Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır ve Murat Özçelik tartışıyor | İmralı, Kandil, HDP ve Demirtaş: Muhatap kim olmalı?

Ruşen Çakır ve emekli büyükelçi Murat Özçelik, “İmralı, Kandil, HDP ve Demirtaş: Muhatap kim olmalı?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Emekli büyükelçi Murat Özçelik Ankara büromuzda konuğumuz. Kendisiyle Kürt meselesini, ama onun ötesinde bunun çözümünde kimlerin nasıl muhâtap alınması gerektiğini, geçmişte yaşananlar ışığında, ama bugüne bakarak konuşmak istiyoruz. Murat Bey, hoşgeldiniz. 

Murat Özçelik: Hoşbulduk Ruşen. Merhaba

Ruşen Çakır: Şimdi siz Irak’ta görev yaptınız, ama çok kritik bir dönemde de kamu güvenliği müsteşarlığı gibi bir görev üstlendiniz. Kısaydı, ama çok kritikti. Tam meşhur 2012 Şubat’ında, ki MİT krizi yaşandığı sırada, yani Fethullahçılar MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve arkadaşlarını tutuklamaya kalktıkları o garip olay sırasında da Kamu Güvenliği Müsteşarı’ydınız. Ve tam orada da zâten temel mesele, çözüm süreci, Kürt sorununun çözümü, İmralı, Kandil, HDP, bütün bunların hepsinin bir arada olduğu çok zor bir dönemdi. Şimdi seçime yaklaşık bir yıl kala tekrar bu konular gündeme geliyor. Ve iktidârın Abdullah Öcalan’ı, belki de Kandil’i devreye sokarak, seçimlerin kendi lehine sonuçlanmasına çalıştıkları bir yandan iddia ediliyor. Bir diğer yanda, HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş yıllardır cezâevinde, ama Kürt siyâsetini bayağı etkileyen bir kişi olarak duruyor. Bir diğer yanda da HDP var. Şimdi bütün bunlara biraz târihten güncelliğe doğru bakacak olursak, şöyle bir soru sorayım: Sizin kamu güvenliği müsteşarı olduğunuz o kritik târihlerde, hükûmet ve devlet olarak önünüzdeki seçenekler neydi? Sonra o nasıl evrildi? Hızlıca bir onu özetlemeniz mümkün mü?

Murat Özçelik: Şimdi tabii hızlıca özetleyeceğim. Biraz şuradan başlamak istiyorum Ruşen izninle. Yani benim bir büyükelçi olarak bu kamu güvenliği müsteşarlığına getirilmemin bir nedeni vardı. O da, mâlûm, Irak’ın Kürt bölgesiyle Türkiye arasındaki ilişkileri normale sokmak için ve iki taraf arasında hatırlarsanız, işte Mesut Barzani için “postal yalayıcı” filan derlerken, daha sonra bugüne geldiğimiz zaman, o ilişkiler Mesut Barzani’nin bizimle işbirliği içinde bu terörü durdurmaya dönük savaşmasına kadar gitti. Buradan söylemek istediğim şu: Bir devlet bir strateji uyguladığında ve hedef belirlediğinde, bunun bir tarafa doğru evrildiğini görüyoruz, göreceğiz. Ben bugün şundan dolayı çok mutluyum Ruşen Bey, düşünebiliyor musunuz? Kürt bölgesi de tümüyle teröristken –tamam mı?