Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını: Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?

“Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?” sorusu gündemdeki yerini koruyor.

Ruşen Çakır, izleyicilerle ortak yayınında bu soruya yanıt aradı?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bugünkü yayını birlikte yapalım istiyorum, istiyoruz. Mâlûm soru, ne zamandan beri sorulan ve daha da sorulacağı belli olan — açıklanana kadar da sorulacak: “Muhâlefetin cumhurbaşkanı adayı kim olsun?” Bu konuda, ben kendi başıma defâlarca yayın yaptım. Kemal’le “Haftaya Bakış”ta ya da Kemal, Burak Bilgehan ve Ayşe’yle “Adını Koyalım”da ve başka birçok yerde bu konuyu tartıştım, başkaları tartıştı. Çok sayıda kamuoyu araştırması bu konuda halkın nabzını tutuyor.

Bu sefer bu yayını birlikte yapalım. Önümüzdeki süreçte aynı temada, espride başka yayınlar da yapmayı düşünüyorum. Bu yayına katkıda bulunması için de Twitter üzerinden bir anket yaptım. İzleyenler, görenler, hattâ oy kullananlar olabilir. Bu ankete, kısa bir sürede 22367 kişi cevap vermiş. Sonuçları görüyorsunuz. Dört seçenekli bir anket. Çünkü bu anketlerde dörtten fazla seçenek olamıyor. Mansur Yavaş, en fazla gözüküyor: %43; Kılıçdaroğlu: %27,5; Ekrem İmamoğlu: %25,5; Meral Akşener: %4. Bunun neden böyle olduğu konusunda aklıma gelen, Meral Akşener’in öncelikle, “Ben aday değilim. Başbakanlığa adayım” demesi nedeniyle, sanki o yokmuş; o asla aday olmayacakmış gibi bir hava var. Kılıçdaroğlu’nun Ekrem İmamoğlu’nu geçiyor olmasının böyle çok büyük bilimsel bir şeyi yok; ama tabii ki yine de bize birtakım işâretler veriyor. Açıkçası Kılıçdaroğlu’nun Ekrem İmamoğlu’ndan az da olsa fazla çıkmasını beklemiyordum. Bu, Doğu Karadeniz gezisiyle alâkalı bir şey olabilir. Her ne kadar geri topladı, tepkiler dindi dense de, en azından böyle bir şeye denk geldi. Yine de ilginç olduğunu söyleyeyim.

Şimdi, yayını nasıl yapacağız? YouTube’da, Medyascope’un ya da benim YouTube kanallarında, canlı yayında chat bölümünden, sohbet bölümünden; soru, yorum, eleştiri, artık aklınıza ne gelirse yazabilirsiniz. Bu anket sırasında, gelen çok sayıda yorum oldu. Şunu gördüm: “Ali Babacan niye yok?” diyenler oldu. Bunlar DEVA Partililer. Açıkçası ilk aday denince, Ali Babacan’ı istiyor olabilirler; ama diğer isimlerin yanında çok geri planda, ilk dörde girebilecek durumda değil. Ama daha sonraki süreçte belki olur, onu bilemiyorum. Dikkatimi çeken bir başka husus; insanların böyle kendi beğendiği adayları dayatma merâkı var — bâzı insanların. Yani işte, “Mansur’dan başkası olmaz” diyen de var; “İmamoğlu varken diğerlerinin lâfı mı edilir?” diyen var; “Kılıçdaroğlu aday olursa kesinlikle seçilmez” diyen, hattâ Kılıçdaroğlu tercih edenleri gizli AKP’li, hattâ HDP’li olarak tanımlayanlar var. Her türü var; ama şunu da biliyoruz ki sâkin bir şekilde oylarını verenler de var ve buradan şu hâliyle baktığımda, aslında Mansur Yavaş’ın benim bu mütevâzı anketimde çıkan rakamı, genel kamuoyu yoklamalarında da çıkıyor.

Tabii ortada şöyle bir soru var: “Kimi seçeceğiz? Kimi seçelim? En çok oy alacak olan, kazanma şansı en yüksek olanı mı? Yoksa ülkeyi o geçiş sürecinde en iyi şekilde yönetecek olanı mı?” Böyle bir soru var. Bir diğer mesele tabii ki; belediye başkanları aday olursa, yerlerine belediye meclisleri tarafından AKP’lilerin atanacak olma ihtimâli – ki çok yüksek bir ihtimal. Bunun doğurabileceği sonuçlardan işkillenenler var. Bir diğer husus olarak kimileri diyor ki: “Önemli olan, siyâsetçi olması lâzım. Devleti tanıyor olması lâzım. Devlet deneyimi olması lâzım.” Bu açıdan bakıldığında en çok akla gelen tabii ki Kılıçdaroğlu oluyor. Bir başka husus: Kürtler, Kürt seçmen; çünkü seçimi o belirleyecek. Dolayısıyla Kürt seçmenden oy alacak birisi olması lâzım. “Mansur Yavaş alamaz” diyenler var. Mansur Yavaş’ın en son Van’da yaşadığı “inşallah” olayına referans veren de çok oldu. “Selahattin Demirtaş’la ilgili, ‘Aramıza dönsün’ diyene, ‘İnşallah’ dedi” diye bir haber çıktı. Ama sonra Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan açıklamada, bunun doğru olmadığı, başka bir konuyla ilgili söylendiği söylendi ve bunun da Mansur Yavaş’a kerhen de olsa oy vermek isteyen, düşünen Kürt seçmenlerde yeni bir kırılma yaşattığı gibi gidebilecek bir dizi husus var.

