Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’a konuşan Özgür Özel: “Aday meselesini seçmen bizim sandığımız kadar önemsemiyor”

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Özel, hem CHP’nin seçim kampanyası hem de adaylık tartışmaları hakkında açıklamalarda bulundu.

Sözlerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında bugün görülen ve 11 Kasım’a ertelenen davayı değerlendirerek başlayan Özgür Özel, davanın siyasî olduğunu savunarak “Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u kazanmasını hazmedemeyenlerin attığı bir adım. Hiçbir AK Partili buna sevinse bile rağmen bunu savunamaz. İmamoğlu’na ceza verebilirler. Ancak buna tenezzül edenin burnunu seçmen sürtüyor” diye konuştu. 

“AK Partililer ve MHP’liler de bu yapılandan rahatsız”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Elazığ ziyareti sırasında şehrin sokaklarına asılan afişleri de değerlendiren Özel, iktidara oy veren seçmenlerin de yaşananlar nedeniyle rahatsızlık duyduğunu dile getirdi: “AK Partililerde de MHP’lilerde de bu yapılandan rahatsızlık var. Ekonomik krizin bu kadar rahatsız ettiği çok az il gördüm. ‘Çok oy verdik bu kez vermeyeceğiz’ diyorlar.”

“Merkez sağ iktidardayken yaşananları CHP’nin üzerine yıkıyorlar”

CHP’nin iktidarda olmadığı dönemlerde yaşanan sıkıntıların da iktidar tarafından CHP’nin üzerine yıkıldığını ve bununla mücadele etmek için kendileri gibi düşünmeyen kesimlerle de sık sık temas kurduklarını aktaran Özel, sözlerine şöyle devam etti: “Merkez sağ iktidardayken yaşananları CHP’nin üzerine yıkıyorlar. Bu iktidar gelmeden önce başörtüsü sorunu vardı. Bu sorun aşıldı ve Kemal Bey de buna katkı sundu ama bunlar gölgede bırakıldı. Bizi başörtüsü düşmanı olmakla suçlayanlara öyle insanlar olmadığımızı anlatmamız lazım.”

“AKP ve MHP’nin dayattığı bu vasatlığa mahkûm değiliz”

CHP’nin hem özgürlükler hem de eşitlikler açısından kendine özgü bir programı olacağını söyleyen Özel, “AKP ve MHP’nin dayattığı bu vasatlığa mahkûm değiliz” derken seçimlerde belediye başkanlarının yaratacağı etki hakkında ise şunları söyledi: “Biri ‘Her şey çok kötü olur’ biri ‘Her şey çok güzel olacak’ diyordu. Biz kazandık. Sahip olduğumuz şehirleri temiz yönettiğimize o şehrin insanları da Soylu’nun müfettişleri de şahit.”

“Aday meselesini seçmen bizim sandığımız kadar önemsemiyor”

Son olarak adaylık tartışmalarına değinen Özel, “Aday meselesini seçmen bizim sandığımız kadar önemsemiyor. Seçmen 2002’de bir değişime oy verdi. Aday önemli, çok iyi bir adayımız olacağına ve heyecan yaratacağına inanıyorum” diye konuştu.  

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Özgür Özel stüdyo konuğumuz. Kendisiyle, partisinin ve genel olarak muhâlefetin seçimlere nasıl hazırlandığını konuşacağız. Hoşgeldiniz.

Özgür Özel: Hoşbulduk. 

Ruşen Çakır: Sizi ilk defa bu stüdyoda ağırlıyoruz. Ayağınıza sağlık.

Özgür Özel: Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Siz dün Elâzığ’daydınız. Partinizin grup toplantısı Elâzığ’daydı. Bu sabah İstanbul’a geldiniz. Anadolu Adliyesi’nde Ekrem İmamoğlu’nun dâvâsını izlediniz. O dâvâ Kasım ayına ertelendi. 

Özgür Özel: Üsküdar İlçe Başkanımız Suat Özçağdaş’ın dâvâsı da vardı. O dâvâ beraatla sonuçlandı. İki dâvâ aynı saatte karşılıklı iki ayrı salondaydı, biz ikisini de izledik.

Ruşen Çakır: Elâzığ konusuna biraz sonra değineceğim, çok ilginç bir olay. Ama önce Ekrem İmamoğlu konusunu konuşalım. Ekrem İmamoğlu’na dâvâ açıldığı andan îtibâren herkes, “Erdoğan belediye başkanıyken yargılandı, mahkûm oldu ve engellenemedi” benzetmesi yaptı. Sizce bu uygun bir benzetme mi?

Özgür Özel: Benim bu benzetmeden çıkaracağım bir ders yok; ama Recep Tayyip Erdoğan ve Saray’ı yöneten aklın târihi doğru okumadıkları ortada. Bu yapılan işler, bu karârı alanlara değil, bu karârın mağdur ettiklerine yarar her zaman. Siyâsî târihimizde de böyle oldu. Zâten alınan bir karar akla yatmıyorsa, vicdâna, içe sinmiyorsa, herkes tartışıyorsa… Bu karârı alanlar dışında, o karârı alanların sevenleri bile bunu savunamıyorsa, o yanlış bir karardır. 

Ekrem İmamoğlu, Fransa’da Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’ne katıldı ve orada da kendi seçim süreciyle ilgili gelişmeleri; seçimin eşitsiz şartlarda yapıldığını, seçimi kazandığını, yargı oyunuyla iptal edildiğini ama sonucunda daha büyük bir zafer elde ettiğini anlattı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çıkıp, “Avrupa Parlamentosu’na gidip Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa sesleniyorum” diyerek hakaret etti. Orada gazeteciler bu ifâdeyi soruyor, ne yapacaktı Ekrem İmamoğlu? Soylu’nun bu cümlesine karşı Ekrem Bey “Bir ahmaklık arıyorsan, seçimi iptal edenlere bak” diye cevap verdi. Bu ne demek? Seçimi iptal eden Saray’ın aklı, Süleyman Soylu’nun kendisi ve etrâfındaki arkadaşları. Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) seçimi iptal ettirmek için büyük gayret gösterdiler. Hattâ Kişisel Verilerin Korunma Kanunu’na rağmen insanların kişisel sağlık verilerini elde ederek, “Bu seçmenler psikolojik tedavi gören seçmenler” diyerek, verileri bavullarla Yüksek Seçim Kurulu’na taşıdılar. Sonuç olarak YSK seçimi iptal etti. Bu iş burada kapanır. Süleyman Soylu da çok istiyorsa hakaret dâvâsı açar, hâkim de Soylu’ya, “Sen de ona demişsin, karşılıklılık var” der. Hattâ ilk başlatan daha ağır cezâ alır. Ama YSK’nın o günkü başkanı, “Ekrem İmamoğlu bize ahmak dedi” diyerek savcılığa başvurdu. Ekrem İmamoğlu, karârı kimin elinde tuttuğunu değil, o karârı kimin aldırttığını biliyor, ona söylüyor. Sonuç olarak, YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle, 4 yıl 1 ay hapis cezâ talebiyle dâvâ açıldı. Tabiî Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u kazanmasını hazmedemeyenlerin, karın ağrısı olanların attığı bir adım olduğunu herkes biliyor. Bugün sokağa çıkın, İmamoğlu’na bu gerekçeyle dâvâ açılmasını savunan AK Partili bulamazsınız. İçinden seviniyordur, ama yüzünüze savunamaz. Tıpkı, o seçimin tekrârı karârını savunamadıkları gibi. 

