Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı: Duvarda tuğla olmak

Uzunca bir süredir Altılı Masa’nın adayı kim olacak sorusu merak uyandırıyordu. Son zamanlarda ise aday konusu neredeyse Altılı Masa’nın varlık yokluk sorunu haline dönüştürüldü. Anladığım kadarıyla bir grup Kemal Bey’in aday olmasındansa Altılı Masa’nın dağılması yeğdir düşüncesinde. Ben kendimi satır aralarını okuma konusunda pek de başarılı sayamayacağım. Fakat satır aralarını okuduğumda bu kanıya kapıldığımı ve nedenlerini anlamaya çalıştığımı söylemeliyim. Elbette bu nedenler konusunda yazacaklarım, hatta bu tespitin bizatihi kendisinin geçerli olup olmadığı tartışılabilir.

Faşist Enternasyonal

Sovyetler Birliği ertesinde Rusya’da devleti yeniden kuran Rus mafyası bir rol model niteliğine yükseldi. Aslında, başlangıçta yani Putin’in şahsında mafya teşkilatı niteliğinde yeniden örgütlenmesini tamamlayana kadar devam eden geçiş sürecinde çok göze çarpmamıştı. Ancak, olgunlaşmış haliyle mafyalaşmış devlet örgütlenmesinin 21. Yüzyıla özgü faşizmin, temel kurumu olma niteliğinin altını çizmek gerekir. Elbette Rusya bu anlamda yalnız değil; Bolsonaro, Orban, Modi ve ikonik önderleri Trump vb. gibi çok sayıda örnekten bahsedebiliriz. Fransa’da İtalya’da ve bazı Avrupa ülkelerinde giderek güçlenen benzer yapıdaki şimdilik muhalif hareketleri de bunlara eklemeliyiz.

Bunca zamandır yaşananlardan sonra bu hareketleri, ülke tarihlerinde ortaya çıkmış ayrıksı akımlar, sağ popülist cereyanlar ve birbirlerinden bağımsız hareketler olarak nitelendirmek de mümkün değil. Bu tür tanımlamalar gerçek durumun oldukça hafife alınması anlamına gelir. Öncelikle, motifleri farklılaşmakla birlikte yöntem ve yaklaşımlarının aynılaştığını, birbirlerinden öğrendiklerini gözlemlemek mümkün. Bir nevi “faşist enternasyonal” kuruldu sanki.

Bu akımın temel özellikleri iktidara geçtiklerinde demokrasinin alameti sayılan tüm kurumların içini boşaltmak ve birer zombi kurum haline dönüştürmek oluyor. İlk bakışta bu kurumların hayatta oldukları ve işlevlerini yerine getirdiklerini düşünmek mümkün fakat uygulamalara bakıldığında aslında bu kurumların tamamen ortadan kaldırıldıklarını, yeni düzenin kurallarını uygulayan birer kabuktan ibaret duruma düştükleri anlaşılıyor.

Herhalde bunlar için en önemli demokratik kurum “seçimler”. Bunu ele geçirmek ve manipüle edilmiş bir plebisite dönüştürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Biz genellikle sandık güvenliğine odaklanıyoruz ama Haziran – Kasım seçimleri aralığında gerçekleştirilen en kaba manipülasyonlardan “Cambridge Analytica” gibi son derece teknolojik, rafine ve “Gözetim Kapitalizminin” temel parçalarından biri olan manipülasyon tekniklerine kadar geniş bir eylem ve araç yelpazesine sahipler. Bir kez daha altını çiziyorum, bilgi birikimlerini paylaşma konusunda neredeyse “Star Trek”in meşhur karakteri “Borg” ile yarışabilecek seviyedeler. Seçimler önemli çünkü 20 yüzyıl faşizminin kitlesel karakterinden doğan meşruiyete iktidarı ele geçirene kadar çok ihtiyaçları var. Sonrasında ortaya çıkan toplumsal, iktisadi ve ahlaki yıkıma karşı iktidarı sürdürmek için de bu ters yüz edilmiş, manipüle seçim kurumuna ihtiyaç duyuyorlar.

Bu noktada tek boyuta vurgu yapan küçük bir karşılaştırma yerinde olur. Yirminci Yüzyıl faşizmi, yükselen ve tüm dünyaya umut veren komünizme ve onun temel siyasi öznesi proletarya diktatörlüğüne karşı verilmiş bir yanıttı. Başka bir dünyanın mümkün olduğunun görünür hale gelmesi ideolojik olarak iki planda karşılandı. Birincisi siyasi rejim olarak faşizm. İkincisi özellikle mağlup edilemeyeceği ortaya çıktıktan ve piyasa olmadan hayatın devam edebileceğini, hatta o zamanki son derece zayıf altyapı ve teknolojiye rağmen piyasadan daha etkin çalışabileceğini gösteren planlama düşüncesini içeren kapitalist planlama ve refah devleti.

