Ruşen Çakır ve Hatem Ete, PANORAMATR’nin saha araştırmasını konuşuyor. Saha araştırmasındaki verilerden yola çıkarak Çakır ve Ete, iktidarın son zamanlardaki hamleleriyle özgüvenini artırması ve muhalefetin ise özgüveninin düşmesi üzerine konuştu.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR’nin Ekim ayı araştırma raporunu Hatem Ete ile konuşacağız. Şu anda kendisi Ankara’dan yayına bağlanıyor. Biliyorsunuz bu araştırma sonuçlarıyla ilgili değerlendirmeleri artık her ay yapıyoruz. Hatem merhaba, hoş geldin.
Hatem Ete: Merhaba.
Ruşen Çakır: Ekim ayı raporunuz da çıktı, hayırlı olsun. Siz araştırmanızı her ayın ilk haftalarında yapıyorsunuz. Bir sonraki ayın hemen ilk günlerinde de rapor hazır oluyor. Araştırmayı 2 bini aşkın kişiyle yapıyorsunuz. Eylül ayını değerlendirdiğimiz raporunuzda, “İktidârın özgüveni artıyor, muhâlefetin azalıyor” sonucu çıkmıştı — ki geçen ayki yayınımızın başlığına onu çıkartmıştık. Ekim ayı raporunda da bu sürecin aynen devam ettiğini gördük. Yani iktidarda özgüven artışı sürüyor, muhâlefette azalmaya devam ediyor. Doğru özetledim değil mi?
Hatem Ete: Doğru.
Ruşen Çakır: Bunu hangi bulgulardan hareketle yaptığınızı kısaca söyler misin? Daha sonra nedenlerine tekrar bakalım.
Hatem Ete: Tabiî. Raporumuzun iki bölümü var: Birinci bölümde, tamâmen kamuoyu araştırmalarına dayalı bir analiz yapıyoruz; ikinci bölümde de, o ay içerisinde yaşanan siyâsal gelişmelere ve tartışmalara bakıp siyâsî analiz yapıyoruz. Bu iki perspektiften baktığımızda da, iktidârın özgüveninin artmaya ve muhâlefetin özgüveninin azalmaya devam ettiğini söylemek mümkün.
İlk olarak kamuoyu araştırmaları üzerinden konuşursak, son 2-3 aydır, iktidar oylarında küçük ama istikrarlı bir artış var. Bu, Erdoğan’ın performansına da, dış politika algısına da yansıyor, cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki senaryolarımızda ve oy verme durumlarına da yansıyor. Benzer bir şey, muhâlefete yönelik de gözüküyor. Yani muhâlefet oylarını artıramıyor, dondu gözüküyor. Dolayısıyla bunun ilk dayanağı aritmetik bulgular, kamuoyu araştırmasının bulguları.
İkinci olarak da, siyâsal tartışmaları yönlendirme, siyâsal güven verme meselesi. Bu konuda da iktidar, son 2-3 aydır muhâlefetten daha iyi bir performans gösteriyor. İktidar, daha önce kronikleşmiş sorunlara çözüm bulmak yerine, o kronikleşmiş sorunların toplumun gündeminde tartışılmasını engellemiş gözüküyor. Üstüne, dış politikada ciddî bir trafiğe sâhip. Cumhurbaşkanı, küresel ve bölgesel sorunlarla ilgili zirvelere katılıyor. O zirvelerde çözüm önerileri tartışılıyor, temaslarda bulunuyor. Bunun da seçmene verdiği bir güven duygusu var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Evet, bir özgüven artışı ve azalışı derken, iktidârın daha görünür bir şeyler yaptığını, muhâlefetin ise çok fazla bir şey yapmadığını söylüyorsunuz herhalde.
Hatem Ete: Sâdece yapmamak da değil. Muhâlefet cenâhında, bugüne kadar muhâlefet seçmenine güven veren, muhâlefet seçmeninin önümüzdeki seçimlere yönelik algısını normalleştiren, daha iyimser hâle getiren, iyi işleyen süreçlerde de bir bozulma gözüküyor. Yani muhâlefetin bugüne kadar en önemli, güven duyduğu unsurlardan birisi, ortak cumhurbaşkanı adayında anlaşma yapılabileceği, Altılı Masa’nın varlığını sürdürebileceğine yönelik bir algıydı. Bu son 2-3 aylık tartışmalar aslında bu iki temel dinamiği de sorgulanır hâle getirmiş gözüküyor. Yani sâdece şunu göz önünde bulunduralım: Geçen haftanın gündeminde, iktidar, Türkiye’nin yerli arabasını üretme ve “Türkiye’nin Yüzyılı” vizyonu gibi, seçimlere de etkisi olabilecek güçlü iki hamleyle kamuoyunun karşısına çıkarken; muhâlefet kendi iç tartışmalarıyla uğraşmaya devam etti. Altılı Masa’ya yeni bir siyâsî partinin katılıp katılmayacağı, Kemal Bey’in yeni bir yurtdışı gezisi ve benzeri tartışmalar şekillendirdi muhâlefeti.
