Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hâlâ mı Abdullah Gül?

Ruşen Çakır, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2023’te yapılacak genel seçimlerde cumhurbaşkanlığına aday olup olmayacağı yönündeki tartışmaları yorumladı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Abdullah Gül yeniden Türkiye’de siyâsetin gündemine bir şekilde girdi. Kendisi mi istedi? Birileri mi istiyor? Kestirmek biraz zor, ancak muhâlefetin cumhurbaşkanı adayı olabileceği yolundaki iddialar bir kere daha dolaşıma girdi. Bunun üzerine, genellikle bir seri hâlinde olumsuz görüş beyan edildi. İlginç olan, muhâlefetten olumsuz görüşlere ek olarak, iktidar yanlılarında da, bundan duyulan rahatsızlık, Abdullah Gül’ün adının geçiyor olmasından duyulan rahatsızlık yüksek sesle dile getirildi — iktidar yanlısı medyada. 

Olayın nedenine baktığımız zaman, daha önce Karar gazetesinden Mehmet Ocaktan’a bir röportaj vermişti. Ve yine bir anlamda “üstü kapalı eleştiriler”le diyelim, doğrudan sert olmayan eleştirilerle iktidârı eleştirmişti. Hattâ ben de, “Geç kalmış bir muhâlif olarak Abdullah Gül’ün Portresi” (bkz.: https://www.youtube.com/watch?v=VmvQGk2qvxc ) diye bir yayın yapmıştım. Hattâ ardından öğrendiğim kadarıyla da Abdullah Gül, bu yayında söylediklerimden, özellikle artık pek bir etkisinin kalmadığı yolundaki tespitimden rahatsız olmuş. Daha sonra Gül bir video yayınladı; onun cumhurbaşkanlığı döneminde resmî bayramlara katılmamak için hastalık bahânesi yarattığı yolunda yıllardır süregelen –ta o cumhurbaşkanıyken başlayan, ondan sonra da süregelen– şâyialara cevap vermek zorunda hissetmiş Abdullah Gül, onu söylüyor. Yakın çevresinden de benzer şeyler geldiğini görünce dayanamadığını söylüyor. Ve bu videoyu yaptı. 

Tabiî bu videonun böyle bir dönemde gündeme gelmesi, “Acaba yine cumhurbaşkanı adaylığını düşünüyor mu?” sorusuna, ya da “Birileri onu muhâlefetin cumhurbaşkanı adayı olarak düşünüyor mu?” sorusunu berâberinde getirdi. Ardından bir gazeteci, Bizim TV genel yayın yönetmeni Şaban Sevinç, kendi kanalında değil, bir başka kanaldaki bir yayında bir anekdot aktardı — ki o yayınlarda genellikle CHP yanlısı bilinen iki gazeteci oluyor, karşılarında da iktidar yanlısı bilinen iki gazeteci oluyor ve orada sâkin sâkin konuşuyorlar; tabiî arada tartışıyorlar ediyorlar falan, ama böyle yayınlar da var ve bunlara sürekli CHP kontenjanından çıkan isimler de var; tabiî CHP’nin gösterdiği bir kontenjan değil bu, yayıncıların düşündüğüne göre bir CHP kontenjanı. Şaban Sevinç de burada bir anekdot aktardı. Bir CHP’li vekilin Abdullah Gül’ü ziyâretini kendisine aktarıldığı hâliyle aktardı. Burada çok çarpıcı lâflar var. 

Ama açıkçası, bu konuşmanın içeriği doğru mudur yanlış mıdır? Bilemiyorum, doğru da olabilir. Ya da benim bildiğim: Abdullah Gül bunu kabul etmiyor, yakın çevresinden öğrendiğim kadarıyla bundan çok rahatsız olmuş. İçeriğini bilmiyorum, ama üslûbunun Abdullah Gül üslûbu olmadığını, kendisini tanıyan bir gazeteci olarak iyi biliyorum. Meselâ, “Bizim partililer size oy vermezse, çok tepkililer” demiş CHP Milletvekili. Gül de, “Niye vermesinler? Tayyib’e mi verecekler?” demiş. Bunu böyle demez, “Tayyib Bey’e” der herhalde en azından; ama tabiî “Tayyib’e mi verecekler?” ile, “Tayyip Bey’e mi verecekler?” söyleyişi arasındaki farkı herhalde hepimiz görüyoruz. 

Her neyse, bunun ardından tekrar bir tartışma başladı. Demiş ki Gül: “Bana oy vermezlerse, Tayyib’in devam etmesini istiyorlar demektir. Kemal Bey’in Türkiye’de kazanma şansı yok. Bu ismi konuşulanların hiçbiri olmaz…” Yani Mansur Yavaş da Ekrem İmamoğlu da, “…hattâ Beypazarı belediye başkanlığı Cumhurbaşkanlığı için referans olmaz…” diyerek, iddialara göre Mansur Yavaş’a doğrudan bir gönderme yapmış. “…CHP iktidârı olsa, bu kadar Türkiye’yi bu kadro ile mi yönetecek?” 

