Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: Muhalefet cephesindeki iki stratejiyi uzlaştırmak

Uzun bir süredir muhalefetin ortak adayı olarak adı geçen sadece üç isim var: Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Bu üç isim üzerinden baktığımızda adayların çoktan sahaya indiğini görüyoruz. Kılıçdaroğlu evinin karanlığında, İmamoğlu Doğu Karadeniz’de ve Yavaş da “ağırbaşlı kamu görevlisi” duruşuyla aslında kampanya yürütüyor.

Gündem değiştikçe muhalefetin öne çıkan adayı da değişiyor. Öte yandan da vakit daralıyor. Seçime neredeyse bir yıl kala muhalefetin seçimleri kazanma ve sonra da ülkeyi yönetme konusunda başı sonu belli bir plan ortaya çıkarmaktan henüz uzak olduğu görülüyor. Üstelik “muhalefet” dendiğinde de akla henüz dinamik, tek bir aktör gelmiyor. Hal böyleyken akıllara tek bir soru geliyor: Muhalefet, tüm bu zorlukları aşıp, önündeki zor görevi tamamlamak üzere bir strateji geliştirebilecek mi? Üç buçuk ay önce yazdığım bir yazıda, muhalefet kanadında öne çıkan ve birbiriyle uzlaşmaz gibi görünen iki farklı stratejinin varlığından bahsetmiştim. Bu iki stratejiyi güncelleyerek ele alırsak şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:

Birinci strateji en genel anlamda “güçlendirilmiş parlamenter sistem” (GPS) kanalıyla Türkiye’yi yeniden demokrasi kulvarına çekmeyi hedefliyor. Bu stratejinin ana aktörü altılı muhalefet masası ve bu masadan şimdiye kadar çıkan en somut proje de bu. Bu strateji bir geçiş süreci öngördüğü için ve bu hassas geçişin tüm muhalefet partilerinin koordinasyonunda gerçekleştirilmesi gerektiği için, bu stratejinin öne çıkan adayının Kemal Kılıçdaroğlu olduğu iddia edilebilir.

GPS’ye dayalı geçiş stratejisinin en büyük avantajı bu kadar partiyi bir araya getirerek, Türkiye’nin demokratikleş(eme)me serüveninde emsali görülmemiş bir konsensüsü ortaya çıkarmış olması. Bu strateji, Türkiye’nin son yıllarda içine düştüğü krizler yumağının en geniş anlamda tek sorumlusu olarak gösterilen “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” (CHS) ve tek adam rejimine karşı doğrudan bir reçete sunduğu gibi aynı zamanda altı partinin geçiş sürecindeki beraberliğini kavga dövüş olmadan bitirip rekabete geri dönebilecekleri bir yol haritasını da mümkün kılıyor. Ancak muhalefetin tüm stratejisini GPS üzerine kurmasının yarattığı riskler de var. Bir kere muhalefetin GPS’ye geçişin gerektirdiği nitelikli Meclis çoğunluğunu kazanıp kazanmayacağı meçhul. Özellikle seçim yasasındaki son değişikliklerle birlikte muhalefetin bu çoğunluğu kazanması bugünkü şartlarda neredeyse imkânsız gözüküyor. Ancak bunu şimdilik bir kenara bıraksak bile sorunlar bitmiyor. Her şeyden önce altı muhalefet partisinin müstakil olarak yürüttükleri siyasette GPS öyle çok da büyük bir yer tutmuyor. 28 Şubat’tan bu yana geçen iki buçuk aylık sürede partiler GPS’ye dayalı geçiş stratejisini ne örgütlerine ne de tabanlarına anlattılar. Bu stratejinin adayı olarak öne çıkan Kemal Bey bile kampanyasını GPS’ye dayalı geçiş süreci yerine kendi kişiliği ve “kavga”sı üzerine kurmuşa benziyor. Hal böyle olunca, “Milletin derdi GPS falan değil ekonomi, enflasyon, işsizlik” demenin de pek anlamı kalmıyor. Altılı masanın şimdiye kadarki tek somut projesi olan GPS siyasetin bir parçası olmadıkça, toplumsallaşmadıkça, tabi ki milletin derdi olmaz.

İkinci strateji ise seçimleri kazanmayı öncelik olarak alıyor. Burada ister istemez kamuoyu araştırmalarında güçlü bir görüntü veren Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi adaylar öne çıkıyor. Hem İmamoğlu hem de Yavaş’ın avantajı, ikisinin de toplumda “yeni” olanı arayan bir çoğunluğun desteğini alabiliyor gibi gözükmeleri. Bu durum doğrudan bir seçim zaferi garantisi değilse de önceki seçimlerde olmayan, önemli bir gelişme. Bu stratejinin dezavantajı ise niteliği itibariyle kişileri öne çıkarması ve öne çıkan kişilerin gerek partiler gerekse altılı masa gibi daha kurumsal yapılarla doğal bir gerilim içinde olduğu düşüncesi. Aslında bu çok da geçersiz bir argüman değil. Geçersiz olan ise bu gerilimin bir takım denge mekanizmalarıyla çözülemeyeceği varsayımı.

Muhalefet aslında bir süredir sendeliyor. Kemal Bey partisinin içine posta koyarken, DEVA Partisi altılı masaya mesajlar gönderiyor. Olası adaylar ise adaylıkları kesinleşene kadar her şeyi yapacağa benziyor. Bu kaotik durum, otoriter bir rejimde iktidara karşı cumhuriyet tarihinin belki de en önemli seçimine hazırlanan bir muhalefet görüntüsü çizmiyor. Bana kalırsa yapılması gereken yukarıda bahsettiğim ve asla uzlaşmayacak gibi sunulan iki stratejinin bir şekilde birleştirilmesi. Muhalefetin ne stratejik ne de aktörsel açıdan bölünme gibi bir lüksü var. Seçimleri kazanıp, sonrasında başarılı şekilde yönetebilmesi için muhalefetin elindeki tüm cevherlerden yararlanması gerekiyor. 2019’da muhalefete kazandıran aktörler de muhalefetin bin bir zorlukla bir araya getirdiği altılı masa da masayı oluşturan her bir parti de bu cevherlerden. Birinin diğerine tercih edilmesi muhalefetin ve Türkiye’nin zararına olur.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.