Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (96): Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı süreci

Ruşen Çakır, Gomaşinen‘in bu bölümünde 2018’de Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde yaşananları anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 96. bölümünde Muharrem İnce’den bahsetmek istiyorum. Muharrem İnce’nin şu anda siyâseten durumu çok olağanüstü değil. Memleket Partisi’nin başında; ancak partisinin Türkiye siyâsetine damga vurduğunu söylemek mümkün değil. Ama bir dönem Muharrem İnce, Türkiye’nin öne çıkan siyâsî figürlerinden birisiydi ve tabii ki bunun zirvesi Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleriydi, kendisinin CHP’nin adayı olmasıydı. Benim de Muharrem İnce’yle hikâyem, zâten bu seçimler sırasında ortaya çıktı — öyle diyeyim. Böyle bir hikâye yaşandı. Daha önceden kendisini biliyordum. Çok konuşmuşluğumuz yok, hatırlamıyorum; ama ben Meclis’e gazeteci olarak çok sık giden birisi olduğum için, CHP grup toplantılarında filan çok sık karşılaştığımız olmuştur. Ama kendisiyle meselâ bir röportaj yapmadım, baş başa oturup bir off the record –yani yazılmama kaydıyla– sohbet etmedim vs.. CHP’den çok kişiyle bu tür gazetecilik ilişkim oldu; ama Muharrem İnce’yle olmadı. Onun CHP adayı olduğu dönemleri de tâkip etmeye çalıştım.

Açıkçası Muharrem İnce’nin, Kemal Kılıçdaroğlu tarafından 4 Mayıs 2018’de CHP’nin adayı gösterilmesine şaşırdım. Kendisine rakip birisini aday gösterdi Kılıçdaroğlu. Çok riskli bir şeydi — her açıdan, seçimin kazanılması açısından da. Yani CHP’de seçimi kazanamamış birisinin, CHP’nin adayı olarak Erdoğan karşısında seçim kazanıp kazanamayacağı meselesi — bu bir. İkincisi de, rakibini böyle aday gösterip, onun kazâra seçimde bir şekilde –kazâra diyorum; ama Allah söyletti, evet, kazanması çok mümkün değildi– bir başarı sergilemesi durumunda, yerinden olabilirdi. Aslında şunu ısrarla söyledim, yine söylüyorum: Eğer seçim gecesi kamuoyunun karşısına, televizyon kameralarının karşısına çıkıp sâkin bir şekilde, kendinden emin bir şekilde durumu açıklasaydı, meselâ: “Kaybettik; ama esas şimdi seçim başlıyor” gibi bir cümleyle kamuoyunun karşısına çıkmış olsaydı, muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığı ona teslim etmek zorunda kalacaktı. Çünkü ilginç bir durum vardı biliyorsunuz; CHP’nin oyundan daha fazla oy almıştı, ama seçimi ikinci tura taşıyamamıştı. Kendisi hep ısrarla, CHP’nin normal oyundan fazlasını almayı öne çıkarttı ve bunu kendi başarısı olarak sundu – ki bence değil. Burada bir an önce Erdoğan’dan kurtulmak isteyen, başka partilerden muhâlif seçmenin, meselâ bir Akşener’e, hattâ Demirtaş’a vermek yerine, Muharrem İnce’ye verdiğini düşünüyorum – ki kamuoyu araştırmacıları da benzer şeyler söylüyor. Her hâlükârda eğer Muharrem İnce seçim gecesi o vaat ettiği gibi sandıkların başında, kendinden emin bir şekilde çıksaydı, işin rengi değişirdi. O seçim gecesinde ne olduğu, nasıl olduğu da –zâten biliyorsunuz– ayrı bir mesele. 

