Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ekrem İmamoğlu’nun dönüşü | Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını

Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı hâlâ açıklanmazken öne çıkan aday adayları kamuoyu araştırmalarına göre değişkenlik gösteriyor. Son aylarda bazı kamuoyu araştırmalarında Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın oylarının yükselmesi ve Altılı Masa’nın hâlâ Kılıçdaroğlu ismi üzerinde uzlaşamaması başka adayların yeniden öne çıkma ihtimalini güçlendiriyor. Peki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki konuşması adaylık için bir işaret miydi? Adaylık için ibre İmamoğlu’na mı dönüyor?

Ruşen Çakır, izleyicilerin katılımıyla yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Ekrem İmamoğlu’nu konuşuyoruz, konuşacağız. Sizlerin de yorumlarınızla, sorularınızla, eleştirilerinizle katılabileceğiniz bir yayın olacak. Medyascope’un ve benim YouTube sayfalarımdan “chat” bölümünden yazabilirsiniz. Arkadaşlarım bana iletecekler ve sizlerin katılımıyla “Ekrem İmamoğlu’nun dönüşü” başlığını seçtiğimiz bu yayını yapacağız. Gerçekten bir dönüş var mı yok mu bunu tartışacağız. Ama ilginç bir şey oldu, bizim açımızdan, Medyascope açısından ilginç bir şey oldu. Dün bizim yayınlarımıza da konuk olan siyâsetbilimci Şebnem Yardımcı Geyikçi’nin bir yazısını yayınladık. Kendisi bize yolladı ve biz de tereddütsüz bastık. “Neden muhâlefetin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu olmalı?” diye bir yazı ve dün yine Berk Esen, biliyorsunuz o da siyâsetbilimci, düzenli olarak haftada bir “Kritik” diye bir video analiz yapıyor, o da “İbre İmamoğlu’na mı dönüyor?” diye bir yorum yaptı. Bunlar denk geldi. Hani Ekrem İmamoğlu’nun basın ofisi olsak bu kadar denk gelmez; ama denk geldi. Daha sonra Ekrem İmamoğlu’nun 29 Ekim konuşmasının metnini edindim, okudum ve aslında hani ne denir? Parçalar yerleşiyor, taşlar yerine oturuyor gibi bir hava var. Ekrem İmamoğlu’nun adını daha çok duyacağa benziyoruz önümüzdeki günlerde. Neden böyle oluyor? Bu büyük ölçüde Kılıçdaroğlu’nun kendini çok fazla öne çıkartıp; ama destek kadar tepki alması, belki de yer yer kimilerine göre tepkilerin desteklerden daha fazla olmasıyla da alâkalı olabilir. İşte, sizlerin soruları, yorumlarıyla birlikte bütün bunları konuşacağız. Umuyorum ve tahmin ediyorum ki çok canlı bir katılım olacak. Çünkü artık zaman iyice kısalıyor ve muhâlefet büyük bir dinginlik içerisinde. Öte yandan iktidarda bir hareketlilik var, hareketli olma arayışı var ve böyle bir noktada, ortamı muhâlefet adına heyecanlandırabilecek kişileri insanlar düşünüyor ve galiba heyecan yaratma anlamında ilk akla gelen isim Ekrem İmamoğlu.

Evet, meselâ bir tâkipçimiz demiş ki: “Ekrem İmamoğlu’nun aday adaylığı güçleniyor olabilir.” Evet, biz de böyle düşünerek bu yayını yapıyoruz. 

Aynı kişi demiş ki: “İmamoğlu saçma sapan hareket ederek gösterdiği kötü yüzünü gözden geçirmeli. Yaptığı yanlışın bir kazâ olduğuna ve bir daha olmayacağına iknâ ederse kaybettiği desteği kazanabilir mi acaba?” Burada kastettiği tabiî Karadeniz gezisi: Orada Ertuğrul Özkök, Nagehan Alçı gibi isimlerin dâvet edilmesi, daha sonra da gelen eleştirilere verdiği ters cevaplar — bu kastediliyor. Herhalde bir şekilde o hâlâ hâfızalarda olmalı. Ama bir şekilde muhâlefetin içerisinde bundan rahatsız olan insanların da bunu unutmaya meyyal olduklarını, eğilimli olduklarını söylemek mümkün. 

Özgür Aşık diyor ki: “Ekrem İmamoğlu ideal bir cumhurbaşkanı olmasa da ideal bir cumhurbaşkanı adayıdır.” Bu gerçekten çok güzel bir görüş — katılıyorum. Yani beklenen, arzu edilen cumhurbaşkanı mıdır o ayrı bir tartışma; ancak seçim sürecinde, kampanya sürecinde aday olarak Erdoğan’ın karşısına çıkma konusunda ismi geçen diğerlerinden birçok açıdan daha avantajlı olduğunu şahsen ben de düşünüyorum. Bunu İstanbul seçimlerinde gördük. İstanbul seçimlerinde gördüğümüz neydi? Adı pek bilinmiyordu. “Nereden çıktı?” dendi. “Kesinlikle alamaz!” dendi. 25 yıl sonra Erdoğan, Binali Yıldırım gibi en ağır ismi oraya koymuş ve bizzat kampanyayı yürütüyor. Burada bu genç adam nasıl yapar dendi. Genç adam yapmadı bence bunu. Esas olarak kamuoyu, toplum buna hazırdı. Ama o genç adam da –çok da genç değil; ama o târih îtibâriyle öyle diyelim– o hazır olan kamuoyunu çok güzel işledi, daha da dinamik bir hâle getirdi. Dolayısıyla o deneyim ve hele ikinci seçim deneyiminden sonra bu çok daha ortaya çıktı. Bir de oylarına sâhip çıkma meselesi var tabiî ki. O da çok önemliydi. Dolayısıyla, “Bu seçimde Erdoğan’la dişe diş bir kampanya kim yürütebilir?” sorusunda İmamoğlu adının daha fazla öne çıktığı bir gerçek. O anlamıyla demin okuduğum, “İyi cumhurbaşkanı olur mu bilmem; ama iyi cumhurbaşkanı adayı olur” meâlindeki görüşün gerçekten çok isâbetli olduğu kanısındayım.

