyaset yapma biçiminin emareleri olarak görüp bundan umutlanabilir. Bu durum, bir nevi “küresel internet köyü” ve denetlenmeyen platform demokrasisi olarak da özetlenebilir. Avrupa’nın en merkeziyetçi, elit yönetim anlayışına karşı bir isyan çığlığı olması bakımından, “Brexit” olarak adlandırılan İngiltere’nin AB’den çıkış süreci pek çok açıdan bu durumun en bariz şekilde tezahür ettiği olaylardan biriydi. O zamandan beri başka hiçbir AB üyesi ülke böyle bir referanduma gitmeye cesaret edemedi. Öyle ki Le Pen bile bir keresinde geri adım atmak durumunda kaldı. ABD’nin Trump olayında yaşadığı gibi, seçmene fikrini dosdoğru söyleme fırsatını bir kere verdiğinizde, bunu göz ardı etmeyeceğini de hesaba katmanız gerekir.

Dünya Değerler Araştırması’na göre demokrasiye olan güvende keskin bir düşüş kaydedilmesinin üzerinden altı yıl geçti. Buna göre, 50 yaş altında olanların yarısından daha az bir kısmı “demokrasiyle yönetilen bir ülkede yaşamanın elzem olduğuna inandıklarını” söylüyor. Almanya’da, ABD’de ve Japonya’da, yüzde 20 ile 40 arasında bir kesim ise parlamentoyla ve seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayacak güçlü bir lideri tercih ediyor. Geleneksel siyasetin temsilcileri ya bir an önce bu gerçeklerle yüzleşmeli ya da tarihin tozlu sayfalarında yerini almalı. Buna ek olarak, grup kimliğine öyle ya da böyle saygı duyulmalı, yoksa göçmenlik konusu dünya çapında büyük bir felakete dönüşecek. Federalizm uygulanmaya başlamalı, yoksa ayrılıkçı hareketler dünyanın her yerinde devletleri istikrarsızlaştıran bir olgu olarak öne çıkacak. Parlamentolar ve partiler de kendi iç işleyişlerini yeniden düzenlemeli, yoksa yeni düzende var olmalarının bir anlamı kalmayacak.

Muhtemelen Fransa, önündeki tehlikeyi atlatıp yoluna devam edecek ama yine de bu durumdan hepimizin çıkarması gereken dersler ortada. 

Kaynak: Guardian

Derleyen: Muhammet Enes Uslu

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.