Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Gülşen’in yanında, CHP’nin karşısında?

Gülşen’le karşılaşmadım. Gülşen’in hiçbir parçasını dinlemedim. Gülşen’in sahnede çekilmiş fotoğraflarına denk geldikçe çokça “nazar değmesin” dedim. Gülşen’e ilişkin yaşantım bundan ibaret. Bunları marifet diye değil cehaletimi belirtmek için yazdım.

İki yıldan fazla olmuş, bir başka benzer yaygarada, belki anımsayan okur çıkar, Pınar Fidan için de benzer konumdan yazmıştım. Hatta o zamanlar işi nasılsa telefonumu edinip, bana doğrudan küfretme zevkini yaşamaya dek vardıran bir Alevi “aydın” da çıkmıştı.

Pınar Fidan “vakasında” da alelusul CHP yine tarihsel ıskalarından birini geçmişti. Tribüne hep derin ah’lar çektiren kimi eski santrforlar gibi. Misal, 1981-84 sezonlarında Galatasaray’daki maalesef talihsiz Sinan (Turhan) geliyor aklıma. Bu bağlamda ister istemez sormak geliyor içimden: Acaba MV Özgür Özel’in hızını alamayıp “biz de sürecin takipçisi olacağız” dediği o “süreç” tutuklanmayla sonuçlanınca Sayın Özel mutmain oldu mu?

Ardından Gülşen tutuklanınca “özrü tartışmayı kapatmak için yeterliyken” manevra payıyla sert (!) çıktı aynı MV Özel. Gülşen’in özür metnini yazım ve içerik bakımından beğenmek başka. Ona özür diletilmesinden utanacak bilince sahip olmak başka. Hele “korkarım benim de ifadelerim maksadını aştı, hayal kırıklığı yaratıp yüzüstü bıraktıklarımdan af dilerim, sahada fazla koşturmama verin” filan yollu bir özür açıklaması yapacak dirayet bambaşka.  

Yirmi yıllık istibdadın ardından bir kadının yanında durmak için laik cumhuriyetin kurucu partisi olma iddiasını taşıyan CHP’nin karşısına mı düşmek gerekecekti? O zaman gerçekten “adam kazanmış”, biz de ölmüşüz ağlayanımız yok demek: Ört ki ölem. Yoksa acaba halka “inmek” arayışındaki CHP esnaf ziyareti yapa yapa, şu sokak röportajlarındaki malum “dayılara” mı öykünür oldu, onlara mı dönüştü “seçmenin kalın doğrama ortalaması budur” şiarıyla?

O kafayla yol yürüse Atatürk de laik cumhuriyet yerine o dönem on milyondan az nüfuslu ve her bakımdan çorak Anadolu’da bir İslâm cumhuriyeti kurar hatta kendini de emir-ül müminin ilân eder, rahatına bakardı herhalde. Ülkemiz de sıradan, tıpkı komşularımız Suriye, Irak, İran gibi bir Ortadoğu devleti olurdu. 

Akla ilk gelen o “en ortalama”, ne siyasette ne hayatta sanmam ki hep en doğrusu olsun. Bakınız Fatih Altaylı “Baskıya karşı azimli direnişini ve zorla dayatılan sahte bir muhafazakarlığa karşı baş eğmezliğini takdir ediyorum. Baskılara karşı başörtüsünü çıkarmayan kadınla, Gülşen Çolakoğlu arasında hiçbir fark yoktur.” diye yazmıştı. Buyurun size hazır konuşma notu. Ayrıca tesadüf bu ya Altaylı da kız babası, ben de öyle.

Mesele önce durup düşünmekte, sonra düşündüğünü en kısa, en doğrudan biçimde söyleyebilmekte.  Ülkemizde meşum Taksim kanlı 1 Mayıs’ının (34 can kaybı) yaşandığı 1977 senesinde, İngiltere’de Sex Pistols unutulmaz “God Save The Queen” albümünü çıkarmıştı. Aynı adlı “hit” parçanın sözlerinden bir tutamı çalakalem çevirelim: “Tanrı Kraliçe’yi korusun / Faşist rejim / Seni bir gerzeke çevirdiler.” Aradan geçmiş 45 yıl yani neredeyse yarım yüzyıl. Türkiye’de günümüze uyarlayalım da söyleyelim mi bir ağızdan? Amiyane olacak ama “sıkar” mı?

Hani “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” ama “her çok güzel olacak”, öyle mi muhterem CHP? Yoksa maksat tam da Müslüman mahallesinde salyangoz satılacak toplumsal, anayasal, siyasal ortamı yaratmak mı olacaktı? Örnekse, Altılı Masa ortağınız Ali Babacan’ın yerli-yersiz yinelediği “kazanılmış haklar”, Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmama “hakkı” olabilir mi?