– ve biz o bölgeyle ilişkilerimizi maalesef Amerikalılar ve İngilizler üzerinden konuşarak yaparken, şu anda Selahattin Demirtaş kalkıp diyebiliyor ki: “Bir dakika” diyor, “şiddeti ve siyâseti ayıralım” diyor. Değil mi? Ve sivil siyâsetle bunun sonucuna gitmek için, “İğneyi de kendimize batıralım, bizim de birtakım şeylerimiz var” diyor. Yani bugün geldiğimiz nokta, çok önemli bir nokta. Bir de şöyle söyleyeyim; yani o dönemde benim –yani bundan da gurur duyarak söylüyorum açıkçası– 2012’de o dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a, Beşir Bey’e ve diğerlerine, Hakan Bey de dâhil olmak üzere söylediğim olay şuydu, dedim ki: “Bakınız, anlıyorum siz IRA olayından hareketle, bu meseleyi PKK ile çözeriz diye bir yola giriyorsunuz”. Tamam mı? “Ve bunu da Öcalan’la yapacağınızı zannediyorsunuz, yaparız diyorsunuz. Şimdi, Öcalan’ın bir aktör olduğu doğrudur; yani bunu yadsıyacak bir tarafımız yok; HDP’nin de onun etkisi altında olduğu doğrudur, bunun da yadsıyacağımız bir tarafı yok. Ama eğer siz Öcalan’ı merkeze oturtup da müzâkereyi onunla götürür ve HDP’yi kenarda tutacak olursanız” dedim, “o halükârda maalesef bunun sonucu istediğiniz noktaya doğru gitmez.” Yani çünkü AKP’nin o dönemde beklediği, istediği, işte seçimlerden önce kısa vâdede, bir an önce silâhların kenara konulmasını sağlamaktı. Halbuki yani siz neyi incelerseniz inceleyin, herhangi bir ihtilâfların çözümü mekanizmasında, Ruşen sen de çok iyi biliyorsun, silâhların bırakılması bir sürecin en sonucunda gerçekleşen bir hâdisedir. Anlatabildim mi? Ve hattâ bu insanlara dedim ki o dönemde: “Ya, gelin bakın, şimdi biz bir demokrasiyiz. Bunu demokrasi içerisinde çözeceğiz, değil mi? Demokrasi içerisinde çözmemiz için, gelin HDP’yi merkeze oturtalım. Ve HDP üzerinden biz bir müzâkereyle Kürtler’in haklarını o süreçte vermeye bakalım; yani terör örgütüyle bir şeyin müzâkeresi eğer silâhlar ve bir şeyler üzerinden olacaksa ve örgüt bu arada diyorsa ki, ‘Yahu kardeşim, ben bunca sene zarfında sizin haklarınızı –yani Kürtler’in haklarını– sağlayabilmek için şunu yaptım bunu yaptım’ diyorsa, o halükârda ben de dedim ki: “Hem Öcalan’la yapılacak meseleyi, hem de olayı siyâsetin içine koyup da Kürtler’in haklarını konuşma mekanizmasını ayıralım” dedim. Tamam mı? Yani bunun gibi bir yol haritası koydum o zaman. Şimdi, o dönemde açıkça bana dediler ki: “Murat, bu öyle olmaz. Çünkü esas mesele burada PKK’dır, Öcalan’dır. Biz Öcalan’la bu işi bal gibi yaparız. Öyle HDP MDP zâten onun altındadır.” Tamam mı? Altında olduğunu ben tabii altta olduğum için söylemiyorum. Ondan dolayı, yani belli bir strateji uygulayıp da demokrasi içerisinde bu işi çözmek yerine, “PKK’yla, Öcalan’la bu işi yaparız” dediler. Ve ilginç tarafı Ruşenciğim, şunu söyleyeceğim: Bugün yani bu benim söylediğim filan falan diyerek ne olur yanlış anlamayalım. Demokratça düşünen, demokrasi içerisinde bir şeyleri çözmeyi isteyen çok adam aynı şekilde düşündü o dönemde. Fakat bu işe reel-politik bazında bakıp da –onları da illâki kötülememek lâzım–, reel-politik bazda bakıp, “Yahu kardeşim, uzun yoldan gideceğimize” –yani bu zaman alacak, HDP gibi belli bir merkezi de belli bir güce kavuşturuncaya kadar, devletin de alması gereken pozisyonlar var– “oysa Öcalan’ın üzerinden gitmesi daha kolaydır, daha evlâdır” diyen de çok adam oldu o dönemde. Fakat ne oldu biliyor musunuz? Bugün