Bugün ise iki büyük dip dalga nesnel olarak kapitalizmin temellerini sarsarken yeni ve çok daha adil, özgür bir dünyanın kurulabileceğine dair işaretleri çoğaltıyor. Hızla derinleşen ve yaygınlaşan otomasyon canlı emeği üretim sürecinin dışına itip değer teorisini aşındırıyor. Bu aşınma aslında bolluk toplumunun kıyısında olduğumuza dair en önemli argüman olarak da okunabilir. Öte yandan, artık ekosistem açısından ölüm kalım meselesi haline dönüşmüş iklim yıkımı ise “büyüme” sevdasının önüne ket vurup “bölüşüm” sorunlarının adalet ve onurlu bir yaşam için daha önemli bir odak haline gelmesine neden oluyor. Yeni Yüzyıl faşizmini bu altüst oluş hali içerisinde değerlendirmek uygun olur.

Faşizm insanların sürüleştirilmesi üzerinden yükselir. Gözetim Kapitalizmi sürüleştirilmiş insanı “davranışsal artık mekanizması” ile üretim sürecinin bir parçası ve nesnesi haline getirmeyi hedefliyor. Bu yeni düzen, bence kapitalizmin sınırları dışına taşan yeni sınıflı toplum, gözetim kapitalizmi dijital dünyanın dışında reel ekonomi olarak da adlandırılan alanı da kapsayacak şekilde dönüşüyor. Önümüzdeki hafta bu konuyu son yazıda kaldığım yerden, “yeni bir değer teorisine doğru” başlığından devam ederek açmaya çalışacağım.

Sürüleştirmenin temel unsurlarını saymak gerekirse herhalde ilk basamakta “sekülerliğin kaybını” işaret etmek yerinde olur. ABD’de ve Brezilya’da evanjelizm, Hindistan’da Modi yorumuna dayalı dinsel tutuculuk, Türkiye’de holdingleşerek irtifa kaybeden ve kurumsallaştıkça zıvanadan çıkan yeni tür milliyetçi tarikatçılık vb. gibi çok sayıda örnekten bahsedilebilir.

İkinci basamağa ise “rasyonalitenin kaybını” yerleştirmek uygun olur. Sekülerliğin kaybı ile ele ele yürüyen ancak “düz dünya teorisinden”, burçlara, fallara ve çeşitli ezoterik akımlara iman etmeye kadar uzanan geniş bir yelpazeden bahsedebiliriz. Bu uçsuz bucaksız yelpaze “muhalifleri de” kapsayan büyük bir kitleyi etkisi altında tutma kabiliyetine sahip. Belki de bu niteliği ile en moral bozucu unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. Çünkü rasyonalite kaybının ikiz kardeşi bilime ve iyi yetişmiş insanlara düşmanlıktır. Bu zemin farkında olsunlar olmasınlar, şu ya da bu miktarda bilim ve yetişmiş insan düşmanlığının tahmin edilenin ötesinde geniş bir zemin bulmasına neden olmaktadır.

Üçüncü ve son basamakta ise yine neredeyse tüm toplumu saracak kadar genişlemiş bulunan komplocu düşünce yer almaktadır. Herhalde iktidar ile muhalefet arasında geçişliliğin önemli kanallarından biri komplocu düşüncenin bu derece yaygınlaşmasıdır. Elbette yaşam koşullarının olağanüstü zorlaşması gibi nedenler bu tür iktidarların toplumsal meşruiyetini zorlamaktadır ama rasyonalite kaybı ve komploculuk meşruiyet peşinde koşan iktidarların her zaman kullanmaya hazır aletler bulmalarını sağlayan ve yaygınlıklarıyla da bu aletleri elverişli bir şekilde kullanmalarına imkân tanıyan iki önemli unsurdur.

Altılı masa neden kuruldu?

Bu çok uzun, okuyucunun sabrını sınayan ama gerekli girişten sonra asıl konuya gelelim. Yakın zamanda Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda garip, garip olduğu kadar da yapay görünen bir tartışma başlatıldı. Gariplik tartışmayı harlayan figürlerden başlayıp ateşe körükle giden kimi “önemli” kişilerden de kaynaklanıyor.