Ruşen Çakır: Dediğiniz doğru. Ama sonuçta bütün bunlara rağmen mahkeme mahkûmiyet kararı verebilir ve birtakım yasaklar getirebilir. Canan Kaftancıoğlu örneği önümüzde.

Özgür Özel: Yapabilirler. Bu bir tenezzül meselesi. Bu, artık bir hukuk meselesi değil. Hukuka göre baktığınızda, dâvânın açılmaması gerektiği çok açık. Ama dediğim gibi bu bir tenezzül meselesi. İstanbullu, 25 yıldır Tayyip Erdoğan ve onun gösterdiği adaylara oy verirken millî irade baş tacı, bir başkasına, meselâ Ekrem İmamoğlu’na verildiğinde alaşağı. Hattâ o zaman, “Seçim mundar oldu” dediler. Buna tenezzül ettiler; 13600 olan fark, 806 bine çıktı. Bir şeye daha tenezzül ederlerse, milletten daha büyük bir tokat yerler.

Teknik olarak şu var tabiî: Şimdi dâvâ 11 Kasım’a ertelendi. 11 Kasım’da da dâvâ sonuçlanmaz, çünkü birtakım şâhitler dinlenecek filan. Sonra karar duruşması. Diyelim ki hiç onlar yoktu, bugün karar verdiler. Bunun istinaf süreci var, Yargıtay süreci var. Ama tabiî bunlar her şeyi yapabilirler. Bu kararla birlikte Süleyman Soylu çıkıp, “İmamoğlu’nu görevden aldım, yerine şunu getirdim” diyebilir. Bu, tenezzül meselesi. Vatandaş buna tenezzül edenin burnunu seçimlerde çok fenâ sürtüyor. Ben onu bilir, onu söylerim. 

Ruşen Çakır: Dün Ekrem İmamoğlu da Elâzığ’daydı. Birlikte, bir okulun temelini attınız.

Özgür Özel: Muhteşem bir okul. 

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla yerel yetkililer katılmamış. 

Özgür Özel: Hiçbiri yoktu. Vali yok, Kaymakam yok, İl Millî Eğitim Müdürü yok, herhangi bir yardımcıları da yok. Hadi diyelim Vali’nin toplantısı vardı, Vali Yardımcısı da yok. İl Millî Eğitim Müdürü yok, bir şube müdürü yok.

Ruşen Çakır: Peki, temeli nasıl attınız?

Özgür Özel: Kendi kendimize attık. Aslında çok engellenmeye çalışıldı. Valilik yer vermedi. Ben bizzat 3 kez gidip açıklama yaptım. Diğer arkadaşlar kaç kez gitti bilmiyorum. Her gittiğimizde, “Arsa gösterin, okul yapacağız dedik”. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden oybirliğiyle karar çıktı. Onlara da teşekkür ettiler. Yani çağırıyorsun, açılışa gelmiyorlar. Bizimkiler dönüp ağız dolusu teşekkür ettiler. 10 okula bedel bir okul yapılıyor. Muhteşem bir teknik lise. İçinde 19 laboratuvarı, 30 tâne teknik eğitim atölyesinin olduğu muhteşem bir okul. Valinin gelip teşekkür etmesi lâzım; İl Millî Eğitim Müdürü’nün heyecan duyması lâzım. Ama bizim dışımızda kimse yoktu. Böyle bir hazımsızlık var. Üstelik 1 okul değil, 3 okul yapıyoruz. İzmir ve Ankara büyükşehir belediyeleri de birer temel atacak. Ümit ediyoruz açılışında artık bu cumhurbaşkanı, bu anlayış, bu kötücül akıl ortadan kalkar, herkesi davet eder, hep birlikte açarız. 

Ruşen Çakır: O temel atma töreninde Ekrem Bey, Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik o çok konuşulacak cümleyi de sarf etti. Tam sizin söylediğiniz gibi, “Bugün iktidarda olanlar muhâlefet olacak, siz bugün muhâlefetin lideri olarak ülkenin başında olacaksınız” dedi. Bu da, bitmek bilmeyen “Aday kim olacak?” tartışmasında yeni bir etap. Bu meselenin Altılı Masa’da konuşulmadığını söylüyorlar, zâten o konuya girmeyeceğim. Ama şu âna kadar CHP’den konuşan herkes Kemal Kılıçdaroğlu’nun adını telaffuz etti. Adını söyleyip, “Aday olmasın” diyen kimseyi görmedim açıkçası — ama herhalde vardır. Şu süreçte, partinizin değişik seviyelerinde en önemli konu bu mudur?

Özgür Özel: Hayır, değil. Aslında ben bu tartışmanın çok da sağlıklı… Elbette tüketilmesi gereken bir gündem bu. Ama bu kadar saplanılması gereken bir gündem olmadığını düşünüyorum. Partide “Aday olmasın” diyen birini ben de duymadım. Türkiye’de son dönemde ârızî bir dönem yaşıyoruz. Söylemeye dilleri varmadı, ama başkanlık sistemi dedikleri, Türk tipi bir başkanlık sistemi, tek adam rejimi getirdiler. 24 Haziran 2018’den beri bu sistem var. Ama Türkiye’nin yerleşik geleneği şu: Bir partinin iktidar olması için, Genel Başkan’ın yürütmenin başına gelmesi lâzım. CHP yıllardır, 1978’den beri tek başına iktidar olmamış ve iktidâra hasret bir parti. İktidâra bu kadar yakınken, yürütmenin başını belirlemeye heveslenmiyor. İktidar olmaya hevesleniyor. Yürütmenin başını belirleyebilirsiniz, ama kurumsal olarak partinizin genel başkanı orada değilse, iktidar mısınız o bir tartışma konusu olur. Ekrem Bey, Beylikdüzü ilçe başkanlığından geliyor. Onun gibi, bizim gibi Cumhuriyet Halk Partisi’nin evlâtları, partinin genel başkanı cumhurbaşkanı olsun, biz de iktidar olalım ister. Ama burada genel başkanımızın çizdiği bir çerçeve var: “Üç grup başkanvekili ve parti sözcüsü bu konuda konuşabilir. Diğer arkadaşlar bu konudaki kişisel fikirlerini açıklıyorlar, ama partinin görüşünü bağlayacak olanlar şu sınırın dışına çıkmasın: Altılı Masa’ya vurgu. Altı liderin elbette kendi partilerindeki karar alma mekanizmalarını tüketerek geldikleri masada, altı lider ortak bir karar verecek. Buna vurgu. Ve bizim adayımız 13. Cumhurbaşkanı olacak. Yani, seçimi riske etmeyecek bir cumhurbaşkanı adayımız olacak.  Ve bunu altı lider birlikte yapacağız” diyor. Son imzâlarını göz önünde bulundurursanız, tek adayımız olacak. Bizim gönlümüzden geçen genel başkanımız. Ama Genel Başkan bu konuda son derece hassas. “Altı liderin ortak karârına saygılı olacağız” diyor. 