Dolayısıyla başta sorduğun soruya geri dönersek, aslında iktidar ve muhâlefetteki özgüven dinamiği, biraz kamuoyuna nasıl bir siyâsî duygu aktardıklarıyla belirleniyor. İkisinin de uğraştığı siyâsal alanlarda dinamikler değişince, doğal olarak bu kamuoyu araştırmalarına da yansıyor; seçmenin iktidar ve muhâlefete bakış açısına da yansıyor. Bu gördüğümüz rakamlar, siyâsal bir gözlem olarak da kolaylıkla yorumlayabileceğimiz rakamlar. Bunlar çok sürpriz değil, onu söylemeye çalışıyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi rakamlara geçeceğiz, ama geçmeden önce iki not düşeyim: Birincisi, o bahsettiğin vizyon toplantısını yerinde gidip izledim. Biliyorsun, ben bu hareketin bu tür toplantılarını uzun yıllardır izliyorum. Çok masraf yapılmış bir organizasyondu, ama bence çok başarısızdı. Muhâlefetin hiçbir şey yapmadığı ya da çok da temel olmayan konularda enerjisini tükettiği bir yerde, karşı tarafta büyük bir organizasyon yapılıyor; olay bu.
İkincisi de, Altılı Masa’ya yeni bir partinin katılmasından söz ettin. O partinin katılıp katılmamasının Altılı Masa’ya nasıl bir şey katacağı zâten ayrı bir mesele. Yani bildiğim bir hareket ve parti olduğu için, çok alâkası olmadığını söyleyebilirim. Türkiye’nin gündeminde, bir televizyon programında söylenen bir lâftan hareketle, bunun çok önemli bir gündem meselesi hâline getirilmiş olması bile bana çok yadırgatıcı geliyor. Ne dersin?
Hatem Ete: “Türkiye’nin Yüzyılı” ile ilgili konudan başlayayım: Muhâlefetin henüz seçim stratejisini konuşmadığı bir dönemde, iktidârın, yine erkenden böyle bir hazırlığa başlayıp, bir manşetle kampanyayı başlatmış olması, ikisinin durduğu yer açısından bence önemli. Yani bunun sembolik bir farkı var. İkincisi, dediğin gibi, “Türkiye Yüzyılı”nın retoriğiyle, bu retoriğe eklemlenen olgular, projeler arasında bir boşluk var. Cumhurbaşkanı Erdoğan, retoriği çok güçlü, söylemsel olarak da iktidârın son 5 yıllık uygulamalarından ayrışan bir vizyon konuşması yaptı. Bu vizyonun içinde aktarılan unsurların, Erdoğan’ın son 5 yıllık politikalarıyla uyumu da çok tartışıldı. Bence bu tartışmaların tamâmı da gerçeği yansıtıyor. Ama en nihâyetinde önemli olan, seçimlere 7 ay kala, “Türkiye Yüzyılı” gibi heyecan uyandıracak bir başlık üzerinden bir kampanya süreci başlatılmış olması. Bu, iktidârın muhâlefetten daha hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Bu kampanya sürecinde de daha vizyoner ve tam da toplumun muhâlefeti eksikliğiyle eleştirdiği bir dil üzerinden bu süreci başlattığını ifâde etmesi açısından pozitif bir gündem diye değerlendiriyorum. Yoksa yapılan konuşmalardaki retorik, hem Erdoğan’ın son dönem pratiğiyle uyumlu değil, hem de bu retoriği destekleyecek siyâsal açılımlar yapmakta da zorlanacağını düşünüyorum. Yani Cumhur İttifâkı’nın birlikteliği ve siyâsî ruhu, o vizyona yansıyan açılımlarla desteklenmeye müsâit gözükmüyor.
Altılı Masa’ya gelirsek: Ben İYİ Parti’nin inisiyatifiyle Altılı Masa’ya yeni bir üye alınmış olmasını, Altılı Masa’nın büyümesi anlamında pozitif bir unsur olarak okumuyorum. Bence burada liderler, bu tür hamleler üzerinden birbirlerine mesaj veriyorlar. O anlamıyla da aslında bu tür meseleler kamuoyunu biraz ürkütüyor da olabilir. Çünkü Altılı Masa, Şubat ayından beri bir sürü hazırlık içerisine girdi. Birçok yönünü eleştirmiş olsak bile, bir uyumla bir yere doğru gitmeye çalışıyor. Sorunlarını tartışırken, tam bu sorunların ortasında yeni bir üyenin katılması ve bu katılma sürecinin de Altılı Masa üyeleriyle konuşulmadan, bir siyâsî parti üzerinden gerçekleştirilmesi, bence kamuoyunun gözünde şöyle bir algıya yol açtı: Kemal Bey ile Meral Hanım arasında, adaylık başta olmak üzere, Altılı Masa’nın stratejisine yönelik bir anlayış farklılığı var. Bu anlayış farklılığının, bir taraftan Kemal Bey’in münferit siyâsal açılımlarıyla, bir taraftan Meral Hanım’ın Kemal Bey’i dengelemeye yönelik bu tür hareketleriyle, gittikçe daha fazla derinleştiği duygusu uyandı. Dolayısıyla ortalama seçmen, Altılı Masa’daki parti sayısının 7’ye çıkmasını pozitif bir genişleme olarak okumayacaktır. O konuda sana katılıyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi tam rakamlara geçecektim, ama bu söylediğin yerden hareketle şunu sormak istiyorum: CHP’nin “helâlleşme” açılımına rağmen, “Asla CHP’ye oy vermem” diyenlerin oranı hâlâ epeyce yüksek duruyor. Bunu da, helâlleşme, yani kendinden olmayan kesimlere gitme çabalarının çok fazla karşılık bulmadığı ya da yeterince karşılık bulmadığı şeklinde değerlendiriyorsunuz. Doğru mu okuyorum?