HDP ve Kürtler nereye geldiler biliyor musun? İşte, Selahattin Demirtaş’ın söylediği yere geldiler. Yani diyorlar ki: “Şiddeti bırakalım, hattâ Kandil’le araya bir mesâfe koyalım ve biz Kürt haklarını HDP olarak konuşalım ve bunu Parlamento içerisinde yapalım.” Ve burada bir şey daha söyleyeceğim: Bunu söyleyen de sâdece Selahattin Demirtaş değil. Dün akşam Ruşen, ben Mithat Sancar’ın kongre konuşmasını da okudum. Şimdi, kongre konuşmasında Mithat Sancar aynı noktalara değiniyor. Yani diyor ki: “Kardeşim” diyor, “şiddetle sivil siyâset bir arada gitmez. Bunu biz de biliyoruz ve bu yola sokmak durumundayız bu hâdiseyi. Öyle yapacaksak…” diyor, “o halükârda bu meselenin Parlamento içerisinde çözülmesi bizim için esastır” diyor. Fakat neyi ekliyor Mithat Sancar? Diyor ki: “Yalnız bu arada iktidârın tecrit siyâsetini bırakması lâzım; yani bu iş tecrit siyâsetiyle olmaz. Avukatlarını görsün, şunu yapsın bunu yapsın” diyor Öcalan bazında. Ve ben şunu biliyorum Ruşenciğim: Bir defâ silâhların bırakılması söz konusu olduğunda, HDP içerisinde ve Türkler’de Öcalan’ın hâlâ bir rol alabileceğine dâir düşünce var. Yani onu kenara koyamayacaklarını biliyorlar. Bu illâki şu anlamı taşımıyor: Yani “Biz PKK’nın gölgesi altından kurtulamayız; her zaman PKK ne derse ona dikkat edeceğiz — yani haklar bakımından. Ama işte mademki bu bir silâhlı mücâdeleydi. Mademki o silâhların indirilmesi gerekiyor, o halükârda bizim en eski liderimiz olan, figürümüz olan Öcalan’ı devreye sokmazsak bu iş olmaz” diye düşünenler var. Bunun bir ilerisine gittiğimiz zaman da ne olur biliyor musun Ruşen?  O da şu — şöyle izâha çalışanlar da var, diyorlar ki: “HDP Kürt haklarını gerçekten savundu ve diyelim ki siyâseten Parlamento içerisinde yepyeni bir Türkiye’yi oluştururken…” Bu eşit vatandaşlıktır değil mi? O fırsat eşitliğidir, ondan sonra özgürlüklerdir, yerel yönetimlerdir, değil mi? Onların güçlendirilmesidir, adâlettir ve kayyumların atanmamasıdır, herkes için adâlettir ve dediğim gibi eğitim hakkıdır. “Bütün bunlarda belli bir ilerleme sağlasak da…” gibi düşünebilen olabiliyor, “… o halükârda Kandil belki de” diyorlar “en baştaki veya alttaki adam neyse, ‘Biz tamam, silâhlı mücâdeleyi bırakıyoruz’u söyleyemeyebilirler” diyorlar. Niye diyorlar biliyor musun bunu? Çünkü kendi içlerinde birtakım klikler var ve bu klikler, yaşayan, yani kendi önlerinde olan, Öcalan gibi kenarda bir yerde duran biri değil de kendi önlerindeki bir adam, ‘Bana bakın şunu şöyle yapalım’ dediği takdirde, buna karşı PKK içerisinde başka bölünmeler yaşanabilir”i de düşünüyorlar. Yani dolayısıyla bunun her tarafına…

Ruşen Çakır: İstersen ben bir araya gireyim, şunu bir sorayım — çok ilginç bir perspektif oldu: Bütün geçmişe referansla, bugün îtibâriyle seçim sürecinde iktidârın, belki de Öcalan’la koordineli bir şekilde, İmralı’yı kendi lehine devreye sokarak seçimleri kendi lehine çevirme ihtimâli sizce var mı? Eğer bunu denerse de bundan kendi arzuladığı gibi bir sonuç alabilir mi? 

