Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Batı, Erdoğan ile barışacak mı?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Madrid’de katılacağı dörtlü zirveden önce yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Joe Biden ile telefonda görüştüğünü belirterek, “Bu akşam veya yarın tekrar bir araya gelme arzusunu ifade etti, biz de ‘olabilir’ dedik. Ve bu arada da biz dörtlü görüşmeyi Stoltenberg’in riyasetinde tekrar yapacağız. Biz kuru laf istemiyoruz, netice istiyoruz” diye konuştu.

ABD ile en önemli görüşmenin F-16 meselesi olduğunu vurgulayan Erdoğan, “F-16 meselesi şu anda hâlâ masada, ortada yine bir oyalama taktiği gidiyor” dedi.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’dan ise “Erdoğan ve Biden’ın yarın (29 Haziran) görüşme şansı olacak” açıklaması geldi.

Ruşen Çakır, “Batı, Erdoğan ile barışacak mı?” sorusuna yanıt aradı?

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Merhaba, iyi günler. Başlıkta sorduğum, “Batı, Erdoğan ile barışacak mı?” sorusunun hemen ardından, “Böyle bir savaş mı var?” sorusu gelebilir. Bu sorunun nedeni bir makale. Foreign Policy adlı, “dış politika” adlı, ABD’de yayınlanan önemli bir dergide –iki ayda bir çıkıyor yanlış hatırlamıyorsam–, orada Maximilian Hess adında bir uzmanın kaleme aldığı bir makale var. Başlığı da şu: “Neden şimdi Batı, Erdoğan’la barış yapmalı?” Çok açık ve net bir şekilde bunu yazalı yaklaşık 5-6 gün oldu. Bir ölçüde Türkiye’de yankı buldu. Bu makaleye ilk başta baktığımda açıkçası çok önemsemedim, biraz çalakalem yazılmış gibi geldi. Ama tam okumamıştım, itiraf da edeyim. Sonra bugün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Madrid’de NATO Zirvesi’ne gitmeden önce yaptığı açıklamada, “Amerikan Başkanı Biden’la görüştüm, telefonla konuştum. Kendisiyle Madrid’de görüşebilirim” dediğini gördüm. 

Bu yine Türkiye’deki yöneticilerin, ama özellikle son yirmi yıl AKP iktidârı olduğu için Erdoğan’ın Amerikan başkanlarıyla görüşme istekleri her zaman dikkat çekici olmuştur. İki buçuk sene Washington’da gazetecilik yaptım, orada da gördüm. Öncesinde de sonrasında da gördüm. Hep bir Beyaz Saray’a gitmek, Beyaz Saray’da olmasa bile başka vesîlelerle toplantılarda görüşmek, Amerikan başkanlarının Türkiye’ye gelmesi meseleleri hep önemli bir konu olmuştur. Bu arada tabii ki sorunlar hep olur; değişik dönemlerde değişik sertlikte sorunlar olur, bazen yumuşama olur, ama bu ısrar hiç değişmez. İster Türk-Amerikan ilişkileri çok sert geçsin, ister yumuşak geçsin, Türkiye’yi yönetenler ve AKP yöneticileri –özellikle AKP’li yöneticiler– Amerikan başkanları kim olursa olsun, başkanlar değişiyor, son yirmi yılda kaç Amerikan başkanı geldi, ama Erdoğan, ülkesi Türkiye’yi bütün bu Amerikan başkanları sırasında ayrı ayrı yönetti. Trump’la arası çok çok iyiydi. Obama ile fenâ başlamadı, sonra bir inişe geçti. En son şimdi, Biden’la hâlâ limonî, hâlâ bir Beyaz Saray olayı yaşanmadı. Üstelik Yunanistan başbakanının çok iyi ağırlandığı da ortada; dolayısıyla Erdoğan’ın Biden’la bir görüşme arzusu var. 