Hatem Ete: Şöyle: “Asla oy vermem” sıralamasında, CHP üçüncü sırada. Birinci sırayı geleneksel olarak HDP teşkil ediyor. İkinci sırada AK Parti var, üçüncü sırada CHP var. Bu sıralamaya baktığınız ve seçmenin muhtemel dinamiklerini göz önünde bulundurduğunuz zaman, bu doğru bir sıralama. Yani herkesin ilk “öteki”si HDP oluyor.
Burada bence sürpriz olan iki şey var: Birincisi, AK Parti’nin ikinci sıraya yükselmiş olması. Bu da, 20 yıllık bir iktidar süreci için anlaşılabilecek bir şey. Yani 20 yıllık iktidar sürecinde, Erdoğan gibi bold bir siyasetçi için, radikal adımlar atmaktan çekinmeyen ve toplumu kutuplaştırma üzerinden siyâset yapan bir aktör için yine anlaşılabilir bir şey. Öteden beri geleneksel olarak CHP aslında ikinci sırada, AK Parti’nin önündeydi. Çünkü ortalama merkez sağ seçmenin gözünde, yani toplumun %60-70’nin gözünde ilk “öteki” HDP ise, ikinci öteki de CHP. Burada AK Parti araya girmiş durumda.
Muhâfazakâr kesim nezdinde, helâlleşmeden beklenen ölçüde bir barış sağlanmadığına yönelik bir vurgu o aslında. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP üzerinden hayâta geçirdiği siyâsal algı, bence CHP’yi üçüncü sıraya düşürerek biraz başarılı olmuş gözüküyor. Ama biz orada, bu helâlleşme stratejisinin henüz hedefine ulaşmadığına yönelik bir vurgu yaptık. Yani CHP’nin üçüncü sırada yer alması, oranı düşmüş olsa bile, bu helâlleşme çabalarının beklenen ölçüde toplumda bir karşılık üretmediğine yönelik olarak yorumlanabilir diye düşünüyoruz. Yoksa bence yol bulmuş; onu tamâmen inkâr etmek de zor.
Ruşen Çakır: Tabiî buradabir de yine başörtüsü meselesini sormuşsunuz ve orada da ezici bir çoğunluk, “Artık böyle bir sorun yok” demiş. Bu da demin konuştuklarımızla alâkalı bir şey olsa gerek.
Hatem Ete: Doğru. Kemal Bey’in başörtüsü açılımının birkaç boyutunu sorduk. İlk olarak “Böyle bir sorun görüyor musunuz? Bunun çözülmeye ihtiyâcı var mı?” diye sorduğumuzda, yüksek bir çoğunlukla, “Bu sorun çözüldü, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç yok” cevâbı geliyor. “Kemal Bey bunu bir siyâsî hamle olarak mı gerçekleştirdi?” diye sorduğumuzda, toplumda daha ağırlıklı kanaat, “Evet, Kemal Bey bunu bir siyâsî hamle olarak gerçekleştirdi. Adaylık sürecinde yardımcı olması yönünde bir çabayla bunu yaptı” diyor. Ama en nihâyetinde, “Bir düzenleme yapılacaksa, sizce bu yasal düzenleme mi, anayasal düzenleme mi olmalı?” diye sorduğumuzda da, “Anayasal düzenleme olmalı” cevâbı ön plana çıkıyor. Yani aslında kamuoyu, bu yaşanan süreçte kimin hangi adımı, hangi niyetle attığı ve bu adımın nereye evrilmesi gerektiğiyle ilgili çok açık bir kanaate sâhip gözüküyor. Yani seçmen, bu süreçle ilgili benim umduğumdan daha fazla net, somut kanaatler belirtiyor.
