Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bize Medyascope’u Sorun (34): Türkiye’de bağımsız gazetecilik | Ünsal Ünlü ve Ruşen Çakır izleyici sorularını yanıtladı

Türkiye’de bağımsız gazetecilik mümkün mü? Bize Medyascope’u Sorun‘un bu bölümünde Ruşen Çakır ve Ünsal Ünlü, Türkiye’de bağımsız gazeteciliği konuştu ve izleyicilerden gelen soruları yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. “Medyascopu’a Sorun” yayınında bugün Ünsal Ünlü ile berâberiz. Az kalsın “Ünsal Ban” diyordum — büyük olay olurdu. Evet, bağımsız gazeteciliği konuşacağız. Ünsal, merhaba. 

Ünsal Ünlü: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Bu Ünsal’lar başımıza belâ oldu biliyorsun. 

Ünsal Ünlü: Sen bana sor bir de. O görüntüleri izlediğimde, elinde bıçakla Zehra Taşkesenlioğlu “Ünsal!” diyor ya? Böyle yüreğim ağzıma geliyor her seferinde ya! Çok acayip bir şey.

Ruşen Çakır: Şimdi Ünsal, 7 yıl oldu Medyascope ve senin tek tabanca yayıncılığın, bizim kurumsal yayıncılığımız; ama başladığın andan îtibâren senin yayınlarını biz aynı zamanda Medyascope’ta da paylaşıyoruz. 

Ünsal Ünlü: Evet.

Ruşen Çakır: Dolayısıyla ortak bir yolculuğumuz var. 

Ünsal Ünlü: Kesinlikle.

Ruşen Çakır: Periscope’la başladık. Periscope’u gömdük, şimdi sırada YouTube’u gömmek var. 

Ünsal Ünlü: Kısmetse önce Twitter’ı, sonra YouTube’u gömeceğiz.

Ruşen Çakır: Evet. 7 yılda çok şey yaşadık. Bundan sonra da yaşayacağa benziyoruz ve aslında baktığın zaman biz ilklerdeniz. Şimdi sayı bayağı bir çoğaldı. Değişik alanlarda, ama siyâsî konularda da yapan var. Spor, kültür, bilim vs. YouTube bayağı bir bağımsız yayıncılığın yeri oldu. Tabiî bunun çok sorunları var. Avantajları var, dezavantajları var. Bizim birleştiğimiz nokta: Bu mecrâlarda bağımsız gazetecilik yapabilmek. Şimdi, biz başladıktan 1 hafta sonra filan sen başladın değil mi, Medyascope’u lanse etmemizden?

Ünsal Ünlü: Tam 1 hafta var. 27 Ağustos, 20 Ağustos işte. Yani tam üst üste oldu. 

Ruşen Çakır: Şöyle bir şey soracağım Ünsal. Bu arada tabiî izleyicilerimize söyleyelim; Medyascope’un ve benim YouTube sayfalarımızdan chat bölümlerinden soru, öneri, eleştiri artık ne varsa buradan iletebilirsiniz ve interaktif bir yayın yapalım. Soruya dönersek: 7 yıl Ünsal, pişman mısın? Yorgun musun?

Ünsal Ünlü: Ya yok. Ben de şimdi aynı soruyu sana soracağım birazdan. Pişman değilim. Hiç pişman değilim. Çünkü o dönemde hani belki ilk kez yayınlarda bizi seninle karşılıklı görenler vardır; ama bizim gazeteci olarak çok eski arkadaşlığımız. O dönemde herkes bir şeyi terk etmeyi planlıyordu aslında. Meselâ sen son derece rahat çalıştığın bir ortamın içinde bunun denemelerine başladın. Çünkü biliyordun ki artık gazetecilik başka bir yere gidiyordu. Yapılan işin çok gazetecilikle alâkası kalmıyordu. Ben hatırlıyorum meselâ; senin gazeteyle, Habertürk’le ilişiğin kesilmeden önce yazdığın yazılardan. Bak bâzıları meselâ bugün yayınlansa yine olay olacak yazılar onların. Ama o zaman saklamak için her şeyi yapıyorlardı adamlar. İşin nereye gittiğini görüyorduk aslında. Ben de o dönemde çok ciddî bir şekilde kafayı artık kapatmıştım. Yani, “Gazetecilik yapacağım, kesin; ama böyle yapmayacağım” diye kendi kendime karar vermiştim. İşte o dönemde sen çok zorladın, ittirdin. Orada yaptığın iş meselâ, Periscope’un ilk hâlinde, çok önemliydi. Çünkü insanlar aslında onu kaçırıyorlar. Orada meselâ miting meydanlarında sesi çıkmayan insanlara sen bir iPad’le gidip konuşuyordun adamlarla. Sesleri duyuluyordu ve herkes şunu anladı ki böyle bir yöntem mümkün. Biz onun üstüne işte yani, seninle bir haftalık bölümün içinde, Medyascope’un ilk ortaya çıkışı, artık lanse edilip insanların, “Ya, bunlar burada bir şey yapıyor” dediği dönemde, böyle apar topar girmiş gibi görünsek de aslında ikimizin de kafasında vardı bir şey, yani bir şey planlamıştık. O yüzden zerre kadar pişman değilim. “Şu 7 seneye dönüp baktığın zaman, ‘Ulan iyi ki bu yayını yapmışım’ dediğin ne var?” dersen –bak bu soruyu ben de sana soracağım– ben bütün açık yürekliliğimle şunu söyleyeyim, kendi izleyicilerime de anlattım: 15 Temmuz darbe girişimi oldu, herkes arâzi oldu; seninle ben yayın yaptık. Biz çıktık. Biz bir yere kaçmadık ve bugün hâlâ insanlar anlatıyor büyük başarı, kahramanlık hikâyeleri filan, geyik geyik şeyler. Ben baktığım zaman, sâdece onunla çok gurur duyuyorum meselâ. Sen pişman mısın? 

Ruşen Çakır: Pişman değilim. Bâzen şey oluyor tabiî, bâzı hayal kırıklıkları oluyor. Bir de tabii şöyle bir şey var: Bizim kurumsal olarak gitmemiz ve senin tek olman. Ben de ilk başta tek olarak gidebilirdim, stratejik bir tercih yaptım. Şimdi birtakım ortak iş yapmanın getirdiği avantajlar, dezavantajlar ve insan ilişkileri vs.. Yani bir bütün olarak baktığımda kesinlikle pişman değilim; ama çok yorulduğum, çok canımın sıkıldığı anlar da oldu ve bunların büyük bir kısmı da Türkiye gibi bir ülkede yaşıyor olmanın verdiği bir şey. Yani meselâ linç kampanyaları. Hepimiz arada sırada yaşıyoruz. Şimdi ben zâten bireysel olarak yaşıyordum, şimdi kurumsal olarak da yaşamaya başladık. Benim lincimi Medyascope’a, Medyascope’un lincini bana da katarak yapıyorlar.

Ünsal Ünlü: Seninkini bana bile katıyorlar. Bana sabahları fırça atıyor millet: “Ruşen Bey böyle yapmış, bilmem ne…” diye. Diyorum ki: “Ruşen’e sorsanıza kardeşim. Ruşen açık bir adam. Sorun, cevap versin size.”

Ruşen Çakır: Bâzen de şöyle bir şey oluyor; ben bir yayında bir şeyler söylüyorum, meğer sen sabah tersini söylemişsin. Şey diyenler oluyor: “Vay, Ünsal’a cevap verdi” filan. İnan ki bilmiyordum.