Evet, burada sizin yorumlarınız, sorularınızla yürüyecek bir yayın yapacağız ve bu yayında aynı şeyleri tekrar tekrar konuşuyor olabiliriz. Önemli değil; ama önemli olan insanların bu konuda ne düşündüğü. Tabii burada şöyle de bir şey var: Muhâlefetin adayının kim olacağını en çok merak edenler tabii ki muhâlefette olanlar; ama aynı zamanda iktidar yanlıları da bunu çok merak ediyor. Merak ederken genellikle şöyle bir hava yaratılıyor: Kılıçdaroğlu olsun. Yani Kılıçdaroğlu olursa, Erdoğan’ın tekrar kazanması garanti olur gibi bir şey var. Bunu iktidar yanlıları çok söylüyor ve ilginç bir şekilde muhâlefetin içerisinde de çok kişinin böyle olduğunu görüyorum.

Meselâ Can Keşli demiş ki: “Kılıçdaroğlu’nu kendi tabanı bile sindiremiyor. Ben çok sıkıldım. On iki yaşındaydım Erdoğan geldiğinde. Otuz iki yaşındayım bugün. Beni de gömecek Cumhur İttifakı sanırım. Altılı masa on ikili sandalye…” Evet, altılı masa da biliyorsunuz dün gece tekrar toplandı. Bir açıklama da geldi yine; ama geçen sefer de olduğu gibi bu sefer de çok fazla heyecan yaratmadı. Ama taahhüt altına girdiler ve masanın içerisinden ayrı bir ittifak çıkmayacakmış gibi bir hava var.

Şimdi adını okuyamadığım, çok karışık nickname’i olan bir izleyicimiz: “Cumhur İttifâkı neden aday açıklamıyor?” diyor. Bu konu gerçekten ilginç. Normal şartlarda Erdoğan’ın aday olması bekleniyor tabii ki. Bahçeli, adaylarının Erdoğan olduğunu söylüyor. Ama Erdoğan, “Ben tabii ki tekrar adayım” demedi. AKP yetkilileri de demedi. Hattâ bir spekülasyon da çıktı — zamânında onu yorumlamıştım, biliyorsunuz: “Erdoğan duruma bakıp, kazanamaması durumunda kendisi aday olmayıp, partisinden bir başkasını aday gösterebilir” diye bir spekülasyon var. Ben bundan açıkçası çok emin değilim. Ama yine de böyle bir ihtimâli kenara koymak lâzım. Bu arada Millet İttifâkı da, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu, “Aday neden açıklanmıyor?” sorusunu cevaplandırırken, “Cumhur İttifakı’na niye sormuyorsunuz?” diye defâlarca soruyor. Bu bir anlamda Kılıçdaroğlu ve diğerlerinin ellerini de güçlendiriyor. Ama tabii ki normal şartlarda Erdoğan’ın aday olacağını düşünüyoruz — genel beklenti de bu yönde.

Umut Mustafa Göçmen: “Şu anda memleketin kanayan yarası ekonomi. Altılı masa ekonomi konusunda proaktif bir yaklaşım gösterme konusunda neden tutuk davranıyor?” Evet, önemli bir soru, çok hayâtî bir soru. Her partinin ekonomi konusunda ayrı ayrı açıklamaları var. Altılı masanın son bildirgesinde olduğu gibi ortak, yuvarlak lâflar var. Ama somut olarak, söylenen çok fazla bir şey yok. Genellikle şöyle bir hava hâkimdi; “Zâten muhâlefetin iktidâra gelmesi durumunda, ekonomiyi kime devredeceği belli: Ali Babacan. Dolayısıyla Ali Babacan da az buçuk bilinen birisi” deniyordu; ama işte öyle olmadığı ortaya çıktı. Özellikle İYİ Parti’nin ekonomi politikalarının başına Wharton School’dan, Amerika Birleşik Devletleri’nden Bilge Yılmaz’ı getirmesiyle ve onun, Türkiye içinden ve dışından bir ekiple birlikte çalıştığı haberleriyle berâber, işin rengi değişti. Bu arada tabii CHP’nin de kendi ekonomi kurmayları var, Gelecek Partisi’nde de var. Dolayısıyla bütün Altılı Masa’daki bu kurmayların her birinin birçok konuda farklı görüşleri de var – dolayısıyla burada; “Kim Altılı masayı temsil edecek?” sorusu ciddî bir şekilde ortada duruyor ve bir diğer husus da şu: Eğer muhâlefet iktidâra gelirse, ekonominin direksiyonunun başına kiminin geçeceği meselesi de şimdiden çok önemli bir sorun. 

Furkan Bircan’ın sorusu: “Altılı masadaki partilerin ve HDP’nin beklenti ve taleplerini seçim sürecinde yönetebilme konusunda, belediye başkanlarının başarılı olabileceğini düşünüyor musunuz? Yani anladığım kadarıyla şunu söylemeye çalışıyor; bir şeyler söyleyecekler ve bunun örneğini belediyeler verecek. Bu zâten, Kılıçdaroğlu’nun özellikle başından îtibâren yapmaya çalıştığı bir şey; ama kolay bir husus değil. Çünkü belediyelerin önünde çok ciddî engeller var. Hattâ Ekrem İmamoğlu’nun önüne yargı engeli de çıkartılmak isteniyor. Birçok şeyde iktidâr faaliyetlerine izin vermiyor, yasak getiriyor — para toplamak gibi. Dolayısıyla belediyeler tek başına bunu yapabilecek durumda değil. Ama yine de tabii ki belediyelerdeki icraat, onun halkın belli bir sempatisini kazanması, muhâlefetin işini kolaylaştıracaktır. Tersi bir durum ise acayip zorlaştıracaktır. Belediyelerin çok bâriz hataları, çok ciddî birtakım –diyelim ki yolsuzluk iddiaları vs.– muhâlefetin işini çok ciddî bir şekilde zora sokabilir.