Ruşen Çakır: Altılı Masa ayda bir kez bir araya geliyor, fotoğraf veriyorlar ve yazılı açıklamanın dışında pek bir şey göremiyoruz. Bir de ikili görüşmeler var. Peki, partilerin tabanları nasıl? Sizin çok gezdiğinizi biliyorum, o yüzden soruyorum. Bu partilerin tabanlarında da bir yakınlaşma var mı? Yoksa herkes kendi işini yapıyor, ama sonuçta bir ittifak hâlinde seçimlere girilecek havası mı var?

Özgür Özel: Ben samîmî olarak söyleyeyim, böyle olmasını bekliyordum. Bu ittifak siyaseti gündeme geldiğinde, tabiî yerel seçimlerde İYİ Parti’yle birbirimize farklı bir sarılmamız vardı; ama orada şöyle bir şey vardı: İYİ Parti genel seçimlerin dışında bırakılmaya çalışıldı. CHP 15 milletvekilini demokrasi yolculuğuna çıkarmıştı.

Ruşen Çakır: Siz de var mıydınız onların arasında?

Özgür Özel: Hayır, ben grup başkanvekili olarak yolcu edenler ve karşılayanların arasındaydım. Sonra seçimlere girilmiş bütün büyükşehirlerde ve bütün Türkiye’de yerelde bir ittifak kurulmuş. Bir de tabanlarımız birbirine daha yakın. Hele Ege’de, Trakya’da CHP ile İYİ Parti tabanı arasında çok ciddî farklılıklar yok. Ama ben bu Altılı İttifak olduğunda, cümlenizin sonundaki gibi beklerdim. Ama meselâ Sakarya’da –siz de Sakarya’daydınız–, bir beyefendi geldi, genel başkanımızın elini sıktı. DEVA Partisi’nin Sakarya il başkanı. Engin Altay kalktı ona yerini verdi. Genel Başkan da memnun oldu, yanı başına oturttu. Arkadan, Gelecek Partisi’nin il başkanı geçiyordu, partililer gördü, hemen yolladılar, ben de yerimi ona verdim. Genel başkanımızın iki yanında, 2002 yılından sonra kıyasıya rekabet içinde olduğumuz bir partinin üçüncü başbakanı ve ikinci genel başkanı ve o partinin en çok övündüğü dönemde, ekonominin başında olan kişinin genel başkanı olduğu partilerin, Sakarya gibi muhâfazakâr bir ildeki iki temsilcisi oturuyor. Ama kendi ilçe başkanımız gibi bir ilişki içerisindeler bizimle. Dün Elâzığ’daydık, ondan önce Edirne’deydik, Samsun’da, Giresun’da… İttifak ortaklarının, İYİ Parti’si, Demokrat Partisi, Saadet Partisi, hepsi… Geçen gün Saadet Partisi’nin İzmir il başkanı bir konuya kızmış, bir tweet atarken benimle ilgili de bir şey yazmış. Kendisine telefon açtım, “Başkan bu herhalde selâmsızlıktan oluyor. Geldiğimde selâm vermediğim için, sen de beni tanımadan böyle yazmışsın” dedim. İki dakika telefonda sohbet ettik, sonra da öyle bir tweet atmış ki… Yani bu kadar kolay. Biz partideki anlaşmazlıkları böyle kolay çözemiyoruz. 

Herkes Türkiye’nin nasıl bir uçuruma sürüklendiğinin farkında. Ve yine herkes kendi üstüne düşen sorumluluğun da farkında. Ben bunu Kurtuluş Savaşı rûhuna benzetiyorum. İlk önce, ama ilk önce bir kurtulalım; sonra sağlam bir temel atarak kuruluşumuzu gerçekleştirelim ki, ikinci yüzyıla, çoluğumuza, çocuğumuza, torunumuza, gelecek kuşaklara, dünyayla rekabet edebilir, Türkiye’de yaşayan bütün insanların geleceği açısından yaşanabilir bir ülke bırakabilelim umuduyla baktıkları için, kimse kibir, naz, gözünün üstünde kaşın var yapmıyor. Adına krizler denen şeyler çok kolay aşılıyor. Ben tabanlar arasında müthiş bir karşılıklı saygı, iletişim görüyorum. Her yerden de rapor ediliyor bu. Zaman zaman ufak tefek şeyler oluyor tabiî. Bir partinin milletvekili bir açıklama yapıyor. O konuda en mûtedil tarafın CHP olduğunu da görüyoruz. Buna karşın da, çok olumlu reaksiyon alıyoruz karşı taraftan da. Ben işin o tarafında hiçbir sıkıntı görmüyorum.

Ruşen Çakır: Elâzığ meselesine gelelim. Ben bu konuyu dün yaptığım yayında yorumladım. Elâzığ biraz bildiğim bir yerdir. Çünkü milliyetçi-muhâfazakâr kesim üzerine çalışan bir gazeteci olarak, Elâzığ’a çok gittim. Grup toplantılarından birini Elâzığ’da yapacağınızı duyduğumda, “iyi cesâret” dedim. Nitekim siz daha oraya gitmeden, size afişlerle bir karşılama hazırlamışlar. Ben oraya gidiyor olmanızdan rahatsız olmuşlar diye yorumladım. Ne oldu sonra?

Özgür Özel: Samîmîyetle ifade etmem lâzım. Şunu yaşadık Elâzığ’da — çok acayip bir şey: İl yönetimimiz ili parçalara ayırıyor; 60 milletvekili, yöneticisi herkes bir caddede, sokakta çalışıyor, o şehrin tamâmına dokunmak için. “Kemal Bey nerede?” diye soruyorlar. “Kemal Bey başka bir sokakta” diyoruz. “Selâm söyleyin. AK Partili’yim. Size oy vermeyeceğim, ama çok utandık” diyorlar.  Hattâ birisi bana şunu söyledi: “Şurada FETÖ’cülerin eski yurdu var. O yurdu TÜGVA’ya verdiler. Oranın zemin katı bilgisayar dolu. Bu terbiyesizlikleri oradan yapıyorlar evlâdım” dedi. Bunu söyleyen amca, CHP’ye hiç oy vermemiş; vereceğini de düşünmüyorum. Genel olarak AK Parti’lilerde de, MHP’lilerde de bu yapılan işten bir utanç vardı. Bu Manisa’da da olsa böyle olurdu. 