Ufuk Gürkan demiş ki: “İktidârın İmamoğlu hakkında devam eden zorlama dâvâya âit mahkemeyi sürekli uzatarak, olası bir cumhurbaşkanlığı adaylığında bu kartı oynama durumu da değerlendirilmeli.” Herhalde bunu düşünenler düşünüyordur. Zâten biz şu anda İmamoğlu’nun aday olduğunu filan söylemiyoruz. İhtimâlin tekrar ciddî bir şekilde Masa’da olabileceğini konuşuyoruz. Bir bilgiye dayanarak yapılmış bir şey değil. Bir akıl yürütme olarak, gelinen durumda İmamoğlu’nun isminin daha çok konuşulacağını düşünüyorum ve birçok kişi de benzer düşünüyor ve sizler de bu yayını izliyorsanız benzer şeyler düşünüyorsunuz. Mahkeme meselesi tabiî ki gündeme gelecektir. Ama mahkeme meselesinin gündeme getirilmesi İmamoğlu’nun çok aleyhine olur mu? Ona çok emin değilim. Yani aday olmasını yasal olarak engellemek isteyebilirler. Böyle bir durumda akla tabiî ki iptal edilen birinci İstanbul seçimleri geliyor. Eğer böyle bir durum olursa, İmamoğlu’nun aday olamadığı, ama adayı aktif bir şekilde desteklediği bir seçime girilirse, o zaman çok daha güçlü olabilir muhâlefet. Dolayısıyla iktidârın bu mahkeme kartını oynamak isteyeceğini düşünmüyorum. Oynamak kesinlikle istiyordur. Ama bunu oynarsa neyi kazanıp neyi kaybedebileceğinin hesâbında tereddüt ettikleri kanısındayım. Ama bunun bir Damokles kılıcı gibi orada hep var olacağını kesinlikle düşünmek akla yatkın. 

Mustafa Kaya demiş ki: “Erdoğan’a seçimi kazandıran kadınlar oldu hep. Sizce İmamoğlu, kadın seçmenin yeni favorisi olabilir mi?” Zâten birçok açıdan Erdoğan’ı andırıyor. Erdoğan’ın ilk yıllarını andıran bir profil İmamoğlu. Bu noktada da şu âna kadarki görüntülerde verdiği fotoğraflarda vs. kadınlarla çok daha rahat ilişki kurabildiğini görüyoruz. Kadınlarla ilişki kurmada tabiî ki en avantajlı isim Meral Akşener’in kendisi. Kendisi de kadın olduğu için ve onu çok iyi kullandığını ben çok yerde gördüm. Ama İmamoğlu’nun da kadınlara ulaşmakta, muhâfazakâr kadınlara da ulaşmakta diğerlerine göre daha avantajlı olduğunu ben de şahsen düşünüyorum. 

Seçkin Özdemir: “İmamoğlu 150 günde 150 proje olayıyla yükselişini artırdı. Şu an dengeli siyâset güdüyor. Kılıçdaroğlu’na karşı çıkmıyor ve Akşener ile de kavga etmiyor.” Evet, doğru. Aynen öyle yapıyor ve böyle yaparak da kendisini aday olarak hep bir şekilde gündemde tutuyor. Açıkça Kılıçdaroğlu’na karşı çıkmadı. Hattâ açıkça Kılıçdaroğlu’nun yanında olduğunu söyledi. Ama zâten biz İmamoğlu’nu ve Mansur Yavaş’ı, Kılıçdaroğlu’nun aday olmaktan vazgeçmesi hâlindeki seçenekler olarak değerlendiriyoruz. Eğer Kılıçdaroğlu son âna kadar kendi adaylığında ısrarcı olursa, İmamoğlu ne kadar kendini hazırlamış olursa olsun aday olamayacak. Bunu biliyoruz. Ama şöyle bir senaryo çok daha mümkün; Kılıçdaroğlu gerçekçi bir şekilde bakıp, anket sonuçlarına vs. ortama bakıp kendisinin aday olmasının çok iyi olmayacağını düşünürse, o zaman diğer seçeneklere bakacak ve orada devreye İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’tan birisi girecek ve şu hâliyle baktığımızda, öyle bir durumda İmamoğlu’nun bir güçlenme içerisinde olduğunu söylemek bana göre mümkün. 

Bir izleyicimiz soruyor: “Kemal Bey neden İmamoğlu’nu istememekte sizce?” İmamoğlu’nu istememekten ziyâde kendisi olmak istiyor diyelim. Dolayısıyla öyle söylemek lâzım. Bir diğer husus da şu: İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığını Kılıçdaroğlu istedi. Hattâ benim edindiğim bilgiye göre ilk başta İmamoğlu kazanma ihtimâli olmayacağını düşünerek tereddüt etmiş. Yani öneriyi kabul etmek istememiş, ama sonradan kabul etmiş. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu bir anlamda İmamoğlu’na “Onu ben yarattım” gibi de bakıyor olabilir. Ama istememesinin en önemli nedeni, olsa olsa kendisinin cumhurbaşkanı adayı olmak istemesidir. Yani o anlamda kendisine rakip görmesidir. 