İdris Altun diyor ki — bir yorum bu: “ ‘Erdoğan’ın karşısında Deccal bile olsa oy veririm’ demediğimiz sürece kaybedeceğiz. Kişiler önemli değil, rejimi değiştirmemiz gerekiyor. Bunun ne zaman farkına varacağız?” Olabilir, ama tabii ki şu da var: Her hâlükârda Türkiye gibi bir ülkede şahıslar çok önemli. Her ne kadar ne söylendiği, nasıl bir program olduğu önemli olsa da, şahıslar gerçekten çok önemli. Ortadoğu’da çok önemli, Türkiye’de çok önemli. Dolayısıyla bunu konuşmaktan kaçmanın imkânı yok. Ama tabii ki şu var; programın dışında, ekip de önemli.

Mehmet Salih demiş ki: “İmamoğlu’na yasak gelirse Yavaş mı aday olmalı, Kılıçdaroğlu mu?” Şimdi Mehmet Bey’e göre İmamoğlu kesin aday olacak da, ona yasak gelirse kim olacak? Şimdi bir kere İmamoğlu’na yasak gelirse diye bir cümle kurduğunuz zaman, zâten baştan iktidârın eline çok büyük bir güç atfetmiş oluyorsunuz. İmamoğlu’na yasak getiren, Yavaş’a da yasak getirir, Kılıçdaroğlu’na da yasak getirir, şu da olur, bu da olur. Normal şartlarda yasak geleceğini sanmıyorum. Böyle bir şey olacağını sanmıyorum. İmamoğlu’nun adaylık ihtimâli tabii ki hâlâ çok güçlü. Ama burada aday tespit edilirken nasıl bir yöntem izleneceği konusu başlı başına önemli. Bu karârın masadan çıkacağı söyleniyor. Belediye başkanlarının olma ihtimâlinin az olduğu söyleniyor; ama yine de hiç belli olmaz.

Üyemiz Burçin Bozkır demiş ki — Medyascope‘un üyesi aynı zamanda: “Hâlâ ülkemiz vatandaşları, en sağcı kafayı yönetici olarak görmek istiyor; açık ara Mansur Yavaş’ı seçerek.” Evet, buradaki dört aday isminin içerisinde –ki Meral Akşener’i de sayarsak– sağdan isim Mansur Yavaş ve ilginç bir şekilde en büyük parti CHP olmasına rağmen, Mansur Yavaş da CHP’den belediye başkanı seçildiği için, dışarıdan çok kişi Mansur Yavaş’ın olmasını istiyor. Zâten bunu Ümit Özdağ başlattı, âlenî bir şekilde ve o da bence Mansur Yavaş’ı zor durumda bıraktı. Ama görüyoruz ki CHP’den hazzetmeyen birçok kişi de Mansur Yavaş diyor. Mansur Yavaş’ın, AKP ve MHP’den de oy alabileceği iddiası çok ciddî bir şekilde dile getiriliyor — ki galiba bu doğru. Yani şöyle doğru: Diğer adaylara göre daha fazla oy alabilir. Ama Mansur Yavaş aday olduğu zaman, Erdoğan’a vermekten vazgeçip Mansur Yavaş’a oy veren olur mu? Bu ayrı bir tartışma konusu. Buradaki mesele, Erdoğan’a oy vermeyi düşünmeyen sağ seçmenin, Erdoğan’a oy vermekte tereddütlü olan sağ seçmenin bir kısmını çekebilme ihtimâli gerçekten var. Ama Mansur Yavaş’ın seçildikten sonra Erdoğan döneminden farklı ne yapacağı meselesi hâlâ önemli bir soru – ki biliyoruz, Mansur Yavaş siyâsî konulardan özel olarak kaçınıyor. Siyâsî pozisyon sergilemiyor; ama gerek İmamoğlu, gerek Kılıçdaroğlu, gerekse Meral Akşener için aynı şey söylenemez. Meselâ İmamoğlu, en son yaptığı açıklamada, “En fazla bir yılları var” dedi. Mansur Yavaş’tan böyle bir şeyi de görmüş değiliz.

Ahmet Erden demiş ki: “Muhâlefetin ‘bitti bu iş’ rehâvetine kapıldığını düşünüyor musunuz? Sanki öyle bir hava var.” Evet böyle bir şey var. Geçen yaptığım, “Erdoğan mı gidiyor, yoksa muhâlefet mi geliyor?” başlıklı yayında bunu ele almaya çalıştım. Önemli olan, “Erdoğan nasılsa gidiyor” değil; “Biz geliyoruz ve Erdoğan’ı götürüyoruz” diyebilmeleri. Henüz o noktada değiliz. Aday açıklanırsa ve aday belli bir rüzgârı arkasına alırsa, belki bu noktaya gelinir. Ama şu aşamada bir rehâvet olduğu gerçekten doğru.

Metin Eksen demiş ki: “İyilerle kötülerin seçiminde, muhâlefetin içinden kötünün iyisini bulmaya çalışırken, yine atı alan Üsküdar’ı geçerse başımıza gelecek her şey müstahak bize.” Evet, çok kötümser bir bakış açısı. Muhâlefetin, kötünün iyisini seçme gibi bir seçeneği olduğunu düşünüyor Metin Bey. Söz konusu olan dört ismi de tam olarak sindirememiş belli ki; ama anladığım kadarıyla da kim aday gösterilirse ona verecek. Böyle çok insan var. “Tercihim şu, ama aday kim olursa olsun ona oy vereceğim” diyen çok; tabii bu arada diyelim ki, “Şu olmazsa kesin oy vermem” diyenler de var. Bunu diyenlere de diğerleri, açık tâbirle “fırça atıyor” — böyle bir durum var. Ama anlaşıldığı kadarıyla çok çok olağanüstü, kötü bir isim saptanmadığı, yani yeni bir Ekmeleddin İhsanoğlu çıkmadığı müddetçe, aday kim gösterilirse büyük bir çoğunluk ona kerhen de olsa oy verecek.