Şehre bir partinin genel başkanı geliyor. Meselâ Sayın Erdoğan Manisa’ya geldiğinde, örgütümüzü, il başkanlığını, ilçe başkanlığımızı sâhadan çekeriz. Biz tahrik etmemek, rahatsız etmemek için asılmış pankartlarımızı indiririz. Anadolu’da böyle bir gelenek var. Bir genel başkan o şehri şereflendiriyorsa –öyle derler– ona karşı ev sahipliği gösterilir. Geçenlerde de Niğde’de, Kemal Bey’in kaldığı otelin karşısında bangır bangır müzik çalıyordu. AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ı aradım. “Olur mu öyle şey?” dedi, 10 dakikada kapattırdı. Bu yapılanlardan o şehir utanır. O asılan pankartlardan, bırakın Kemal Bey’i îtibarsızlaştırmayı, Kemal Bey’e, aklının ucundan bile geçmeyecek bir sevgi ve bambaşka duygular geliştirdi. Bir sürü insandan özür dilekleri geldi. Ben Elâzığ’ı hiç böyle görmedim. Orada 40 yıldır ilk kez milletvekili çıkardık. Milletvekilimiz Gürsel Erol’un emeklerini de yadsımamak lâzım. Onun da adını çok anıyorlar. Gürsel Erol bir iddia koyuyor ortaya. “Ben 2’den aday olacağım. İki çıkaracağız” diyor. Ben markete girdim, ayakkabıcıya girdim, kuyumcuya girdim; “İki garanti diyorlar, olur mu?” diye sordum. “İki garanti, siz üçe bakın başkan” dediler. Sonuçta Elâzığ’dan 5 milletvekili çıkıyor. İki de çok büyük bir başarı, bir dönem öncesine kadar sıfırdan geliyorduk. 

Elâzığ’da şöyle bir şey gördüm: Kimi göndereceklerine karar vermişler. Ekonomik krizin bu kadar rahatsız ettiği çok az il gördüm. Bu kadar çok rahatsız ettiği illerden Iğdır ve Ardahan’ı hatırlıyorum. Samsun’da belli yerlerde böyle bir şey vardı, Sakarya’da vardı; ama Elâzığ’da herkes ekonomik krizden şikâyet ediyor ve “Çok oy verdik, ama bu sefer vermeyeceğiz” diyorlar. 

Ruşen Çakır: İktidar, özellikle güçlü olduğu yerlerde, kendi tabanını konsolide etmek için birtakım kimlik meselelerini ya da beka meselesini öne çıkartıyor. Burada sâdece AKP’yi değil MHP’yi de katarak söylüyorum. Billboard’larda asılan afişler de o temalar üzerineydi. Bunlarda zorluk çekmiyor musunuz?

Özgür Özel: Bunlar birer silâhsa… ki ben siyâsette böyle silâhların kullanılmasını hiç doğru bulmuyorum; ama bütün dünyada aşırı sağ merkez sağın yerini almaya başladı. Maalesef böyle kötü bir siyâsî trend var dünyada. Sağ siyâset böyle enstrümanları kullanıyor. Ama AKP ve Cumhur İttifâkı o kadar hoyratça kullandı ki bu silâhları… Eğer son çâre olarak sarılacak bir silâh olarak görüyorlarsa, 24 Haziran seçimlerinde, 31 Mart seçimlerinde cayır cayır yaktılar bunları. Bitti onlar. Yani millet artık bıktı. Millet “Çocuklarımız aç” diye ağlarken, bir zamanlar Hitler’in propaganda bakanının söylediği gibi, “Alman çocuklarının tereyağına ihtiyacı yok, ama Alman tanklarının gres yağına ihtiyacı var” demesine döndü iş. Bunlar da, “Türkiye’de beka sorunu var” diye tutturuyorlar. Bu ülkede beka sorunu dediğin, AKP’linin de, MHP’linin de, HDP’linin de, CHP’linin de, İYİ Parti’linin de, oy kullanmaya gitmeyenin de çocuğu beslenme sorunu yaşıyor, barınma sorunu yaşıyor, eğitim sorunu yaşıyor. 2022 yılında bir ülkede beka sorunu olacaksa, en büyük beka sorunu, gelecek kuşakların iyi beslenememesi ve iyi eğitim alamaması, fizîken ve zihnen beslenememesidir. Bu çocuklar yarın öbür gün o kafa tuttuğunuz dünyayla nasıl rekabet edecekler? Esas sorun bu. Mutfakta yangın var, cüzdanda yangın var, pazarda yangın var, sokakta yangın var, bizimkiler kimsenin görmediği bir yangını görmüşler, “Aman kardeşim devlet elden gidiyor” diyorlar. 

Şöyle bir anlayışları var: Bir farklılığı bulacak; onun üstünde tepinip tarafları saflaştıracak. Karşı tarafı uzaklaştıracak, şeytanlaştıracak. Karşı kutbu şeytanlaştırırken kendi arkasını kalabalıklaştıracak. Ama bu işlemiyor artık. İzmir’de “Câmiden Çav Bella çaldı” diye tutukladıkları CHP’li de beraat ediyor. Fahrettin Altun’un evinin bahçesinin fotoğrafını çeken kişiyle ilgili hâkim kararını açıkladı: “Oranın devlete ait bir arsa olduğu, evle bir bağlantısının olmadığı, başka bir yerin fotoğrafı olmadığından beraatına” diyor. Vatandaşa temel mesaj şu: “Evet, açsın, yoksulsun, güvencesizsin, geleceğinden endîşelisin; ama ezanımız tehdit altında, dinimiz tehdit altında, vatanımız tehdit altında. Aç, işsiz, yoksul ve kaygılı olmana rağmen gelip benim arkama geçmelisin.” 

Ruşen Çakır: Bu olay bitti mi yani?

Özgür Özel: Şundan dolayı bitti. Vatandaş diyor ki: “Kardeşim, bir geçtim, açım. İki geçtim, hâlâ açım. Üç geçtim, işsizim, güvencesizim.” Hatırlarsınız Süleyman Soylu, “Mansur Yavaş’a oy verirseniz, Ankara’da su faturalarını DHKP-C militanları dağıtacak” demişti. Bugün kapı çalınıyor, açıyorsun su faturası geliyor. Nereden? ASKİ’den. Ankaralılar faturayı getirene “DHKP-C militanı mı bu?” diye bir bakıyordur: “Bu DHKP-C militanı mı ya?” diye. Yoksa her yaştan, her görüşten, geçmişte Melih Gökçek’in aldıkları veya bu son dönemde işe girmiş pırıl pırıl çocuklar dağıtıyor o faturaları. İnsanlar, “Ne yalancıymışsın be Süleyman” derken, “Bu yalanlara artık karnımız tok Süleyman” diyorlar. 