Onun öncesine gelelim, Muharrem İnce’nin kampanyasına… Muharrem İnce’nin adaylığı üzerine yaptığım yayınların metinlerini çıkarttım. Hepsini tekrar tekrar okudum. Unuttuğum bâzı şeyleri tekrar hatırladım. Altı tâne yayın yapmışım, esas olarak bu konuda. İlkini 4 Mayıs 2018’de yapmışım ve Muharrem İnce’nin ismi açıklandıktan sonra yapmışım. Burada, “İkinci tura kalır mı, nasıl bir seçim kampanyası yapar?  HDP oylarını ikinci turda kim alabilir” vs. bütün bunları konuşup, bunun gibi sorularla serinkanlı bir giriş yapmışız. Ondan sonra, “Edirne’den Hakkâri’ye Muharrem İnce” diye, 11 Mayıs 2018’de yaptığım bir yayın var. Edirne’ye gitti. Edirne’de Selahattin Demirtaş’ı ziyâret etti. Edirne’ye gittiğinde, adı kendisiyle berâber aday adayı olarak geçen İlhan Kesici ve Abdüllatif Şener’le birlikte fotoğraf verdi. İşin ilginç yanı bu iki ismi hâlâ birileri, bugün de muhâlefetin aday adayı olarak geçiriyorlar — ki açıkçası sanmıyorum. Daha sonra Hakkâri’ye de gitti ve özellikle Kürt meselesindeki tavrından dolayı, Muharrem İnce’nin aslında beklenenin bayağı ötesinde bir şeyler yapabileceğini söylemişim. O anlamda o ilk startını olumlu olarak görmüşüm. Bir bölüm okumak istiyorum, benim daha sonraki yaptığım yayınlarda Muharrem İnce eleştirilerinin temelinde bu var: “Muharrem İnce nasıl bir üslûp tutturuyor? Aslında onu bir anlamda Erdoğan’a benzetebiliriz. Erdoğan’ın dilinden anlayan bir halk adamı görüntüsü çiziyor. Bunu özellikle yapıyor. Kravat takmıyor, daha rahat hareket ediyor, esprili konuşuyor vs.” Erdoğan gibi olması, Muharrem İnce için bir avantaj gibi görüldü. Biz de öyle sandık; ama sonra aslında bunun bir tuzak olduğu ortaya çıktı. Bu tuzağı Erdoğan mı ona açtı, yoksa tuzağa kendisi mi düştü? Bu başlı başına bir sorudur. Zâten 30 Mayıs 2018’de, bu dediğim yayından 19 gün sonra, “Muharrem İnce’nin düşmekte olduğu tuzak” diye bir yayın yaptım. İşte dananın kuyruğu benim açımdan –Muharrem İnce’nin umurunda olduğunu sanmıyorum, benim açımdan– burada koptu; çünkü Muharrem İnce’nin, olayı Erdoğan’la bir kavga üzerinden yürüttüğünü ve bunun tehlikeli olduğunu, bunun Erdoğan’a daha önce oy vermiş seçmenin oylarını kazanmak için çok da akıllıca bir şey olmadığını, böyle giderse şansının bayağı bir azalacağını ileri sürdüm. Burada çok sayıda izleyici, tâkipçi –artık ne derseniz deyin– bu eleştirileri bir uyarı olarak alıp, bana, “İşte bunu Muharrem Bey’e söylesenize” filan dediler. Orada da söyledim, başka vesîlelerle de söyledim: Biz gazetecilerin böyle bir görevi yok — yani siyâsetçilere akıl vermek vs.. Biz bir kamu görevi yapıyoruz. Ortaya bir şey söylüyoruz. İsteyen istediği gibi değerlendirir; ama birçok kişinin, bu yayını Muharrem İnce’nin mutlaka seyretmesi gerektiğini, önemli uyarılar olduğunu vs. söylediklerini biliyorum. Bana da hattâ çok kişi teşekkür etti. Ama arada benim değişik vesîlelerle, başlı başına bir yayın olmasa bile, bu tuzağın artık gerçekleştiğini düşünmemle berâber, Muharrem İnce’ye umut bağlamış olan kesimler –yakın çevremden de çok kişi vardı– bana gıcık kapmaya başladılar. Yani bir tür, Erdoğan için çalışan birisi muamelesi bile yapanlar oldu. Ben de bunun üzerine bir tür –nasıl söyleyeyim?