Siyâsî gözlem olarak bakıldığında da herkesin genel kanaati, toplumun gündeminden çıkmış bir meselenin, Kemal Bey üzerinden yeniden gündeme taşınmasının gereksizliğiydi ilk bakışta. Fakat Kemal Bey bir siyâsetçi olarak kendi siyâsî yolculuğunda buna ihtiyaç duymuşsa ve bunu hayâta geçirmişse, toplum bunun da farkında, bunu da görüyor. “Evet, ben bunu sorun olarak görmüyordum, ama Kemal Bey bunu sorun olarak görüp gündeme taşıdı, bunu bu yüzden taşıdığını da görüyorum” diyor. Peki, bundan sonra ne yapılmalı? Yani AK Parti’nin anayasal düzenleme ile cevap vermesiyle Kemal Bey’in yasal düzenlemede ısrar etmesi meselesinde de toplum, “Eğer bu konuda bir düzenleme yapılacaksa, bu da anayasal düzenleme olmalı, yasal düzenleme olmamalı” diyor. Ben bu kanaatleri, siyâsal gözlemlerle örtüştürüyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi rakamlara gelecek olursak, en kritik rakam tabiî ki, “Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçilir mi, seçilmez mi?” meselesi. İki farklı soru var: Biri, “Erdoğan’a oy verir misiniz?” sorusu, diğeri de “Erdoğan seçilir mi?” sorusu var. Erdoğan’a oy verenlerin sayısı azınlıkta kalıyor. “Erdoğan seçilir mi?” sorusuna “evet” diye cevap verenler birkaç puan daha fazla. Yani “Erdoğan’a oy vermem” diyenlerden biraz daha fazla “seçilir” diyen var. Yani kendisi vermiyor ama, “Erdoğan seçilebilir” diye düşünenlerin sayısı biraz daha fazla. Anladığım kadarıyla, “Erdoğan seçilir mi?” sorusunda rakamlar, uzun zamandan beri ilk defâ Erdoğan’ın lehine. Ama sonuçta %50’ye ulaşabilmiş bir rakam söz konusu değil. Önce bunu bir değerlendirsen…
Hatem Ete: Aslında bütün program olarak konuştuğumuz şeyin özeti, bu aktardığın iki rakam arasındaki fark. Yani muhâlefetin yaslandığı havuz, %50’nin üzerinde bir havuz. “Erdoğan’a oy vermem” diyenlerin oranı %50’nin çok üzerinde. Kararsızları dağıttığınızda, %60’a varan oranda, “Erdoğan’a önümüzdeki seçimlerde oy vermeyeceğim”diyen bir kitle var. İktidarla muhâlefet arasındaki aritmetik denge, muhâlefetten yana olmaya devam ediyor. Erdoğan son 2-3 aydır oylarını artırmış olmasına rağmen, bu aritmetik denge bozulmuş değil. Fakat biz analizlerimizde hep, “Aritmetik denge muhâlefet lehine olsa da, bu yaşanan gelişmeler nedeniyle siyâsal psikoloji iktidar lehine işliyor” diyoruz.
İkinci verdiğin tablo, aslında siyâsal psikoloji. Yani insanların oy verme kanaatlerine aritmetik olarak baktığımız zaman, muhâlefet Erdoğan’ın önünde olmaya devam ediyor. Ama toplumun siyâset algısı üzerinden değerlendirdiğimizde, Erdoğan kendisine oy verenlerin yaklaşık yüzde %10’u kadar bir kesimin, kazanabilecek ilk potansiyel adayı olarak durmaya devam ediyor. Yani aslında Erdoğan’a oy vermemeyi düşünüyor, ama bu siyâsal tartışmalara baktığı zaman, “Erdoğan kazanabilir” kanaati artmaya devam ediyor. Bunu, senin aktarmadığın bir tabloyla daha destekleyerek söyleyeyim. Biz genel îtibâriyle birkaç ayda bir, “Sizce muhâlefet ortak bir cumhurbaşkanı adayında anlaşabilecek mi?” sorusunu soruyoruz. O soruda da bu ay bir kanaat değişimi gözlemledik. Daha önce, “Ortak bir cumhurbaşkanı adayında anlaşacaklar” kanaati çok yüksekti. “Erdoğan mı kazanır, rakibi mi kazanır?” sorusunda da, “Rakibi kazanır” ile “Erdoğan kazanır” arasında, “rakibi” lehine %10’a yakın bir oy farkı vardı. Şimdi bu ikisinde de azalma oldu. Meselâ bu ayki kamuoyu araştırmamızda, “Muhâlefet ortak adayda anlaşamayabilir” kanaatinde ciddî bir yükselmeye rastladık.
Şimdi bütün bunları bir araya getirdiğinizde şunu görüyoruz: Seçmen, bu yürütülen siyâsal tartışmalara bakarak, kendi kişisel kanaati hâricinde, bir algı düzeyinde muhâlefetin bu işleri doğru yürütmediğine, iktidârın işleri daha iyi yürüttüğüne dâir bir algıya kavuşmuş durumda. Son 2-3 aylık gelişmelere bakıldığında, önümüzdeki soru şu bence: Muhâlefetin yaslandığı %60’lık havuzu göz önünde bulundurursak, aslında önümüzdeki seçimlerin sonucu belli. Fakat muhâlefet, bu %60’lık havuzun ne kadarını kaybedecek, ne kadarını yanında tutabilecek? Bence bu son dönemdeki tartışmalar, seçmende, muhâlefetin bu %60’lık oy havuzunu, arkasında kanalize edemeyeceğine yönelik bir endîşe oluşturmuş durumda. O nedenle aslında kararsız seçmen de Erdoğan’a tekrar yönelmeye başladı.