Özden Kirilen demiş ki: “ ‘Demirtaş’ın serbest kalmasını istiyorsanız bizi seçin’ diyen Kılıçdaroğlu Kürtler’den tepki görmüş. Neymiş? Tehdit mi ediliyormuş? Adam ne dese dert. Sırf o da değil tabii. Kim aday olursa olsun mûcizeler yaratması bekleniyor. Asıl sorun bu değil mi?” Evet, mûcize beklendiği doğru. Çünkü Türkiye’de yıkım çok büyük. Çok ciddî bir restorasyon sürecine ihtiyaç var. Seçimi kazanmak başlı başına bir sorun olacak muhâlefet için; ama seçimden sonra ülke yönetimini devralmak, o restorasyonu yapmak vs. o ayrıca bir sorun olacak. Dolayısıyla seçilecek olan kişinin sâdece, “Seçimi rahat bir şekilde alır mı?” sorusunu değil; “Seçildikten sonra ne yapar?” sorusunu da çok ciddî bir şekilde sormak gerekiyor. İzleyicimizin dediği gibi, mûcize gibi bir durum söz konusu.

Ingrid demiş ki: “Muhâlefet Erdoğan’ı göndermenin dışında Türkiye için ne yenilik öneriyor?” Evet, bu ciddî bir soru. Hep karşımıza çıkıyor. Şimdi şöyle söyleyelim Ingrid’e — tabii ki gerçek adı herhalde Ingrid değildir. Meselâ dün gece saat 2:30’da biten Altılı Masa’nın sonuç bildirgesini okudunuz mu? Orada Türkiye için ne yenilik öneriliyorsa bunlar madde madde sayılmış. Ama ilginç olan, bunlar yenilikten ziyâde Türkiye’nin daha önce bütün sorunlarına rağmen kısmen de olsa tattığı şeyler — yani Türkiye’nin, benim tâbirimle “Yepyeni Türkiye”nin referanslarının büyük bir kısmı daha önceki Türkiye’ye yönelik. Ama bunlar çok büyük bir heyecan yaratmıyor — açık söyleyecek olursak. Meselâ “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”, bir yere kadar. Madde madde dış politika vs. konusunda söyledikleri de öyle. Ama şurası doğru, Ingrid’in söylediği gibi, büyük bir anlatı yok. Yani bütün bir muhâlefet olarak, Türkiye’ye yepyeni bir vizyon, ileriye dönük büyük bir heyecan, insanları heyecanlandıracak, olayın sâdece Erdoğan’ı göndermek değil; olayın Türkiye’nin yeniden inşâsı, ileriye bakan bir inşâsı olduğunu gösterecek bir hava henüz gelebilmiş değil.

Yıldız Aslanboğa’nın sorusu: “Neden kimse Tunç Soyer’i düşünmüyor acaba Ruşen Bey?” diyor. Bilen bilir, Tunç’u yakından tanırım. Çok eskiden kardeşi sınıf arkadaşım, liseden. Tunç’u da, rahmetli babaları Nurettin Amca’yı da tanırım. Tunç Soyer’in şu dönem cumhurbaşkanı olmasının çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Ama eğer İzmir’den başarılı bir şekilde çıkarsa, önümüzdeki dönem CHP içerisinde adı çok geçecek bir isim olacağı muhakkak — tıpkı Canan Kaftancıoğlu gibi. Ama şu aşamada, kendisinin de böyle bir şeyi aklından bile geçirmediğini biliyorum. Ortalığı gereksiz yere karıştırmaktan başka bir işe yarayacağını düşünmüyorum.

Taner Tan’ın yorumu şu: “Altılı Masa’nın işâret ettiği ilkeler, Kemal Kılıçdaroğlu diyor. Ancak Türk toplumunun gerçekleri Ekrem İmamoğlu’nun daha avantajlı olacağını gösteriyor.” Olabilir. Taner Bey böyle düşünüyor. Bâzıları da Mansur Yavaş için aynı şeyi söylüyor. Ama Altılı Masa’nın havasından sanki, Kılıçdaroğlu’nun masa tarafından saptanmasının yani belirlenmesinin daha yüksek ihtimâl olduğu yolunda bir izlenim var. Ama yine de benim iddiam şu ki; en son adayın açıklanacağı zamanda, çok bâriz bir şekilde birileri muhâlefet adına çok ileride gözüküyorsa –güvenilir kamuoyu araştırmalarında– Kılıçdaroğlu ona rağmen kendisini aday olarak dayatmayacaktır, diye bir akıl yürütmem var. Çünkü çok riskli bir şey olur. Diyelim ki kendisinin belli bir oyu var; ama kendisinden 10 puan ileride birisi var ve yine de kendisini dayattı ve kaybetti. O zaman bu kayıp tabii ki Türkiye için çok büyük bir kayıp olur. Ama esas onun için artık bir tür harakiri gibi bir şey olur.

İdris Altın diyor ki: “Millet İttifâkı’nın en az %60 alması gerekiyor. Ezici üstünlükle sonuçlanmazsa, İstanbul seçimleri gibi tekrarlama gibi bir bahâne üretmeleri engellenmeli.” Yani bu fark olmalı diyenler çok, ama İdris Bey’in söylediği de çok fazla yani. %60 olması gerekmez. O kadar da %60’a, %40 olup da “Seçimde hile var” vs. diyecek hâlleri yok. Bu arada şunu özellikle vurgulayayım — dünkü yazımda buna bir şekilde en son bölümünde kısaca değindim, ileride onu deşmeyi düşünüyorum: Kılıçdaroğlu, bürokratlara seslenirken esas olarak güvenlik bürokrasisine sesleniyor bana göre ve onları seçim sonuçlarına saygı duymaları konusunda şimdiden uyarıyor. Çünkü eğer güvenlik bürokrasisi, Türkiye’deki seçim sonuçlarını saygıyla karşıladıklarını alenen beyân ederlerse, o seçim sonuçları geçerli olacaktır — kaç puan fark olduğu çok önemli değil.