Arkadaşlar Özlem Gürses’in sorusu diye sormuşlar. Benim meslektaşım, arkadaşım Özlem’in ise ona buradan bir selâm yollayalım. Ama isim benzerliği de olabilir tabiî ki. İsim benzerliği varsa da o izleyicimize de yine tabii ki selâmlarımızı yollayalım: “CHP belediye başkanları aday olursa Kılıçdaroğlu ne olacak?” Kılıçdaroğlu ne olacak? Kılıçdaroğlu da CHP Genel Başkanı olarak kalacak ve eğer diyelim ki Mansur Yavaş ya da İmamoğlu aday gösterilip seçilirse, yeni dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanı olarak ve cumhurbaşkanı kabinesine güvendiği isimleri yerleştirmiş birisi olarak Türkiye’nin o vaat edilen Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş sürecinde aktif bir rol oynamak isteyecek ve önümüzdeki dönemde –tabiî bunların hepsi hep ‘eğer’li cümleler– eğer Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilirse o zaman belki başbakan olmak için yarışacak, bilemiyorum. Ama benim şöyle bir senaryom var — bu tabiî çok aşırı spekülatif bir senaryo: Diyelim ki İmamoğlu cumhurbaşkanı seçildi, Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olarak tekrar Meclis’e girdi. Daha sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçildi ve İmamoğlu cumhurbaşkanlığından istifâ etti. Meclis tarafından Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilip, İmamoğlu da pekâlâ CHP’nin genel başkanı olabilir. Tabii bu çok spekülatif olduğu için, kendim söylüyorum; ama kendime de pek inandırıcı gelmiyor. Ama en uçuk senaryo da bu olabilir.

“Neden halk, özellikle de muhâlif seçmen, yeni birilerini talep etmedi, etmiyor? En iyisini talep etmek, talepkâr olmak neden suç gibi görülüyor? Bu fanatizm ile ülke nereye ne kadar ileri gidebilir?” Çok da fazla ileri gidemez; ama işte, siyâseti siyâsetçiler yapıyor ve siyâsetçiler de öncelikle kendi iktidar alanlarını kollamak, korumak ve geliştirmek istiyorlar. Yeni gelenleri de kontrollü bir şekilde almak istiyorlar. Dolayısıyla hani, “Halk, toplum şunları istedi, bunları istedi, yenilik istedi” filan, bunlar hep güzel sözler; ama sonuçta eskilerden onay gören yenilere yer açılıyor. 

Ergüven Altun: “İmamoğlu aday olursa en az 10 puan fark atar. Siz ne düşünüyorsunuz?” Böyle rakamlar atmıyorum. Bu tür bahis oyunlarını at yarışlarında yapmayı tercih ediyorum. Onun için buna cevap vermeyeyim. 

Evet, Özlem’den cevap gelmiş: “Aleykümselâm. Benim evet” demiş. Evet, bizim Özlem imiş.

“İmamoğlu aday olursa İstanbul ne olacak? İmamoğlu aday olursa Kılıçdaroğlu’nun CHP’deki pozisyonu ne olacak?” Onu demin cevapladım. Genel başkan olacak. İstanbul ne olacak? Onu bilmiyorum; ama çok uzun süreli olmayacak tabiî. İstanbul herhalde Belediye Meclisi’nin seçtiği bir başkan tarafından yönetilir — onun detaylarını bilmiyorum. Zâten burada, iktidâra yani Cumhur İttifâkı’na bırakılma tehlikesi olduğu için, o nedenle belediye başkanlarının aday olmasını istemeyenler var CHP içerisinde. Evet, burada İstanbul’un şimdiki iktidâra hediye edilmesi gibi bir durum söz konusu olabilir. 

Bir izleyicimiz diyor ki: “İmamoğlu daha fazla sorumluluk almalı.” Evet, ama zor bir durum. Çünkü hâlâ Kılıçdaroğlu kendi adaylığında çok ısrarlı ve dün de yine benim bir tuzak olduğunu düşündüğüm şekilde –hâlâ bunu böyle düşünüyorum, hattâ eminim–, Erdoğan’a yine meydan okumuş; “Kasımpaşalı’ysan gel televizyona çıkalım” filan gibi şeyler söylemiş. O hâlâ adaylık konusunda çok ısrarlı olduğu için, İmamoğlu siyâsî anlamda çok fazla çıkış yapamıyor. Kılıçdaroğlu varken kendisinin çıkış yapması çok kolay değil. Onun yerine daha örtülü şeyler yapıyor. Meselâ yayının başında söylediğim 29 Ekim konuşmasını okuduğunuz zaman, bir nevi, kendi adaylığını îlân etmek demeyelim de, adaylığa hazır olduğunu söylüyor. Diyor ki: “Az kaldı. Millet ne derse o olacak. Bu ülkede güneş 29 Ekim 1923 sabahı bir başka güzel doğmuştu. Yine öyle güzel doğacak. Cumhuriyet’in 100. yılında her şey çok güzel olacak.” Tabiî bunu pekâlâ kendi adaylığı değil de genel olarak muhâlefetin iktidârı kazanması gibi söyleyebilir; ama “Her şey çok güzel olacak” onun sloganı olduğu için burada aslında ben hazırım da diyor. Fakat çok daha fazla siyâsî demeç, siyâsî mesaj verirse bunun Kılıçdaroğlu’nu rahatsız edeceğini düşünüyor bence — ki herhalde Kılıçdaroğlu da rahatsız olacaktır. 

Naci Güneş Güven: “Seçimlere aylar kaldığını da hesaba kattığımızda, İmamoğlu’nun olası adaylığı muhâlefetin kafası karışık imajını kararsız seçmenlerde değiştirmeye yeter mi?” Bir kere aday kim olursa olsun muhâlefetin sorunu sâdece aday değil. Aday kim olursa olsun bir program, bir vizyon verebilmek lâzım. Bugün Macaristan’da muhâlefetin neden seçimi kaybettiğiyle ilgili olarak Budapeşte Belediye Başkanı’nın bir sözünü bizim Edgar sosyal medyada hatırlatmış. O çok anlamlı bir söz: “Biz ittifak olduk, ama birlik olamadık. Ondan kaybettik” demiş. İşte buradaki olay da bu. İttifak olmanız, Altılı Masa vs. bir yere kadar önemli; ama onun ötesinde birlik olmanız lâzım, bir ekip oluşturabilmeniz lâzım, bir program oluşturabilmeniz lâzım ve tabiî ki bir adayınız olacak. Adayınız da o ekibin, o programın doğrudan aktarıcısı olacak. Ama etrâfındakiler de, ekip ve diğer partiler de birlik içerisinde onunla berâber hareket edecek. O zaman kim olursa olsun aday işi kolaylaşacak. Ama adayı koyup, ortaya doğru dürüst iknâ edici bir ekip çıkartmazsanız, bir program yazmazsanız, bu programı halkın anlayabileceği şekilde, profesyonel kişiler tarafından öykülendirmezseniz, dillendirmezseniz, aday ne olursa olsun o seçimde zorlanır. Buradaki sorun esas olarak muhâlefetin bunu hep birlikte yapabilmesi. 