Ünsal Ünlü: Ya abi niye bileceksin? İnsanlar şunu anlamıyorlar, demin o söylediğin hikâye var ya –Neşet Ertaş “goğül (gönül) yorgunluğu” diyor ona– hakîkaten gönül yorgunluğu oluyor. Bende de oluyor aynı şey. Ama insanların şunu artık anladığını görüyorum 7 sene geçtikten sonra –bilmiyorum sen ne dersin de–, ya kafalarında bir kere biz çok başka bir yere, başka bir iş taşıdık. Bu konuda hiç tevâzu göstermemize gerek yok. Ben hattâ şey diyorum buna, en son Datça’da izleyicili bir yayın yaptık biz, “Takımdan Ayrı Düz Koşu”da, orada, “Biz Ruşen’le buraya geldiğimizde dutluk bile yoktu”’ diyorum. Hani diyorlar ya? “Eskiden buralar dutluktu” diye. Dutluk bile değildi, çakıl ayıkladık önce, toprağı oluşturup öyle başladık. 

Ruşen Çakır: Ünsal, çok güzel bir soru var, deminki söylediğime binâen belki: “Dünya görüşlerinizdeki bâzı çok derin farklılıklara rağmen çok iyi anlaşıyorsunuz. Bu kadar kutuplaşmış bir ülkede bunu devam ettirmekte hiç zorlandınız mı?” diyor. 

Ünsal Ünlü: Sen cevap ver. 

Ruşen Çakır: Burada aslında şöyle bir şey var; bizi her şeyden önce birleştiren gazetecilik ve gazeteciliği kamu yarârına bir iş olarak görmek ve de özgürlüğe inanmak. Dolayısıyla aynı şeyleri söyleyen, birbirinin tekrârı olan insanlar olmanın çok da fazla bir anlamı yok yani. Önemli olan birbirimize bu anlamda destek olabilmek. Onun için demin söylediğim örnekteki gibi, yayın yapıyorum; “Ünsal’a lâf çakıyor” diyorlar filan. Alâkası yok. Gerekirse çakarım tabiî. 

Ünsal Ünlü: Herhalde. Yani olmayacak bir şey değil ki. Şimdi gazeteciler arasındaki fikir tartışması, polemikler, eğer iyi gazeteciler arasında yapılıyorsa toplumu çok ilerleten, mesleği de ilerleten şeylerdir. Yani burada bu soruyu soran izleyici çok iyi niyetle sormuş; ama aslında anlattığı şey tam da demokrasinin târifi. Bizim de yapmaya çalıştığımız şey. Ama bak burada söylediğin cümleyi çok önemsiyorum, ben de bir kez daha altını çizeyim; bizim temel derdimiz mesleğimizi yapabilmek. Biz gazetecilik yapmaya çalışıyoruz. Hani şimdi eminim sana da söylüyorlardır: “Ya muhteşemsiniz, şâhânesiniz” falan. Sonuçta baktığınızda bizim yaptığımız iş… Yani Finlandiya’da yaşıyor olsaydın Ruşen Çakır, açar mıydın böyle bir kanal, böyle bir şey yapar mıydın? İhtiyâcın olmasa…

Ruşen Çakır: Belki açardım ve bambaşka bir şey olurdu. 

Ünsal Ünlü: Başka yapardın abi. Başka yapardın. 

Ruşen Çakır: O zaman ona binâen soracağım, ekleyeceğim. Meselâ acayip zengin olurduk. Şimdi birisi, “Geçinebiliyor musunuz?” diye sormuş. Geçinebiliyor musun Ünsal? 

Ünsal Ünlü: Ben son 4 senedir, artık yaptığım işle âilemi geçindiriyorum. Sen de biliyorsun, çok konuştuk bunu zamânında, bunda bir gelir modeli oluşturmak son derece zor. Hattâ bu sorunun geleceği yeri sen de biliyorsun, ben de biliyorum. İstersen hiç zorlamayalım, oradan başlayalım mevzûya. Bu “fon” muhabbetine gelecek çünkü. Getirip insanlar ince ince onu sokuşturacak. Onu da konuşalım. Ama bir gelir modeli oluştururken Türkiye’de bunun örneği yoktu. Yani hiçbir şeyin örneği olmadığı gibi yoktu. İşte o dönemde ben Patreon diye bir sistem buldum. Sonra Ruşen’le konuştuk. Patreon’u buluyorsunuz da, Patreon’u yasal yollarla Türkiye’ye para transferini yapacak grubu bulamıyorsunuz. Onu bulup onları eşliyorsunuz. Ondan sonra oradan bir gelir elde ediyorsunuz. Bir, vergilendirmeyi seçiyorsunuz; bu ayrı bir zorluk. Ama son 4 senedir ben artık YouTube reklam geliri işte, âilemi bununla geçindiriyorum. Benim bundan yana bir sıkıntım yok. Ama burada meselâ şu tartışmanın mutlaka yapılması lâzım, seninle yüz yüzeyken de yapalım; insanlar Türkiye’de bâzı şeyleri o kadar şeytanlaştırıyorlar ki — kendi şeytanlıklarından ötürü yapıyorlar bunu. Meselâ Medyascope kurulduğu günden beri, biz sanayideki ilk dükkânında –“dükkân” diyorum, hakîkaten yan taraf kaportacıydı, hâlâ bana dükkân gibi geliyor; ben yeni binâlarını görmedim daha gidip, ama çok güzel bir yere taşındılar artık–, o zaman böyle 10-12 kişi çalışırken gencecik çocuklar geliyordu. Hattâ bir gün akşamüstü orada Ruşen’le berâberken, hatırlıyor musun bir çocuk geldi: “Bilgi Üniversitesi’nde grafik okuyorum abi. Ben ne yapayım?” diye sordu. Yaratılmaya çalışılan hikâye, “Ben ne yapayım?” diye gelmesi. Ben de bir şey yapmak istiyorum, destek atayım, bir yerden dokunayım. Ama bak bunu yapabilmek için işte, meselâ orada tamâmı açık, tamâmı hem kendi ülkelerinde hem Türkiye’de denetime açık fonların kullanılması, Türkiye’de acayip şeytanlaştırılıp bir yere kondu. İşte isim koyuyor; “Foncu Ruşen” diyor. Yapılan işe bak, açıklamasına bak, eksik bir yer görüyorsan yine söyle güzel kardeşim. Yine söyle. Bana diyor ki meselâ yayından önce –dur, lâfını unutma– muhtemelen bir inceden kavga çıkartmak için izleyicilerden biri şöyle bir mesaj atmış: “Siz gerçekten bağımsız bir gazetecisiniz. Ama Ruşen Bey değil.” Ne alâkası var? Ben tekim. Şu anda ben meselâ hiçbir fon kullanmıyorum. Çünkü ben tekim kardeşim. YouTube geliri, kendi ürettiğim gelir modeli, ben bunu yapıyorum. Medyascope’ta şu anda çalışan sayısı 50’yi buldunuz, değil mi Ruşen? 

Ruşen Çakır: Evet, bulduk. 

Ünsal Ünlü: 50 insan çalışıyor. Yani şöyle düşünün; 50 insana sâdece yemek çeki dağıtsanız, oranın döngüsü için –elektriğini, suyunu geçtim– oranın döngüsü için gereken parayı hangi delikanlı verecek bugün Türkiye’de? İzleyici elini taşın altına sokmuyor ki. Bu yayında konuşuruz. 

Ruşen Çakır: Geçen bir tâne büyük bir şirketten bir şey geldi, promosyon ürünü; 30 Ağustos’la ilgili bilmem ne vs.. Şirketin adını vermeyeyim. Büyük bir şirket ve çok reklam veren bir şirket ve sâhibini de tanıyorum; yani şahsen tanıyorum, aramız da iyi. Yani şöyle bir şey yapasım geldi; bir arayayım şunu, diyeyim ki: “Biz 7 yıldır buradayız. Allah için bir tâne bir reklam, bir şey, herhangi bir şey verdiniz mi?” Yani şimdi bunu söylesem bir dert, söylemesem bir dert. Şimdi insanlar sanıyorlar ki biz… bir taraftan her şeyi istiyorlar, haber olarak vs.; diğer taraftan bunun kaynağının ne olduğu konusunda seni acayip bir yere sıkıştırıyorlar. İnsanların bana reklam vermekten çekindiği bir ortamda nasıl bir şey yapacaksın? Burada bir stratejik tercih var. Her şeyi açık bir şekilde yaptığın zaman, sen meselâ Patreon vs. üzerinde bütün her şeyin, kayıtların ortada şu bu, bizim de aynen öyle. Ama tabiî şöyle bir şey oluyor; insanlar şeytanlaştırmayı çok seviyor. Özellikle de bize yönelik yapılan saldırılarda da onu gördük. Sen de meselâ kişisel olarak yaşadığın herhangi bir konuda saldırılar, genellikle ne zaman etkili olursan o zaman saldırıya mâruz kalıyorsun.