Seher Hanım demiş ki: “Muhâlefet seçime giderken iktidar partisi olmak için gitmiyor; muhâlifliğinin konforunu yaşamak istiyor.” Yani çok sanmıyorum; artık o konfordan onlar da sanki bunaldılar ve iktidâra gelmek istiyorlar.

Emre Kardeş’in sorusu: “Yavaş veya İmamoğlu’nun aday olması durumunda, Altılı Masa’nın diğer partilerinin örgütleriyle birlikte başkanı kabulleneceklerini, sindirebileceklerini düşünüyor musunuz? Seçim sonrası süreç, sorunsuz devam edebilecek mi?” Evet, güzel bir soru Emre Bey. Eğer Yavaş veya İmamoğlu, tek aday olarak lanse edilirse bu sorun yaşanır. Ama diyelim ki Yavaş ya da İmamoğlu, cumhurbaşkanı adayı olarak çıkıp; ama diğer partilerden cumhurbaşkanı yardımcıları ve kabine açıklanırsa ve berâber kürsüye çıkarlarsa, platforma, sahneye çıkarlarsa, o zaman bu ortadan kalkar. Böyle bir çekince ortadan kalkar. Çünkü Altılı Masa var; diğer örgütlerin çalışması için altı aday birden gösterecek durumları yok. Bir kişi gösterilecek ve bu kişi diğerlerinin partisinden olmayacak — bir partiden olacak ve muhtemelen de iş CHP’ye bırakılmış durumda. Kılıçdaroğlu’nun önereceği isim tartışılmakla berâber muhtemelen kabul edilecek. CHP’den birisi olacak diye tahmin ediyorum ve diğerleri de bunu bilecekler. Ama kendileri burada nasıl bir şekilde yer alacaklarını bilmek isteyecekler; yani bir paylaşım olacak baştan, önceden. O olmazsa; “Siz hele bir seçin, ondan sonrasına bakalım” denirse işler karışabilir ve iktidar özellikle bunu çok ciddî bir şekilde kullanabilir. 

“Sizce kaçarlar mı Ruşen Bey?” Yani sanmıyorum. Zor bir soru. Sorun, burada Türkiye’nin sâkin bir şekilde restorasyona geçebilmesi; ama Kılıçdaroğlu’nun bu üslûbu çok ciddî bir hesaplaşmanın işâretlerini veriyor. Aynı üslûp meselâ bir Mansur Yavaş’ta yok. Bu, süreçle alâkalı bir şey. Önümüzde bir yıldan biraz fazla bir süre var — seçim normal zamânında olursa. Açıkçası bu süreç çok sert geçeceğe benziyor. O sertlikten hareketle, işin seçim sonrasının da sert olma ihtimâli olabilir. Ama belli bir yerden sonra, Türkiye pekâlâ bunu sâkin bir şekilde de sürdürebilir. Zor bir soru, kâhin olmak lâzım.

Ali Şimşek demiş ki: “Seçimi yeniden Erdoğan’a armağan etmelerinden korkuyorum.” Erdoğan da bunu bekliyor tabii. Elinden geleni de yapıyor. Zâten Erdoğan’ın yaptığı en önemli şey; kendisi bir şey sunmak yerine muhâlefetin sunmasını, başarılı olmasını, birlikte hareket edebilmesini engellemek istiyor. Bu konuda çalışıyor ve çalışacak. Meselâ Canan Kaftancıoğlu’nu cezâlandırmaya kalktı. Neden bunu yaptığını, yerel seçimlerden dolayı olduğunu biliyorduk; ama 5 gün içerisinde o Maltepe mitingini örgütleyebilmiş olması da gösterdi. İmamoğlu’na yasal bir şeyler çıkartmak isteyebilirler. Televizyonlara, Kılıçdaroğlu’nun sözlerini yayınladılar diye cezâlar veriliyor. Sosyal medyaya yeni yasaklar, kısıtlamalar getirilmeye çalışılıyor. Bunların hepsi sertlik alâmetleri. Daha başka neler olacak bilmiyoruz bu sertlikle. Yani şunu söyleyeyim: İktidârın sertleşmesi, seçimin kendisine armağan edilmemekte olduğunu gösteriyor, diyelim. Eğer, bu seçimi de yine bana armağan edecekler, diye düşünüyor olsaydı Erdoğan, bu kadar sertleşmezdi diye bir akıl yürütmede bulunuyorum.

Güneşli Pazartesi: “İmamoğlu kazandığı zaman siz hep, ‘Sâkin kalan kazanıyor’ diyordunuz. Bence Mansur Yavaş sempatisinin altında bu var. Peki Türkiye genelinde sâkinlik yine çözüm olabilir mi? Ne düşünüyorsunuz?” Bu sâkinlik meselesi gerçekten ilginç bu olay. Sâkin derken, hani ‘dut yemiş bülbül’ demiyorum. Her şeyi sîneye çekmek demiyorum; ama sâkinlik derken, Erdoğan’ın çekmeye çalıştığı kutuplaşma oyununa dâhil olmamayı kastediyorum. Sâdece kimlik siyâsetini temel almamayı kastediyorum. Bu konuda en bâriz hatâyı Muharrem İnce yaptı. Gürültü çıkararak seçim kazanacağını sandı; gürültülü bir şekilde kaybetti. Ama en başarılı şekilde de İmamoğlu, Mansur Yavaş, Tunç Soyer ve diğer Adana, Mersin, Antalya adayları yaptılar. Sâkin sâkin, sâdece yerel yönetim meselelerine girerek seçimleri kazandılar. Burada da sessiz kalmak değil, tavırsız kalmak değil, meydan okumaktan kaçınmak değil. Meydan okumak ayrı bir şey –sâkin bir şekilde meydan okuyabilirsiniz–, ama başkalarının gündemine, belirlediği gündeme gürültülü bir şekilde yüksek perdeden cevap verdiğiniz zaman, işte o zaman kaybetme ihtimâliniz çok yüksek oluyor. Çok soru var. 