Defalarca yazdım daha önce: “Vicdanının sesini dinle bak ne diyor / Senin için bir can, bir can gidiyor.” “Vicdan” yerine “seçmeninin” mi demeli yoksa sağır kulaklara erişebilmek için? Gülşen’in tutuklandığı günün akşamı, belki bir Sex Pistols değil ama Fenerbahçe tribünleri coşkuyla onun “Elimi de kolumu da bağla hadi / Bir odaya bir ömür hapset hadi / Becerebilirsen zapt et hadi” parçasını haykırıyordu. Doğduğum büyüdüğüm Teşvikiye ve yaşadığım Fenerbahçe her seçimde yüzde sekseni aşan CHP oyuyla ülke rekortmeni.

Nereden nereye ama nerede? O maçta Fenerbahçe’nin güle oynaya dört atıp, evine uğurladığı Austria Wien 1982’de Galatasaray’ın rakibiydi. İnönü Stadı numaralısına babamın elinden tutup gittim. İlk yarım saat Sejdiç-Hociç adeta fırtına gibi esti. Ama maç 2-0’dan dönüp 2-4 bitti. Tribün boşalıyor ben oturmuş ağlıyorum. Babam rahmetli bekledi, “şimdi ağla oğlum ama daha çok maçlar göreceksin unutma” demişti. 2000 yılındaysa UEFA kupasını kaldırdığımızda babam ölüm döşeğindeydi. Yine ağlayarak “bak Avrupa şampiyonu olduk baba” demiştim ona Parken’den telefonla.

Futbolda oradan buralara gelmişiz iyi-kötü. Ya demokraside? CHP’nin bizlere söylediği amaç “yüzüncü yılında cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak.” Ama ayağına her top geldiğinde bizim bahtsız Sinan gibi “ahh” çektiriyor. Çıkar şimdi Ömer Çelik’i, Fahrettin Altun’u vesairesi kibir dağları tepelerinden dudak bükerek “dünyanın hiçbir ülkesinde” diye başlayarak azarlar bizi. CHP de “hassasiyetler, değerler, kazanılmış haklar” mırıltısının ardından “asla oyuna gelmeyeceğiz” diye gürler. Bıkmadık, bıkamadık mı, ağladığımız yetişmez mi? Sahi, görecek maçlar kaldı mı daha?

Ben de Gülşen’in tutuklandığı günün akşamı Özgürlük Parkı’ndaki açıkhava tiyatrosunda kızımla birlikte D22’den “Hakikat Elbet Bir Gün” oyununu izliyordum. Bir ara o denli içlendim ki kızım içgüdüsel olarak elini omzuma koydu, döndü yüzüme baktı anlamasa da teselli kabilinden. Daha önceleri Şevval Sam’ın “Müzeyyen” müzikalini izlerken de böyle olmuştu. İnsanın içinden duvarları yumruklamak, gözyaşlarını salmak geliyor beyhude. Nereden nereye? Yahut neden hep olduğumuz yerde?    

Zeki Müren daha 1970 yılında sahneye mini etekle çıkıyor. Yürek değil mangal gibi yürek ister gerçekten. Kendi de izleyicinin olası tepkisine önlem olarak pantolonunu kuliste hazır tuttuğunu anlatıyor zaten. Medar-ı iftiharımız, “sanat güneşimiz” Zeki Müren’in LGBTI-Q hakları için mücadele verip, vermediğini tartışmak bana düşmez. Ancak yalnızca varlığıyla bile, “orada durup bizi rahatsız etmeyi” sürdürerek, zihniyetleri dönüştürmeye katkı sunduğunu herhalde teslim etmek gerekir.

Yine önce Menderes sonra Demirel’in sağlam destekçisi merhum pederden örnek vereyim. Bazen kafayı çekip coşar “bu memlekette Zeki Müren’e yedek subaylık yaptırdılar” diye sızlanırdı. Bazen de Zeki Müren’in onun babasının (büyükbabamın) Cihangir’deki evde okutulan mevlitine dönemin (‘50ler) namlı bir hafızını dinlemeye gelişini profesyonelliğini vurgulamak için saygıyla aktarır, icrasının üstün niteliğinin altını çizerdi. Bugün kızımın yanında ağzımdan herhangi bir ayrımcı şaka çıkacak olsa, derhal paylıyor beni.  

Bu işler biraz böyle yürümez mi? Biraz arkadan ittir, biraz önden çektir. Vasatın tasallutu altındayken muhalefetin işi herhalde toplumun o kalın doğrama ortalamasını önümüze hedef diye koymak olmamalı. Hele o ortalamanın ne olduğu konusunda rivayet muhtelifken. İç Anadolu’da esnaf ziyaretlerinden vakit buldukça acaba CHP biraz da Moda-Caddebostan arasında haftanın herhangi bir gecesinde temiz hava almaya mı gelse? Başı örtülü-açık, içen içmeyen, İstanbul’un çeşitli köşelerinden gelen kızlı-erkekli gençlerin azıcık özgürlük solumak için hep birlikte doluşageldiği daracık sahil şeridinde mi seçmenle dertleşse?