Doğruluğu yanlışlığı bir yana, bunun çok ciddî bir tartışma başlattığı ortada; daha doğrusu başlayıp biten bir tartışma. Muhâlefetin içerisinden “Olamaz”, iktidârın içerisinden de “Olmamalı” tepkisinin gelmesi ilginç bir durum aslında. İki taraf da istemiyor Abdullah Gül’ün adaylığını — olacağı da yok bence. Kendisi istiyor mu istemiyor mu? Çok emin değilim. İstiyor olabilir. Ama aday gösterileceğini sanmıyorum. Gösterilirse kazanır mı? O da çok tartışmalı bir konu; fakat şunu söylememe izin verin: Abdullah Gül’ün adaylığı 2018’de gerçekten gündemdeydi. Temel Karamollaoğlu ile dünkü yayında bahsettim. Temel Karamollaoğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu onu bir çatı adayı olarak düşünüyorlardı ve kendisini de iknâ etmişlerdi. Abdullah Gül aday olacaktı 2018 seçimleri öncesinde. Fakat 24 Nisan 2018’de Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın ile o tarihte Genelkurmay Başkanı olan Hulusi Akar –şimdi Milli Savunma Bakanı biliyorsunuz–, bir helikopterle Abdullah Gül’ün çalışma ofisinin oraya gittiler. Yakınında bir yere mi indiler, doğrudan çalışma ofisine mi indiler? O ayrı bir tartışma konusu, ama helikopterle gittiler ve onunla uzun uzun konuştular. Aday olmamasını telkin ettiler. İbrahim Kalın daha sonra bir televizyon programında bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebiyle değil, kendi –yani “kendi” derken Hulusu Akar’la kendisinin– karar verip yaptığını söyledi. Burada Hulusi Akar’la Abdullah Gül’ün Kayseri’den îtibâren, çok genç yaştan îtibâren arkadaş olduklarını da özellikle hatırlatmakta yarar var. 

24 Nisan 2018’de oluyor bu. 28 Nisan 2018’de Abdullah Gül, benim de izlediğim bir basın toplantısında aday olmayacağını söyledi. Çünkü dedi: “Ben tüm partilerin üstünde, bütün muhâlefet partilerinin birleştiği bir aday olacaktım.Ama tam bir mutâbakat yok.” Mutâbakat olmamasının nedeni ne? İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener adaylığını açıkladı. Abdullah Gül’e destek vermedi. Abdullah Gül de bunun üzerine diğer formülleri –meselâ yüz bin imza toplanılarak aday gösterilmek gibi ya da sâdece CHP tarafından aday gösterilmek gibi– seçenekleri iptal edip adaylıktan çekildi. Ve “Başlamadan bitti” diyelim adaylık serüveni. Aday olsaydı ne olurdu? Kazanır mıydı? Kazanamaz mıydı? Bunların hepsi bir yana; ama o helikopterle yapılan ziyâretten dört gün sonra adaylığından vazgeçti. Halbuki eğer Abdullah Gül o süreçte iktidâra yönelik bir meydan okuyuşun içerisinde olsaydı akış bambaşka olabilirdi. 

Başkaları daha önceden duymuş olabilir, bir yerlerde yazılmış da olabilir. Bilemiyorum. Eğer böyle ise benim kabahatimdir gözümden kaçmış ya da kulağımdan kaçmış diyelim. Yeni öğrendiğim bir şeyi söyleyeyim: Abdullah Gül’ün yakın çevresinden birileri, kendisine o helikopter ziyâretinden hemen sonra, yani on dakika sonra diyelim, yani o görüşme bittikten sonra bir basın açıklaması yapıp helikopter ziyâretine rağmen, helikopter ziyâretini anlatarak adaylığını açıklamasını telkin etmişler. Ama çoğunluk… yani Abdullah Gül’ün bir çevresi var, sonuçta kararları tek başına kendi veriyor olabilir; ama berâber hareket ettiği, çoğu AKP’de değişik yerlerde görev almış kişilerce bu görüş tasvip edilmemiş ve ardından Meral Akşener vs. derken Abdullah Gül adaylıktan vazgeçti. 