– sessiz kalmayı tercih ettim; ama çok da fazla dayanamadım. 7 Haziran’da, yine 2018, yani bir hafta sonra, “Muhâlifin muhâlife propagandası” diye bir yayın yaparak, Muharrem İnce’nin tam da bu tuzağa düştüğünü, Erdoğan’la sürekli bir polemiğe girdiğini, bu polemiğin hiçbir işe yaramayacağını, Erdoğan’ın bundan memnun olduğunu, memnun olması gerektiğini söyledim. Zîra Erdoğan’ın artık Türkiye’ye söyleyecek hiçbir şeyinin kalmadığını düşünüyordum — ki bu olaylar olduğu zaman, yani dört yıl önce, Türkiye’de böyle derin bir ekonomik kriz yoktu; buna rağmen Erdoğan artık sözünü tüketmişti, Türkiye’ye bir şey sunamıyordu, MHP’nin desteğiyle bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyordu. Çok zor bir seçimdi ve çok iyi bir fırsat yakalandığı kanısındaydım. Muharrem İnce bu fırsatı tepti. Bunu yayınlarda da söyledim ve bu lâfı söyleyince de zâten başıma gelmeyen kalmadı. Çok hakaretler, küfürler, her şey oldu ve tabii ki ben arada –nasıl söylenir?– o büyük akıntının altında ezilen birisi oldum. Çok yakınımdaki– meselâ Kadri Gürsel, Kemal Can gibi– arkadaşlarım da, “Ya, abartıyorsun, öyle değil aslında. Bayağı bir şeyler değişiyor” vs. dediler. Özellikle mitingler, bu mitinglere gösterilen ilgi, en son İstanbul’da, Maltepe’de yaptığı o mitingden sonra, “Artık bu iş bitti galiba” diye düşünen çok insan vardı, çok kalabalıklardı; ama bu kalabalıklar Muharrem İnce’ye gitmiyordu. Bu kalabalıklar, Türkiye’de Erdoğan devrinin kapanması için meydanlara akıyordu. Muharrem İnce, bu insanların beklentilerini yönetemedi ve bu insanların beklentilerini yönetemediği gibi, bunlara yeni insanların katılmasını, yeni seçmenlerin katılmasını sağlayamadı. Lâf yarıştırarak, iktidar yanlısı kanalda, iktidar kanallarında, iktidar yanlısı gazetecilerle –nasıl söyleyeyim?– aslında Türkiye’nin sorunlarının tartışıldığı değil, polemikler yapılan yayınlara katılıyordu — çoğunda da Muharrem İnce baskın çıkıyordu; ama sonuçta hiçbir işe yaramıyordu. Yani sizin iktidar yanlısı A,  B, veya C gazetecisini hırpalamanız, onları rezil etmeniz; size AKP yanlısı seçmenin oyunu getirmiyordu. Yeni bir dönemi başlatma iddiasındaysa –ki o iddiadaydı– Muharrem İnce, bu yeni dönemde neler olacağını, yeni dönemde insanların, herkesin nasıl mutlu olacağını anlatması gerekiyordu. Tabii ki çok önemli bir başka husus da, bunu kiminle yapacağını söylemesi gerekiyordu. Ortalıkta kendisinden başka kimse yoktu. Bir iki mitinge eşiyle berâber çıktı, onun dışında hiçbir ekip görmedik. Ekibinin olduğunu; ama bunu ikinci tura sakladığını söyledi. İkinci tur olmayınca, ekip de olmadı. Öyle bir şekilde, ekibi göremeden gittiler. Var mıydı ekip? Araştırdım. Çok da fazla yokmuş. Bir şeyler varmış; ama çok da fazla yokmuş ve anladığım kadarıyla, ekibin içerisinden birileri de bu işin kaybedilmekte olduğunu belli bir yerde anlamışlar; ama kendisine söyleyememişler. 