Bunu değişik şekillerde gördük. Washington dışında birtakım uluslararası toplantılarda görüşmeler oldu, baş başa görüşmeler de oldu. Ama şu anda Erdoğan, Ukrayna savaşını da vesîle bilerek bu görüşmeyi yapmak istiyor ve Biden’la öncelikle bir fotoğraf vermek istiyor. Burada ilginç bir durum var. Batı’yla, ama Batı’nın hepsiyle değilse bile özellikle ABD ile fotoğraf vermek; ama aynı zamanda da onlarla hep bir sorunu olmak. Yani hem savaş hem barış hâli Erdoğan’ın Batı ile ilişkilerde tercih ettiği bir hal. Şimdi bu yazıya baktığımız zaman, bu olaydan sonra Erdoğan’ın Biden’la görüşme talebini, görüşme beklentisini dile getirmesiyle berâber, yazıya tekrar baktım. Çok acayip bir yazı, şöyle diyor: “Nâhoş” diyor Erdoğan için, “karakterine tamam; kendisi aslında biz Batılılar için iyi birisi değil” diyor, açık açık bunu söylüyor. “Bize çok sorun çıkartıyor, Batı’ya çok sorun çıkartıyor; ama onunla iyi geçinmeliyiz, barış yapmalıyız.” Öncelikli mesele tabii ki Rusya, Erdoğan’ın Rusya’yı kuşatma politikasının parçası olmasını gerektiğini ve bu nedenle de Erdoğan’ın bâzı beklentilerinin karşılanması gerektiğini savunan bir yazı. 

Çok açık ve net bir şekilde, özetle şöyle diyor: “Tamam, onu sevmemiz için hiçbir neden yok, ama onunla birlikte bu işleri yapmalıyız. Özellikle Rusya’ya karşı yaptırımların etkili olabilmesi için Türkiye’ye kesinlikle ihtiyacımız var. Tahıl koridorlarından oligarklara, Türkiye’yi kullanma ihtimâline kadar bin yığın şeyi sıralamış ve de Erdoğan’ın beklentilerini de sıralamış. Özellikle Suriye’de ABD’nin müttefiki olan PYD/YPG’ye yönelik operasyon yapma meselesini de, Erdoğan’ın bunun karşılığında isteyeceğini de söylemiş ve son günlerin en popüler konusu olan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Erdoğan’ın vetosu için, “Buna râzı olmuyor. Henüz resmen bir oylama olmadığı için veto diyemeyiz. Ama veto edeceğini belirtmiş olması”nı da önemli bir konu olarak koyuyor ve bütün bunları göz önüne alarak, “Batı’nın bir yolunu bulup Erdoğan’la birlikte çalışması gerekiyor” diyor. 

Ve burada tabii bir husus var, önemli bir husus: Batı bunu ister mi? Seçime bir yıl kaldı ve Erdoğan’ın gideceği düşüncesi Batı’da da çok hâkim. Dolayısıyla makalenin yazarı da diyor ki: “Batı, Erdoğan’la ilişkisini kurarken bunu da göz önünde alıyor tabii ki” diyor. Fakat burada çok önemli bir husus var. Makalede o konuda hiçbir şey yok; çünkü o konuda, Erdoğan giderse yerine gelecek olanların Batı ile ilişkileri çok alt düzeyde. Arada sırada görüyoruz, işte, “Kemal Kılıçdaroğlu AB büyükelçileriyle yemek yedi”, “Meral Akşener Amerikan Büyükelçisi’ni kabul etti” gibi birtakım tekil haberler var. Ama dış politikada Batı’yla ilişkiler konusunda yer yer muhâlefet partilerinin sözcüleri, liderleri AKP’den daha sert tutumlar da takınabiliyorlar. Dolayısıyla ortada garip durum var, o da şu: Bir tarafta Erdoğan’dan hoşlanmayan bir Batı var. Aynı şekilde Batı, Erdoğan’ın seçimleri kaybetme ihtimâlinin çok yüksek olduğunu düşünüyor. Tıpkı Türkiye’dekiler gibi, fakat Batı’nın önünde bir başka alternatif gözükmüyor — böyle garip bir durum var. Ve zâten anladığım kadarıyla bu makalenin yazarı Hesse’nin, “Batı artık barışmalı, şimdi barışmalı” sözünü söylemesine yol açan husus da bu. 

Eğer ortada Batı’yla ilişkiler konusunda Erdoğan’ın karşısında bir alternatif olsaydı, bu yazıda ve başka yazılarda bunları görürdük.  O zaman şöyle derdi: Bir tarafta Erdoğan’la devam etmesi için, diğer tarafta diyelim ki muhâlefetin adayı Kılıçdaroğlu ya da İmamoğlu ya da Mansur Yavaş her neyse, muhâlefet ittifakının yöneteceği bir Türkiye ile yola devam etme gibi bir seçenek koyardı. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, ortada tek seçenek var. Bu çok acayip, gerçekten çok acayip. Türkiye’yi tartışan kişilerin kimileri Türkiye’yi çok yakından bilenler olabiliyor, kimileri üstünkörü bilenler oluyor. Bu makalenin yazarı çok da fazla Türkiye uzmanı olarak tanınan bir isim değil; esas alanı daha çok Orta Asya’ymış. Ama bu kişiler Türkiye’yi değerlendirirken tek bir aktöre bakıyorlar: Erdoğan. İşte bu, başlı başına Erdoğan’ın Batı ile ilişkilerde elindeki en önemli kozlardan birisi. Nitekim bu makale üzerine sohbet ettiğim bir eski Dışişleri mensubu –ki kendisini muhâlefete yakın bir isim olarak biliyorum–, Dışişleri’nden emekli olduktan sonra, bu makalenin ardından muhâlefetin bu makaleyi okuması ve Batı’yla ilişkiler konusunda bir şey yapması gerektiğini bana söyledi. Tabii neden? 