Derin Deniz Arı: “Yedek aday var mı sizce? Suikast filan olursa…” Aman böyle şeyleri konuşmayalım. Yedek aday falan… Yani bu konuştuğumuz isimler dışında bir isim olabilir; ama suikast filan böyle şeyler üzerinden, bunları telaffuzu bile doğru değil.

Mehmet Yörüker demiş ki: “Bence İmamoğlu ve Yavaş ‘eşbaşkan’ olsunlar.” Bâri bir kadın söyleseydiniz de o zaman konsept olurdu. Yani ikisini birlikte eş başkan, — böyle bir şey olmayacak tabii.

Sinan Pehlivan: “Umarım Muharrem İnce fiyaskosu tekrarlanmaz” diyor. Evet bu bir fiyaskoydu. Kendisi dışında herhalde büyük bir çoğunluk bunu kabul ediyor. Tekrarlanır mı? Yani artık böyle bir ihtimal çok az diyelim, — yok demeyeceğim de, çok az diyelim.

Mehmet Karaoğlan: “Muhâlefet iktidâra gelirse, Türkiye’yi tam anlamıyla yönetmeye başlamaları sizce ne kadar sürer?” Çok zor bir soru. Normal şartlarda hemen başlarlar diyeceğim; ama bir direnç olacak, çok ciddî bir şekilde. 20 yılın üzerinden geçmek kolay olmayacak ve muhâlefet tek bir partiden ya da iki partiden oluşmadığı için, kendi içlerinde birtakım paylaşımlar vs. de olacağı için zor bir süreç olacak.

Samet Yazıcı demiş ki: “Seçime kadar olağanüstü ne olursa sizi ciddî olarak endîşelendirir?” Evet çok iyi bir soru bu. — Ne olursa endîşelendirir? Aslında şunu söylemek lâzım; şimdi bunu soran izleyicimiz Samet Bey, belli ki iktidârı kastediyor. Artık iktidar olağanüstü ne yaparsa yapsın, daha önce söylediğim gibi: Şapka yok ki tavşan çıksın. Ama muhâlefet olağanüstü büyük yanlışlar yaparsa, işte o zaman işin rengi değişir. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Özne artık iktidar değil; özne artık muhâlefet. Eğer muhâlefet, kendi özneliğinin farkına varmayıp, bunun değerini bilmeyip, hâlâ Erdoğan üzerinden siyâset yapmaya çalışırsa işte olağanüstü olan budur, olağan olan bu değildir. O zaman işler karışır.

Yusuf Koç demiş ki: “Bu adam nasıl bu kadar fon alıyor dışarıdan anlamıyorum. Şu an bakıyorum, 200 kişi izliyor. Komedi” demiş. Yani bizim vergilerimizle yayın yapan televizyonların vs’nin ne kadar izlendiğine arkadaşlar baksınlar; ondan sonra konuşsunlar. Biz özgürlüğümüzün farkındayız. Özgürlüğümüzün en önemli hususlarından birisi de kaç kişinin ne kadar izlediği falan değil; durduğumuz yerdir. Bizim fonlarımızla neler yaptıkları ortada. Biz yaptığımız her şeyi alenî bir şekilde, yasal ve şeffaf bir şekilde yapıyoruz. Biz kendimizden eminiz, eminim; ama vergilerimizle — TRT’yi filan saymıyorum, onlar zâten, yine zam da geldi, ama diğer bütün satmayan gazeteler, izlenmeyen televizyon kanallarının parasını da biz veriyoruz. Bunu unutmayın.

Metin Seçkin: “Dokunulmazlıkların kaldırılmasında büyük rol oynayan Kılıçdaroğlu’na, Kürtler oy verir mi sizce veya vermeli mi? Neden kötünün iyisi seçilmeli?” Onun artık geride kaldığını düşünüyorum. Yerel seçim de bunun kanıtı olmuştu. Artık büyük bir ihtimalle, eğer Kılıçdaroğlu aday olursa, hele bir de seçim ikinci tura kalırsa bunu iktidar bayağı bir pompalayacaktır.

Şakir Kaya demiş ki: “Ersin Özince liyâkatli bir aday yapılsa; Daron Acemoğlu Ekonomi Bakanı, daha doğru olmaz mı? Adayda da liyâkat neden aranmıyor?” Yani Ersin Özince ismi nereden çıktı bilmiyorum. Daron Acemoğlu, Türkiye’de ekonomi bakanı mı olur, cumhurbaşkanı mı olur, ne olursa olsun; olsa iyi olur. Daron, benim tanıdığım, lise de benden biraz küçük, çok süper birisi. Vallahi Türkiye’de gelsin, ne yaparsa yapsın. Ama Ersin Özince, yani bilmiyorum. Daron’un adını hep bir şekilde birileri geçiriyor; ama onun da Türkiye’ye geleceğini sanmıyorum. Ama şunu biliyorum ki; Türkiye’de kendisinden yararlanmak isteyen, bilgisinden, birikiminden yararlanmak isteyen herkese iyi niyetli bir şekilde yardımcı olan, gerçekten iyi bir insan. Umarım önümüzdeki dönemde Türkiye’ye katkıları olur. Ama taş yerinde ağırdır. Bulunduğu yerden yapmasında da bence bir sakınca yok.

Berk Çirişçi: “Üçüncü bir ittifâkın adayının ikinci tura kalma ihtimâli nedir? Hattâ kazanma ihtimâli nedir?” Böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle şöyle bir senaryo olacak; Cumhur İttifâkı’nın adayı muhtemelen Erdoğan, Millet İttifâkı’nın adayı bu saydığımız isimlerden birisi, HDP’den bir aday ve belki de yüz bin imzâ toplamış olan başka birtakım adaylar olacak ve sonuçta Cumhur ve Millet İttifakı’nın adayları ikinci tura kalacak ve burada da esas belirleyici olan HDP’ye ilk turda oy vermiş olanlar olacak.