Emre Bey  demiş ki: “İmamoğlu düzgün bir ekip kurmalı, bunu herkese göstermeli. İletişim çok önemli.” Evet, başından îtibâren bu ekip meselesine İmamoğlu önem veriyor. Belediyede de önem veriyor, bunu gördük. Ama yani şöyle de bir şey var; sizin ekip kurmanız tek başına yeterli değil. Ekip kurarsınız, ekip kötü çıkar. Yani burada sırf ekip kurmak önemli değil; ekip dinamik olmalı, kendini yenileyebilmeli, farklı alanlarda, farklı görüşlerin olabilmesi lâzım ve o farklı görüşler sonucunda liderin de bunları tartıştırarak bir sentez çıkarabilmesi lâzım. Bunu İmamoğlu’nun belediye başkanlığında nispeten yaptığını, ama Karadeniz olayında da gördüğümüz gibi bâzen de çok kötü baltayı taşa vurduklarını görüyoruz. 

Onur Akgül demiş ki: “Son Brezilya seçimlerinde 1 puan farkla Lula seçildi. Aynı resim Türkiye için söz konusu olsa, seçimlerden galibiyet çıkmaz, iktidar üstüne yatar. Fark atacak aday lâzım.” Bunu zâten Ali Babacan da çok söyledi, başkaları da söylüyor. Evet, fark atacak aday lâzım. Bugün bir arkadaşla bunu tartışıyorduk. Lula’nın 1 puanlık farkı belki daha fazlaydı. Belki Bolsonaro belli bir ölçüde –o da birtakım müdâhalelerle– azaltmış olabilir. Ama her halükârda başa baş bir seçimin Türkiye’de sonuçlanması genellikle zor. Daha doğrusu Yüksek Seçim Kurulu’nun tarafsız olmadığını da biliyoruz. Seçimle ilgili iktidâr lehine birçok düzenleme yapıldığını da biliyoruz. Dolayısıyla gerçekten bu fark atma meselesi maalesef Türkiye’nin çok önemli bir meselesi olarak önümüzde duruyor. Normalde demokrasilerde böyle olmaması lâzım — katılımcı demokrasilerde. Yani bir oy fazla alanın kazanmış olması lâzım. Ama bizde böyle bir şeyin olması tabiî ki mümkün değil.

Ferit demiş ki: “Eğer İmamoğlu aday olursa Kılıçdaroğlu’nun kampanyasından farklı bir kampanya yapacak gibi. Eğer böyle olursa oylar düşer mi? Veya İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme kampanyasını sâhiplenir mi?” Bir kere, iki seçim birden olacağı için –hem başkanlık hem de milletvekili seçimleri–, eğer İmamoğlu ya da Mansur Yavaş aday olursa, Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olarak zâten genel seçimler için kampanya yürütecektir ve “helâlleşme”, “hesaplaşma” meselelerine oradan devam edebilir. Yani onun bıraktığı yerden devralması gerekmiyor — başka birisinin aday olması durumunda. Ama bence “helâlleşme” perspektifi olumlu bir perspektif. Oyları potansiyel olarak artırabilecek bir perspektif. İmamoğlu bunu pekâlâ sâhiplenebilir. Zâten özellikle dindarlarla ilişki kurma konusunda –İstanbul seçimlerinden de biliyoruz, sonrasından da biliyoruz– çok rahat hareket ediyor ve onlarla çok rahat ilişki kurabiliyor. Yani doğrudan Kur’an okuyor vs.. Dindar kesimlerle kurduğu ilişkide, dışarıdan birisinin onların kapısını çalmasından ziyâde onlar gibi birisi olduğunu göstererek bunu daha önce yaptı, bundan sonra da yapar.  Kürtler meselesi var tabiî. Benim bildiğim kadarıyla Kürtler’in –yani özellikle HDP’ye oy veren Kürtler’in diyelim– İmamoğlu’na karşı bir antipatik duruşları yok. 

“İstanbul Kaftancıoğlu’nun katkısıyla da kazanıldı. Tüm Türkiye için binlerce Kaftancıoğlu lâzım. CHP bunu sağlayabilir mi?” Yani Kaftancıoğlu’nun rolü önemli tabiî, ama “Binlerce Kaftancıoğlu lâzım” düşüncesi biraz fazla. Ama Kaftancıoğlu’nun bütün engellere rağmen hâlâ İstanbul’da, özellikle CHP’de önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Onun gibi başka isimler de herhalde CHP’de vardır yerel olarak. Onlar da kendilerini gösterecektir. Çünkü biliyoruz ki CHP aynı zamanda Adana’da, Mersin’de, Antalya’da da kazandı. Sâdece İstanbul’da ve Ankara’da kazanmadı. 