Bu makaleyi okuyacak olan bir muhâlefet yetkilisi, makalenin içerisinde kendilerinin olmadığını görecek. Sâdece şu cümle var: “Erdoğan büyük bir ihtimalle kaybedebilir” düşüncesi baskın; ama şunlar kazanıyor gibi bir perspektif yok, tartışmanın içerisinde bu yok. Dolayısıyla şu hâliyle baktığımız zaman, Erdoğan şimdi NATO Zirvesi’ne gidiyor; orada İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusunu reddetmeyi bir koz olarak kullanacak. Bu vetoyu bir silâh olarak kullanacak ve bunun karşılığında F-16’lar başta olmak üzere birtakım kazanımlar elde etmek isteyecek. Ben İsveç ve Finlandiya’ya yönelik terörle mücâdele perspektifinin bir vesîle olduğunu düşünüyorum. Esas gerekçe bu değil; esas gerekçe başta ABD olmak üzere Batı’dan birtakım beklentiler, bu beklentilerin bâzıları F-16 gibi hususlar, ama bâzıları da Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine Batı’nın çok fazla müdâhil olmaması. Nitekim İbrahim Kalın bunu açıkça söyledi; tam NATO Zirvesi’nin öncesinde, Türkiye’nin Rusya’ya yaptırımlara ekonomik nedenlerle dâhil olamayacağını açık açık söyledi. Yani Türkiye istiyor ki, hem Batı’nın bir parçası olsun, ama aynı zamanda da Rusya ile ticârî ilişkilerini de, hattâ stratejik ilişkilerine de halel gelmesin — böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. 

Bu makaleye tekrar gelecek olursak: “Havuç” diyor, havuç, mâlûm, çok kullanılan bir şeydir: Havuç ve sopa politikası. Kimi zaman baskı tehdit, kimi zaman ödül. “Batı ne yapabilir?” diye soruyor ve hemen “ekonomik kriz ve sıcak para ihtiyâcı” diyor. Ve burada tabii utanç verici bir şey, ama Erdoğan’ın sırf sıcak para nedeniyle Suudi Arabistan’la, Veliaht-Prens Bin Selman’la ilişkilerini düzelttiğini de söylüyor — ki artık her yerde bu cümleyi göreceğiz. Dolayısıyla Erdoğan’ın en zayıf karnı olarak bunu sayıyor — ki herhalde doğru; ne dedi Cumhurbaşkanı dün? 2023’ün Şubat ve Mart ayında enflasyonun mâkul bir seviyeye gelebileceğini söyledi. Yani enflasyonun ortadan kalkacağı, tek hâneye ineceği falan hiçbir kesinlikte yok. Yani Şubat ve Mart, bir ara Ekim falan diyorlardı, oradan geçtik — yani çok sıkı bir ekonomik sorun var. Çok ciddî bir ekonomik sorun var. Ve bu politikalar, bütün BDDK kararları ya da bakanlığın aldığı kararların hiçbirisinin derde derman olmadığı olamayacağı ortada ve bu anlamda da, bu yazıda da söylendiği gibi: Erdoğan yönetiminin sıcak paraya ihtiyâcı var. Ve dolayısıyla, ortaya bir barış teklifiyle, yumuşama ya da yakınlaşma teklifiyle gelen bir Erdoğan var. Fakat burada en önemli sorun şu: Erdoğan, Batı ile olan ilişkilerini bütün yumurtalarını Batı sepetine koymadan yürütmek istiyor –ki bu aslında çok anlaşılır ve doğru bir politika–; fakat şu anda Ukrayna savaşı ile birlikte Batı’nın içine girdiği, özellikle NATO’nun içine girdiği durum bunu kaldırabilecek gibi değil. 