Ünsal Ünlü: Çok haklısın. Aynen öyle. 

Ruşen Çakır: O şeyi gösteriyor aslında, yani yaptığın işin bir yere geldiğini gösteriyor. Meselâ bu fon meselesinde, bir yığın kurum fon alıyor, o Medyascope üzerinden gidiyor. Şimdi diğer kurumları şey yapmak istemiyorum; ama bizim üzerimize yapıştı. Bu can sıkıcı; ama bir yerden sonra da yapacak bir şey yok. Şöyle bir şeyi yapabilirdik tabiî; baştan küçük bir yer olarak yapmaya çalışıp, ayağını da yorganına göre vs. dizayn ederdin, ona göre yola devam ederdin. Bu bir tercihti. 7 yılda biz bu işi bir de bayağı zor imkânlarla yapıyoruz. Yani fon filan dedikleri zaman, hani böyle bize Merkez Bankası’nın kasasını teslim etmişler filan gibi… Neyse bu konu nasıl olsa daha sonra yine gelir. Bir izleyici bana şunu sormuş, bu ilginç bir soru aslında, diyor ki: “Medyascope’un, sizin fikirlerinizi daha rahat söylemenize engel olduğunu düşünüyor musunuz?” Bu aslında çok güzel bir soru. 

Ünsal Ünlü: Çok iyi, çok şık soru ya. 

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi aslında hemen birden cevap verebilecek halde değilim, açıkçası bu soruyu beklemiyordum; ama güzel bir soru olduğu için hakkını yemeyelim. Bu işte, bir kurumsal kimlik ve kişisel durum. Meselâ şöyle bir şey yapıyorum ben: Uzun bir süredir kamusal alandaki, böyle panel vs. gibi şeylere katılmıyorum. Eskiden daha rahat hareket ediyordum; çünkü tek tabancaydım senin gibi. Kendimden mesûldüm. Ama şimdi, bir de bu cadı avlarının çok rağbet gördüğü bir yerde yaptığın herhangi bir şey –ki insanlar biliyorsun, cımbızlama, söz çekme de filan çok mâhirler– kurumunu bağlar diye — ki bağlar yani. Bir de o var biliyor musun? Şey yazıyorlar: “Buradakiler benim şahsî görüşlerimdir. Kurumumu bağlamaz” diye. Geçen gün çok önemli bir kurumun yöneticileriyle böyle çok ciddî bir tartışmamız oldu. Sosyal medyada bize alenen saldırı yaptılar. Ondan sonra, “Ya, bu kurumunuzla bizim aramızı açar” diye sorduğumuzda, “Bu kurumumu bağlamıyor” dedi; ama bana göre böyle bir şey yok. Ben artık o kuruma hiçbir şekilde yakınlık hissedemiyorum. Yani elimde değil, hissedemiyorum. Kurumu kesinlikle bağlıyor.

Ünsal Ünlü: Bağlar tabiî canım. 

Ruşen Çakır: Bir de şeyi düşün meselâ, ben yayın yapıyorum diyelim; “Arkadaşlar, burada ben Ruşen Çakır olarak konuşuyorum.”

Ünsal Ünlü: Şimdi ayırıyoruz, Medyascope adına konuşmuyorum; Ruşen Çakır olarak konuşuyorum. 

Ruşen Çakır: Ama şey çok zor tabiî, sosyal medya ortamında, özellikle çalışan arkadaşlarla hep onu konuşuyoruz. Attığınız her tweet vs. siz ne kadar kişisel deseniz de bizi de bağlıyor. 

Ünsal Ünlü: Bağlar tabiî canım. Olur mu öyle şey?

Ruşen Çakır: Yani insanlar böyle ayırt etmiyor; “Ya, bu orada çalışıyor; ama kurumunu ilgilendirmez” demiyor. Hüseyin Gün diyor ki — sana sormuş: “Ünsal Bey, her yayında en az bir kez ‘Yargılanacaklar’ diyorsunuz. Benim sorum: Gerçekten tuğlanın da çekileceği bir yargılanma olabileceğine inanıyor musunuz?”

Ünsal Ünlü: İnanmasam söylemem ki Hüseyin Bey. Benim burada anlatmaya çalıştığım hikâye şu: Bakın, burada biz çok acayip bir şey yaşıyoruz. Bütün izleyiciler de, bu yayının izleyicileri de aslında bunun farkında olmalılar. Düşünebiliyor musunuz, bu kadar çok insan “Yargılanacaksınız” diyor; bir tânesi de çıkıp, “Neden yargılanacağız?” demiyor, “Yargılayamayacaksınız” diyor. Ortada bir suç olduğu, yani yolsuzluk olduğu, rüşvet ağı olduğu, yetki kullanımı olduğu, liyâkatsiz atamalar olduğu… bunları kimse reddetmiyor ki. Sâdece hep şuna bağlanmaya çalışılıyor: “Ya, içimizde çözeriz kardeşim biz bunu.” Hayır, içinizde çözemezsiniz. Hukuk bugün uygulanmıyorsa… Yani şöyle düşünün işte, insanlar arasında çok ciddî bir ayrım yapılıyor. Ünsal Ban –yine adını andım, böyle kanım çekiliyor bir yandan da sürekli– ev hapsine yollanıyor. Gülşen de ev hapsine yollanıyor. Sizce ikisinin yaşadıkları şeyler aynı mı? Bir tânesiyle ilgili 702 yıl cezâ isteniyor, şikâyetçi olmayan yok; öbürü Türk Hava Kurumu’nun başında, ortada açıklanamayacak, bizim bile bildiğimiz üst limit olarak minimum 150 milyon Türk lirası var. Ama ona rağmen herhangi bir 700 milyonluk dâvâya ortak olacak, dâvânın müdâhili görünecek ne bir bakan görüyorsun ne bir müsteşar görüyorsun. Kimse yok ortada. Burada anlatmaya çalıştığım hikâye bu. Bizim bugün yaşadığımız şey hukukun uygulanmaması. Hukukun olmaması değil; hukuk var. Yani karakaplı duruyor rafta. Onun uygulanmaya başlandığı an bu kaçınılmaz hâle gelecek. O nedenle inanmadığım bir şeyi zâten söylemem. Gerçekten bu böyle.

Ruşen Çakır: Bu yargılanma meselesinde, bizim Ahmet yine benimle bir yayında ortalığı karıştırdı. Şimdi o diyor ki bana zâten; “Sen bana uğursuz geliyorsun” diyor. Geçen yayında da biliyorsun, Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği meselesi.

Ünsal Ünlü: Evet.

Ruşen Çakır: Bir de tabiî şöyle bir şey var, böyle yakın arkadaş olunca kendini çok rahat hissediyor. Daha başka birisi olsa sakınımlı davranabilir. Rahat rahat, sohbet eder gibi konuşuyoruz. 

Ünsal Ünlü: Seninle bir yerde oturuyor gibi konuşuyor çünkü. 

Ruşen Çakır: Ama şöyle bir şey oluyor Ünsal; Ahmet’in söylediklerinde –ben hattâ bugün bir yayın yapıp onu ayrıca değerlendireceğim– benim katılmadığım yerler var. Meselâ parti kapatma filan, ben bunların doğru olduğunu düşünmüyorum. Neyse. Ama Ahmet sonuçta kim olduğunu bildiğimiz, Türkiye İşçi Partisi milletvekili ve kitabın ortasından konuşuyor. O kadar çok birbirinden farklı insandan şey geldi ki bana: “Ya, niye böyle yaptırıyorsunuz? Niye konuşturuyorsun? Niye müdâhale etmedin?” Nesine müdâhale edeyim yani?