Herhalde herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir düşüncedir. AKP iktidarının, özellikle darbe girişiminden sonra Sovyetler Birliği ertesinde Rusya’da devleti yeniden kuran Rus mafyasına benzer bir şekilde hareket etmeye çalıştığı aşikâr. İktidarın eylemler patikasını oluşturan hukukun ilgası, kurumların tasfiyesi, rasyonel düşüncenin yok edilmesi ve yetişmiş insan düşmanlığı vb. gibi adımlar faşist enternasyonalin parlak ve kimi zaman örnek oluşturan bir üyesi ile karşı karşıya olduğumuz düşüncesini güçlendiriyor.

Uluslararası piyasalarda geçer akçe niteliğinde doğal zenginliği olmayan bir ülke olarak Türkiye’de bu tür bir iktidar ancak kamunun bizatihi kendisinin tasfiye edilmesiyle başarılabilirdi ve bu gerçekleştirildi. Ağır Ekonomi’de ve başka yerlerde pek çok kez ele aldığımız gibi bazıları anayasal güvence altında bulunan eğitim, sağlık, barınma gibi çok sayıda kamusal hizmet gayri yasal ve gayri insani sözleşmeler ile çok sayıda yandaş şirkete devredildi. Kullanmak zorunda olduğumuz bu hizmetler artık piyasa fiyatları ile ulaşılabilir durumdalar. Sübvansiyonlu fiyat olduğunda da bir şey değişmiyor sonuçta piyasa fiyatı ile gelir elde eden haramilerin gelirleri bu defa kamu kaynaklarının yağmalanmasına dönüşüyor. Bu ahlaksız ve vahşi sömürüye dayalı yeni düzen gelecek kuşakların muhtemel gelirlerinin de yağmalandığı acımasız ve geleneksel mafya ahlakı açısından da kabul edilemeyecek bir seviyeye ulaştı. Gelecek kuşakların yanında güzelim doğa tiksinti verici iş birlikleriyle yerli ve yabancı sermaye konsorsiyumlarına peşkeş çekildi.

Sonuçta, önü alınamaz bir büyük iktisadi yıkım, yoksulluk ve geçim zorluğu bir avuç plütokratik oligark ve yandaşları dışında kalan iktidardan yana veya karşıt tüm toplumu sardı. İktidarın yıkılması neredeyse kaçınılmaz hale geldiğinde küresel olarak belki de ilk kez (ABD’de iktidarı tam olarak ele geçiremediğini varsaydığımız için Trump’ın gidişini dışarıda tutuyorum) kuruluşunu tamamlamış ve devletle bütünleşmiş yeni tür iktidarın seçimle gitme seçeneği belirdi. Bu yeni bir durum ve tüm dünya için önemli bir pratik.

Altılı masa kurulduğunda pek çok kişi gibi ben de bu iktidarın tasfiyesini gerçekleştirecek bir güç birliğinin oluşmakta olduğunu düşünmüştüm. Bu tasfiyenin kolay olmayacağı belliydi. Türkiye’de kolayca oluşturulan bu yeni düzenin seksen darbesinden ve doksanlı yıllarda hâkim olan mafya ilişkilerinden gelen kökleri olduğu aşikâr. AB ile aday üyelik süreci bu kliğin tasfiyesi için bir fırsat yaratmıştı ancak ne yazık ki gerçekleştirilemedi. Bu tasfiyenin gerçekleştirilmesi yerine sınıftan uzaklaştırma ve birlikte yaşam tercih edildi. Tasfiye girişimleri başladığında Mehmet Ağar’ın unutulmaz sözleri durumu açıklıyordu: “Bu duvardan bir tuğla çekersem tüm duvar üstümüze yıkılır”.

Duvardan Tuğla Çekmek

Altılı masa kurulduktan sonra büyük beklentiler bir ölçüde çerçeve içine alındı. Dikkat edilirse iktidarı aslında düşüren derin iktisadi krize odaklanıldı. Tüm toplumun canı yanmakta olduğu için herkesin duymak isteyeceği sözler ve sarılmak isteyeceği umut buradaydı ve son derece normal karşılandı. Ancak giderek derinleşen toplumsal krize de bir çare sunmak gerekiyordu. Bu çare ise “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS)” sloganı ile yaratıldı.

GPS, “ucube başkanlık sisteminin” yıkılacağını ve yeniden parlamenter sisteme dönüleceğini müjdeliyordu. Ancak sorun başkanlık sistemi / parlamenter sistem sorunu olmanın ötesinde parlamenter sistemde köklenerek yeni bir düzen kurmayı başaran iktidar bloğunun tasfiyesidir. Bu bloğun ne derece derinlere daldığını ise Sedat Peker’in hangi motivasyon(lar) ile yapıldığını bilemediğim ifşaatları ve itirafları gösterdi.

