Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Dış politikada imkânlar, kabiliyetler, sınamalar

İşin abecesi: Herhangi bir ülke için başlıktakilerin ilk ikisi iradeyle ve çabayla değiştirilebilir, üçüncüsü de zaten kendiliğinden sürekli değişir. Bununla birlikte, “görünebilir gelecekte” diye bir ön koşul eklersek, sınamalar da belirli ölçülerde sabit kalacaktır. Siyasal bakışa göre ulusal çıkarlar herhalde gözden geçirilir, öncelik sırası da değişir. Sınamaların ise önemi varkalmaya tehditten, yönetilebilire dek yeniden sınıflandırılabilir.

Tutum, siyasal bakışla akılcılığın optimal kesişme noktasında belirlenecek ve dönüşen koşullara göre yeniden ele alınacaktır. Demokratik yollardan başa gelen her yönetici ve yönetim de dış politikasının hesabını, iradesi mecliste cisimleşen seçmene verecektir. Dolayısıyla, dış politikanın siyaset üstü olduğu veya iç politikadan tümden kopuk olması gerektiği savı pek geçerli olmasa gerektir.

Bölgemiz kuşkusuz belâlı. Tepemizde Putin’in Rusya’sı, altımızda devletleri içlerine çökmüş terör yuvaları Suriye ve Irak, yanımızda mollaların İran’ı. Kasamız boş. Enerjide dışa bağımlıyız. Toplumumuz toplam izlenimi veriyor. Üzerine, yeni sürüm bir küresel savaşın ya eşiğinde ya içindeyiz. Yine küresel ölçekte bir ekonomik bunalım da ağırlaşıp, ivmelenerek baştankara üzerimize doğru geliyor.

Hani cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk Anıtkabir’deki ebedi istirahatgâhından bugün başını doğrultsa, onun da eldeki kadro, bütçe ve haritadaki konumla dış politikadaki manevra alanı kısıtlı olurdu. Artık mevcut yönetim kadrosu ve liderden beklentimiz yok. 2023’teki seçim ufkunda beklendiği üzere yönetim değişikliği gerçekleşirse, dış politikada hangi değişiklikleri beklememiz gerektiğini sorgulayıp duruyorum. Özetle, meselem bu.

“Liyakat de, gerisini Allah’a bırak” yaklaşımı sanmam ki, siyasi talimattan önce gelsin. Ve evet, belki İngilizlerin dediği gibi “dış politika seçim kazandırmaz ama seçim kaybettirebilir.” Buna karşılık, masa altılı, seçilecek cumhurbaşkanı tek. Baskın olasılıkla önerilen güçlendirilmiş parlamenter sisteme ne geçilecek ne bu öneriyi halkoylamasına götürecek çoğunluk mecliste elde edilemeyecek. Bugün nasıl ağız alışkanlığıyla hükümet, iktidar, Ankara diyor Erdoğan anlıyorsak, yarın da seçilecek cumhurbaşkanının dış politikasını konuşuyor olacağız.

Tarihin dönüm noktası, yeni dünya düzeni filan derken örnekse, Erdoğan bir Cuma çıkışı cami avlusunda ayaküstü İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı olduğunu/olduğumuzu belirtebiliyor. Putin’in Ukrayna’yı işgalini Madrid’de “olumsuz gelişmeler, olaylar, süreç” gibi utangaç ifadelerle tanımlarken, aynı Madrid’de altına imza attığı gelecek onyıllık stratejik kavram belgesinde aynı olgu (Ukrayna’ya saldırı), kişi (Putin) ve ülke (Rusya) için yer verilen nitelemeler belli.

Madrid’den döner dönmez, bir yandan Draghi’yle S-400’ün aksine ve hayırlısıyla yerine NATO’ya entegre çalışabilecek SAMP-T hava savunma sistemi anlaşmasını bağlarken, bir yandan Putin’le yüz yüze temas arayan da aynı Erdoğan. Öyle ki, Biden’dan sonra Putin’le de aynı karede resim verebilmek için Moskova’nın Tahran’da Reisi’yi de alarak üçlü Astana formatında görüşme önerisini dahi derhal kabul edebiliyor.  

Öte yandan sürekli kendi göbek deliğine bakmak ve zorlanılmadan yapılmış hatalar (“unforced errors”) istenirse kaçınılabilecek zaaflar. Bir türlü yüzleşilemediği için geçmişin tarihleştirilememesi ve o geçmişin bugünkü sınamalarda ayağımızda pranga olması da düzeltilebilecek bir diğer etmen. Ege adalarına ve PKK terörüne takılı kalıp, NATO şemsiyesi altında Doğu Akdeniz ve Karadeniz’in hâkimi, Boğazlar’ın muhafızı rolünü üstlenmek güç. Madem SAMP-T alımına giriştik, tek bir kart oynayacak olsanız S-400’ü atıp, “rest” demek mümkün.

Ayrıca iletişim her şey değilse de usul de önemli bir değişken. Türk Sanat Müziği’nde sesin gücünden çok, makam bilmenin değerli olduğu öne sürülür ya, diplomasi de belki buna benzetilebilir. Müzeyyen Senar’ın Bülent Ersoy’un kendi aktardığı “bağırma çocuğum” öğüdü bu bağlamda akla geliyor. İlter Türkmen’in ardından yazılanlar da.