Ünsal Ünlü: Ne yapacaksın? Ahmet Şık’ı mı susturacaksın? “Ahmetçiğim, tamam bundan sonrasını anlatma” mı diyeceksin. 

Ruşen Çakır: Bu yargılanma meselesi çok kritik bir lâf yani aslında.

Ünsal Ünlü: Çok.

Ruşen Çakır: O olayda gördük. Şimdi bir izleyicimiz demiş ki: “Eskiden Hürriyet, Cumhuriyet gazeteleri ya da televizyondan haber alabiliyorduk. Şimdi habere ulaşmamızın tek yolu sizin gibi, Ünsal Bey gibi güven duyduğumuz YouTube kanalları” demiş Kâzım Bey.Kendisine teşekkür edelim.

Ünsal Ünlü: Sağolsun. 

Ruşen Çakır: Tekin Zengin bana diyor ki: “Ünsal abinin yanında yeniden soruyorum Ruşen abiye: Türkiye’de siyâsal İslâm biter mi?” Ya, böyle bir şeyin bitmesi diye bir şey olamaz. Ama iflâs etti. Yani iflâs etmiş olması yok olduğu anlamına gelmiyor. Elbette bir potansiyel var; ama AKP deneyimi, AKP deneyiminin içerisindeki Erdoğan-Gülen savaşı –ki bu çok çarpıcı bir olay–, bu tür deneyimlerinde ardından Türkiye’de İslâmcılık adına siyâset yapmaya, İslâm üzerinden siyâset yapmaya kalkanların uzun bir müddet çok da fazla şansının olacağını sanmıyorum.

Ünsal Ünlü: Çok haklısın. Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Yani proje öyle bir yerden iflâs etti ki. Şöyle düşünsün bence izleyiciler; meselâ başlangıçta satışı çok tutan bir dükkân olduğunu düşünün. Dükkân öyle bir rezil bir şöhretle iflâs etti ki bir daha kimse oraya dükkân açmak istemez. Yani nâmı kaldı orada. Çünkü görüldü ki böyle bir siyâsal İslâm düzlemi üzerinde yürüyecek insanların bir süre sonra kanunla kuralla işleri biteceği için halkla karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz. Şimdi yaşadığımız hikâye işte, bakın demin anlattım daha. Ruşen’in dediği doğru. Meselâ Ahmet Şık’ın sözleri için de bence de parti kapatmayı, “Kapatılmasın” diyorsak eğer, HDP için “Kapatılmasın” diyorsan AKP için de diyeceksin kardeşim. Parti kapatmak çözüm değil çünkü. Biz 20 yıllık çok ağır bir bedel ödeyerek, çok fazla hesap ödeyerek bir sofradan kalkıyoruz şu anda. Sofradan kalkarken hepimiz açız. Bir grup doydu. Biz onların da paralarını ödüyoruz. Umarım bu bir ders olmuştur insanlara. İnşallah bir şey çıkarmışlardır içinden. Şu 20 yıl boşa geçmemiştir en azından. Bu çile…

Ruşen Çakır: Şimdi ilginç sorular var. Siyâsî sorular da var. Meselâ şöyle bir soru var: “Sizin kulis bilgilerinizin çok fazla olduğunu biliyorum. Ünsal Ünlü’nün bunları açıkladığına tanık olmadım. Akıl süzgecinden geçirdiğine eminim de başka bir çekincesi de var mı?” diyor. Bu kulis meselesi, özellikle Ankara kulisi meselesinin bence son dönemde suyu iyice çıktı. Ünsal, sen deneyimli bir Ankara gazetecisi olarak… Şimdi ben meselâ kulis bilgisi diye çıkan şeylerin hepsine olmasa bile –bâzı çok güvendiğim isimler var tabiî, o ayrı– çok fazla güvenmiyorum. Ortada sızacak yer yok. Yani Erdoğan’ın yakın çevresi, yani Saray’dan ne sızar? Oradaki insanlar birtakım şeyleri –geçen Reuters de yazdı biliyorsun, bir rapor yaptı– kendi denetimleri altındaki insanlar üzerinden medyaya birtakım şeyleri damlatıyorlar, sızdırıyorlar vs.. Ama onun dışında, eleştirel kulis… Meselâ son şey çıktı, o güzeldi aslında, iyi oldu; bu Serkan Taranoğlu MYK’da Erdoğan’a söylemişti ya? 

Ünsal Ünlü: Evet.

Ruşen Çakır: Orada meselâ, bâzı arkadaşlarımızın MYK’dan, AKP MYK’sından kulis alma imkânı hâlâ varmış; bu sevindirici bir şey. 

Ünsal Ünlü: Tabiî kesinlikle. Ama yani şunu söyleyeyim ben; ben yayınlarda kulis bilgi kullanıyorum. Hattâ zaman zaman çok da böyle bir iki gün sonrasını işâret ederek bilgi verdiğim çok oluyor. İzleyici kaçırmış bunu muhtemelen. Yalnız Ruşen’in dediğine çok katılıyorum. Eskiden bu iş meselâ, bizim yaptığımız mesleğin, muhâbirliğin ana damarıydı; insanlar bu işlerle anılırlardı. Son dönemde işte, son 20 sene içinde bu da zayıflatıldı. Meselâ ANAP’ın çok güçlü olduğu dönemlerde ANAP’ın beceremediği şeyi AKP yaptı kendi medyasını oluşturarak. Bilmeyenler için örnek olarak vereyim, Ruşen de hatırlayacaktır; 2000 yılında Beyaz Enerji Dâvâsı’nın iddianâmesinin perde arkasını Anadolu Ajansı’nın muhâbiri yazdı. Bakın bir daha söylüyorum, iktidarda o parti varken, Beyaz Enerji Dâvâsı’nın iddianâmesine konu teşkil edecek perde arkası haberi Anadolu Ajansı’ndan Coşkun yazdı. Şimdi bu, öyle bir öldürülmüş gazetecilik anlayışını gösteriyor ki bize. Şu anda bütün haber kanalları –Ruşen de çalıştı, ben de çalıştım; 10 yıla yakın NTV’de birlikte çalıştık– şu anda haber yapmak için değil; haber yapmamak için uğraşıyorlar. Çünkü haber tehlikeli bir şey. Hep böyledir de, şu anda daha da tehlikeli. Haber yapmazsan şâhâne bir hayat devam ediyor. Böyle bir şey olmuş gibi, Ruşen’in anlattığı gibi işte; Kâinat İletişim Başkanlığı’ndan bir şey üfleniyor WhatsApp yoluyla, sonra da reddediyorlar. Düşünsene ya, sana komik gelmedi mi Ruşen? Reuters’in imzâlı haberinde, o kulis haberinde deniyordu ki: “Kardeşim biz gördük ekran görüntüsünü.” Yani diyor ki: “Bana yalan söyleme, attığın mesajı gördüm.” Adam diyor ki: “Hayır, böyle bir şey yok.” 

Ruşen Çakır: Sözünü kestim; ama kesmeyeyim, devam et. Çok güzel bir soru var. 

Ünsal Ünlü: Yo hayır. Bu kadardı. 

Ruşen Çakır: Şimdi Burçin Hanım diyor ki: “Şartlar ve koşullar tamâmen bambaşka olsa tekrar bir yönetim altında kurumsal yayıncılığa geri dönmeyi düşünür müsünüz?”

Ünsal Ünlü: Hayır. Çok net benimki.

Ruşen Çakır: Ben de hayır.

