Öner Günçavdı yazdı: Bu modelin adı seçim ekonomisi

Ülke gündemindeki gelişmeler o kadar hızlı değişiyor ki yetişmek mümkün değil… Bu hafta yaşanan birçok siyasi olaya karşın, ekonomide yaşanan gelişmeler çok fazla dikkat çekmedi, maalesef gündem oluşturamadı.

Oysa çok uzun zamandır ekonomiden iyi haberler gelmiyor. Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Nureddin Nebati de olmasa ekonomi konuşulamayacak. Zaten onu da ekonomi sayfalarında değil, daha çok magazin sayfalarında görmeye başladık. En son bir televizyon kanalındaki komedi programında güzel bir parodiye konu oldu kendisi. Aslında bu ve benzeri parodiler kamuoyunun ekonomiye bakışını tanımlar nitelikte. Ağlanacak halimize güler olduk.

Sayın Bakan bir süre önce İstanbul Sanayi Odası’nda sanayicilere yaptığı konuşmada birçok “müjde” verdi. Ama arzuladığı heyecanı dinleyicilerden göremedi. Zaten kârlılık bakımından rekorlar kıran sanayicimiz, bu müjdelere karşı tepkisiz kalırken, kendileri için çaba gösteren bakanın konuşmasından da çok fazla etkilenmediklerini kamuoyuna göstermiş oldular. Aslında bu Sayın Bakanın ekonomideki gerçek karar alıcının olmadığının bilinmesinin sonucudur.

Sayın Bakan, 2021 yılının Aralık ayında Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandı, bundan yaklaşık beş ay önce. O günlerde geleceğe umutla bakıyor, gözlerinin ışıltısının tüm ekonomiye rehberlik etmesi arzulanıyordu. Samimiyeti ve iyi niyeti ile kamuoyunun dikkatini çekerken, ekonomi konusundaki liyakati ise sorgulanıyordu. İtiraf etmek gerekirse, Sayın Bakan da bu konudaki eleştiri ve endişeleri giderecek çok fazla gayret göstermedi.

Göreve gelir gelmez Sayın Nebati, son yıllarda yaşadığımız en ciddi kur şoku ile muhatap olmak zorunda kaldı. Kur korumalı mevduat (KKM) ile kurdaki şokları önlese de bu şokların kaynağı olabilecek konularda hiçbir ilerleme sağlanamadı. Bırakın sağlanmasını, bu sebepler açık bir şekilde inkâr edildi. Şoklar dış kaynaklara ve içerideki birtakım niyeti bozuk kesimin saldırılarına bağlandı. Bir nevi iktidarın buradaki sorumluluğu dışlandı.

Kurlardaki dalgalanma 2018 yılından beri belli aralıklarla ve belli miktarlarda gerçekleşmekteydi. 2017’nin ocak ayında bir dolar 3,73TL iken, 2018 yılının Eylül ayında 6,37’ye çıktı. Şimdi ise aynı kur 15 TL’yi aşmış durumda. Dalgalanmaların başlarında, bu artışların nedeni olarak “dış güçleri” sorumlu göstermeye çaba harcayan iktidar, salgın sonrası dönemde meydana gelen artışları ise bilinçli bir politikanın sonucu olarak kamuoyuna sunmaya başladı. Özellikle enflasyonun giderek yükselmesi ile kamuoyunda artan faiz artışı yönündeki beklentilere karşı böyle bir açıklama gündeme getirildi. Bu açıklamadaki temel amaç, TCMB’nin politika faizlerini arttırmaya gerek duymadan, hatta bu faizleri düşürüp ekonomide büyümeye yol açarak, enflasyonu da kontrol edebileceğine duyulan inançtır. Lakin bu inancın teorik temellerinin ne olduğu hala meçhul.

Buradaki beklenti, TL’nin değer kaybetmesi sonucunda Türk mallarının dünya piyasalarında rekabet gücü kazanması ve bu yolla ihracatın artmasıdır. Burada belirtmekte yarar gördüğüm önemli bir husus daha var. Böyle bir ihracat artışının aynı zamanda içerideki talebin de yüksek tutulduğu bir ortamda gerçekleşmesinin beklenmesidir. Yani ekonomide üretim kapasitesi kısıtı olmadığı düşünülmektedir. Dahası ithalatın da TL’nin değer kaybetmesiyle daha pahalı hale gelerek azalacağı umulmaktadır.

