Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Gelecek ve DEVA partileri – Ne oluyor da olmuyor?

Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi 12 Aralık 2019, Ali Babacan liderliğindeki DEVA Partisi ise 9 Mart 2020’de kuruldu. AKP’nin değişik dönemlerinde farklı kademelerde önemli görevler üstlenmiş kişilerin öncülüğünde kurulan her iki partinin de doğal olarak Erdoğan’ın yaşadığı krizden ayrı ayrı istifade etmesi, böylece söz konusu krizi iyice derinleştirmesi beklendi.

Aradan geçen iki buçuk yılda Erdoğan’ın krizinin daha da derinleştiği muhakkak ancak söz konusu iki partinin buna ne ölçüde katkıda bulundukları tartışmalı.

Büyük beklentiler ve heyecan dalgası

Halbuki iki parti de daha kurulmadan merak ve ilgi konusu olmuş, kuruluş ilanları birer gövde gösterisine dönüşmüştü. Her iki parti de “AKP’nin devamı” görüntüsünü engellemeye yetecek şekilde farklı kesimlerden, özellikle o ana kadar siyasi partiler içinde yer almamış belli konularda uzman bazı kişileri bünyelerine katmayı bilmişlerdi.

Babacan ve Davutoğlu başta olmak üzere iki partinin kurmayları tüm Türkiye’yi geziyor, herkesle temas kurmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Her ne kadar iktidar denetimindeki büyük medya tarafından dışlansalar da alternatif medya kanallarını ortalamanın üzerinde bir başarıyla kullanıyorlardı. Sonuçta Gelecek Partisi “yeni AKP“, DEVA Partisi ise daha çok “yeni ANAP“ olarak algılanılıyor ve bunlara bağlı olarak kamuoyu yoklamalarında yıldızları parlıyordu.

Fakat geldiğimiz noktada her iki partinin de içlerinde yer aldıkları altılı masanın öne çıkan aktörleri olmayı başaramadığını görüyoruz. Son kamuoyu yoklamaları da bu partilerin yolun başında yakalamış gözüktükleri trendi koruyamadıklarını, umdukları ve kendilerine atfedilen çıkışı bir türlü yakalayamadıklarını gösteriyor. Neden?

Altılı masada yer almak iyi mi, kötü mü?

“Neden?“ sorusuna farklı cevaplar veriliyor. Bunların tümünü doğru kabul etmek mümkün değil. Örneğin iki partinin tabanında ve bazı kadrolarında son günlerde tırmanan bir anlayış var: “Altılı masada yer almak yanlış oldu. CHP’nin payandası gibi görünmek AK Parti tabanındaki rahatsız kesimlerin bize yönelmesini engelliyor.“ Bunun çok isabetli olduğunu düşünmüyorum. Hatta tam tersine altılı masada yer almanın, her iki partinin daha derin bir krize düşmesine engel olduğu bile söylenebilir.

Zira ilk heyecan geçtikten sonra her iki partinin de kendi başlarına iktidar alternatif olmadıkları anlaşıldı. Özellikle DEVA çevrelerinde hakim olan “İlk seçimde dikkat çekici bir sonuç alalım, Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesi halinde AK Parti çözüleceği için kendimizi seçim sonrası döneme hazırlayalım“ yaklaşımı, ilk şartın hayata geçmesinin zor olduğu anlaşılınca rafa kaldırıldı. Sonuçta altılı masaya dahil olmak, tek başlarına olmasalar da bir blokla birlikte iktidar olma şansını sunduğu için bu partilerin lehine oldu.

Özeleştiri beklentisi/dayatması

Başta liderleri olmak üzere her iki parti de ilk andan itibaren özeleştiri ekseninde gözlendi, sorgulandı ve eleştirildi. Sonuçta özeleştiri beklentisinin hızlı bir şekilde dayatmaya dönüşmesi bu partilerde ciddi bir rahatsızlık yarattı.

Bu çıkmazı aşmak için de olsa gerek, Davutoğlu özellikle siyasi konularda Erdoğan’ı ve onun koalisyon ortaklarını daha yoğun ve sert bir şekilde eleştirmeye başladı. Babacan ise başta ekonomi olmak üzere daha teknik konularda nispeten daha yumuşak eleştiriler dile getirdi.

Fakat Erdoğan eleştirisi kendilerinden beklenen “özeleştiri“yi karşılamadı. Çünkü her iki lider ve kurmayları AKP iktidarında işlerin bozulmasının miladı olarak kendilerinin dışlanması/tasfiyesi/ayrılmasını gösterdiler.

Kısaca “AK Parti iyi ama Erdoğan kötü“, daha doğrusu “Erdoğan MHP ile anlaştıktan sonra bozuldu“ şeklinde özetlenebilecek yaklaşım, öncelikle diğer muhalifler ama aynı zamanda AKP’den kopmayı düşünenlerin bir bölümü tarafından yadırgandı.