İstanbul’da İSPARK’a arabasını park eden herkes şunu biliyor: “İstanbul’u kazanırlarsa İSPARK’ı PKK’ya verecekler. Anlaştılar, bitti o iş. Arabanı park edersin, parayı PKK’ya verirsin” — böyle diyordu Soylu. İstanbul’da arabasını park eden herkes, her görüşten, her inançtan, her mezhepten, her kültürden pırıl pırıl İSPARK personelini görünce, “Ne kandırmışlar bizi ya! Sırf bu İSPARK yüzünden PKK’ya gitmesin diye oy vermedim, ama bir dahakine vermezsem ne olayım” diyor. Bu tartışmalar bitti. 

Ruşen Çakır: Kemal Bey her gittiği yerde kanaat önderleriyle basına kapalı toplantılar yapıyor. Siz bunlara katılıyor musunuz? 

Özgür Özel: Evet. Mesela evvelsi günkü toplantıya katıldım. 

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla o toplantılara ağırlıklı olarak CHP’ye uzak kesimlerin insanları çağrılıyor. 

Özgür Özel: Genel Başkan hem il başkanlarına hem milletvekillerine şunu söylüyor: “Size ‘kanaat önderlerini toplayın’ deyince, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Başkanı, EĞİTİM SEN ve Eğitim İş’in Başkanı, Baro Başkanı, CHP’liyse Eczacılar Odası Başkanı’nı getiriyorsunuz. Buyursunlar gelsinler; ama bizimle aynı düşünenleri değil farklı düşünenleri getirin. Çünkü o insanlara kara propaganda yapılıyor. O insanlar Sözcü okumuyor, Cumhuriyet okumuyor, Halk Tv, FOX TV, KRT’yi, Medyascope’u izlemiyor. O insanlar A Haber’i izliyorlar ve bir kara propagandaya mâruz kalıyorlar. Benim o insanların sorularını cevaplamam lâzım” diyor. En son 600 kanaat önderiyle yapılan Malatya’daki toplantıya katıldım. Malatya’da il binasının açılışı vardı. Ondan önce Sakarya’dakine gittim. Türkiye’nin her yerinde yapılıyor bu toplantılar. 

Meselâ Sakarya’daki toplantıya koşa koşa geldi insanlar. Esnaf odaları, geçmişte sağ partilerde milletvekilliği ve il başkanlığı yapmış olanlar, çeşitli cemaatlerin kanaat önderleri, farklı farklı kesimlerden insanlar katıldı. Onları kapıda karşılıyoruz. Daha içeri girmeden herkes, “Bizi buraya çağırdınız ya, bu dâvet önemli” diyor. Genel Başkan kısa bir açılış konuşması yapıyor. Özet şu: “Bana her şeyi sorabilirsiniz, hiçbir sorunuzdan rahatsız olmayacağım. Ama buraya kadar gelmişsiniz, ‘bu soru da sorulur mu acaba?’ deyip yutkunursanız rahatsız olurum. Aklınızda ne varsa sorun.” Neler sorulmuyor neler. Her birinin cevâbı veriliyor. Ben toplantıdan tatmin olmadan ayrılan kimseyi görmedim. O açıdan da çok faydalı.

Ruşen Çakır: Toplantılar ne kadar sürüyor?

Özgür Özel: 2,5-3 saati buluyor. Genel Başkan özellikle ucunun açık olmasını istiyor. “Süre doluyor, son sorunuzu alalım” yaklaşımı yok. 

Ruşen Çakır: Peki, sert ortamlar olmuyor mu?

Özgür Özel: Oluyor tabiî. A Haber izlemiş, dolmuş, gelip meselâ “Sizin milletvekilleriniz niçin terörist cenâzesine gidiyor?” diye soruyor. Biz bunu Meclis’te tüketmişiz, ama o tartışmayı oraya kadar taşımamışız. Onun terörist cenâzesi dediği, Tahir Elçi’nin tabutunun üzerine Diyarbakır Barosu’nun amblemi olan bir örtü serilmiş. Ama bunu photoshop yapıp değiştirmişler. Cemevi’nde terörist cenâzesi dedikleri, Davutoğlu başbakan iken ve şimdiki AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal’la mekik diplomasi yaparak, Suruç’ta mayına basmış gencecik 19 yaşındaki bir çocuğun cenâzesi o. Hiçbir suçu yok ki terörist olsun. “Ama siz teröristlerin mezarlıklarına karanfil koyuyordunuz” dedikleri: Roboski. Bizden 1 gün önce de Emine Erdoğan karanfil koymuştu. Îcâbında fotoğrafı da gösteriyoruz. “Siz Recep Tayyip Erdoğan’a çok inanıyorsunuz, o zaman eşi niye gidip karanfil koymuş Roboski’deki mezarlara? O öldürülenler, sınır kaçakçılığı yapan, çoğu 18 yaşından küçük çocuklardı.” Bunları anlattığınız zaman genelde, “Hakkını helâl et Genel Başkan. Biz bunun böyle olduğunu bilmiyorduk” diyorlar. 

Ruşen Çakır: Bir merakla mı geliyorlar yani? Herhalde kimse zorla getirmiyor. 

Özgür Özel: Tabiî ki zorla getiremezsiniz.  Ama şöyle bir şey var: Biz bundan 10 yıl önce, Manisa Kırkağaç’ta muhtarları bir toplantıya çağırmıştık. Ben o zaman yeni milletvekili olmuştum. Kırkağaç’ta 46 muhtar vardı, toplantıya 4 muhtar katılmıştı. Şimdi Manisa’daki son muhtarlar toplantısına 46 muhtarın 42’si geldi. 2 tânesi de mâzeret telefonu açtı. Böyle bir kabuğu kırma durum var. Edirne, Trakya tarafı bizim açımızdan biraz daha kolay yerler gibi görünse de, Samsun’da, Giresun’da, Sakarya’da gördüğüm, kanaat önderleri dâvete kıymet veriyorlar, icâbet ediyorlar ve gördüğüm kadarıyla tatmin olmuş, kafalarındaki bariyerleri biraz daha aşmış olarak ayrılıyorlar.

Ruşen Çakır: Şu meşhur “endîşeli muhâfazakârlar” meselesine geleyim. “Siz iktidâra gelirseniz, bize şu olur mu, bu olur mu?” diye dile getirilen kaygılar var mı?

Özgür Özel: Evet, var.

Ruşen Çakır: En çok neden korkuyorlar?