Ali Erkan Öcal diyor ki: “Ben de Kılıçdaroğlu’nu istiyordum; ama görünen o ki bu ülkede Erdoğan’a karşı rahat kazanabilecek isim İmamoğlu. Seçim gecesini rahat rahat ve sonu zaferle biten bir rahatlıkla izlemek istiyorum.” Evet, bu olay hep çok karşımıza çıkıyor, daha da çıkacak, daha önce de çok oldu. Kazanacak isim arayışı var. Tabiî kimin kazanacağını nasıl ölçüyoruz? Kamuoyu yoklamalarıyla ölçüyoruz; ama kamuoyu yoklamalarında da birbirinden farklı şeyler çıkabiliyor. Ama şurası muhakkak ki kamuoyu yoklamalarının hemen hemen hepsinin saptadığına göre, aday adayları içinde en az oy alan kişi Kılıçdaroğlu ya da Meral Akşener. Yani belediye başkanları çok daha fazla oy alıyor gözüküyor. O kadarı da rastlantı olamaz. Bu hep olacak. Bundan sonra da olacağa benziyor. Evet, birçok kişi, “İmamoğlu olmasa da olur ya da Mansur Yavaş olmasa daha iyi olur; ama onlarla en azından seçimi kazanmamız daha kolay olur” diye düşünen muhâlifler var. Bu da çok anlaşılır bir şey, ama çok da çözülebilecek bir mesele değil. 

Rüzgâr diyor ki: “Seçim süreci, mitingler, tüm kesimlerden oy alabilme potansiyeli göz önüne alındığında muhâlefetin tek adayı var: Ekrem İmamoğlu.” Rüzgâr bayağı İmamoğlu’nu istiyor anlaşılan. Tek aday diye bir şey söylenemez; ama bir ara adı unutulmaya başlamışken tekrar adının gündeme geldiğini söylemek lâzım.

Muharrem Palaz sormuş: “Altılı Masa’daki partilerden hangileri İmamoğlu’nun adaylığını destekler?” Evet, çok iyi bir soru. Çok emin değilim. Hep değişik rivâyetler çıkıyor. Bir ara deniyordu ki: “Meral Akşener İmamoğlu’nu istiyor”. Sonra bir ara dendi ki: “Meral Akşener İmamoğlu’nu istemiyor” vs.. Yok, işte, “Ali Babacan İmamoğlu’na daha yakın” vs.. Bunların kaynaklarının ne olduğu da belli değil. Ama şunu biliyorum: Eğer Kılıçdaroğlu İmamoğlu’nu isterse Masa’dakiler de bir şekilde kabul ederler. Burada sonuç olarak Kılıçdaroğlu’nun ne karar vereceği önemli bence. 

Hakan Nurakın: “Ekrem İmamoğlu’nun güçlü bir kişiliği var. Kendisinde despotlaşma eğilimi görüyor musunuz?” demiş. “Despotlaşma eğilimi” lâfı biraz sert; ama bir ara, birkaç ay önce, “İmamoğlu ikinci Erdoğan mı?” diye bir yazı yazmıştım. Birçok açıdan çok benzediklerini söyleyebilirim. Tabiî ki farklılıklar da çok. Bu anlamıyla “despotlaşma” demesek bile, daha böyle iktidârı kendi elinde toplama eğilimi pekâlâ olabilir. Açıkçası ben öyle düşünüyorum. 

Evet, çok soru var, çok yorum var. “Altılı Masa’da kimler İmamoğlu’nu istiyor?” Çok soruluyor, onu bilmiyoruz, onu göreceğiz.

Bir izleyicimiz demiş ki: “Bugün Twitter’da Brezilyalılar’a atfedilen bir söz çok hoşuma gitti” –bu sözü ben de görmüştüm– “ ‘Bu seçim cennetin kapılarını açma seçimi değil; cehennemin kapılarını kapama seçimi’ ” Evet, şimdi bu, şuna denk geliyor: Önemli olan seçimi kazanmak, sonrasına bakarız. Ama orada Lula bilinen birisi. Daha önce cumhurbaşkanlığı yapmış birisi. En azından Lula’nın nasıl bir cumhurbaşkanı olabileceğini insanlar biliyorlar. Şu anda bizdeki aday adaylarının hiçbirisi hakkında böyle bir düşüncemiz yok. Onu özellikle vurgulamak lâzım. 

Mehmet Uysal demiş ki: “O parmağı sallayıp, ‘Haddinizi bileceksiniz’ tehdidinden sonra İmamoğlu bitmiştir. Unutmayız, unutamayız, unutturulamaz.” Evet, bu parmak sallama meselesi, mâlûm Karadeniz olayından sonra, evet, çok kişinin bundan rahatsız olduğunu biliyorum; ama unutulmaz olduğuna çok emin değilim. 

Mehmet Gubur diyor ki: “İmamoğlu’nun başkanlığı Akşener ve İYİ Parti için de risk değil mi?” Çok emin değilim. Sonuçta eğer Akşener ve İYİ Parti merkez sağda yer alacaksa, İmamoğlu’nun onlarla çok sorun yaşama potansiyeli olmaz diye düşünüyorum. Birbirleriyle pekâlâ uyum içerisinde çalışabilirler. Ama İYİ Parti ikinci bir MHP olma gibi bir şeyi tercih ederse o zaman işin rengi değişebilir.

“Bütün yorumları izliyorum. Kimse HDP’den bahsetmiyor. Peki HDP olmadan nasıl kazanacaklar?” Valla ben demin bahsettim. HDP seçmeninin İmamoğlu’na oy verme ihtimâlinin bayağı yüksek olduğu kanısındayım. İmamoğlu şu âna kadar gerek kendi seçimi öncesinde gerekse seçimden sonra –meselâ Diyarbakır’a gitmişti, Büyükşehir Belediyesi’ni ziyâret etmişti, hatırlayın– bu konuda hiç korkak davranmadı. Dolayısıyla HDP seçmeninin ve yöneticilerinin bundan bir şekilde haberdar oldukları ortada. 

“Seçimi Millet İttifâkı kazanırsa, HDP yerine MHP Millet İttifâkı’na dâhil olur mu?” Çok anlamadım bu soruyu. MHP’nin artık Millet İttifâkı’na dâhil olacak bir hâli yok. MHP kaderini Erdoğan’la berâber çizdi. Berâber yollarına devam ederler herhalde.