Namık Ak diyor ki: “Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı anketlerle desteklenirse, adaylığına güvenebilir miyiz?” Eğer anketler de onun oyunun yükseldiğini gösterirse büyük bir ihtimalle masadan o çıkar. Hattâ anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu, ekonomideki batış sürdükçe kendisinin oylarının daha da artacağını hesapladı anketlerde; ama olmadı, olamadı. Belki bundan sonra olur. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Erdoğan’la birçok ankette başa baş filan gözüküyor. Ama diğerleri, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ondan daha yüksek gözüküyor. 

“Seçim güvenliği anlamında… Harriet… Ne güzel isimleri var izleyicilerimizin. Ingrid’den sonra Harriet. Nasıl okunuyor? Neyse. “Seçim güvenliği anlamında endişeleriniz var mı?” demiş. Herkesin var. Altılı Masa bu konuyu çok ciddî bir şekilde gündemine alıyor. Kılıçdaroğlu’nun SADAT baskınının ana esprisi de buydu. Tabii ki var ve seçim güvenliği meselesini SADAT baskını da gösterdi. Sâdece seçim günü ve gecesi değil; sürecin güvenliği. Yani Türkiye’de 2015 Haziran-Kasım arası kaos ortamının tekrar yaşanmaması gibi bir kaygı da var. Dolayısıyla herkesin var. Burası Türkiye. Daha önce de oldu; bundan sonra da olabilir. 

Mehmet Karaoğlan demiş ki: “Sizde gerçeklik ötesi bir çağda yaşadığımızı birkaç kez söylemiştiniz. Sizce bu çağda eski tip siyâsetle Türkiye’nin düze çıkması mümkün mü?” Değil. Bu kadar. Ama böyle. Yani değil; ama böyle diyelim. Belki bu bir geçiş sürecidir.

Ali Rıza: “İlhan Kesici son dakika golü olur mu?” Olmaz, sanmıyorum. İlhan Bey’i çok eskiden beri tanırım, hukukumuz da vardır. Kendisi böyle kritik zamanlarda hep bir farklılıkları birleştiren bir isim olarak telaffuz edilir; ama yani sanmıyorum. Onu çok söyleyen var. Yani çok dediğim, arada söyleyen var; ama olacağını sanmıyorum. Bakıyorum. Bayağı bir şey var, kaçırdıklarım da var. Geriye dönerek de bakıyorum. 

Hasan Demir: “Adalet yok, liyâkat yok, düşünce özgürlüğü yok, orta direk yok. Artık takım oyununa ihtiyaç var” demiş. Evet, çok doğru, takım oyunu. Artık tek adama karşı takımla çıkmak; ama bir ismin de ortada olması gerekiyor.

Evet, İlhan Kesici’den sonra adı geçirilen Abdüllatif Şener var; “O olur mu?” diyorlar. Sanmıyorum. Olmaz. Yani şansı olacağını da, hani ekstradan diğerlerinin yapamadığı bir şeyi yapabileceğini de sanmıyorum.

Hayret, Abdullah Gül diyen çıkmadı. Artık demek ki onu hepimiz silmişiz. Ama geçen sefer ciddî bir şekilde adı ortadaydı.

Emre Boğazlıyanlıoğlu: “Muhâlefet hem başkanlığı hem de Meclis’i alsa bile anayasayı değiştiremeyebilir. Sizin bu durumdaki öngörünüz nedir? Sizce beş sene öyle gider mi?” Benim öngörüm şudur ki; eğer muhâlefet Meclis çoğunluğunu alır, üstüne de cumhurbaşkanlığını alırsa, ikisini birden alırsa; güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişi AKP de ister diye tahmin ediyorum. Ama tabii anayasayı değiştirme ihtimâli olmayınca işler karışır. Bu sefer referanduma götürebilme sayısına bakarız. Bütün bu seçeneklerin hepsi gündemde olacaktır. Ama hem Meclis çoğunluğunu alıp hem de cumhurbaşkanlığını kazanırsa, Türkiye’de –muhâlefetin yeterli sandalyesi olmasa bile– pazarlıklar sonucu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçileceğini düşünüyorum.

Seher Hanım demiş ki: “Ülkenin cumhurbaşkanı adayı siz olsanız ve seçilseniz, değiştireceğiniz şey ne olurdu?” Olmam. Zâten olmam, lise mezunuyum. Galiba üniversite mezunu olma şartı var. Olsam da seçilmem. Seçilsem de hiçbir şeyi değiştiremem. Yüzüme gözüme bulaştırırım. Siz daha ciddî adaylar üzerinden yapın. Ama nedir? Her şeyden önce, her işin başı; özgürlük. Bunun da temini için; kuvvetler ayrılığı. Onun peşinden hepsi gelir diye düşünüyorum.

Ahmet Elden: “Sizce Cumhur İttifakı tabanı, Millet İttifakı’nın oyları bölünsün diye Muharrem İnce’ye yüz bin imza verir mi?” Muharrem İnce’nin aday olacağını sanmıyorum. Kendi partisinden bir başkası için imzâ toplamaya belki niyetlidir. Ama kendisi dışında bir ismin yüz bin imza bulacağını da sanmıyorum. Böyle bir seçeneğin olacağını sanmıyorum. Ama bu soru hakîkaten, Ahmet Bey’in sorusu –nasıl söyleyeyim? Alınmasın ama– cin gibi bir soru değil. İyi bir şey söylüyorum. Evet, yani her türlü şeyi görebiliriz önümüzdeki dönemde.