Özgür Özel: Şöyle bir kaygı var — ki bunu da çok haklı görmek lâzım: Belli bir yaş grubunun ilerisindekilere öyle bir anlatıyorlar ki, sanki Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidârı İsmet Paşa’dan devralmış, kendisinden önce CHP varmış ve bu CHP, târihin en görülmedik zulmünü yapmış. Böyle bir hikâye anlatıyorlar. Zâten, öncelikle CHP’nin o bahsedilen dönemlerde iktidarda olmadığını anlatmak gerekiyor. İkincisi, “CeHaPe zihniyeti” diye bir şey yerleştiriyorlar ve devletin bütün kötülüklerini, derin devletin yaptıklarını, bütün siyâsîlerin yaptıklarını CHP’ye yüklüyorlar. Merkez sağ siyâset iktidardayken, Anadolu’da, Doğu’da, Güneydoğu’da yaşananlar, yaşatılanları CHP’ye fatura ediyorlar. Bunları tâne tâne konuşmak önemli.

Ama şu da önemli: Bu iktidar gelmeden önce, başörtüsüyle ilgili bir sorun vardı. Sorun bu iktidar döneminde aşıldı. Aşılırken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok müspet katkısı var. Ama bu katkı görünür olmaktan öteye bırakıldı. Yani şöyle bir samîmîyet göstermediler: “Biz bu sorun aşılsın diye gayret ediyorduk, ama Kemal Bey de sağolsun üstüne düşeni yaptı” demediler; hep eskilere baktılar. Hâlâ başörtüsüyle ilgili bir endîşenin pompalandığını görüyoruz. Anlatıyoruz, anlattıkça aşılıyor. Ben kendi okulumda, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde, başörtülü arkadaşımızı sudan bir sebeple laboratuvardan çıkardılar diye sınıfı boşaltıp, üç gün boyunca laboratuvara gitmemiş ve “Evet, arkadaş da girebilir” dendikten sonra laboratuvara giren ekibin başındayım. Şimdi bizi başörtü düşmanlığıyla suçluyorlar. “Biz öyle insanlar değiliz”i anlatabilmek, buna olanak bulmak lâzım. Televizyonlarda o 28 Şubat süreci, o çirkin görüntüler defâlarca ve sürekli CHP vurgusu ile gösteriliyor. Bu endîşeyi haklı görüyorum. Ama hem ittifâkımızla hem kendimizi anlatarak hem de yerel yönetimlerde yaptıklarımızı görerek, bu endîşenin aşılmakta olduğunu görüyorum. Ama bu travmaların izlerinin aşılmasının da çok kolay olmadığını ve bu travmayı anlamak durumunda olduğumuzu da kaydetmek istiyorum.

Ruşen Çakır: Yerel yönetimlerle ilgili bir soru sorayım: Önümüzdeki seçimlerdeki en büyük iddianızın güçlü zeminlerinden birisi belediyeleriniz mi?

Özgür Özel: Belediye seçimlerini “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” yaklaşımına getiren Recep Tayyip Erdoğan. Biraz önce verdiğim örneklerle, AK Parti bu korku siyâsetini bir kez daha niye deniyor, şaşırıyorum. Yerel seçimlerde iki siyâset yarıştık biz: “Beka sorunu var” diyenlerle, “Mart’ın sonu bahar” diyenler. Bir tarafta gri bir gökyüzü, bir tarafta motorları maviliklere sürmek isteyenler. Bu yarışın galibi baştan belli. Biz o yarışı öyle kazandık. Bir tânesi, parmağını sallayıp, “Binali Bey’e oy vermezsen her şey çok kötü olacak” diyordu. Öbürü, “Ekrem Abi, her şey çok güzel olacak” diyordu. “Her şey çok güzel olacak” diyenler kazandı. 

Şimdi döndük yeni bir korku siyâsetine. Biz yine umudun siyâsetini yapmaya çalışıyoruz. Bir kere, mantalite olarak bu işi yerel seçimlerdeki gibi götürürsek, evet, ona güveniyorum. İkincisi, yerel yöneticilerimizin tepelerinde 300’er tâne müfettiş var; didik didik ediyorlar. Toplu iğnenin başı kadar bir şey bulsalar, tef çalıp oynayacaklar. Ama temiz yönettiğimize, o şehrin insanları da, Süleyman Soylu’nun müfettişleri de şâhit. Bu da çok önemli bir şey. Çünkü İstanbul’u yöneten, Türkiye’yi yönetir. İstanbul’da belediye başkanımız, partimizin ilkeleri çerçevesinde ve genel başkanımızın talepleri doğrultusunda son derece doğru işler yapıyor. 11 belediye başkanı da bunları yapıyor. Çocuk kreşinden tutun, süt kampanyalarına kadar, sosyal devletin küçük ölçeğinde bunları da yapıyoruz. Diğer taraftan, şunu da çok net görüyorum: İnsanlar artık bir değişim istiyorlar. Bu değişimi, CHP’nin kadrolarında da, söylemlerinde de, iş yapış biçiminde de görüyorlar ve güveniyorlar. Güvenmeseler, pandemide CHP’li belediyenin açtığı hesaplara milyonlarca lira niye gelsin? Ben bu güvenin, önümüzdeki seçimde sandığa yansıyacağına yürekten inanıyorum. 

Bir anda, herkesi “vatan hâini” diye yaftalayıp, gökten meteor gibi vatan hâini yağdırılıyor. “Kaçın kaçın…” Nereye kaçalım? “Cumhur İttifâkı’nın saçak altına.” 7 Haziran-1 Kasım arasında gördük biz bunları. Baba gecenin 03.00’ünde eve giriyor. Parayı harcamış, içmiş yemiş, her yere sövüyor. “Ne yaptın baba?“ diyen kızı dövüyor. Zâten kızın burnuna kadar gelmiş, bohçayı hazırlamış evden kaçmaya karar veriyor. Baba, eşini dövüyor, yetmiyor küçük çocuğunu tekmeliyor gidip sızıyor. Sabah saat 05:00 kapıda bir tıkırtı, elinde koca bir bıçakla hırsız. Herkes kötü babanın arkasına sığınıyor. Şimdi bu filmi bir kez daha oynatmaya kalkışacaklar. Kemal Bey’in, “Dikkatli olun, provokasyona gelmeyin” dediği cümlesinin bir yerinde bu duyumlar da var. Ama artık milletin de karnı tok. Eğer milletin karnı tok değilse, 5 sene boyunca karnın aç geziyorsun kardeşim. Güvencesiz geziyorsun. İş güvencen olmadan, hayat güvencen olmadan, mal güvencen olmadan, çoluğun çocuğun aç geziyorsun. 