Ünsal Ünlü: Ben Ruşen’in de hayır diyeceğinden emindim. Biz konuşmadık daha önce bunu ama. Hayır ya, bir kere ben kendi açımdan söyleyeyim; Ruşen de anlatsın. Onun anlatacak bambaşka, iyi bir hikâyesi var çünkü. Anlatılması gereken bir hikâye onunki de. Bir kere ben 7 yılda burayı, bu alanı açarken; kendim için, gazetecilik anlayışım için, ama daha çok bu işi yapmak isteyen insanlara: “Ya kardeşim, çok şeye ihtiyâcın yok. Bak burası benim çalışma odam. Burada kullandığım ışıklardan daha bir tânesi profesyonel ışık. Bir buçuk sene oldu takılalı, çalışma lambaları. Bir tâne webcam, işte bir de bilgisayarla bak ben bu işi yapabiliyorum. Mesleğini yapacaksan eğer, buna inan” demek için yaptım. Şimdi bu saatten sonra ben ne yapacağım gidip? Bir yerde bir program teklif edecekler ya da ne bileyim bir kanalın başına geçeceğim falan. Ya benden uzak olsun. Ben istemiyorum. Ruşen, sen? 

Ruşen Çakır: Bize hep şu soruluyor biliyorsun: “Büyüyünce televizyon mu olacaksınız?” diye. Ben de, “Televizyonlar bizim gibi olacak” diyorum. Benim hedefim, hayâlim –ki başladık yavaş yavaş– Medyascope’a birtakım kardeşler geliyor. Meselâ Mikroscope var. Medyascope Spor ayrıca örgütlenmeye başladı. Şimdi Medyascope English’e başladık. 

Ünsal Ünlü: Gördüm evet. Başarılı olsun, hayırlı olsun. Çok iyi iş. 

Ruşen Çakır: Böyle şeyler üzerinden Medyascope’un şeyini daha çok arttırmayı tercih ediyorum. Hani iktidâr değiştikten sonra, işte yok TRT’ye geçmek ya da şu kanalın başına geçmek vs. Çünkü onlar tekrar el değiştirecek. Öyle değil mi? 

Ünsal Ünlü: Tabii. Yüzde yüz. Şu anda listeler yapılmaya başlanmıştır ya. Ankara’da hiç bitmez o liste hikâyesi zâten. Emin olun TRT’den sorumlu bakan bellidir şu anda. Birileri el altından yapıyordur. Listesi de hazırdır onun; sen Genel Müdür’sün, sen işte Haber Dairesi Başkanı’sın filan. 

Ruşen Çakır: Bizden en fazla Yönetim Kurulu Üyesi olur. Onu da yapmayız.

Ünsal Ünlü: Yapmayız. Huzur hakkı falan girer, huzursuzluk çıkar. Çok gereksiz o ya. Boş verin.

Ruşen Çakır: Şimdi Esra Duran diyor ki: “Bugün özellikle sosyal medyadaki gazetecilikte de gazeteciliğin daha çok yorumculuğa doğru evrildiğini düşünüyor musunuz veya yorumculuk yapanın kendisini gazeteci diye adlandırması mı sebep?” Evet, biraz kritik bir soru. 

Ünsal Ünlü: Çok kritik. Bence çok da doğru bir soru Esra Hanım. Bunun yöntemini ben kendi açımdan şöyle buldum meselâ; ben hâlâ haber kaynaklarımla ilişkimi kesmedim. Yani bizim yaptığımız işin temeli muhâbirlik. Bunu çok duymuşsunuzdur; ama hakîkaten klişe bir söz olduğu için değil, gerçekten öyledir. Ben haber kaynaklarımla ilişkimi kesmedim. Hâlihazırda bir yayın için, gündem yayını için hazırlanırken, bir gece önceden mutlaka ama mutlaka konuşacağım konuya ilişkin hem böyle bir parça background bilgi, bir parça da tâze döneme ilişkin bilgi ayıklıyorum. Gece işte saat 01.00’e kadar süren –aslında mesâim bu benim– sürekli yazışmalarla, ne oluyor ne bitiyor, sağı solu yoklayarak filan… Ama dediğiniz doğru. Bu, Ruşen’in de karşı çıktığını bildiğim benim de çok karşı çıktığım bir şey; bir kere Türkiye’de daha önce yazılı medyada başladı bu hikâye, köşe yazarı gazeteciler çıktı piyasaya. Halbuki köşe yazarıysanız köşe yazarısınızdır; gazeteci olmanız gerekmez. Bunun acayip örnekleri var hâlihazırda. Sonra ikinci grup, Gezi’den sonra çok değişik bir durum oluştu; aktif olarak o dönemde Gezi’de yaşananları aktaranların içinden bir grup, “Biz gazeteciyiz” diye çıktı. Onların da yapmaya çalıştıkları aslında aktivizmin farklı bir boyutuydu. Bir grup da şimdi söylediğiniz hikâye; sosyal medyada yorumcular var. Ama o yorumculara karşı da dikkatli olmakta fayda var. Yani ben –yapım böyle, Ruşen’in de yapısı öyle zâten– bunun kavgasını vermekten çekinmiyorum, korkmuyorum da. Yani geçmiş dönemde Tansu Çiller ile televizyon kurmuş, Türkiye’de medyayı çoraklaştırmak, o renkli kâğıt üzerinden gazetecileri hapsetmek için uğraşmış bir amca; şimdi çıkıp “tonton dede” nâmıyla yorum yapıyor meselâ. Bu aynı zamanda size bir sorumluluk da yüklüyor; “Aynı yerde değiliz” demek zorundasınız. Bu öncelikli bir şey. Bilmiyorum, sen ne dersin Ruşen? 

Ruşen Çakır: Evet, şimdi biz zâten kişisel olarak ve genel olarak, meselâ Medyascope’da çok sayıda muhâbir var; Ankara büromuz var, Diyarbakır, İzmir ve çok sayıda arkadaşımız sâhaya gidiyor, sâhadan haberler yapıyor. Haberin bizzat peşindeyiz. Meselâ Meral Akşener’in, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ali Babacan’ın yurt gezilerini yerinde izliyor arkadaşlarımız. Bu anlamda biz haberi sürekli üretiyoruz. Meselâ İstanbul’da son dönemde çok yaşanan kentsel dönüşüm kavgaları var. Onların hepsini biz muhâbirle izliyoruz. Hepsini, yani o Beykoz’dakini, Okmeydanı’ndakini vs.. Meselâ Ferit, Diyarbakır’dan canavar gibi bölgeden çok sayıda haber getiriyor. Yani bizim haberciliğimiz bence çok güçlü. Bizde yorum yapan insanların büyük bir kısmı uzmanlık alanlarıyla ilgili yorum yapıyorlar. Meselâ emekli diplomat ya da meselâ uluslararası ilişkiler uzmanı ya da hukukçu vs.. Yani onlar gazeteci değil de, daha çok o kimlikleriyle yapıyorlar. Gazeteci olarak yorum yapanların büyük bir kısmı da çok ciddî bir şekilde haberin içerisindeler. Şahsen ben bütün bu hengâmenin arasında Meral Akşener’i iki kere; birisi Tekirdağ’da birisi Sakarya’da, Kılıçdaroğlu’nun da Edirne’de bizzat faaliyetlerini izlemeye gittim.  

Ünsal Ünlü: Edirne’ye Deniz’i de götürdün hattâ berâber, değil mi? Deniz’i de tanıştırırken görüntünü izledim. 

Ruşen Çakır: Evet. Orada yaptığım şeyler de beni çok daha coşturuyor tabiî — oradan geldiğimiz için. Şimdi büyük bir ihtimalle seçim sürecinde de, özellikle aday belli olduktan sonra, aday mitingi vs. gibi çok şeyi de sâhadan izleyeceğim. Ama şunu kabul etmek lâzım: Evet, çok sayıda yorum yapan insanlar var. Burada bence önemli olan, yorumun özgün olması.

Ünsal Ünlü: Doğru.