Özgürce demiş ki: “Bana kalırsa Ekrem Bey’in Kürtler ve sol içinden oy alma ihtimâli olduğu gerçeği de onun aday olması için önemli bir özellik.” Sol derken çok fazla bir oydan bahsetmiyoruz açıkçası, yani CHP’nin dışındaki sol derken; ama Kürt oyları seçimin kaderini belirlemede önemli. Evet, onun adının o anlamda meselâ bir Mansur Yavaş’a kıyasla daha fazla öne çıktığı muhakkak. Ama Mansur Yavaş’ın da bu sefer daha sağ kesimden oy alabilme ihtimâli akılda tutuluyor. 

Mustafa Aslan demiş ki: “Kılıçdaroğlu kendi adaylığı için ısrar ettikçe Erdoğan’ın oy oranı artacak.” Olabilir. Bilemiyorum.

“İmamoğlu’nun ‘lan’lı lun’lu’ konuşmasını dinlediniz mi? Dinlediyseniz üslûbu hakkında ne düşünüyorsunuz?” Dinledim mi çok emin değilim, ama hiç şaşırmam, öyle konuşmuş olabilir. Öyle bir hâli var kendisinin. Üslûp konusunda herkesin kendince bir yoğurt yeme şekli var ve meselâ demin bahsettim, Kılıçdaroğlu’nun, “Hadi, hodri meydan! Çık karşıma!” çıkışının da çok doğru olduğu kanısında değilim. Erdoğan’ın çıkışları, üslûplarının doğru olduğu kanısında değilim. “Lan’lı lun’lu” konuşmanın da doğru olduğu kanısında değilim. Ama bir yerden sonra kendileri bilerek yapıyor, bunu da özellikle vurgulamak lâzım.

Alican demiş ki: “Herhangi bir adayın AKP seçmeninin fikrini değiştireceğini düşünmüyorum. Bence doğru aday, muhâlif seçmenin motivasyonunu, katılımını olumlu yönde etkiler. Yani belediye başkanları” demiş. Olabilir. Ama hâlâ AKP seçmeni denen şeyin öyle yekpâre olduğunu ve illâki Erdoğan’ın peşinden gideceğini sanmıyorum. Farklı farklı nedenlerle, bir şekilde onlardan birilerinin oy alma ihtimâli de olabilir. Bu anlamda eğer Ekrem İmamoğlu genç bir isim olarak, uzun vâdede Türkiye siyâsetine damga vurma ihtimâli olan bir isim olarak çıkarsa, birileri ona pekâlâ zamânında Erdoğan’a yaptığı gibi yatırım yapabilir. Bunu hiç yabana atmamak lâzım.

“Eğer aday İmamoğlu veya Yavaş olursa, 2018’deki gibi CHP sâdece kampanyayı milletvekili seçimlerine mi endeksler, yoksa cumhurbaşkanıyla birlikte mi yürür?” Tabiî ki birlikte yürür. Çünkü şu çok net artık: Cumhurbaşkanlığını kazanamadıktan sonra Meclis’in hepsini alsanız bile bir işe yaramıyor. Dolayısıyla ağırlık esas olarak cumhurbaşkanlığı seçiminde olacak. 2018’de böyle yaptıklarına çok emin değilim. 2018’de öyle bir aday seçtiler ki –Muharrem İnce–, zâten birlikte kampanya yürütmesi mümkün değildi. Sonuçta her iki tarafın da râzı olduğu bir ayrışma oldu ve her iki taraf da birlikte kaybetti. Böyle acı bir örnek yaşadı CHP 2018’de.

Berk Çirişçi demiş ki: “İmamoğlu sâdece Karadeniz gezisiyle mi bu kadar popülarite kaybetti, yoksa bizim bilmediğimiz başka sebepler mi var?” Evet, ilginç bir soru. Ben şöyle düşünüyorum: İnsanlar, bir kısım insan değişik nedenlerle İmamoğlu’dan tam emin olamıyordu ve Karadeniz gezisiyle ardından takındığı tavırlar o insanlara, “Şüphelerimde haklıymışım” dedirtti diye düşünüyorum. Benim yaklaşımım bu yönde. Bilemiyorum başka şeyler var mıdır. 

Murat Cevahiroğlu: “Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı ve Erdoğan’ı direkt muhâtap alması adaylık ihtimâlini sekteye uğrattı denebilir mi?” Sanmıyorum. Bunu bir bütün olarak değerlendirmek lâzım. Kaldı ki ben başörtüsü çıkışının doğru olduğunu düşünen az sayıdaki insandan biriyim. Erdoğan’ı muhâtap almasının yanlış olduğunu da söylüyorum. Ama bunlar böyle tek bir olayla olan meseleler değil; bir bütün olarak bakıldığında, Kılıçdaroğlu adaylığını benimsetme stratejisi izliyor ve ona yönelik birtakım adımlar atıyor. Galiba onlar geldi bir yerde tıkandı. Şu anda o tıkanıklığı Kılıçdaroğlu kendisi mi açacak, yoksa geri çekilip başka isimlerle mi açacak onu tartışıyoruz. 

Selcen demiş ki: “Kılıçdaroğlu’nun şansı yok. Bence Erdoğan’la yarışabilecek tek isim Mansur Yavaş. Özellikle apolitik genç seçmenin büyük sempatisi var ona.” Bilemiyorum, olabilir. Ayrı bir yayında da Mansur Yavaş’ı tartışırız. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Bir süredir Kılıçdaroğlu’nun adı öne çıkıyordu, Mansur Yavaş’ı birileri Kılıçdaroğlu’nun yerine söylüyordu, hattâ bu birilerine doğrudan Altılı Masa’da yer almayanlar da dâhil. Ama Altılı Masa’nın içerisinden de İYİ Partililer Mansur Yavaş’ın adını söylüyorlardı ve bir anda, “Kılıçdaroğlu mu Mansur Yavaş mı?” gibi bir ikilemle karşı karşıya kalmıştık. Şimdiyse benim gördüğüm, o “Mansur Yavaş mı Kılıçdaroğlu mu?” olayına Ekrem İmamoğlu da tekrar girmek üzere. Şu anda onu yaşadığımızı düşünüyorum ve bu yayını da onun için yapıyorum. Tabiî ki Ekrem İmamoğlu’nu konuşuyor olmamız Mansur Yavaş’ın devredışı kaldığı anlamına gelmiyor. 