Normalde düzen karşıtı (başkanlık sistemi) olup yeni bir düzen kurma iddiasındaki (GPS) muhalefetin her biri ek itiraflar ve “kanıt sayılabilecek olgular” ile desteklenen ve Peker tarafından belgeli olduğu söylenen açıklamaların üzerine gitmesi gerekirdi. Bir kesim muhalefetin bu konuda gönülsüz davranması, ama o da bir suç örgütü lideri, ilgi gösterirsek iktidar bizi yerle bir eder iddiası ile hareketsiz kalmayı tercih etmesi tasfiye sürecinin sınırlı tutulmak istediğine dair güçlü bir işaret olarak okunabilirdi.

Elbette ikinci büyük sorun, Türkiye’nin bir bölümü Osmanlı İmparatorluğundan kalan ve bugüne kadar üstü örtülü tutulan büyük toplumsal fay hatlarına karşı tutumdu. Bu fay hatları etrafında mafya düzeninin meşruiyetini derinleştirebileceği ve uluslararası trafiğe eklemlenebileceği ve bütün bunları meşrulaştırabileceği bir zemin oluşturmak mümkün olabiliyordu. Gerçekten yeni bir düzen kurmak ise bütün bu kangrenleşmiş sorunlara el atmakla mümkün olabilir.

Adaylığı konuşulmaya başlandığında anketlerde zayıf halka olarak sunulan Kemal Kılıçdaroğlu ise iki konuda sistematik ve uzun süreli çalışma yürüttü: Helalleşme ve beşli çete nezdinde mafyatik ekonomik düzen. İki temel ayak üzerine kurulu bu uzun soluklu çalışma toplumda karşılık buldu ve Kemal Kılıçdaroğlu toplumsal desteğini yukarılara taşıdı ve güçlü bir aday durumuna dönüştü. Bir kez daha altını çizmekte fayda var, hangi iradeden neşet ettiği tam olarak belli olmayan diğer adaylar gibi susarak ve/veya seçim zaferinin üstüne yaslanarak değil, iki dönüştürücü unsuru toplumun bütün parçalarında dile getirerek ve bu zeminde adaylığını ilmek ilmek örerek bugüne geldi.

Bu stratejiyi ve son zamanlarda beşli çetenin ötesine geçerek doğrudan mafyatik düzeni ve tüm sonuçlarını hedef alan, uzlaşma tekliflerini tüm toplumun önünde reddetmesini, başkan seçilmesi durumunda gerçekten dönüştürücü ve bugünü yaratan eski düzenden tamamen farklı bir düzen kurulması için çalışabileceğine dair sinyaller olarak değerlendirmek gerekir. Bunları yaparken iktidar bloğunu, altılı masada yer alan partilerin üyelerinden bir bölümünü ve kendi partisinin bir bölümünü karşısına almaktan kaçınmadı.

Elbette bu çıkışın ve gerçekten dönüştürücü bir geçiş sürecinin salt ekonomik yıkımın ve bazı kurumlara verilen hasarın giderilmesinden öte anlamlar taşıyacağı açıktır. İçinde bulunduğumuz ortamda Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı duvarın yıkılması sonucunu doğuracak seçenekleri masaya getirmektedir. Devlet Denetleme Kurulu ve diğer bazı yetkilerin dönüştürücü ve arındırıcı bir şekilde kullanılması durumunda duvarın yıkılması mümkün. Peker ve diğerleri tarafından yapılan ifşaatlar, ABD ve Almanya başta olmak üzere süregelen pek çok dava ve soruşturma duvardan bir tuğlanın çekildiğini gösteriyor.

Sorun yıkılma ihtimali olan o duvarda kimlerin tuğla olduğu. O duvarda tuğla olanlar duvarın yıkılmasını kontrollü ve tercihen en fazla 2013’e kadar geri gidecek bir çerçevede yapılmasını istiyorlar. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bu açıdan duvarın eski olsun yeni olsun her bir tuğlası için risk barındırıyor. Altılı masayı dağıtmayı göze alabilecek kadar yüksek perdeden verilen sinyaller tuğlalarda beklenmedik isimlerin, resimlerin çıkabileceğine dair işaret olarak değerlendirilebilir.

Önümüzdeki hafta kaldığım yerden, değer teorisi tartışmalarından teknoloji yazılarıma devam edeceğim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.