Ruşen Çakır: Yani insanın şunu diyebilmesi lâzım: A kişisi, işte, uluslararası ilişkiler profesörü ve diyelim ki Ukrayna savaşını çok iyi tâkip ediyor meselâ. Bunu diyebilmesi lâzım. Ama şimdi insanlar şeye alışmışlar, televizyonlarda çıkıyor birisi –senin de benim de tanıdığımız birtakım insanlar var; meselâ bir tânesini çok iyi biliyorum, tek kelime İngilizce bile bilmiyor– bir keresinde bir baktım, komünizmin sorunlarını tartışıyordu; ama oradan koronavirüse geçti, oradan bilmem neye geçti. Öyle bir fark var. 

Ünsal Ünlü: Her şeyi bilen arkadaşlar bunlar. 

Ruşen Çakır: “Somut kişilerden somut tehditler alıyor musunuz veya almaya devam ediyor musunuz?” diye sormuş birisi. 

Ünsal Ünlü: Ben zamânında aldım. Savcılığa bildirdim. Benim adresini belirlediğim, adresiyle şikâyet ettiğim kişiyi savcılık bulamadı. Tâkipsizlik verdi. Zaman zaman oluyor; ama artık meselâ –bilmem Ruşen bu konuda ne diyecek?– geçmişteki tehditler çok daha sertti. İşte, “Gelip seni evinin salonunda vuracağım oğlum” falan filan yazıyorlardı. Şu anda öyle değil. Çünkü ulaşılamaz olduğunu zanneden o tipler, aslında ulaşılabildiklerini görünce hepsi aynı korkaklığı sergiliyor. Kaçıyor hepsi. Bir tâne bunun en somut örneği; İstanbul’da Bağdat Caddesi’nde herifin teki bana mesaj atmış. O kadar da ağır, o kadar da sert bir şey ki. IP’sini açık unutmuş. O kadar aptal insanlar ki. O kadar rahat buldum ki ben. İstanbul’da Bağdat Caddesi’nde gözlükçü herif ve sâdece bana değil bir yandan da Alevîler’e sallamış. Sosyal medyadan tek bir mesaj paylaştım. Dedim ki: “Arkadaşlar, gözlükçü bu. Bu arkadaşın dükkânına Alevîler gitmesin. Sevmiyor çünkü. Rahatsız etmeyin adamı.” Yanmış gibi iki buçuk saat bana ulaşmaya çalıştı sonra; “Abi beni yanlış anladın. Benim aslında öfke kontrol problemim vardı da…” Ottu, çöptü… Şu anda yok öyle bir şey. Yani şu anda daha çok şikâyet ediyorlar işte. Soruşturma vs. hikâyeleri oluyor. Ama yani sonuçta yaptığımız iş ortada. Saklayacak bir şeyimiz yok. Bilmiyorum, senin nedir durumun Ruşen?

Ruşen Çakır: Ben tehdit olarak bir şey aldığımı…, yani küfür çok var, hakaret çok var vs.. Yani tehdit olarak böyle somut tehdit olarak aldığımı hatırlamıyorum. Başkalarının aldığını duyuyorum. Meselâ Esin Hoca’nın Ankara’da başına gelenler.

Ünsal Ünlü: Rezâlet ya. Adam elektronik kelepçeyi kırdı diye Esin Hoca’ya Emniyet söylüyor, “Tedbir al” diye. Ya adam elektronik kelepçeyi kırmış. Bir zahmet sen al tedbiri. Bul adamı yani. 

Ruşen Çakır: Ben tehdit olarak aldığımı hatırlamıyorum; ama çok küfür vs. filan gibi şeyler oldu. Bir keresinde o kadar şey olmuştum ki, bir keresinde şikâyet ettim. Yani dayanamadım. Ondan sonra şey çıktı, İngiltere’denmiş. IP’si oradan çıktı. Dolayısıyla soruşturma açamayacaklarını söylediler. Ama en son bir tâne mahkemeye verdiğim bir olay var. Bu tâciz hikâyesinden dolayı, Batuhan… Taciz hikâyesi var ya? Bir gazeteci…

Ünsal Ünlü: Evet evet, hatırladım.

Ruşen Çakır: Haberi yaptığımız için bana aklı sıra hakaret etmişti. Onu dâvâ ettim nihâyet, tazmînat davası, hakaret dâvâsı, her neyse. Ben çok detayları bilmiyorum, ama avukatımız açtı. Hattâ geçenlerde onunla ilgili polise ifâde de verdim. Umarım onu kazanırım ve eğer parayı kazanırsam da göçmenlerle ilgili çalışma yapan bir kuruma bağışlamayı düşünüyorum — şimdiden söyleyeyim. Şimdi, “Ünsal Bey’den edebiyat programı istiyoruz” demiş Ebru Doğusoy.

Ünsal Ünlü: Abi bak buraya da geldiler işte. Buradan da özür dileyeyim. Medyascope’tan da özür dileyeyim. Ben klasik edebiyat yayını yapıyordum ya. İşte bir buçuk seneye yakın yaptım. Geçen sene Eylül’den beri, sonra Nâzım yayınından beri gündem öyle bir delirdi ki elimi kaldırıp yapamıyorum ve ben onu böyle sıradan bir kitap incelemesi yapmıyorum. En az 10-12 ayrı kaynaktan bir şâiri, bir yazarı, birini anlatmaya çalışıyorum — her şeyiyle, târihsel, dönemsel kıyaslamayla. Ona vakit bulamadım. Haklı olarak insanlar onun şikâyetini yapıyorlar. Çok özür dilerim. Vallahi çok istiyorum; ama bakalım. İnşallah yaparım. 

Ruşen Çakır: Şimdi bir arkadaş demiş ki: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi işçileri güvenlik soruşturmasıyla işten atılıyor. Bunun haberini yapmak konusunda otosansür uyguluyor musunuz? Yani ezcümle her şeyin haberini yaptığınıza inanıyor musunuz?”Şimdi böyle sorular çok var, değişik bağlamlarda. Şimdi bunu soran birisinin bence öncelikle bir bakması lâzım. Değil mi yani? Meselâ Medyascope’a gir, arama motoruna yaz; İstanbul Büyükşehir Belediyesi güvenlik soruşturması. Bakalım haber var mı? Yok, diyelim ki. Ondan sonra gel, bana bu soruyu sor. Ben şimdi bu arkadaşa diyorum ki: Biz o haberi, o olayı başından beri ele aldık. Kendileriyle röportaj yaptık vs.. Yani şimdi şöyle bir akıl yürütüyorlar: Bunlar CHP’li belediyeleri herhalde kollarlar. Yok canım, ne kollayacağım? Haber neredeyse biz oradayız. 

Ünsal Ünlü: Hayır, ben partili değilim ki. Bana ne? Benim bir tâne oyum var. Ben sandık kurulduğunda veriyorum oyumu; ama anayasal hakkım bu benim. Hiç kimse görüş ve kanaatini açıklamaya zorlanamaz, der anayasada. Ben oyumu anlatmam. Ama insanlar bir parti yaftasıyla… Bakın işte, bu söylediğiniz nereye gidiyor biliyor musunuz? Demin Ruşen’le konuştuğumuz hikâyeye gidiyor. İnsanların kafasında bir imaj var. Sizin yaptığınız mesleği de o imajın içine sokmaya çalışıyor. Halbuki mesleği yapan benim ya da Ruşen. Biz ne yapacağımızı biliyoruz kardeşim. Yapmıyorsak hesâbını sorun. Ama “Zâten bunu yapamazsınız, oradan bunu söyleyemezsiniz” filan deyince, insanın sâdece şevki kırılıyor işte. 

Ruşen Çakır: Şimdi bakalım. Merih Ahlı diyor ki: “Ünsal Bey benim Twitter bloğumu ne zaman kaldıracak?” Ben artık bu soruları aştım. Çünkü bütün blokları kaldırdım. Artık kimseyi bloklamıyorum. İki tâne istisnam var, demin bahsettiğim kurumun yöneticilerini bloklamak dışında. Onları da şeref madalyası olarak tutuyorum. Ama sana herhalde çok geliyordur. 