Ruşen Çakır: Araya gireyim. Biraz önce söylediğin, “Ortak adayda anlaşabilirler” diyenlerin sayısının azalması meselesi var. Bir diğeri de, “Ortak adayın kim olduğu önemli” diyenlerin sayısı da öncekilere göre artıyor.
Hatem Ete: Evet doğru.Onu da eklememiz lâzım.
Ruşen Çakır: Yani “Muhâlefet bir aday çıkarttı, kim olursa olsun ona veririm” diyenlerin sayısı o kadar yüksek değil anlaşılan.
Hatem Ete: Daha önce üçte birdi. Yani muhâlefet seçmeninin üçte biri, “Ben muhâlefetin adayını beğenmezsem ya sandığa gitmem ya Erdoğan’a oy veririm” diyordu. Ekim ayındaki ölçümümüzde, “Kim olursa olsun oy veririm” diyenle, “Sandığa gitmem ya da Erdoğan’a oy veririm” diyenlerin oyları neredeyse birbirine ulaştı. Yani muhâlefet seçmeni de tam anlamıyla ikiye bölündü. Bütün bu rakamları bir araya getirdiğinizde, muhâlefetin son iki üç aylık iş tutma tarzına yönelik muhâlefet seçmeninde ciddî bir endîşe ve hayal kırıklığı baş göstermiş diyebiliriz. Bunlar zâten kararsız seçmenin AK Parti’ye yönelmesine, siyâsal psikolojinin tekrar Erdoğan lehine işlemesine dönüşmüş gözüküyor.
Ruşen Çakır: Aday meselesinde daha çok Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş isimleri üzerinden birtakım bulgular gördüm raporunuzda.
Hatem Ete: Evet, o isimler üzerinde bir yoğunlaşma var.
Ruşen Çakır: Ama son günlerde Ekrem İmamoğlu’nun adının daha fazla telaffuz edilmeye başlandığı görülüyor. Ben de birkaç yayın yaptım bu konuyla ilgili, başka yazan çizenler de var. Şöyle bir düşünce var — ki bu öteden beri hep aklımdaydı; belki seninle de sohbetlerimde söylemişimdir: Kılıçdaroğlu kendisinin seçilmesinin zor olduğunu görürse, yerine Ekrem İmamoğlu’nu önerebilir. Sanki bu düşünce yoğunlaşıyor gibi bir hava var.
İmamoğlu, Karadeniz gezisindeki o mâlûm olaydan sonra bir prestij kaybı yaşadı muhâlefet seçmeni nezdinde. Sence, İmamoğlu tekrar güçlü bir aktör olarak girip bu kararsız olan insanları toparlayabilir mi? Hâlâ Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş seçeneği mi var, yoksa İmamoğlu hakîkaten yeniden dönüyor mu?
Hatem Ete: Seçmen dinamikleri üzerinden bakarsak, Mansur Bey’in de, Ekrem Bey’in de bir potansiyeli var ve o potansiyel durmaya devam ediyor. Seçmenin adaylara yönelik teveccühünün artıp azalması, siyâsal tartışmalarda, o adayın çok fazla ön plana çıkıp çıkmamasıyla ilişkili. Muhâlefet seçmeninin gözünde, Kemal Bey’in güçlü bir aday olarak öne çıkmadığı zamanlarda, Ekrem Bey’in oyu, bugünkü oyunun neredeyse 10-15 puan üzerindeydi. Fakat Kemal Bey’in aday olarak devreye girip Mansur Bey’le Ekrem Bey’i devreden çıkarması, ikisinin oylarında da biraz azalmaya yol açtı. Üstüne de Ekrem Bey’in, Karadeniz gezisi benzeri gezilerle çok fazla eleştirilmesi gündeme geldi.
Bugünkü tabloda şunu çok rahatlıkla söylemek mümkün: Eğer muhâlefet kendi arasında ortak aday olarak Ekrem Bey’i gösterirse, Ekrem Bey’in potansiyelinde herhangi bir azalmayı ölçmüyorum. Bu tamâmen, seçmenin gözünde siyâsal gelişmelerde Ekrem Bey’in aday olma ihtimâliyle ilişkili bir mesele. Bu, işin seçmen dinamikleriyle ilgili kısmı.
Siyâsal gözlemim, bu tartışma Kemal Bey’in adaylığından çıkıp, “Kim daha uygun bir aday?” olarak gündeme gelecekse, en güçlü iki aday Mansur Bey ve Ekrem Bey olmaya devam ediyorlar. Mansur Bey’le ilgili temel mesele, HDP’nin Mansur Bey aleyhine devreye girmiş olması. Bu, Mansur Bey’in elini zorlaştıran bir dinamik olarak işlev görür. Fakat bunu da şimdiden öngörmek zor. HDP gerçekten Mansur Yavaş’ın adaylığına karşı çıksa bile, Mansur Bey Kürt seçmenin oyunun ne kadarını almaya devam edebilir onu kestirmek zor, ölçmek lâzım. Ama Ekrem Bey seçeneğinde, HDP seçmeninin çok daha kolay kanalize olabileceğine yönelik ölçümlerimiz var. Dolayısıyla, siyâsal gelişmeler Ekrem Bey’e yönelirse, seçmen dinamikleri açısından ciddî bir sorun çıkacağını öngörmüyorum.