Mustafa Kahraman: “Bâzı çevrelerde ‘kazansalar da gitmezler’ söylemi var. Türkiye ve dünya konjonktürü buna izin verir mi?” demiş. Demin bahsettim; güvenlik bürokrasisine seslenilmesinden bahsettim. İşte Kılıçdaroğlu bunun için bir çıkış yapıyor; “Kazansalar da gitmezler” söyleminin önünü kesmek için bürokratlara sesleniyor bana göre. — Türkiye ve dünya konjonktürü… Dünya konjonktürü hikâye, yani şöyle hikâye: Bugüne kadar Türkiye’de yaşanan birçok şeye, kendi çıkarları için, meselâ bu yoğun göçmen furyasına vs.’ye hep sessiz kaldılar — yeter ki kendileri zarar görmesinler diye. Normal şartlarda dünyanın, Osman Kavala’nın yaşadığı mağduriyete de izin vermemesi, ardından yanına diğerlerinin de yollanmasına izin vermemesi gerekiyordu. Dünyanın ipiyle kuyuya inilmez. Ama Türkiye’nin buna izin vereceğini sanmıyorum.

Sıla Hanım yazmış: “İmamoğlu’nda da aynı şekilde ikinci dönemde otoriterleşecek bir kibir yok mu sizce?” Ben İmamoğlu’nun, ikinci Erdoğan/yeni Erdoğan olup olamayacağı konusunda Medyascope’ta bir yazı yazmıştım. Çok benzerlikleri var; ama bu çok sert bir soru. Böyle bir soru değil de, İmamoğlu’nun yer yer Erdoğan’ı andırdığını düşünüyorum.

Fatih Çavuş: “Fatih Erbakan partisi hakkında ne düşünüyorsunuz?” Zâten sorunun kendisinde var: “Fatih Erbakan partisi”. Halbuki partinin adı: Yeniden Refah Partisi. Çok fazla bir şey düşünmüyorum. En son yaptıkları, konser engelletmek vs. filan, salgın sırasında söyledikleri, şunlar bunlar… Yani bir iddiası olduğunu biliyorum; ama meselâ Zafer Partisi sonradan geldi ve belli ölçülerde bir şey yakaladı, popülist çıkışlarla vs.. Fatih Erbakan onu da yapamadı.

Şakir Kaya: “Erkan Baş’ı programınızda görmek isterim.” Erkan Baş Medyascope’ta çıkıyor. Ben daha çok TİP’ten Ahmet’le yayın yapıyorum; ama Erkan Baş’la başka arkadaşlar yayın yaptılar, yapmaya da devam ediyoruz. Bu anlamda bizim bir şeyimiz yok yani, Onunla bir meselemiz yok. Belki ben de daha sonra yaparım. Birden şey oldum. Adını şimdi hatırlamıyorum. Haydar Baş’ın oğlu, Bağımsız Türkiye Partisi’nin Başkanı’nı mı kastediyor diye öyle bir irkildim. Çünkü kendileri zamânında kişisel olarak bana bayağı bir kötülük yapmışlardı. Herhalde benimle bir yayın yapmayı düşünmüyorlardır, diye buradan söyleyeyim. Onlar bu mesajı alırlar.

Yiğit Gürel demiş ki: “Muhâlefetin yönettiği bir Türkiye’ye demokrasinin geleceğine gerçekten inanıyor musunuz?” Evet, güzel bir soru. Benim o meşhur lâfım — daha doğrusu çok söylenen bir lâfı ben çok kullanır oldum: Ummak istiyorum. Yani Erdoğan yönetimiyle Türkiye’de demokrasinin olmayacağını gördük. Muhâlefetle olmasını temenni ediyoruz diyelim. Ama kimseye bir konuda kefil filan değilim. Bir gazetecinin böyle bir işi de yok. Ama ben bu ülkeyi seven birisi, bir vatandaş olarak; Türkiye’nin özgür, demokratik, laik bir hukuk devleti olmasını istiyorum. Bunu kim getirebilecekse helâl olsun. Ama şu anda Erdoğan yönetiminin, bunların hepsinde çok ciddî bir şekilde saptığını görüyorum. 

Mustafa Yıl demiş: “Ümit Özdağ neden Altılı Masa’ya dâhil olmuyor? Olursa daha güçlü bir muhâlefet oluşur bence.” Yani bunu Meral Akşener duymasın diyeyim. Olmaz.

Sıla Hanım: “Gomaşinen’de anlatır mısınız? Haydar Baş olayı ne?” Değmez. O kadar üzerinde durmayı gerektirecek bir şey değil. Çok –nasıl diyeyim?– ayıp bir şeydi. Değmez, bu kadarı yeter.

Evet yavaş yavaş toparlayalım. Bayağı bir şey oldu. “Nuray Mert’le program yapsanız” diyorlar. Bugün tesâdüfen Nuray’la başka bir şey için telefonda konuştum. Zamânında, yıllar önce NTV‘de yapıyorduk — Nazlı Ilıcak da vardı, Sedat Ergin de vardı. Ben o kotamı doldurdum. Şimdi Gökçe Çiçek Kösedağ’la yapıyorlar. Nuray, benim çok eski arkadaşım. Daha gazeteci olmadan önceden tanışırız. Onlar zâten yapıyorlar, iyi de yapıyorlar. Onlar öyle devam etsinler diyelim. Evet, artık ben yoruldum, sizler de yorulmuşsunuzdur. Burada noktayı koyalım. Güzel bir yayın oldu. Bu, “Aday kim olsun?” sorusunu, daha sonra aday belli olmadan önce bir kere daha ya da arayı açıp, yine anket yapıp, yine böyle bir yayın yapmayı düşünüyorum. Herhalde bir 15 gün sonra filan olur. Şu hâliyle hepinize çok teşekkürler. Çok iyi bir yayın olduğunu düşünüyorum. Umarım siz de memnun kalmışsınızdır. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.