Ünsal Ünlü: Kim olduğunu bilmiyorum ama. İsim ne dedin?

Ruşen Çakır: Merih Ahlı.

Ünsal Ünlü: Ya şöyle; ben biraz takıntılı bir insanım. Birini blokladıysam –genellikle bilgisayar üzerinden çok kullanmam ben Twitter’ı, telefon üstünden kullanırım– bloklama gerekçesine ilişkin mutlaka ekran görüntüsü almışımdır. Yani vardır böyle on binlerce görüntü. O kadar fazla blokladığım insan yok. O yüzden bence bunu bir daha tartışalım. Bence bloğun kaldırılma gerekçesinde eğer öyle bir görsel varsa, paylaşılmasından hoşlanmayacak olabilirsiniz. Bilmiyorum; ama bulurum yani. Neyse, bilmiyorum kim olduğunuzu. 

Ruşen Çakır:Şimdi diyor ki bir izleyicimiz: “İktidar değiştikten sonra TRT ve Anadolu Ajansı kapatılmalı mı? Bir daha hiçbir iktidârın kontrolüne girmeyeceklerine emin olabilir miyiz?” diyor. 

Ünsal Ünlü: Olamayız. Nasıl olacağız? Geçmişte de öyleydi. Yani TRT her zaman birilerinin arka bahçesiydi. Ben TRT içinden yetiştiğim için anlatıyorum bunu. 1982 yılında “Radyo Çocuk Saati” ile TRT’de başladım, 12 yaşındaydım. 1997’ye kadar TRT’de çalıştım. Ben gazeteciliğe TRT’de başladım. O yüzden hani bir şey söyleme hakkım olduğunu düşünüyorum. Birileri bilmeden söylediğinde de kanıma dokunuyor. Yani orada işini iyi yapmaya çalışan çok sayıda arkadaşım var çünkü. Bir kere buraların kapatılması Türkiye için gerçekten çok ciddî sıkıntı olur. Bu soruyu meselâ İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan, Adana’dan, Bursa’dan yazabilirsiniz. Ama Eleşkirt’e gidip bu soruyu sorduğunuz zaman, insanlar tepenize çullanacaktır. Anadolu Ajansı için değil; ama TRT onların hâlâ ulaştıkları, gördükleri, devlet kurumu olarak tanıdıkları yer. Anadolu Ajansı’nın yapısı kesinlikle değiştirilmeli, yüzde yüz. Ajans aynı zamanda bir anonim ortaklıktır çünkü, şirkettir orası. Yapısı yüzde yüz değiştirilmeli. BBC tarzı bir üretim modeli getirilmeli. Nedir yani? Kamu yayıncılığı yapacaksınız, gelir modeliniz tanımlanmalı; ama siz âmiriniz görünen insanlarla bağınızı gözden geçirmelisiniz. O yüzden meselâ BBC, Kraliyet Âilesi’nin dağılmasını haber yapabildi. Bizde düşünsenize ya! Cumhurbaşkanı’nın dâmâadı istifâ ettirildi, haberini 38 saat hiçbir ana haber bülteni yapamadı ya! Böyle saçma bir ülke gördünüz mü siz? Şimdi bunun için de kapatılacak yer sâdece TRT ve Anadolu Ajansı değil; bu tarzın gözden geçirilmesi gerekiyor siyâsetle bağın koparılması için — bence.

Ruşen Çakır: Ünsal, güzel bir soru var: “Şimdi iktidar yanlısı olan gazeteciler, değişim gerçekleştiğinde muhâlif gazeteci kavramını kullandığında kendi îtibârını yükseltip gündeme gelen kirli işlemi silebilir mi?” Yani gemiden atlayacaklar mı? Şimdi burada sana gelmeden önce içimi sızlatan bir olayı anlatmak istiyorum, iki olay aslında. Hani ben İslâmî hareketler üzerine çok çalıştığım için, o dönem o kesimin gazetecileri içerisinde çok tanıdığım vardı ve bunların içerisinden birçoğuyla böyle belli düzeylerde samîmî ilişkilerim ve hani böyle karşılıklı saygıya dayanan ilişkilerim olmuştu. Bunlardan iki tânesi –isimlerini vermeyeceğim– Ankara’da, bunlardan bir tânesiyle hep böyle iyi bir ilişki, ben Meclis’in grup toplantılarına geldiğimde muhabbet ederiz filan. İlk yakaladığı bir fırsatta, yaklaşık iki yıl önce bana durup dururken lâf çaktı. Beni darbeci filan îlân etti. Neden olduğunu da hatırlamıyorum, çok uyduruk bir şey. Neye uğradığımı şaşırdım. Hattâ şey vardır ya: “Ulan bu adamın hesabını mı hack’lediler?” filan diye düşündüm. Sonra yok, gerçekten öyle çıktı. Neyse. Ondan sonra yine bir başkası, yine Ankara’da –bu Ankara’da bir numara var!– bu fon meseleleri çıktığında –ki o yaşça benden küçük, bana “abi” filan derdi– köşesi var, köşesinde şöyle yazdı — nasıl içim acıdı biliyor musun: “Acaba Ruşen Çakır Âyet ve Slogan’ı da fon alarak mı yazdı?” 1990’daki kitabım. O kadar ağırıma gitti ki. Yani şimdi bu insanlar –adamlar diyeceğim çünkü ikisi de erkek–, yarın öbür gün iktidar değişecek vs. olacak; ya ortadan kaybolacaklar ya da hiçbir şey olmamış gibi hareket etmeye çalışacaklar ve diyelim ki Meclis kulisinde karşılaşacağız. Ne olacak Ünsal? Ne yapacaklar? Kaçacaklar mı?

Ünsal Ünlü: Ruşen, çok yüzsüz olduklarını biliyorsun bir kere. Yani daha önce bana bu soruyu sorduklarında, hep biraz daha soruyu genişleterek cevap veririm. Meselâ Ruşen benden çok daha iyi bilir, çok daha eski tâkip ediyor çünkü ve bu işte emeği çok fazladır, Türkiye’de tırnak içinde “mütedeyyin” denilen partilerin aslında muhâlefet pratiği çok yoğundur. Muhâlefetten gelirler onlar, iyi bilirler muhâlefet yapmayı. Geçmişte, işte Necmettin Erbakan’ın 20 kişilik grupla –Ruşen de hatırlar, ben de hatırlarım– Meclis’i üç gün üst üste çalıştırmadığını biliyorum. O kadar iyi bilirler muhâlefeti. Ama AKP’nin şu anda 2001’in Ağustos’unda kurulan partiyle alâkası olmadığı için, şu anda sâdece bîat kültürü üzerinden milletvekili sistemi uygulandığı için, burada bir muhâlefet pratiği yok. Yani AKP muhâlefete düştüğü anda, sâdece sağa sola sataşan, işte, bugün Süleyman Soylu’nun yaptığı gibi, her şeye bağıran, küfreden insanlardan oluşan bir parti moduna dönecek. AKP muhâlefeti bilmiyor ve işin kötüsü, bu demin Ruşen’in anlattığı son iki olaydaki gazeteciler de –ilkinin anladım kim olduğunu da, ikinciyi anlamadım– meselâ o insanların da muhâlefet pratiği yok. Onlar düştükten sonra düşüş çok acıklı olacak, gerçekten acıklı olacak. Çünkü bu insanlar bilmedikleri hayatları sâhiplendiler. Yani geçmişte uçak yolculuğu yapmamışken hayâtında, hiçbir şekilde denk gelip uçağa binmemişken, bir anda Cumhurbaşkanı uçağından inmemeye başladılar ve onları eleştirmeye başladı. İşte, hizmet yavaşlamış, uçağın içindeki yiyecek kalitesi düşmüş filan gibi abuk sabuk şeyler ve bunun bir de bu imkânlardan uzak kalması var tabiî. Ben merakla bekliyorum. Hani böyle bir şey olduğunda ne olur? Ben uzun süredir selâmlaşmıyorum hiçbiriyle. Yani o konuda tek tabanca olmanın biraz böyle bir avantajı var. Ruşen yapamaz tabiî, sonuçta Ankara’da büroları var. Ama ben selâmlaşmıyorum. O yüzden çok rahatım, yani umurumda da değil ne yapacakları. 