Siyâsal analiz düzeyinde ise, işler tekrar Mansur Bey ve Ekrem Bey üzerinden bir tartışmaya dönebilir, bunu öngörüyorum. Bu tamâmen Kemal Bey’in, senin de geçen günkü yayınında https://medyascope.tv/2022/11/02/kilicdaroglu-adaylikta-kararli-mi-rusen-cakirin-izleticilerle-ortak-yayini/ başlığa çıkardığın üzere, ne kadar kararlı olacağıyla ilgili. Kemal Bey kararlılığını ikili aday çıkarmaya varacak kadar net bir şekilde sürdürürse, CHP adına Kemal Bey yarışacak demektir. Siyâsal gözlem olarak, ne Ekrem Bey’in ne Mansur Bey’in, Kemal Bey’e rağmen başka bir partinin desteğiyle aday olma ihtimâlini görmüyorum. O durumda, Kemal Bey üzerinden bir süreç ilerler. Diğer partiler buna râzı olmazsa, başka bir aday arayışına girerler. Ama Kemal Bey, “Bu ayrışmayı göze almayalım, ortak adayla çıkalım” gibi bir şeye yönelirse, bence hâlâ en güçlü iki aday Mansur Bey ve Ekrem Bey’dir.
Ruşen Çakır: Partiler üzerinden bir gidelim. Elimizde 3 ayrı seçenek var: Bir tarafta, iktidar yani Cumhur İttifâkı var, onu biliyoruz. Diğer tarafta bir seçenek: Cumhur İttifâkı’nın karşısında Millet İttifâkı; bir diğer seçenek ise Cumhur İttifâkı’nın karşısında Altılı Masa. Bir başka seçenek de, Cumhur İttifâkı’nın karşısında tüm muhâlefet. Yanlış hatırlamıyorsam, geçen ayki araştırmanızda Cumhur İttifâkı ile Millet İttifâkı partilerinin oyları neredeyse aynı gibiydi. Ama şimdi, sanki Cumhur İttifâkı Millet İttifâkı’ndan 2 puan önde gözüküyor. Yanılıyor muyum?
Hatem Ete: O denge geçen ay bozuldu. 2 ay önce dediğin gibiydi.
Ruşen Çakır: Yani 2 ay önce, söylediğim gibiydi. Geçen ay değişti.
Hatem Ete: Evet. Geçen ay, Cumhur İttifâkı lehine 1,5- 2 puana yakın bir değişme oldu. Bu ay buna bir yarım puan daha eklendi. Tabiî yarım puan, 1 puan, 2 puan dediğimizde, çok düşük marjlardan bahsediyoruz. Bir araştırmanın hatâ payı içindeki marjlardan bahsediyoruz. Fakat bir trend olarak bakacaksak, Millet İttifâkı’nın Cumhur İttifâkı’nın önüne geçtiği, sonra Millet İttifâkı ile Cumhur İttifâkı’nın eşitlendiği, son iki üç aydır da Cumhur İttifâkı’nın tekrar Millet İttifâkı’nın önüne geçtiği bir trend izliyor.
İkinci sırada, Altılı Masa ile buluştuğunda Millet İttifâkı Cumhur İttifâkı’nı geçiyor ve oradaki fark da aslında % 2-3’lük bir marj. Yani Altılı Masa, 5’in altında bir marjla Cumhur İttifâkı’nın önünde duruyor. Daha önce de seninle değerlendirmiştik; bu bize şöyle bir tablo sunuyor aslında: Bu ikisi de güçlerini maksimize ederlerse, yani diyelim ki var olan kararsızları da dağıttık, Cumhur İttifâkı da, Millet İttifâkı da ya da Altılı Masa diyelim, %40-45 arası bir eksene yaslanıyor. Ortada %10-15 civârında bir şey duruyor. Bu %40-45 marjını o yüzden tutuyorum. O %10-15 arasındaki marjı, Altılı Masa ve Cumhur İttifâkı dışındaki siyâsî partilerin eğilimleri belirleyecek, öyle gözüküyor. Bu da, HDP’nin nasıl tercihte bulunacağı, hangi alanda duracağının çok kritik hâle geldiğini gösteren bir şey.
Bu analizlerimizde katmadığımız, henüz nerede duracağını kestiremediğimiz Zafer Partisi, Yeniden Refah Partisi, Memleket Partisi gibi kenarda kalmış birkaç parti var. Onların da oy toplamı %6’ları bulmaya başladı. Yani %5-6 civârında, bu hesâba katmadığımız partiler var bir de. Dolayısıyla çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Eğer bugünkü dinamikler değişmezse, yani Altılı Masa’da bir ayrışma yapılmazsa, seçmenin %85’inin öyle ya da böyle nerede durduğu belli. Bu dinamikler göz önünde bulundurulduğunda, yani sâdece Altılı Masa ve Cumhur İttifâkı seçeneği göz önünde bulundurulduğunda, her ikisi de cumhurbaşkanlığı seçimleri için gereken %50’yi almaya yeterli bir oya sâhip değil henüz. Dolayısıyla, her iki kanat da, o dışarıda kalan %15’lik havuzdan yararlanmaya çalışmak zorunda. Yani iktidar da seçimleri kazanmak için bu ittifaklara girmemiş %15’ten pay almak zorunda, muhâlefet de.