Muharrem İnce’nin seçim kampanyasını bir tek Trabzon’da izledim, 29 Mayıs’ta. İstanbul’dan kendi başıma gittim. Uçakta CHP’li çok sayıda milletvekili vs. vardı, aynı uçakla gittik. Çok kötü bir hava ve yağmur vardı, şanssızdı o anlamda. Muharrem İnce, orada yağmurda kısa tuttuğu bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı izlediğimde –onu da söylemişim yayında– Erdoğan’ın konuşmasına çok benzettim. İşin ilginç tarafı –tabii benim açımdan–, aynı meydanda Erdoğan’ı birçok kez izlemiştim. Aynı meydanda Kılıçdaroğlu’nu, Bahçeli’yi, Recai Kutan’ı da izlemişliğim vardı ve orada sanki bir Erdoğan konuşuyor gibiydi. Bu hiç de iyi bir şey değildi. Daha sonra kendisiyle konuşma imkânım olmadı. Tam mitingi bitirip otobüse giderken kendisine seslendim; ama çok dalmıştı, beni fark etmedi. Fark etseydi tanır mıydı, bilmiyorum. Zâten yağmur da yağıyordu. Atladılar otobüse, gittiler. Benim de memleketime, yani Hopa dâhil bâzı yerlere gittiler. Ben Trabzon’da kaldım, Trabzon’dan izledim, Periscope’tan. Periscope o târihte hâlâ vardı, ben de yapılan Periscope yayınlarından izledim. Muharrem İnce yine oralarda, benim memleketimde ve işte Borçka’da, Rize’nin ilçelerinde vs. insanlara bir şeyler anlattı; ama açıkçası, yeni, heyecan verici bir şeyler çıkmadı karşımıza. Benim bu “Muhâlifin muhâlife propagandası” yayınından sonra tabii bayağı bir lince mâruz kaldım. Sanki artniyetli yapıyormuşum gibi oldu. Bu gazeteciliğin böyle bir kritik kaderi var. İnsanlar sizden duymak istediklerini…, şöyle söyleyeyim: Size bir imaj atfediyorlar, bir duruş atfediyorlar; o duruşta, onların duymak istediği şeyleri söylemenizi bekliyorlar. O atfettikleri duruşa rağmen, onları rahatsız edecek bir şey söylediğinizde, hemen hâin, satılık vs. oluyorsunuz. Böyle oldu. Çok ciddî bir şekilde buna mâruz kaldım.

21 Haziran’da yaptığım bir yayın: “Artılarıyla ve eksileriyle İnce’nin kampanyası”. Meselâ başlıkları şöyle: ekip görüntüsü vermiyor; dindarlığın altını çizmesi olumlu; İnce’nin düştüğü tuzak — işte bu, Erdoğan’la kapışma meselesi. Toplumun belli kesimlerindeki “Erdoğan kaybederse biz de kaybedeceğiz” duygusunu aşma konusunda bir şey yapamadı. Seçmeni iknâ etme konusunda çok ciddî bir hayal kırıklığı olduğunu bir şekilde söylemiştim. Özellikle de şöyle bir cümleyi vurgulamak istiyorum: “Erdoğan tek adam, karşısına bir kolektif akıl koymak gerekir”. Muharrem İnce bunu hiç denemedi, hiç böyle bir şey yapmadı ve bu anlamıyla da büyük bir başarısızlık oldu ve seçim gecesi de insanların karşısına çıkmadı.

Şimdi, olayın bir de başka bir boyutu var: Kampanya başladı, Muharrem İnce televizyonlara çıkıyor, meydanlara çıkıyor ve biz de Medyascope olarak kendisiyle yayın yapmak istedik, görüşmek istedik. Ben bizzat yazdım. O da, “Eyvallah, bakarız” gibi şeyler dedi ve hiçbir şeye bakmadı tabii. Bize ihtiyâcı yoktu — çok açık bir şekilde. Çünkü o, büyük kanallarda vs. karşısına çıkan insanları –çok kaba kaçacak ama– tokatlayarak –ki öyleydi gerçekten–, hepsiyle dalga geçerek vs., ama bu arada kendi enerjisi ve zamânını boşa harcayarak bir kampanya yürüttü. Bize tenezzül etmedi; çok belliydi yani etmediği, etmeyeceği. Olabilir. Bu onun kendi kişisel tercihidir. Hattâ bâzıları şey dediler: “Adamı eleştiriyorsun. Çünkü sizde yayına çıkmadı”. Öyle bir şey olmaz. Niye olsun yani? Bize yayına çıkmayan çok kişi var. Onların hangisiyle, nasıl uğraşacağız? Yani böyle bir derdimiz yok. Ama onun, olmayan medya stratejisini izlerken, yani gerçekten insanın içi burkuluyordu. Yani o televizyon yayınlarındaki üslûbu, şu bu… bunlar aslında seçim kazandıracak şeyler değildi. Bir de hiçbir şekilde yeni bir Türkiye vaadi içermiyordu.