Ruşen Çakır: Şimdi son bir soruyla bitirelim Ünsal. Bayağı bir zaman oldu. 

Ünsal Ünlü: Tamam.

Ruşen Çakır: “Erdoğan seçimleri yeniden kazanırsa nasıl bir Türkiye öngörürsünüz?” demiş.

Ünsal Ünlü: Türkiye öngörür müyüz? Bilmiyorum yani. Türkiye öngörürseniz niteliğini tartışalım. Ben kendi adıma cevap vereyim, ondan sonra da Ruşen’i dinleyelim. Ben meselâ bu seçimlerde oylanacak şeyin siyâsal iktidar olmadığını düşünüyorum. Şimdi biz gerçek bir hayat tarzı oylamasına gidiyoruz. Üst üste yasaklanan konserleri, ardı ardına açılan dâvâları, aynı dâvâlarda verilen kritik kararları, 1800 gündür içeride olan Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı; bunların hepsini üst üste koyun, bizim oylayacaklarımız bunlar işte. Yani bir yandan çocuklar üzerinde kurulan baskı, bir sürü sapığın abuk sabuk lâflarla insanların üzerine çıkması; ben işe buradan bakıyorum. Biz hayâtımızı oylayacağız. O yüzden bunun şu anda varlık sebebi olan partinin iktidârı tekrar alması durumunda ne olacak sorusuna ben cevap vermeyi zül addederim. Çünkü ondan sonra, şu âna kadar ne olduysa çok daha beter olacak — cevâbı bu. Ben böyle bir şey olacağını düşünmüyorum. 

Ruşen Çakır: Evet. Ben de benzer şekilde Erdoğan’ın kazanma şansının olmadığını düşünüyorum. Zâten bunu uzun zamandır dile getiren birisi olarak, eğer yine kazanırsa zâten ben artık konuşmasam daha iyi olur. Ama şöyle bir şey var — bâzı izleyiciler de sormuş: Son günlerde iktidâr toparlıyor mu? vs. Birtakım anketler, birtakım yazarlar, çizerler. Sen de görüyorsundur, değiniyorsundur Ünsal. Hattâ dün Kadri ile yayında konuştuk, özellikle Batılılar, “Erdoğan seçilir galiba ya da seçilse” gibi, Erdoğan’a çok da boş değiller yani. Sevmiyorlar; ama olur, olmasa da olur diyorlar. Böyle bir hava var. Ben şöyle bir şey düşünüyorum; muhâlefetin çok ciddî sorunları olduğu kanısındayım, daha aday bile belli değil vs.. Ama şöyle diyorum: Muhâlefet bu seçimi kazanmak zorunda kalacak.

Ünsal Ünlü: Tabiî tabiî doğru. Çok haklısın. 

Ruşen Çakır: Yani bunu kazanma konusunda çok büyük adımlar atamasalar da vs.. Ama bu sâdece ekonomiyle ilgili bir şey değil. Ekonomi çok belirleyici bir şey; ama artık insanlar gerçekten çok yoruldular. Benim hep söylediğim, bin kere söyledim yine söyleyeyim: Erdoğan kaybetti; ama kazanan belli değil. Burada önemli olan, kazananın Türkiye olacağı bir formüle doğru Türkiye’yi götürmek. Aksi takdirde her şeye rağmen şu ya da bu şekilde Erdoğan kazanırsa –ki tekrar söylüyorum: Kazanacağını sanmıyorum– Türkiye senin de dediğin gibi kötüyken çok daha kötü olacak ve en azından biz meselâ 1-2 yıldır, hani “eçim olacak, Türkiye değişecek, Türkiye normalleşecek” diyoruz; bir daha onu söyleyebilmek kolay kolay mümkün olmayacak ve bir de tabiî şöyle bir şey olacak: Böyle bir ortamda tekrar seçim kazanabilmesi hâlinde, artık her şeye yetkisinin olduğunu, hakkı olduğunu…

Ünsal Ünlü: Kesinlikle.

Ruşen Çakır: Zâten öyle hareket ediyor. Böyle düşünen, “İşte, o kadar kıyâmet koparttınız, o kadar şunu yaptınız bunu yaptınız. Ne oldu? Yine ben seçildim. Artık tamam. Oturun oturduğunuz yerde” pozisyonunda bir Erdoğan göreceğiz ve biz gazeteciler de herhalde bundan en olumsuz bir şekilde, sert bir şekilde etkilenecek yerler olacağız. Yani sonuçta çok kötü bir senaryo olur. Olacağını sanmıyorum; ama bu ömrü hayâtımızda çok kötü şeyler gördük, bunu da görebiliriz yani. Neden olmasın?

Ünsal Ünlü: Ben sanmıyorum; ama tabii siyâset sonuçta. Sen de çok iyi bilirsin ki birtakım kamuoyu yoklamaları yapılır; ama oy kabinleri tek kişiliktir. Oraya girdikten sonra çok değişen olur, çok dönüşen olur. Ben sâdece şunun altını çizmek istiyorum: Son dönemde ardı ardına çıkan kamuoyu araştırmalarında hakîkaten benim anlamadığım, anlam veremediğim ve anlamsızlığını ısrarla iddia edeceğim birtakım gelişmeler var. Meselâ yani %1,1’lik bir diğer grubu oluşturmuş MetroPOLL araştırma, onun içinde meselâ TİP var. Bunun böyle olmadığını görüyorsunuz kardeşim. Her yerde böyle bir organizasyon yapılmışken, bu biraz gerçekliğin dışında görünüyor; ama seçimler olmadan bir şey konuşmanın çok anlamı yok. Ama gidişat, ben de aynı şeyi düşünüyorum Ruşen. 

Ruşen Çakır: Evet Ünsal. Aynen kaldığımız gibi yola devam. 7 yılı bitirdik. Maşallahımız var diyelim. 

Ünsal Ünlü: Öyle.

Ruşen Çakır: Birbirimizi gözeterek, birbirimizle dayanışarak. Bu işi gerçekten bağımsız bir şekilde yapan, yapmaya çalışan meslektaşlarımıza da buradan selâm yollayalım. 

Ünsal Ünlü: Ben de şöyle diyeyim o zaman, hakîkaten, hem zorladığın için hem de bu kadar emekle… Demin sen konuşurken bir yerde dedin ya hani: Kurumsal yapının hem dezavantajı var hem avantajı diye. Tek tabanca olmanın da çok dezavantajı var; ama avantajları da var. Sen birçok insanın sorumluluğunu alarak gerçekten medya yapısı oluşturmayı tercih ettin. Çok renkli, çok çeşitli, acayip böyle programlar sundun insanlara. Ben de hâlâ izliyorum çünkü. Ara ara kafa dağıtmak için de izlediğim yayınlar var. Sâdece kafa dağıtmak için de izlediğim yayınlar var. Bu alternatifleri insanlara sunmak hakîkaten çok zor bir iş. Hele bunu ufacık bir ekiple başlayıp, bugün 50 kişiye getirmek, birkaç yerde büronun oluşturulması var. Hakîkaten çok zor bir iş yaptın. Helâl olsun. Eline koluna sağlık, aklına sağlık. Başından beri yanında yürüyen herkesi de kutluyorum. Herkesin çok emeği var. Sağolasın. Valla eline koluna sağlık. Devam…

Ruşen Çakır: Evet. Ünsal çok sağol. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Başka sorular ve yorumlar da vardı; ama hepsine yetişmemiz mümkün değil. Herkese iyi cumartesi tatilleri dileyelim. İyi günler.

Ünsal Ünlü: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.