Geçen gün bir basın toplantısına hazırlanıyoruz. Bu “net hatâ ve noksan” tartışması var ya, çok acayip. Bir hesap var, hatâ hesaptan büyük. Akıl almaz bir şey. Bütün dünyada, “net hatâ ve noksan” var. Bir ülkenin girdileri ve çıktıları, aradaki fark… Hani Aralık’ta gelecek para Ocak ayına kalınca orada görünmüyor. Ona net hatâ ve noksan deniyor. Ama öbür ayda telâfî oluyor. Bütün dünyada,  % 0,3, % 0,5, % 0,7. Bizde de genelde % 1 civârı. Dört kez pik yapmış. Şu anda % 24. Gelen dolar üzerinden yüzdesi 24. GSMH’ye oranı % 12 düzeyinde. Acayip pik yapmış. Ne zaman pik yapmış diye bakıyorsunuz: Bir 2011’de yapmış, sonra 2015’te yapmış, 2018’de yapmış, bir de şimdi yapmaya başlamış — ki târihinin en yükseği. 

Hani bir yerlerden –“Dostlarımızdan” diyor ya Erdoğan–, görece bir rahatlama dönemi için Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) para bulup, Kanal İstanbul’u satıp onun karşılığında Katar’dan para bulup ve Rus oligarklarından para bulup sisteme sokuyorlar. Şimdi bu numarayı yersen 5 yıl boyunca sana yeter. Sen numarayı yedin ya, kardın doydu, 5 yıl boyunca aç gezebilirsin. Başta Arap sermâyesi olmak üzere, “dış güçlerin müdâhalesi“ dedikleri şeyin daniskası bugün Türkiye’de yaşanıyor. Ama neyin karşılığında? BAE’nin 15 Temmuz darbe girişimindeki sorumluluğunu affetme karşılığında… Hatırlayın: “Darbenin finansörü” diyorlardı. Egemenliğimiz altındaki topraklarda Suudî gazeteci Kaşıkçı’yı kıtır kıtır kestiler; dosyasını verme karşılığında… Katarlılar’a Kanal İstanbul’un etrafındaki bütün yeni arâzileri satma karşılığında… Rusya’ya karşı yapılan ambargoyu, Rus altınını BAE üzerinden Türkiye’ye getirip 995 milyeme çevirip, Kapalıçarşı’da, bankalardan, pahalıya altın karşılığı döviz toplayarak net hatâ noksanı… Gelen altın normalde hesapta olur, ama 1 gözüküp 10 geldiği söyleniyor. Bunların hepsini araştıracağız. Şu anda, kendi iktidarlarını sürdürmek için, yoksul ve bugüne kadar yoksulluğunu yok etmeyip yönettikleri kişilerin ağzına bir parmak bal çalıp, dış güçlerin, Rusya ve Arap sermâyesinin desteğiyle iktidâra tutunmaya çalışan bir büyük oyunun içerisindeyiz. “Dış güçler” dedikleri, hep Batı’dan gelen dış güçler olmuyor. Bu sefer, Kuzey’den, Doğu’dan ve Arap Yarımadası’ndan gelen dış güçlerin müdâhalesiyle karşı karşıyayız. Bununla mücâdele edeceğiz. 

Ayrıca şunu da görmek gerekiyor: Türkiye’de hiç kimse, devletin fiyatını belirlediği hiçbir şeye güvenmiyor. Dolar ve Euro’nun fiyatını da devlet belirliyor, işsizlik rakamını da, enflasyon rakamını da. Hepsinin yalan olduğunu herkes biliyor. O yüzden de herkes tedirgin. Ama Türkiye’nin müdâhale edemediği iki şey var: Biri Eurobond fiyatları, diğeri CDS primi,  yani Türkiye’nin risk primi. Bombardıman altındaki Ukrayna’dan ve onu bombalayıp bütün dünyanın tepkisi çeken ambargo altındaki Rusya’dan fazla enflasyonunuz varsa; OECD Raporları’na göre en yüksek gıda enflasyonu sizdeyse; 2020 yılında bütün asgarî ücretliler, memurlar, çalışanlar, millî gelirden % 37 pay alırken bugün % 25 alıyorsa; pastayı paylaşan milyonlar açısından dilimler küçülüp daha da inceldiyse; bunları bu sorunlara sebep olan birileri çözemez, bunu biz çözeriz. 

Bunu çözmek için CHP harıl harıl çalışıyor. Ekonomi kurmaylarımız çalışıyor. Türkiye’nin en iyi ekonomistlerine sâhibiz. Karşımızdaki rakipler hiç dişli değil. Bir tânesi, kendi partisi tarafından Plan Bütçe Komisyonu’nun 25 üyesinden biri bile yapılmamış — hem de üç sefer. Sanayi Komisyonu’na konmuş. Nebati ekonominin başında. “Senin eğitimin yok, kaptanlık belgen yok” dedim, bana Burhan Şenatalar’ı gösteriyor. “Ben sizin partinizdeki Burhan Hoca’dan Kamu Mâliyesi dersi aldım. Dersten geçince Burhan Hoca, ‘Kamu Mâliyesini halleden her şeyi halleder’ diye anlattı bize” dedi. Böyle bir model de var. Diğer taraftan da “Ben ekonomistim” diyen bir model var. Peki, hangi üniversite? Diploma yok, tartışmalı. Bir tâne üniversite arkadaşını göster. Yok, tartışmalı. Bir tâne mezûniyet fotoğrafı yok. Sana ekonomist unvanını kim verdi? Yok. Sonuç olarak, bu dişli olmayan rakiplere karşı, Türkiye’nin ve dünyanın en iyi üniversitelerinde yetişmiş ekonomi kadromuz çalışıyor. 

Genel Merkez’de toplantıya gidiyoruz. Benim de o 7 masadan bir tânesinde görevim var. Geçiş döneminin iç tüzüğünü ve anayasa değişikliğinden sonraki doğru, ideal iç tüzüğü yazmaya çalışıyoruz. Bir yandan da, anayasa değişikliğinden sonraki kanun düzenlemelerini çalışan ekibe destek veriyoruz. Toplantı yapacağız, salon bulamıyorsun Genel Merkez’de. Belki 100’e yakın oda var. Her yerde milletvekilleri, parti meclis üyeleri gelip çalışıyorlar. Basın Kanunu’nu çalışanlar var. Adâlet reformunu çalışanlar var. Eğitim reformunu çalışanlar var. Gençlik politikalarını çalışanlar var. Oda değil, ama bir kat hâlinde seçim güvenliğini çalışanlar var. Adaylık tartışmasını o kadar kısır bir tartışma olarak dayatıyorlar ki. İçerideki bu hazırlığın, aday belli olduktan sonra adayın ve partinin vaat edeceklerinin, Türkiye’de çok sarsıcı ve gündemin tam göbeğine yerleşecek bir hazırlık olduğunu müjdelemek isterim. İşin bu tarafını önemsiyorum ve heyecanlanıyorum.