CHP’nin “oy deposu” İç Ege mi, Orta Anadolu mu, Doğu Karadeniz mi bilemiyorum. Ama tüm Anadolu İstanbul’da onu biliyorum. Nüfusu da yirmi milyonu geçti herhalde. Trabzonlu hayırlı damadımız İmamoğlu da İBB başkanlığını Kürt oyuyla kazandığının sanırım bilincinde. Kaldı ki büyükşehir de olsa belediye başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı seçimi apayrı.

Sandığın iki belirleyeni olacak: Kürtler ve ilk kez oy kullanacaklar. Ramazan bitse de ağız tadıyla siyaset yapsak, şu Gülşen bahsi geçse, kadın serbest bırakılsa da EYT, ÖTV vb. gündemimize geri dönsek yaklaşımıyla olacak mı gerçekten? Sen kendin diyorsun “hayat pahalılığı/alım gücü ve düzensiz göç/Suriyeliler seçimin başat konuları” diye eleştirebilirsiniz. Eyvallah da yalnızca iktisaden batmıyoruz. “Kürt de, genç de mecbur kardeşim, sen takılmana bak” demek ne denli gerçekçi? Hele 2022 yılında gençlere (demokrat cinsinden de olsa) “ben sizin amcanızım” demek?

Haksızlık mı ediyorum? Sayın Kılıçdaroğlu valileri uyarıyor, “kafanıza göre yasaklama yapmayın” diyor. Yargıçlara, savcılara çıkışıyor. Öğretmenleri “hadi ordan demeyi’ bileceksiniz. Bakın o zaman o tehditlerden nasıl dönüyorlar. Altıyüzbin kişisiniz, sizin önünüzde kim durabilir! Tüm güç sizin elinizdedir” diye cesaretlendiriyor. Oysa muhalefete yönelik benzer çağrılara şimdiye dek “asla oyuna gelmeyeceğiz” yanıtı veriyor. O arada adli yıllar Diyanet İşleri Başkanı dualı açılıyor, askeri mezuniyet törenlerinde duanın yanında iman, itikad, abdest çağrıları. Nihayet sıra Gülşen’e gelince CHP’den çıkan ses: “Diyanet’i biz kurduk, imam hatipleri de biz açtık…”

Sonra da göbek düğmeleri patlamak üzere slim-fit gömlekler, pahalı takım elbiseler, özgüvenle dopdolu mütebessim çehreleri ile bize “sus bekle, tıpış tıpış geleceksin, gidiyorlar, sen Erdoğan’dan bu kadar memnunsan git ona bas mührü” dersleri veriliyor. Kusura bakmayın ama hadi oradan be, iktidarı-muhalefeti topunuz çapsızlığınızla kabak tadı verdiniz! Kafamızda saç azaldı, dilimizde söz kalmadı, gözlük camlarımız kavanoz dibine döndü, muhterem CHP ise Gülşen “olayından” anlaşıldığı kadarıyla yirmi karanlık yılın ardından halen daha ayılamadı. Ne yazık.

Paul Eluard’ın klasikleşmiş şiiri Zülfü Livaneli aracılığıyla kulaklarımıza ulaşmıştı:  “Bir sözün coşkusuyla / Dönüyorum hayata / Senin için doğmuşum haykırmaya / Ey özgürlük.” Madem sağ-sol kalmadı (palavra), o zaman ortak payda olacaksa işte tam da burada. CHP-İYİP ile HDP’nin olası ortaklaşmasının en düzayak uzlaşı zemini de. Bu kadarını becerebileceklerini umut etmek istiyor insan ama Gülşen “vakasının” kim bilir kaçıncı kez gösterdiği gibi nafile. “Şuursuzluk”, “vizyon yoksulluğu”, “düşünsel omurga yoksunluğu” berdevam.  

*Benim bu mutad hezeyanlarımı boşverin, iki değerli hocamızdan iki güzel yazı önermek isterim:

1.Kendi de damdan düştüğü (itildiği?) için hep damdan düşenlerin yanında olan muhreç akademisyenlerimizden Murat Sevinç’ten: “Üstün Dökmen, laiklik ve ifade özgürlüğü”  

2.Bedirhan Erdem Mutlu’dan özellikle gallikanizm-laiklik ayrımı üzerine düşünmek ve belki yaklaşan gerçek tehlikeyi (Hulusi Bey formülü?) algılamak için: “Hayır, Tunus’a laiklik gelmedi”  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.