Bu konuda oyun bozan iki not düşelim: Davutoğlu’nun kendisinin başbakan ve AKP genel başkanı olduğu dönemde Haziran-Kasım 2015 arasında yaşananlar konusunda tatminkâr hiçbir şey söylememesi ve İYİ Parti’nin ekonomi politikalarının başına getirdiği Prof. Bilge Yılmaz’ın Babacan dönemindeki ekonomi politikalarını da net bir şekilde hedef alması…

Lider partisi olmanın olumlu/olumsuz yönleri

Her ne kadar öyle olmadıklarını iddia etseler de Gelecek ve DEVA birer lider partisi. Halbuki ikisinde de kimi siyasi olarak tecrübeli, kimi de çalıştıkları alanlarda uzman kaliteli kadrolar var. Kuşkusuz lider partilerinin bazı avantajları var ancak ne Babacan ne de Davutoğlu o tür partilerin lideriymiş gibi bir profil çizmiyor/çizemiyorlar.

Öncelikle yeni, yıpranmamış isimler değiller. Kendi siyasi geçmişlerini başarılı buluyor olmalarının tabii ki bir anlamı var fakat takipçileri dışındaki kitlelerin söz konusu geçmişlere aynı şekilde baktıkları söylenemez. Ayrıca popülist ve popüler bir liderde olması şart gibi gözüken “karizma“ya da sahip oldukları tartışmalı.

Özeleştiri konusuna dönecek olursak, Babacan ve Davutoğlu, geçmişleriyle samimi bir şekilde yüzleşse, artıları ve eksilerini önlerine koyup ikna edici bir muhasebeye girişmiş olsalar toplumun önemli bir bölümü onların artılarını pekala öne çıkartabilirdi. Bu haliyle hep bir şeylerin üstünü örtmek istiyorlarmış görüntüsü hakim oluyor, bu da hem kendilerinin, hem partilerinin önünü kapatabiliyor.

Endişeli muhafazakârlar“a yaslanma stratejisi

Geçen yıl eylül ayında Ali Babacan, milli günlerde dindar vatandaşların sınava çekildiğini iddia ederek Millî günlerimiz üzerinden, bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz. Bu zihniyete pabuç bırakmayız. Kimse boşuna heveslenmesin” diye bir çıkış yaptı. Babacan, muhtemelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği 30 Ağustos törenlerinde vals gösterisi yapılmasını kast ediyordu. Onun bu çıkışı hemen “endişeli muhafazakârlar“ tartışmasına neden oldu.

Başlangıçta merkez sağda yepyeni ve iddialı bir parti kurması beklenen Babacan bu çıkışıyla en fazla “muhafazakâr demokrat” bir konuma razıymış gibi bir algı yarattı ve bunun faturasını hızla ödedi.

Benzer bir tutumu Davutoğlu’nun da benimsediği söylenebilir fakat ona baştan itibaren “ikinci AKP” olma misyonu atfedildiği için bu durumdan Babacan kadar olumsuz etkilenmedi. Hatta tam tersi bile söz konusu olabilir.

Ne var ki her iki partinin de “endişeli muhafazakârlar“a sıklıkla referans vermesi, bu kesimi muhalefet içersinde kendilerinin temsil ettiğinin ve onlar olmadan Erdoğan iktidarını yenmenin mümkün olmadığının altını çizmesi beklediklerinin aksine altılı masada ellerini güçlendirmek yerine zayıflattı.

Neden ayrı partiler?

Galiba, “neden ayrı partiler?“ sorusunun hâlâ tatmin edici bir şekilde cevaplanmamış olması tek başına “Ne oluyor da olmuyor?“ sorusunu cevaplamaya yetebilir. Bana sorduklarında “Çünkü Davutoğlu, Abdullah Gül’ün yerini almasını istemeyen Erdoğan’ın kendisini AKP genel başbakanı ve başbakan olarak atamasına hiç itiraz etmedi.Tam tersine gurur duyarak bu atamaları kabul etti. DEVA’nın bir şekilde arkasında Gül olduğu için ayrı partiler kuruldu“ cevabını veriyorum.

Sanıyorum iki ayrı parti kurulmasının öyküsü, ifade ediş şeklim yanlış olabilir ama bu. Zaten Davutoğlu da her vesileyle birlikte olmaları gerektiğini vurguluyor ama Babacan pek de ikna edici olmayan itirazlarla bu daveti reddediyor.

Kamuoyuna işin aslını anlatmakta zorlandıkları için de kabuklarını ayrı ayrı kırmaları mümkün olmuyor. Bu gidişle birleşseler de o kabuğu kırmaları mümkün olmayabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.