Buradaki mesele bence şu: “Meydan okuma.” Abdullah Gül şu âna kadar hiçbir şekilde Recep Tayyip Erdoğan’a karşı açık bir meydan okuyuşun içerisinde olmadı. Ondan farklı olduğunu biliyoruz, onun ülke yönetme şeklinden rahatsız olduğunu biliyoruz. Bunu yakın çevresine çok anlattığını biliyoruz. Hattâ AKP’de hâlen aktif görevde olan bâzı isimlerle doğrudan ya da dolaylı görüştüğünü, onların kendisiyle benzer şeyler paylaştığını da biliyoruz. Ama Abdullah Gül bunları hiçbir zaman bir meydan okuyuş şeklinde yapmadı. O târihte bunu yapmış olsaydı, 24 Nisan 2018’de o helikopterin ardından, yani İbrahim Kalın ve Hulusi Akar ziyâretinin ardından çıkıp, “Cumhurbaşkanı sözcüsü ve Genelkurmay Başkanı geldiler. Kendileriyle uzun uzun konuştuk. Beni adaylıktan vazgeçirmeye çalıştılar. Aslında onların bu ziyâreti benim adaylığımın ne kadar isâbetli olduğunu göstermektedir. Ve ben ne olursa olsun bu seçimde mümkünse tüm muhâlefetin ortak çatı adayı olarak ya da bağımsız olarak bu seçimde Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında cumhurbaşkanı adaylığımı koyuyorum” deseydi bence film başka türlü akardı, senaryo başka türlü olurdu. 

Ne olurdu, ne olmazdı? Bilmiyorum, ama Abdullah Gül en azından geç de olsa Türk siyâsî hayâtında çok etkili bir hamleyi yapmış olurdu. Şu hâliyle bakıldığı zaman, bugün adaylığını îlân etse de, ya da birileri onu aday olarak söylese de, şu olsa bu olsa, hiçbirisinin etkisi bu kadar olmayacak. Orada kaçan, kendisi açısından ve belki de Türkiye açısından kaçan bir fırsat vardı. O fırsat şu ya da bu nedenle ülkenin geleceği açısından olabilir. Değişik kaygılarla olabilir, ama birtakım kaygılarla olduğu kesin, bu adım atılmadı. Bu meydan okuyuşta bulunulmadı. Artık yapılacak olan meydan okuyuşların –ki onun da yapılacağına emin değilim– meydan okuyuşların hepsinin bir önceki yayınımda söylediğim gibi fazlasıyla geç kalmış olduğunu söylemek isterim. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Abdullah Gül’ün aday olmayı istese de muhâlefetin ortak adayı olabileceğini sanmıyorum. Onun yapabileceği, muhâlefetin ortak adayı her kimse ona açık bir şekilde destek vermek. Bunu yapar mı? Bunu da açıkçası merak ediyorum. Bunu yapmasının da bir etkisi olacaktır. 

Diyelim ki Kılıçdaroğlu ya da Mansur Yavaş cumhurbaşkanı adayı olduğu zaman Abdullah Gül’ün onunla yan yana durması, onun için oy istemesinden harekete, hiç kimse kalkıp, “Abdullah Gül istiyorsa, ben de buna verecektim ama vermeyeceğim” demeyecektir. Ama tam tersine, belli kesimlerde belirli bir etkisi varsa, muhâlefetin adayı açıklandıktan sonra onun yanında durmasının, muhâlefetin seçimleri kazanma ihtimâline bir katkısı olacaktır. Böyle bir meydan okuyuşu şu anda Abdullah Gül’den beklemek mümkün; ama bu türden karalamalar, birbirlerinden farklı, birbirlerine düşman kesimlerin böyle birisini karalamada birleşiyor olması, Türkiye’nin ne kadar ilginç bir ülke olduğunu bize gösteriyor bu. Meselâ bunlardan birisinde, Hilal Kaplan Sabah gazetesindeki yazısında benim de adımı geçirmiş, “Abdullah Gül’ün gözde gazetecisi. Bütün uçak gezilerine onu ve Aslı Aydıntaşbaş’ı alırdı” diye. Açıkçası Aslı Aydıntaşbaş’la birlikte tâkip ettiğimiz bir Cumhurbaşkanı Gül gezisi hatırlamıyorum. Ama en son gittiğim New York gezisinde Hilal Kaplan’ın kendisi de vardı, o uçaktaydı. Hattâ kendisiyle sohbet de etmiştik.  Böyle tabiî; bu kavgalarına, bu iktidar savaşlarına biz gazetecileri de bulaştırmak istiyorlar. Biz bulaşmayalım; olayı olabildiğince serinkanlı ve mesâfeli bir şekilde izleyerek, anlayabildiğimiz kadarıyla da anlatmaya devam edelim. Bitirirken, Medyascope’a, bizlere desteklerinizi sürdürmenizi, hele önümüzdeki seçim dönemi düşünülecek olursa bunlara çok ihtiyâcımız olduğunu bir kere daha vurgulamak istiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.                   

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.