Murat Özçelik: Valla isterse deneyebilir. Ama bundan istediği sonucu alamayacağından emin olabilirsiniz. Şöyle: Yani HDP olarak nüfusun yaklaşık %15’nin oyuna sâhip bir parti eğer diyorsa ki –kendi kongresinden çıkan kararlarında– “Bakın, iktidarın kendi çıkarı için A’yı B’yi şunu yapmalarına biz izin vermeyiz. İzin vermeyiz, çünkü daha sonra bu Türkiye’nin ve Kürtler’in demokratikleşmesine değil, açıkçası Türkiye’nin felâketine yol açacaktır. Ve Türkiyeli bir parti olarak da…” –ki onu daha fazla üstelemeye başladılar– “…biz buna müsaade etmeyeceğiz” diyor. Şimdi biz buna müsaade etmeyeceğiz diye HDP söylediğinde, siz Öcalan’ın çıkıp da, “Yok kardeşim, bak bana şunu verdi…” Yani şöyle söyleyeyim: Ne verecek Ruşenciğim? Bakalım yani, ne verecek Cumhurbaşkanı böyle bir şey kazanmak için? Size samîmî söylüyorum, şu anda HDP’nin söylediği ve açıkçası CHP’nin de her ne kadar HDP ile berâber değilim dese de kabullendiği… ve yani bunu ben şöyle söyleyeyim: İnanın MHP içerisinde dahi Kürtler’le işbirliğini başka boyutta götürmeyi isteyen adamlar var ama, yukarıdakiler hık mık diye, yani o politikayı acayip bir şekilde götürdükleri zaman başka yollara dönemiyorlar. Yani hakîkaten Selahattin Demirtaş’ın söylediği, “muhâlefetin algılar ve korkularla hareket ettiği” bir gerçek. Bunu bir adım aşabilmesi, iktidar karşısında çok daha güçlü hâle gelmesine de sebep olur. Ama bu korkaklığı aşmaları lâzım. Fakat ben Cumhurbaşkanı’nın sadece Öcalan’ı ve İmralı’yı bir şekilde devreye sokup bu işi yapabileceğine inanmıyorum. Bir defâ İmralı boyutuyla bakalım Ruşenciğim: İmralı boyutuyla baktığımızda, şu anda baktığımız sâdece Türkiye’deki durum değil ki… Irak’ta ne var? Irak’ta Sincar, Sincar’ın akıbeti var, değil mi? Suriye’ye geçtim: Suriye’de Haseke’dir, kuzeydoğu yani Fırat’ın doğusundaki Kürt meselesi var, PYD var, değil mi? Yani siz bir taraftan Suriye’ye şey yapacaksınız, “Ben orayı işgal edeceğim. Ondan sonra hattâ öyle bir şey yapacağım ki, buraya gelmiş olan göçmenleri, oraya Suriyeli Arapları filan göndereceğim” diyeceksiniz bir taraftan. Ondan sonra da dönecek İmralı diyecek ki: “Valla çok haklısınız. Mademki bize şunu şunu veriyorsunuz”. Neyi verecek? Hadi “Öcalan’ı çıkartıyorum dese”, meselâ “Öcalan’ı ben çıkartacağım dese”, en iyi ihtimalle, değil mi? Onun dışında, eğitimi, yerel yönetimlerle ilgili hâdiseyi düzeltecek mi Cumhurbaşkanı? Yani kayyumları bırakıp da yerine HDP’lileri mi getirecek? Onların koşullarından bir kısmını yerine getirmek için. Bunlar hayal; bunlar ham hayal. Yani hep diyoruz ki Cumhurbaşkanı şapkasından bir tavşan daha çıkartabilir. Çıkartsın.