Her neyse, sonra seçimi kaybetti ve ortaya çıkmadı. Benim ertesi gün, onun basın toplantısını izledikten sonra yaptığım yayının başlığı: “Muharrem İnce: Yenilgiyi görmemek, yenilmeyi bilmek” ve yenilmeyi bilmiş birisi olarak çıktı; yenilgiyi kabul etti. Ama bunu nasıl yaptı? Şimdi hatırlayın: Muharrem İnce, Erdoğan’a “Recep” diye hitap etti, “Sen” diye hitap etti –ikinci tekil şahıs–, ama yenilgiden sonraki ilk basın toplantısında şu oldu: “Sayın Erdoğan”. Kaybetti. Yani bence ikincisi doğruydu; ama kampanyada da bence böyle bir dili tutturması gerekiyordu. Tayyip de değil, “Recep” diyerek, “Recep aşağı, Recep yukarı”, bununla seçim kazanacağını sandı. Kazanamadı. Bir de tabii o seçim gecesi İsmail Küçükkaya’ya yaptığı, “Adam kazandı” mesajı var ki o zâten Muharrem İnce’nin hayâtındaki en kritik anlardan birisidir herhalde. Kamuoyunun karşısına çıkmayıp, bir gazeteciye böyle bir mesaj atmış olması… O konuda çok insan İsmail’e yüklendi. Bence burada İsmail’in yapacağı bir şey yok. Yani kimse Muharrem İnce’den ses duyamazken, Muharrem İnce’yi göremezken, haber alamazken, seçim gecesi İsmail elinde mesajla çıktı, herkesi atlattı. Burada tabii ki esas sorun, öyle bir mesajı atmış olması. Normalde kanalların karşısına çıkıp, televizyonların karşısına çıkıp –ki çok seviyordu onu, biliyoruz– ertesi gün yaptığı basın toplantısından daha farklı bir tonda da olsa bir açıklama yapabilirdi.

Kendisine bir mesaj yolladım. Onu yayında söylemiştim, bir de burada tekrarlamak istiyorum: “Umarım bundan sonraki dönemde gazetecilerle olan ilişkilerinizi ahbap-çavuş ilişkisi değil; modern, karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler olarak geliştirirsiniz”. Yapabildi mi? Sanmıyorum. Zâten bundan sonra, kısa bir süre sonra CHP’den ayrıldı. Ayrılması tamâmen kendi karârı; ama bence ayrılarak Kılıçdaroğlu’nu çok rahatlattı. Eğer partide kalsaydı hâlâ bir etkisi olurdu. Sivas’ta ilân etti partisinin kuruluşunu — Sivas Kongresi’nden hareketle. Yani sembolik bir anlam yükledi; ama oradaki görüntüler hâlâ gözümün önüne gelir: Çok silikti. Yani biraz daha güçlü olduğu bir yerden, meselâ kendi memleketi Yalova’dan filan başlasaydı, o kalabalıkla daha fazla iddiası olabilirdi. O zamandan bu zamâna kadar çok da fazla bir şey yapamadı. Şimdi en son bir açıklamasını gördüm: “Millet İttifakı isimde anlaşamazsa ben tâlibim” gibi şeylerini görüyorum. Çok olabilecek şeyler değil bunlar. Bu arada şunu söyleyeyim: Memleket Partisi’ni kurma sürecinden îtibâren de, hattâ orada yer alan bazı tanıdığımız insanları da araya katarak, kendisinden yine Medyascope’ta yayın yapmasını istedik. Özellikle artık aramızda olmayan, yani ayrılan Sedat Pişirici bayağı bir o işi tâkip etti. Oradan da cevap almadık. Belli ki bize gönül koydu. Olabilir. Ama biz o zamandan bu zamâna yolumuza devam ediyoruz. Daha güçlü bir şekilde devam ediyoruz. Muharrem İnce ise şu hâliyle, Türkiye’de bir zamanlar olduğu kadar etkili bir siyâsî aktör değil. Bundan sonra tekrar öne çıkar mı bilemiyorum. Ama bu benim gazetecilik hayâtımın son döneminde belli bir âna damgasını vurmuş bir olay oldu. Bunu “Gomaşinen”de anlatmasam olmazdı. Anlattım, ben rahatladım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.