İhracat yoluyla elde edilecek döviz gelirleri cari açığın azalmasına yardımcı olacak, dahası ihracat yolu ile gelen dövizler TL talebini arttırarak, ulusal paranın değer kazanmasına neden olacaktır. En azından beklenti bu yöndendir. TL’nin değer kazanması ile ithalat ucuzlayıp, ekonomideki maliyet enflasyonunun önü alınacaktır. Ancak bu modeldeki en önemli beklenti; ihracatın döviz bolluğu yaratarak, TL talebinde artış olmasa bile en azından istikrar sağlayacağının düşünülmesidir. Kanımca son derecede naive bir beklenti bu.

Aslında bu model, Sayın Nebati göreve gelmeden önce kamuoyuna sunulmuş, önce “Çin Modeli” denilen, sonra “İhracata Dayalı Kore Modeli” olarak ifade edilen, sonunda da “Türk Tipi Ekonomi Modeli” adı verilmiş olan bir model halini almıştı. Benim gibi birçok akademik iktisatçı, iş insanı ve yazar, işlerini güçlerini bırakarak bu model hakkındaki görüşlerini ve olası sonuçlarını yazılar yazdılar, tartışma programlarına katıldılar. Daha önemlisi zaman harcadılar. Hatta bir grup akademik iktisatçı da bu modele getirdikleri eleştirilerden ötürü “mandacı iktisatçı” olarak nitelendirildiler. Sanırım ben de yönelttiğim eleştiriler sebebiyle bu grup arasında yer aldım.

Açıkça ifade edelim; iktidarın ana amacı 2023 seçimlerini kazanmak. Bunun da yolunun ekonomik büyümeden geçtiğini biliyor. Nereden mi biliyor? 2009 yerel seçimlerine bakın. ABD menşeili finansal krizin ülkemizi etkilemesiyle 2008-2009 döneminde ekonomik büyümemiz eksi yüzde 4,5 oranında gerçekleşti. Bu yirmi yıllık AKP iktidarında görülen en düşük büyüme oranıdır. O günlerdeki başbakan her ne kadar “teğet geçtiğini” iddia etse de sonuç yüzde 4,5 oranında bir daralma oldu. Bu daralmanın önemli etkisi ise yine 2009 yılında yapılan yerel seçimlerinde görüldü. 2007 yılında yapılan bir önceki genel seçimlerde yüzde 46,58 alan oy alan AKP, bu seçimlerde sadece 38,4 civarında oy alabilmişti. Böylece iktidar büyüyememenin siyasi sonuçları hakkında ciddi bir tecrübe edinmişti. O nedenle 2023 yılında çok kritik bir seçime giden AKP’den, ekonomik büyümeden vazgeçmesi beklenemez.

Beklenmeli midir? Bir siyasetçi için cevap vermenin güç olduğu bir soru bu. Kamuoyuna açıklamasa da AKP iktidarı ekonomide enflasyonu tam da bu nedenlerden ötürü kabullenmiş durumda. Bakmayın siz “amansız” bir şekilde yürütülen mücadele ve eldeki tüm araçları kullanma vaatlerine. Böyle kritik bir seçiminin arifesinde bu iktidarın büyümeden fedakârlık yapmasını beklemek “saflık” olacaktır.

Umarım yanılırım…

Bu yüzden ekonomi yönetimi, ekonominin yavaşlamasına yol açacak herhangi bir tedbiri, zorlama olmadan uygulamaya yanaşmayacaktır. Baksanıza, bundan sadece birkaç ay önce tüm ülkenin enerjisinin harcandığı modelin bile bugün ne hale geldiği tartışılmıyor. Bir süredir 15 TL’nin altında tutulmaya çalışılan kur neredeyse 16 TL seviyelerine yaklaştı. TL talebini arttırıp, istikrarı temin etmesi beklenen ihracat gelirlerimiz ve cari açıklarda da arzulanan hedeflerin çok uzağındayız.