Ruşen Çakır: Burada siz Suriye’den bahsettiniz. Suriye’nin bir pazarlık konusu olabileceği, Suriye’de dokunmama karşılığında, seçimde destek isteyebileceği yolunda spekülasyonlar var. 

Murat Özçelik: Evet, doğrudur. Yalnız buna ben şöyle söyleyeyim: Yine İmralı pek yanaşmayacaktır. Çünkü bakın, dikkat ederseniz Cumhurbaşkanı… yani ben bu meseleye epeyce uzun zamandır baktığım için, eskiden ne olurdu biliyor musun Ruşen? Asker derdi ki: “Yahu kardeşim, siyâseten bu işi yapamıyorsunuz, ey hükûmet! Düzeltemiyorsunuz. Ondan sonra bana geliyorsunuz; mecbûren ben bunu silâhla hallediyorum” derdi. Ama arkadan da ne yapardı biliyor musunuz? “Sıkıysa siyâseten bunu çözmeye çalışın, bu siyâseten de tehlikeli bir olaydır” derdi. Dolayısıyla, olduğu gibi silâha düşerdiniz. Ben şu anda Cumhurbaşkanı’nın, yani bütün bu tek kişi olarak her bir şeyle uğraştığı zaman içerisinde, Askeriye’nin onu ne ölçüde bir taraflara yönlendirdiği hususunu dikkatle incelememiz gerektiği inancındayım. Yani ben İmralı’nın, seçimde, “Ben karar verdim, evet, bu dönemde bana dediler ki, ‘Biz sizi rahat bırakacağız’ dediler”…. Tamam mı? Rahat bırakacağız demeleri ne demek? Öcalan’ın demokratik özerklik dediği hususu şu anda PYD üzerinden Suriye’de uyguladıkları bir bölgelerinin olduğudur. Anlatabildim mi? Şimdi bunları, Ruşen, çok açıkça konuşmadığım takdirde, yani olguları doğru dürüst söylemediğim takdirde meselenin anlaşılması da mümkün değil. Tamam mı? Yani eğer siz orada demokratik özerkliğe izin verdiniz. “Tamam PYD, istediğini yap” dediniz. O PYD acaba, yani Mazlum Kobani meselâ, terörist de diyegelmişsiniz bugüne kadar, daha önce Salih Müslüm’ü de geçtik. Değil mi? Bu insanlar inanır mı zannediyorsunuz? Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı’nın farklı bir yola gitmeyeceğini… yani bir de adam diyor ki… bence ondan dolayı Suriye’deki Kürtler’le de çok yakın ilişki kurmamız gerektiğine inanıyorum ve inandığımı söylüyorum. Çünkü biz Irak’ta Kürtler’le yakın ilişki kurduktan sonra, Amerikalılar üzerinden Kürtler’le görüşmemize gerek kalmadı. Irak’ın parlamentosu içerisindeki Kürtler’le başkaları üzerinden konuşmamıza gerek kalmadı. Ve doğrudan işlerimizi yapar olduk. Oysa PYD bugün diyor ki: “Benim kafama sürekli vuran bir Türkiye var ve Cumhurbaşkanı var”. “Dolayısıyla” diyor “bu Cumhurbaşkanı’yla daha önce de biz bütün bunları yaşadık” diyor. “Ona verdiğimiz destek mukabilinde yine bize aynı sonucu verebilir”. Ve diyor ki: “Acaba Amerika bu konuda ne düşünür?” Tamam mı? Şimdi işin içerisine Amerika, işin içerisine Rusya, işin içerisine başka boyutlar, Suriye falan girdiğinde, açmaz çok daha büyük olur. Bakın şunu söyleyeyim, yine çok açık konuşacağım Ruşenciğim: Nasıl ki biz Kuzey Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ilgili olarak ilişkileri normale oturttuk ve bunda daha ziyâde KDP katalizör rolü oynadı. Ve KDP’yi de bal gibi… daha önce ne dedim? İlk başta “postal yalayıcı”, “terörist, gebertin!” diyen bir toplum vardı. Şimdi aynı topluluk, PYD için aynı şeyi söylüyor. Yani bunu sen YPG yaptığını varsay. PKK YPG değil mi? Şimdi illâki diyorlar ki: Yok, PYD de YPG de, A da B de hepsi aynıdır. Yahu kardeşim, bir şekilde orada bir düzen kurulmaya çalışılıyor. O halükârda o düzeni kurarken aynen Irak’ta yaptığınız gibi, ne olur ya, kendi Kürtleriniz’le yapacağınız işbirliğini, yani Parlamento’da yapacağınız işbirliğini ne olur orada da yapsanız? Yani etrafa vurarak sürekli ne artırıyorsunuz? Düşmanı artırıyorsunuz, başka bir şey yapmıyorsunuz, bu çok açık. Yani bunları, “Sen teröristsin. Sen bak PYD ile ilgili A dedin, sen teröristsin” filan gibi bir tartışma içerisinde götürürsek, aklıselim sâhibi bir tartışma olmaz. Ve yani biraz önce ne söyledim? Ben de dâhil Ruşen –buna önyargı, algı falan diyebilirsin– ama Kürtler’in belli talepleri olduğunda, hiç kusura bakmasın, biz Türkler’in de birtakım taleplerimiz var. Tamam mı? Benim de birtakım korkularım var. Bak Selahattin Demirtaş o korkuları ve algıları gördüğü için diyor ki: “Türkiyelileşmemiz lâzım” diyor. Oysa biz Öcalan’ın… ya yani çocuk katilinden, bebek katilinden, bilmem ne katiline kadar… yıllarca dinledik askerden, yıllarca politikacılardan dinledik. O zaman birazcık da şöyle düşünmek lâzım — yani iktidâra da söylüyorum: Kardeşim, siz o yolu denediniz. O yolun netîcesinde bak, Diyarbakır Sur’da şey kalmadı, yani kötü mü oldu? Belki hayır, en azından Sur’un arka sokaklarındaki tinerci çocuklar yerine şu anda birtakım kafeler var, gençler orada oturuyor filan falan; ama târihî bir şeyi de ortadan kaldırmış oldunuz. Bu başka türlü de sonuçlanabilirdi. Yani her insanın belli bir dönemde bir faydası var Ruşenciğim. Yani Öcalan bence Kürtler bakımından yapması gerekeni yapmıştır. Bu Kürtler’in belli bölümlerinin, yani ona saygı duyanların ona saygı duymaya devam etmemelerini gerektirmez; ama benim ona saygı duymamı da gerektirmez, tamam mı? Yani öyle bir şey yok. Demek istediğim: Öcalan ve İmralı’yı dikkate alarak uygulanmış bir süreç netîcesinde kaç tane evlât öldü biliyor musunuz? Ülkede çok adam öldü. Siz aynı yola gittiğiniz zaman, Allah göstermesin, yani ben Kürt olsam meselâ derim ki: “Ya kardeşim, bırak Allah’ını seversen, ya yine benim başıma gelecekler”. Belli yani, PKK’nın peşinden gittiğinde birçok Kürt diyor ki: “Yani ben haklarımı o yoldan alamam, ben bunu siyâset içerisinde alacağım ve Türkiyeli olarak alacağım”. Ama o doğru yoldur.