“Hitâbet gücüyle kitleleri coşturan İmamoğlu ideal adaydır.” Hitâbet gücü tabiî ki önemli; ama tek şey değil. Onu da özellikle vurgulamak isterim. Yani tabiî ki önemli. Bu anlamda Kılıçdaroğlu’ndan daha avantajlı göründüğü de muhakkak. Ama kitleleri coştururken aynı zamanda onlara bir proje, bir vizyon sunabilmeniz lâzım, birlikte yapabilmeniz lâzım. Yani içerik de çok önemli ve ısrarla söylüyorum: Ekip de çok önemli.

Furkan demiş ki: “Olur da İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi Tevfik Göksu’ya (Esenler Belediye Başkanı | İBB AK Parti Grup Başkanvekili) geçerse, gerçekten İstanbul’un vay hâline diyorum. Bu hususta ne düşünürsünüz?” Olabilir tabii. O aday olunca, seçilirse Tevfik Göksu olur. Ama tabiî İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı seçilip de Tevfik Göksu’nun İstanbul geçici atanan belediye başkanı olması durumunda, yeni birtakım olaylara tanık olabiliriz — onu da söyleyeyim. 

Rezzan Altürk diyor ki: “Altılı Masa bileşenleri, partilerin liderleri ve belediye başkanları hâricinde; sanat, sivil toplum gibi sivil bir alandan bir ismin Altılı Masa’nın adayı olma ihtimâli, şansı hâlen var mıdır?” Yoktur. Bu kadar basit: Öyle bir şey yok.

“Kılıçdaroğlu’nun hatâları anketlerde diğer adayların destekleri aynı oranda olmasına rağmen neden otomatik olarak İmamoğlu’nu öne çıkardı. Bu bize ne söylüyor?” Çünkü İmamoğlu daha fazla CHP’li. Mansur Yavaş hâlâ tam CHP’li gibi kabullenilmiş değil. Dolayısıyla hani, “Kılıçdaroğlu olmasa İmamoğlu olur, olsun” diyenler sanki daha fazla. Öyle diyelim. 

Onur Öztürk: “İmamoğlu’nun Kürt meselesine, LGBTİ+ haklarına ve diğer hak ve özgürlüklere yaklaşımı nasıl olur sizce, hem seçim sürecinde hem kazanırsa?” Bu konularla ilgili genellikle pozitif şeyler söyledi şu âna kadar. Seçim sürecinde ne kadar söyler bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki aday olur ve seçimi kazanırsa, bunları birileri sürekli kendisine hatırlatacak ve bir şeyler yapmak durumunda kalacak. Ama açıkçası deminki meseleye geliyoruz: Cehennemin kapısını kapatmak ve cennetin kapısını açmak meselesine. Yani cenneti, hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla hayâta geçirildiği bir Türkiye olarak görürsek, herhangi bir adayın bu kapıları açabilecek güce sâhip olduğuna ve Türkiye’nin henüz o noktada olduğuna inanmıyorum. 

Cemal Yamak demiş ki: “Burak Bilgehan Özpek Hoca’nın yazısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Kılıçdaroğlu artık kim olsa, kazanamayıncaya kadar adaylıktan vazgeçmez ve İnce’ye yaptığı gibi kaybedeceğini anlayınca adaylıktan vazgeçer mi?’’ İnce’ye yaptığı öyle değildi. Onu söyleyeyim. İnce olayında Kılıçdaroğlu’nun hesâbı, Temel Karamollaoğlu ile birlikte Abdullah Gül’ü aday yapmaktı. Meral Akşener son anda bu hesâbı bozunca, yani artık kazanamayacağını anladığı bir seçimde İnce’nin adaylığının önünü açtı. Şimdiki olay buna benzemiyor. Onun için karşılaştırmak çok gerçekçi olmaz. 

O kadar çok soru, yorum var ki… yani bunalmış haldeyim. 

Melih Şafak Ejder: “İmamoğlu’nun aday olması ve anketlerde 10 puan üstü fark olması durumunda Erdoğan’ın aday olmaması gibi bir durum bekler misiniz?” Beklemem artık bu saatten sonra. Yani adaylıktan irâdesiyle çekilmesi diye bir şey olmaz, ama hani sağlık durumu vs. onları bilemem tabiî, ama bu şekilde olmaz.

“İmamoğlu’na baktığımda gözümün önüne ANAP ve Turgut Özal geliyor. İmamoğlu’nu siyâsî anlamda nereye koyabiliriz?” Yani bir ANAP çizgisine yakın gibi de olabilir. Ama bir yandan da, çok içselleştirdiği bir CHP’liliği var. Yani yeni tür bir siyâsetçi olabilir. Ayağını esas CHP’ye koyup; ama bütün merkezdeki herkese uzanabilecek ve belki de CHP’yi var olan geleneksel tabanından başka yerlere açabilecek birisi olabilir. Tabiî böyle açılma olaylarının fiyaskoyla sonuçlandığı anlar da oluyor. Ne diyoruz o zaman? ”Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” diyoruz. Böyle bir risk de var tabiî ki. Bu risk göze alınır mı? Bence alabilirler pekâlâ. Ama CHP içerisinde çok direnç olacaktır — onu da özellikle söyleyeyim. 