Grafik 1’de cari açıktaki ve bu açığın finansmanı için kullanılan finansmanın seyri gösterilmektedir. Serilerdeki aşırı dalgalı seyri bir ölçüde düzeltebilmek ve daha net bir görüntü elde edebilmek için aylık düzeydeki değerleri on ikişer aylık hareketli kümülatif değerler haline getirdik. Grafik 1’den de görüleceği gibi bırakın cari açığın azalmasını, aksine ciddi bir artışın ipuçları ortaya çıkmış bile. Aslında bu kaçınılmaz bir sonuç. İktidarın “mandacı” olarak nitelediği iktisatçıların birçoğunun da zamanında söylemeye çalıştığı husus buydu. Zira biliyoruz ki ülkemizdeki büyüme ithalata bağımlı ve cari açık üreten bir büyümedir. Yapısal bir dönüşüm geçirmeden bunu kısa dönemde tersine çevirmek mümkün değildir.
Yetkililerin bize sundukları ekonomik modelin bir diğer önemli performans ölçüsü ise yapılacak dış ticaretin kârlılığındaki gelişmelerdir. Özellikle dış ticaret hadleri üzerinden ölçülen bu kârlılık, size gelir olarak kaydedilen ihracatın birim değerini, bu geliri elde etmek için katlandığınız ithalat maliyetini temsil eden ithalat birim değerine oranlayarak elde ederiz. Basit ama çok bilgilendirici bir göstergedir bu. Buna iktisatçılar dış ticaret haddi der.

Grafik 2’de de hem ihracat, ithalat birim değerlerindeki, hem de hesapladığımız dış ticaret hadlerindeki seyir görülmektedir. En çarpıcı sonuç; ithalatın birim değerinin ihracatınkinin çok üzerinde olması ve aralarında ciddi bir “makasın” oluşmasıdır. Elbette bunda son zamanlarda dünya piyasalarındaki emtia piyasalarındaki fiyat artışlarının rolü büyük. Ama ihracatımızın birim değerinde de ciddi bir gelişme yok. Bu da gösteriyor ki mevcut koşullarda ne kadar ihracat yaparsak yapalım ithalat bağımlılığımız bu boyutta devam ettiği sürece, bu ticaretten bizim kârlı çıkmamız mümkün değil. Dolayısıyla “Türk Tipi Büyüme Modelinin” bir diğer beklentisi de gerçekleşmemiş olmaktadır.

Sanırım bu sonuçlar iktidar için de sürpriz değil. O yüzdendir ki Sayın Cumhurbaşkanı zaman zaman yaptığı konuşmalarda yaz aylarında artması beklenen turizm gelirlerine vurgu yapmaktadır. Zira turizm Türkiye için ciddi bir gelir kalemidir ve mal ticaretinde maruz kaldığımız zararların telafi edilebilmesi için de güzel bir fırsattır. Ancak Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş şimdiden bu ülkelerden gelecek turist akımını olumsuz etkiledi bile. Ayrıca Grafik 3’te gösterildiği gibi, turizm gelirlerimizin yapısal bir düşüş trendi içinde olduğu görülmektedir.

İktidarın büyümek için dış talep ve ihracata bağladığı umutların, Grafik 1-3’de gösterilen sonuçlara bakarak gerçekleşmeyeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu sonuçlardan, “Türk Tipi Büyüme Modeli” olarak sunulan, aynı anda dış ve iç talep çekişli büyüme modelinin iflas ettiği anlaşılmaktadır. İktidarın ise bunu anlaması şüphesiz yaz aylarının sonunu bulacaktır.

Peki, böyle koşullarda bu model hiçbir şey olmamış gibi sürdürülebilir mi? Elbette gittiği yere kadar sürdürülebilir. Bu göstergelere bakarak iktidarın yeni bir model tasarlanmaya girişeceğini zannetmiyorum. Zira böyle bir gayret ve uygulama içine girdiğinde, 1999-2001 döneminde iktidarda olan siyasilerin akıbetiyle karşılaşması neredeyse kaçınılmaz. O nedenle kritik bir seçim arifesinde olan iktidar büyük olasılıkla enflasyonu bırakıp, büyümeye odaklanan bir “seçim ekonomisi modelini” uygulayacaktır.


Bu modelin herhangi bir kuralı olmasını beklemek doğru olmaz. Tahmin edilebilirliği son derecede zor, kuralsız bir model olacak bu. Eldeki sınırlı miktardaki kaynaklar oy hesapları yapılarak, son derece kısa erimli politikaların finansmanında kullanılacak. Bu politikaların sonuçlarının ne olacağını görebilmek için ise çok fazla beklememiz gerekmeyecektir. Zira AKP yirmi yılın iktidar yolculuğunun sonuna gelmiştir. Bundan sonra seçim kazanılsa bile, bu politikaların uygulama şansı kalmamıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.