Ruşen Çakır: Peki son olarak Irak’ı da hızlıca bir konuşalım isterim. Şöyle bir imaj var: Irak’taki Kürdistan yönetimi Ankara’yla çok uyumlu çalışıyor. Ve bu da Kandil’i çok rahatsız ediyor gibi bir imaj var. Bu ne derece sâhici? Ya da bütün bu süreçlerde Türkiye’nin sorunlarının, özellikle Kürt sorununun çözülmesinde Irak’taki Kürdistan bölgesel yönetiminin herhangi bir katkısı olabilir mi? Yoksa bu, hiç kimseyi karıştırmadan Türkiye’nin kendi içerisinde çözebileceği bir şey midir?

Murat Özçelik: Bir defâ bir uzlaşı için, barış için, kim size yardımcı olursa yardımını alacaksınız. Yani bu KDP olur KYB olur A olur B olur, bu başkaları olur. Ama şöyle söyleyeyim size: Bir defâ Kürtler arasındaki bu çatışmalar, onların arasındaki anlaşmazlıklar da biliyorsunuz yeni bir olay değil. Yani şu anda Irak’taki Kürt bölgesinde güneyde KYB’nin –ya da İngilizce PUK’un– yönetimde olduğu bir idâre var. Kuzeyde de KDP var. Değil mi? Şimdi dolayısıyla şöyle söyleyeyim: Güneyde daha bir sosyal-demokrat çizgi var iken, yukarıda –kimse bozulmasın– daha otoriter bir yapı var, farzımuhal. Ve de o yapı bütün Irak Kürdistanı’na hâkim olduğunda ve hattâ Irak Parlamentosu’ndaki birtakım gelişmeleri de etkilediğinde, o halükârda KYB de diyor ki: “Bir dakika” diyor. KYB “bir dakika” dediği zaman arkasında İran var, yani Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin, Talabani’nin arkasında İran var. Bu ta 1990’lardaki savaşa kadar gidiyor biliyorsunuz o dönemde. Dolayısıyla KYB’nin yanı sıra da İran’ın Kandil’de, yani güneydeki bölgede olan PKK ile de çok yakından ilgisi var. Dolayısıyla biz İran’la ilişkilerden bahsederken, hani her bir tarafla karmakarışık ilişkiye girdiğimiz için, o karmakarışık ilişkiler ortaya çıkmasın diye bâzı şeyleri söylemiyoruz. Ama bizim başımıza PKK belâsını açanların içerisinde İran da var, Amerika da var yeri geldiğinde, şu da var, bu da var. Ben PKK ile KDP arasındaki bu anlaşmazlığın içerideki güç savaşından kaynaklandığını ve dolayısıyla o güç savaşını gören Ankara’nın da KDP’ye yardımcı olmak sûretiyle hani böyle bir şeyin ortada olduğunu görüyorum Irak’ta.  Ama şundan emin olun: Bu bir süre sonra, “Kürd’ün Kürd’ü kırmaması lâzım” noktasına gelir ve başka türlü bir çizgiye dönüşür. Ve umarım da öyle olur. Yani artık eski düşüncelerin ortadan kalkması lâzım: “Ya, ben gideyim, KDP’yi KYB’ye karşı veya PKK’ya karşı kullanayım da, aralarına nifak sokayım, birbirlerini öldürsünler, ben ortadan şey çıkayım”. Yok, burada biz eğer rahat edeceksek bu bölgede, o halükârda Kürtler’le doğru dürüst bir şeyi bulmak zorundayız. Onu bulurken de –yani bu yurtdışı bakımından, dış ilişkiler bakımından söylüyorum– ama Türkiye’nin içerisinde de hiçbir zaman demokratik ilkelerden ve de sivil siyâsetin dışına çıkmamaktan dönmemeliyiz. Tamam mı? Yani bizim hedefimiz bu olmalı. Umarım biraz anlatabildim, açıklayabildim.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. Çok güzel bir yayın oldu, daha öncekiler gibi. Murat Özçelik’e çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.            

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.