Yunanistan’la gerilimi düşürsek, içeride demokratik atılımda içten kararlılığımızı somut hızlı adımlarla kanıtlasak, önemli merkezlere doğru misyon şefi tayinleri yapsak, sempati kanalından epey yürüyebiliriz AB’ye. Sözgelimi, seçimden sonra hemen özgürlüklerine kavuşacak Kavala ve Demirtaş’ın yanı sıra kayyumlanmış belediye başkanları da, Barış Akademisyenleri de dış politikamızın gönüllü iyi niyet elçileri olacaklardır. Hak ve özgürlüklere, hukuk devletine, AB normlarına doğru “ama’sız” dönmek diplomasinin manevra alanını genişletip, zaman kazandıracak, elimizi rahatlatacaktır. 

Erdoğan’ın yerini seçimle alacak yeni başkan, ekonomik enkazı kaldırmak, anayasal dönüşümü sağlamak, adalet ve eğitimde reform yapmak gibi konulara 24/7 mesaisini odaklamak durumunda olacak. Gerilim üretmeyip, sorun çözecek bir dışişleri bakanı sırtından yük alacağı yeni başkana pürüzsüz sürüş zevki tattırabilecektir. Ama kapıları buzdolabı gibi “güp” diye kapanan gösterişli bir Merso’yla değil de, parçası bol ve ucuz, servis ağı yaygın, yakıt cimrisi “keçi” bir Reno’yla belki. Kulaktan dolma borsa diliyle söylersek, “ayı” piyasasında “boğa” güvencesi sağlayacak bir bakan.

Gerçi o bakanın da işi çok olacak: Organizasyon şemasından başlayıp yazışma diline, müptezel militanların ayıklanmasından tutun pıtrak gibi yerli yersiz açılmış misyonların içlerini doldurabilmek için yapılacak nitelikli personel takviyesine yahut bunların bazılarının kapatılmasına ve yükselme, atama, mesleğe intisap ölçütlerinin yeniden belirlenmesine dek pek çok dosyayı aynı anda yürütmesi gerekecek. Özetle, hariciyeyi tepeden tırnağa yeniden yapılandırıp, eldeki kadroya yön verip, vazife zevkini ve iştahını yeniden kazandırmakla da uğraşacak.  

Dış politika adı üstünde dışişleri bakanına emanet edilmeli. Karar alma süreci bir numarada şişe boğazı gibi toplanmayıp, silolaşmamalı.  Askeriye ve istihbarat, dış politika ve ulusal güvenlik meselelerinde hariciyeyle güzellik yarışında ve kakofonik değil, dışişleri bakanının orkestra şefliğinde senfonik çalışmalı. Genelkurmay Başkanı’nı Milli Savunma Bakanı atamak zorunluluğu olmadan TSK, MSB’nın emrinde olmalı. İstihbaratın sivilliği korunurken, dış istihbarat, kontrespiyonaj, analiz, operasyon, iç istihbarat gibi alanların yeni bir kurumsal yapıya kavuşturulması da değerlendirilmeli.   

Bakınız “asla oyuna gelmeyeceğiz” söylemi epeydir dolaşımdan kalktı. Yerini (diyelim) SADAT’ın kapısına dayanan bir Kılıçdaroğlu aldı. Dış politikada da Avrupa Birliği’nin, Avrupa Konseyi’nin, ABD’nin mecazen kapısını aşındıran bir Kılıçdaroğlu tahayyül edilebilir. Aynı meseleyi bir başka yönüyle ifade etmek gerekirse Dışişleri Bakanı’nın müstakbel kabinede cumhurbaşkanının hemen ardından ikinci ve eşitler arasında birinci yani amerikancasıyla “devlet sekreteri” konumunda olması bence elzemdir. Cumhurbaşkanı “süvari” ise, Dışişleri Bakanı da “efendi kaptan” olmalı.

Finansta olduğu gibi dış ve ulusal güvenlik politikalarında da seçim sonrası dönemde başlıca iş diplomatik kredi risk primini (“CDS”) düşürmek olacak. Bunun kısayolu, laik cumhuriyetin gerçek organik kimliğiyle yönelimini yeniden ana akım kılacak bir yaklaşım. Kaptan rotayı doğru belirler, dümeni kırıp pruvayı doğru yöne çevirirse, mürettebatın liyakatı sınırlı veya ayıplı da olsa, küresel fırtınaya rağmen en ters rüzgârlardan dahi yelkenlimize itici güç sağlamak olanağı bulunabilecektir. En basit ve ivedi adım olarak da S-400’ü kapısı ilelebet mühürlü kalacak bir hangara kaldırmayı öneriyorum. 

Dar penceremizden görülebildiği kadarıyla ve kıt aklımız elverdiği ölçüde maruzatımız bundan ibarettir. Takdirlerine saygılarımla arzederim, imza-kaşe vs. Versinler şifreye, merkeze geniş dağıtım çekelim şekerim…  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.