HDP’nin öncülük ettiği ittifak (Emek ve Özgürlük İttifâkı) cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı’nı desteklemeyecekse, bu, muhâlefete bir şans tanıyor. Hepimiz de bu şans üzerinden analiz yapıyoruz aslında. Fakat orada da önümüzdeki soru şu: Seçimin ilk turunda HDP bağımsız adayla mı seçime girecek, yoksa Altılı Masa’nın belirlediği ortak adayı mı destekleyecek? Bence seçimler üzerinde en fazla belirleyici olacak güncel dinamik bu.
Ruşen Çakır: Cumhur İttifâkı ve Altılı Masa’nın dışında kalan %15 var diyorsun. Tabiî biz hep öncelikle HDP’ye bakıyoruz haklı olarak. Çünkü %10’un üzerinde bir oyu var. Ama senin de demin bahsettiğin, analizlere katmadığınız diğer partilerin %5-6 civarında toplam oyları var. Sonuçta, her bir oyun değerli olduğu bir seçim. Diyelim ki seçim ikinci tura kaldı ve HDP, muhâlefet adayından yana bir görüş belirledi. Ama bu, bütün HDP seçmeni koşa koşa oraya oy verecek anlamına gelmiyor; muhakkak bir fire olacaktır. O zaman meselâ yeniden Refah Partisi’nin, Zafer Partisi’nin, Memleket Partisi’nin aldığı oyların da değeri artacak. Geçenlerde bana birisi, “Sence Memleket Partisi, Zafer Partisi, Yeniden Refah Partisi ikinci turda kimi destekler?” diye sordu. Tabiî ki muhâlefetin adayının kim olacağına bakılır. Ama bir de o adayın kendilerine ne vaat ettiğine bakılır. Yani bir pazarlık olur. Sonuçta bu partilerin en azından ikinci turda bir değeri olacak, öyle değil mi?
Hatem Ete: Kesinlikle. Bir de şunu bilmiyoruz — onu da ekleyerek soruna cevap vereyim: Bu ölçümler, henüz seçim psikolojisinin oluşmadığı bir dönemde yaptığımız ölçümler. Bu, en fazla %2’lik %3’lük partilerin durumunu değiştirebilir. Çünkü seçim psikolojisi, eğer büyük partilerin iktidârı değiştirme ya da iktidârı sürdürme dinamiği üzerinden şekillenirse, seçim arifesinde, bugün toplamda %6’ya varan partilerin oyu çok daha fazla aşağı düşebilir. Bunu hesâba katmamız lâzım. Seçimlere yaklaştıkça, CHP de, İYİ Parti de, eğer bugünkü stratejilerini sürdürürlerse –Altılı Masa’daki partilerin de bir kısmı için geçerli bu dediğim–, CHP ve İYİ Parti’de çok ciddî bir değişim beklemiyorum. AK Parti ile MHP’de de bir değişim olmayabilir. Ama %5’in altında kalan partiler, seçim günü psikolojisi üzerinden farklılaşabilir. Zâten bu gerekçeyle Altılı Masa, ikili üçlü partilerin bir araya geldiği seçim ittifakları üzerinden, bu sinerjiyi kaybetmek istemeyeceklerdir. Ya da büyük partiler lehine oluşacak muhtemel sinerjinin ittifâk dışına çıkmasını engellemeye çalışacaklardır.
Fakat herhangi bir ittifak içinde yer almayan Zafer Partisi, Memleket Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi partiler için seçim psikolojisi bir dezavantaj teşkil ediyor. Seçim günü seçmen oraya kanalize olmak istemeyebilir, “Oyum boşa gidiyor” duygusuna kapılabilir. Özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu olabilir. Eğer bu adaylar bir araya gelip kendi başlarına bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmazlarsa, cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki oylar çok büyük ihtimalle ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, ya muhâlefetin adayına veya adaylarına kanalize olacaktır. Bu, dediğim gibi muhâlefet adayının kim olduğunu çok daha kritik hâle getiriyor. Bence orada seçmen, hem birinci turda hem ikinci turda, muhâlefetin ortak adayının kim olduğuna bakıp karar verecektir.
Bugünden bakınca, çok net bir şekilde “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy vermeyecekler” diyemem. Çünkü birçok politikada eğer muhâlefetin ortak adayıyla ayrışırlarsa, Erdoğan’ın söylemiyle daha kolay örtüşebilecek noktalar da bulabilirler. Yani diyelim ki seçim dinamiğinde güvenlik, beka, milliyetçilik, Türkiye’nin büyüklüğü, vizyon gibi söylemler gündeme gelirse ve muhâlefetin adayı, bu vizyonu bu küçük partiler açısından taşıyamayacak bir faktör olarak gözükürse, hem Memleket Partisi hem Zafer Partisi kolaylıkla kendi seçmenine “Biz buraya gidiyoruz“ demeye çekinmeyecektir. Bunun dinamiği, onlarla yaptıkları pazarlık olsa bile, bu değişmeyecektir. Dolayısıyla ben o %5-6 üzerinde şimdiden “Bu tarafa yönelirler” demenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Bu, tamâmen muhâlefetin adayının kim olacağına bağlı.