Gerçekten çok hassas bir durumla karşı karşıyayız. Kişisel olarak benim düşüncem, ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri seçime kadar Erdoğan’la bir şekilde işleri çok sıcak olmadan çok da soğuk olmadan, ılıman bir şekilde yürütmek, çok büyük krizler yaşamadan yürütmek, ondan sonra da seçim sonrasına bakmak ve bu yazarın söylediği gibi –ya da başkaları da söylüyor olabilir– acele edeceklerini sanmıyorum, yok sayacaklarını da sanmıyorum. Muhtemelen Biden Erdoğan’la görüşecektir Madrid’de; Erdoğan’ın o fotoğrafı istediğini biliyor. O fotoğrafı geciktirdi; o fotoğrafı verecek ve belki de birtakım vaatlerde bulunacak. Zâten F-16’lar konusunda Biden’ın birtakım şeyler yapmakta olduğu yolunda haberler de çıktı. Ama çok acele etmeyecek; yani ne karşısına alacak ne de tam olarak yanına alacak. Ama Erdoğan’ın ihtiyâcı olan, şu anda Batı’yla –Batı’dan ziyâde ABD ile, ama genel olarak da Batı’yla– yan yana durduğunu, onlardan güç aldığını ve aynı zamanda onlarla yan yana durmasıyla kendisini güçlü göstermeye ihtiyacı var. Özellikle kararsız seçmen denen kesimlere göstermek — bunu değişik yayınlarda söyledim. Bâzıları bana katılmadı, çok önemsiz olduğunu söylediler; ama bence önemli: Türkiye’de seçmen, Batılı güç odaklarıyla –genel olarak dünyadaki güç odaklarıyla, ama esas olarak Batılı güç odaklarıyla– arası iyi olan siyâsetçiye bir güç atfeder ve genellikle gücü tercih ettiği için ona oy verme ihtimalleri artar.

Tabii ki seçimin kaderini siyâsetçilerin ABD ile ilişkileri belirlemeyecek; ama zâten ekonominin bu kadar kötü olduğu bir dönemde, bir de üstelik Batı’yla ve ABD ile kavga eden bir siyâsetçiye oy vermenin çok yaygın bir eğilim olacağı kanısında değilim. Bakalım Erdoğan şimdi o fotoğrafı nasıl verecek? O fotoğrafı nasıl kullanacak? Ve kısa vâdede neler elde edebilecek? Kısa vâdede derken, seçime bir yıldan az bir süre kaldı. O süre içerisinde neler alabilecek? Ve bunları aldığını kamuoyuna gösterebilecek ve de mümkünse hani ekonomide bâzı şeyleri, seçim ekonomisi yapabilme fırsatını kendisini verebilecek bâzı imkânları alabilecek mi? Çok sanmıyorum böyle olabileceğini. Ama Batı’nın, özellikle ABD’nin, seçime kadar bir “Bekle ve Gör” politikası izleyeceğine, eğer Erdoğan iktidardan giderse muhalefet blokunun hepsiyle olmasa bile bâzılarıyla yeni dönemde Erdoğan’la kurduğundan daha iyi ilişki kurabileceği hesâbı yaptığını düşünüyorum. Ama şu hâliyle, tekrar oraya gelecek olursak, muhâlefetin şu hâliyle bakıldığında Batı’yla ve ABD ile iyi ilişki kurmak, bunu göstermek gibi bir derdi olduğunu görmüyorum. Bundan aslında çok ciddî şekilde ürküyorlar da; çünkü başta Erdoğan olmak üzere Cumhur İttifakı’nın bu tür olayları aleyhine kullanabileceğini sanıyorlar — bence yanılıyorlar. Yani kimse muhâlefete, Amerikalılar’la görüştüğü ya da Avrupalılar’la görüştüğü için, oy verecekken oy vermekten vazgeçmez; ama hâlâ böyle bir endîşeyi üzerlerinden atabilmiş değiller — Erdoğan da en çok bundan istifâde ediyor. Sonuç olarak Batı’nın, Erdoğan’la ilgili “Bekle Gör” politikası var; ama neyi göreceği konusunda çok da fazla bir bilgisi yok. Erdoğan giderse ne olacağı, kimlerin neyi nasıl yapacağı konusunda çok fazla bir bilgisi yok. Bir anlamda işi oluruna bırakmış durumdalar diye düşünüyorum. Evet, yarın Bekir Ağırdır’la –ara verdik epeydir biliyorsunuz–, “Seçime bir yıldan az kala Türkiye” diye bir yayınımız var; saat 14:00’te canlı yayınımız, oraya da bekleriz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.     

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.