Berk Çirişçi: “İmamoğlu bahsettiğiniz kapışma tuzağına en kolay düşebilecek kişi değil mi? Karadeniz gezisindeki tepkileri bunu çok açık bir şekilde göstermiyor mu?” Karadeniz olayına gösterdiği tepki, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a söyledikleriyle aynı değil. Burada başka bir şey var. Şimdi Erdoğan-Kılıçdaroğlu kapışmasında ya da Muharrem İnce-Erdoğan kapışmasında eşit gibi olan kişilerin birbirleriyle olan kavgası var ve Erdoğan bundan çok istifâde ediyor. İmamoğlu’nun kendisini eleştirenlere yaklaşımında eşit bir ilişki yoktu; yukarıdan bakma vardı. En çok da o rahatsız etti insanları. Yani “Siz kim oluyorsunuz da bana bunu söylüyorsunuz?” gibi bir şey yaptı. Zâten orada sorun çıktı. Yani bu kapışma meselesinde, onun bir Kılıçdaroğlu gibi ve bir Muharrem İnce gibi o tuzağa düşeceğini ben açıkçası sanmıyorum. Ama onun bize Karadeniz olayında gösterdiği başka bir şeydi. Onun, gerektiğinde, “Güzel günler göreceğiz, her şey çok güzel olacak” dediğinde kendisiyle berâber, kendisinin peşinden gelen insanlara, bir îtirazlarında, “Siz kim oluyorsunuz?” diyebilmiş biri olması var. Onu özellikle not düşmek lâzım.

Cem Bilici diyor ki: “Belediye başkanları siyâsî konulara her girdiklerinde çuvalladılar. Aday olduklarında bunun sorun olacağını öngörebilir miyiz?” Çuvallayan var, çuvallamayan var. Bunu genelleştirmek doğru değil. Yani şunu söyleyeyim: Bunca yıldır gazetecilik yapıyorum ve siyâsî alanda gazetecilik yapıyorum; çok siyâsetçi, lider adayı vs. gördüm. İmamoğlu, belediye başkanlığı sınırı içerisinde kalabilecek birisi değil. Bir şekilde –bu seçim mi olur, sonra mı olur bilmiyorum ama– ona bu elbise dar gelir. Tabiî ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi başlı başına çok büyük bir olay; ama onun çok daha büyük hedefleri olduğunu tahmin ediyorum ve pekâlâ başarılı da olabilir. Ama bu başarı tek başına olabilecek bir şey değil. Ekibiniz olacak, bir vizyonunuz olacak, bir söyleminiz olacak ve de halkın, toplumun size belli destekleri olacak. 

Evet, yavaş yavaş toparlayalım. 

“İmamoğlu, iki sene sonra siyâsetten çekilmeye iknâ olacak mı?” Olmayacak tabii. Demin söylediğimi hatırlatayım: “Ben cumhurbaşkanı olayım. Ondan sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilsin ve ben de gayet sâkin, sâdece Meclis’in aldığı kararları onaylayayım” diyecek birisi değil. O zaman yayının başlarında söylediğim uçuk senaryoma geliyoruz: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilirse, İmamoğlu cumhurbaşkanlığını bırakıp, CHP’de başbakanlık için siyâsete pekâlâ soyunabilir. 

Evet, bayağı bir yayın oldu. Çok ilginç bir sürece doğru giriyoruz sanki. Bütün bunlar tesâdüf olamaz. Açıkçası şunu söyleyeyim: İmamoğlu’nun adının devre dışı kalmadığını hep düşündüm. Ama tabiî ki Kılıçdaroğlu çok fazla baskın bir şekilde öne çıktı; bâzı hamleleri de çok isâbetliydi ve o süreç içerisinde yaptığım yorumlardan sonra bâzıları, benim Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklediğimi filan söylediler. Kimseyi desteklemiyorum. Gazetecinin kimseyi desteklemek gibi bir yükümlülüğü yok ve bu iyi bir şey değil. Tabiî ki vatandaş olarak sandıkta oy kullanacağımız zaman birilerine oy veriyor olabiliriz; ama burada bizim yapacağımız, olanları, olup bitenleri anlayabilmek ve anladığımız kadarıyla da sizlerle bunu tartışmak, paylaşmak. Hep aklımda İmamoğlu’nun devre dışı kalmasının pek kolay kolay mümkün olmayacağı vardı ve açıkçası şunu söyleyeyim: Kılıçdaroğlu kendi aday olmazsa, yani olmasının iyi bir fikir olmadığı düşüncesine kapılırsa, muhtemelen İmamoğlu’nun adını önerir diye düşünüyordum. Bunu yakın çevremde de konuştuğum için biliyorum. Yani sâdece beynimde gezdirdiğim bir şey değil. Bâzı yayınlarda da bir şekilde söyledim. Şimdi galiba öyle bir âna yaklaşıyor olabiliriz. Ama tabiî ki hâlâ muhâlefet içerisinde en güçlü isim Kemal Kılıçdaroğlu. Ama son günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun temposu düştü. İlginç bir şekilde, başörtüsüyle başlattığı tartışma, sonra ABD gezisi, salı akşamı da İngiltere’ye gidiyor yatırımcılarla görüşmeye… Kılıçdaroğlu’nun kolay kolay adaylıktan vazgeçeceğini sanmıyorum. Ama onun temposu düşünce başkalarının temposunun yükselme ihtimâli de çoğalabiliyor, onu özellikle söylemek lâzım.

Evet, daha söylenecek çok şey var. Onları da daha sonraki yayınlarda ele alırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Medyascope’a sâhip çıkmanızı ricâ ediyorum. Özellikle seçim döneminde bağımsız medyaya hepimizin çok ihtiyâcı olacak. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Evet, cehennemin kapılarını kapatmak, cennetin kapılarını açmak, demokrasinin hâkim olduğu, hukuk devletinin hâkim olduğu bir Türkiye’de yaşamak istemek, bütün bunların hepsini bir şekilde aklımızda tutalım ve bunun olabilmesi için de bağımsız, özgür bir medyanın olmazsa olmaz olduğunu da hatırlamak lâzım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.