Biz nasıl bir iş yapıyoruz? Genel mantık var tabiî. Bana anlatanlardan anlıyorum ve benimsiyorum, ama anneannemin söylediği bir hikâye ile anlatıyorum. Anneannem şöyle diyordu: “Benim gibi bir kocakarı varmış. İki haylaz oğluna mîras bırakacak. Bunlar birbirini boğazlar diye, bir vasiyet hazırlayıp sandığın dibine koymuş, komşu anneye de söylemiş. Oğlanlar anneyi gömüp gelmişler. Komşu ‘Anneniz vasiyet bıraktı’ demiş. Vasiyeti bir açmışlar, tek cümle var. Ona göre paylaşmışlar, hiç kavga da olmamış. Vasiyet şöyleymiş: ‘Oğlum Ahmet, sen malları ikiye böl. Mehmet istediği parçayı seçsin.’ ” Bizim yaptığımız da o minval. Öyle bir anayasa, öyle bir iç tüzük, öyle bir basın kanunu, öyle yapısal değişiklikler planlıyoruz ki, iktidar-muhâlefet ilişkisinden kopuk, muhâlefet de olsak rızâ göstereceğimiz, iktidar da olsak talep edeceğimiz değişikliklere hazırlanıyoruz. Yani, iktidâra gelip basını ya da yargıyı biz ele geçirelim diye değil. Bir daha kimse ele geçiremesin diye çalışıyoruz.  

Aday tartışmasına gelince: Türkiye’nin bir Akdenizli heyecanı var. O adayı görecek. Çünkü bir tarafta bir aday var, 20 yıldır onun dışında kimsenin sözü geçmediği için bu içerideki ekip çalışmasına kimse dönüp bakmak istemiyor. Ben Ankara’da bir gazeteciye, “Adayı bırakın, ben size hazırlık çalışmalarını anlatayım” diyorum. “Aday kim olacak?” diye soruyor. Aday meselesini önemsiyorum, ama seçmen bizim sandığımız kadar önemsemiyor. Neden? 3 Kasım 2022 seçimlerinde aday kimdi? Siyâsî yasaklıydı Recep Tayyip Erdoğan. Herkes “Başbakan kim olacak?” diye soruyordu. “Bir AK Partili olacak. İçimizden biri” diye cevap veriyorlardı. Kurmaylar kapışmasın veya herkes gücünü iktidar olmaya yönlendirsin diye isim açıklamadılar. Seçmen oy atarken, yürütmenin başının kim olacağını bilerek oy atmadı. Seçmen bir değişime oy verdi. Artık geldikleri gibi gidecekler. Elbette aday önemli. Ben çok iyi bir adayımız olacağına inanıyorum. Müthiş de bir heyecan yaratacağına ve yaratılan bu heyecânı alıp daha da ileriye taşıyacağına inanıyorum. Ama seçmen bir değişime karar verecek. Arkadaşlarıma hep söylediğim bir şeyi söyleyeyim: Bizim AKP’nin ne kadar kötü olduğunu anlatmamıza gerek yok. Millet yaşayarak gördü. Asıl, kendimizin ne kadar iyi olduğumuzu anlatmamız lâzım. 

Ruşen Çakır: Ben de bunu hep şu şekilde söylüyorum: İktidar kaybediyor olabilir, ama muhâlefetin kazanması gerekiyor. 

Özgür Özel: Evet, ona hiç şüphe yok. Yüzleri güldürecek bir partinin programıyla… Ben partinin programına çok önem veriyorum. Çünkü ittifak da olsa koalisyon da olsa, sosyal-demokrat bir partinin kendine ait bir programı olur ve o program yol gösterici, ön açıcı olur. 7 Haziran’daki vaatlerimizi düşünün. O yarattığımız sosyal medya, ne çok kazanıma sebep verdi. Biz o gün “Emeklilere ikramiye!” demeseydik, bugün o ikramiyeler alınmıyordu. “Taşerona kadro!” demeseydik, olmuyordu. Yine emekliler için intibak yasası. Gerçi yarım yamalak çıktı; ama söylemeseydik çıkmıyordu. Asgarî ücrete zam konusu. “900TL’den 1500TL’ye çıksın” dedik. Bizi TÜSİAD’a şikâyet etti. Şu anda asgari ücret 5500 TL. Çok daha iyisini talep edebiliyoruz. O yüzden, CHP’nin kendine özel, özgürlükler ve eşitlikler açısından sosyal-demokrat bir yol haritası olacak. Diğer yandan, cumhurbaşkanı adayımızın da önemli vaatleri olacak. Bir tânesi çok heyecan yaratıcı ve seçim kazandırıcı olacak. Öbürü, Türkiye’nin önünü açıcı ve ikinci yüzyılın büyük yürüyüşünü müjdeleyecek bir yol olacak. Bundan herkes emin olsun. 

Bir de, bunların hep söylediği bir şey var. Benim en çok takıldığım da bu. Biz hep bir şeyin bedelini biliyoruz. Meselâ Kurtuluş Savaşı’nda şu kadar şehit, şu kadar gazi, Kıbrıs’ta şu kadar şehit, Kuzey Irak’ta bu kadar şehit… Bunların hepsi bedel. Kıymetini bilmek lâzım. Bu kadar bedellerle kazanılmış ve savunulmuş bir ülkede, dostça, kardeşçe ve artık parayı insanların geleceğine harcayabileceğimiz, insanları zenginleştireceğimiz, dünyanın en güzel ülkesini, dünyanın en zengin ve en mutlu insanlarının olduğu bir ülke yapacak bir yöne ihtiyaç var. İlk yüzyılın başlarında, Atatürk ve CHP döneminde iyi gidiyorduk. O sebepten, bu sebepten, darbelerdir, şunlardır bunlardır derken tökezledik durduk. 

İkinci yüzyılda yeni bir sıçrayış imkânı var. Bu sıçrayışı yapacak inanç, güç ve insan kaynakları elimizde var. Bu ülkenin geleceğine inanan dünyanın dört bir yanındaki gençleriyle, Türkiye’nin ve dünyanın sayılı ekonomistleriyle, dünyanın iyi eğitim almış sayılı gençleriyle, bu ülkenin kendi kaynaklarıyla ülkeyi füze gibi yukarı çıkaracağız. Kimsenin endîşesi olmasın. AK Parti’nin ve MHP’nin dayattığı bu vasatlığa mahkûm değiliz. Cumhur İttifâkı grisi gökyüzüne mahkûm değiliz. O bulutlar dağıldığında masmavi bir gökyüzü, masmavi bir gelecek var. Dünyanın en güzel ülkesinin gençlerinin % 70’nin yurtdışı hayâli kurmasına değil, bütün dünyanın gençlerinin hayal kuracağı bu toprakların iyi yönetilmesine ihtiyaç var. 

Ruşen Çakır: Haydi bakalım. Özgür Özel çok teşekkürler. Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Özgür Özel’i ilk kez Medyascope İstanbul stüdyosunda ağırladık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.