Ruşen Çakır: Son olarak ekonomiden bahsedelim. Ekim ayı raporunuzda şöyle bir tespitiniz var: Kararsızlardan AK Parti’ye son 3 ayda bir dönüş var, ama düşük gelirlilerde değil. Yani hâlâ, AK Partili olup, daha önce oy vermiş olan ve şimdi kararsız olan alt gelir gruplardaki insanların, AK Parti’ye çok yönelmediğini, en azından kararsızlıkta kaldıklarını söylüyorsunuz. Bu da tabiî ki seçimde en önemli şeyin ekonomi olacağını gösteriyor herhalde.
Hatem Ete: Bu bence çok önemli bir bulgu. Erdoğan asıl oy kaybını ekonomi politikalarındaki bozukluklar, yani ekonomik kriz dolayısıyla yaşıyor. Bunu uzunca bir süre konuştuk. Şimdi, ekonomide bir durağanlık evresine girildi. Krizin kötüleşmesi engellendi en azından. Ama bir iyileşmeye dönüşmedi. İktidârın psikolojisindeki rahatlık, bu ekonomik kötüleşmenin öngörülenin dışında durdurulmuş olmasıyla ilişkili. Fakat burada seçmenin geri dönüşünü sağlayacak en önemli unsur, daha fazla kötüleşmemesi değil, iyileşmenin olup olmayacağı. O anlamda bakıldığında, bir ekonomik iyileşme söz konusu değil. İşte daha yeni enflasyon rakamları açıklandı. Enflasyon rakamlarında herhangi bir değişim yok; tam tersine kötüleşme var. Seçmenin enflasyonla ilgili beklentisi de, önümüzdeki dönemde hayat pahalılığının artmaya devam edeceği yönünde. Ekonomik gidişatla ilgili gelecek öngörüsü de çok karamsar. Bütün bunlar ortadayken, bu gelişmelerden en fazla etkilenen düşük gelirlilerde iktidâra bir dönüş olmuyor.
Ben bu meselenin, seçimlere kadar, iktidar açısından en önemli imtihan alanı olmaya devam edeceğini gösterdiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın bir şekilde dış politika hamleleriyle, kültürel siyâsal tartışmalar açma performansıyla, başörtüsü ve âile değerleri gibi önümüzdeki dönemde çıkacak başka tartışmaları değerlendirme performansıyla, temel dinamiğinin ekonomi olmadığı alanlarda yaşadığı iktidar tecrübesiyle de iyi bir performans gösterebileceğini öngörebiliyorum. Ama yine Erdoğan için en önemli eşik, ekonomide ne yapacağı. Bu nedenle zâten Erdoğan, sâdece kendi oy oranlarına bakarak rahat bir seçime girmiyor aslında.
Biz siyâsal psikolojide “Düzelme oldu” dediğimizde, iktidarla muhâlefet arasında seçim söz konusu olduğunda, “Dinamikler değişti” demiş olmuyoruz aslında. Göreli bir düzelme var iktidarda. Fakat Erdoğan’ın %50’ye varmak için katetmesi gereken epey mesâfe var daha. %10-15’e yakın bir seçmenin oyunu alması lâzım. Bu da büyük oranda ekonomiyle ilişkili gözüküyor. Bir ekonomik düzelme olmadıkça, buralarda ciddî bir sıkıntı olma ihtimâli yüksek.
Ben o nedenle bütün yorumlarda şunu söylüyorum: Yani bütün bu siyâsal psikoloji ve aritmetik denge arasındaki farkı anlattıktan sonra, önümüzdeki süreçte belirleyici olacak temel dinamik, iktidar değil, aslında muhâlefet.
Ruşen Çakır: Tam da bu soruyu soracaktım, notlarımda vardı zâten. Yani: “Süreç iktidar lehine gelişiyor, ama sonucu muhâlefet belirleyecek” diyorsunuz. Sona sakladığım soru buydu. Aslında başladığımız yere dönüyoruz.
Hatem Ete: Evet, en başa dönüyoruz. İktidârın mevcut süreci muhâlefetten daha iyi götürdüğü rahatlıkla görülebilir. Bence muhâlefet seçmenini tedirgin eden bu. İktidar seçmenini daha özgüvenli hâle getiren de bu. Erdoğan bu süreci muhâlefetten daha iyi götürüyor. Fakat aritmetik denge muhâlefet lehine. Erdoğan’ın katetmesi gereken epey mesâfe var orada. O yüzden sonucu muhâlefet belirleyecek. Yani bu %60’lık havuzun ne kadarını elinde tutabilecek? Bunu %10’dan fazla mı eritecek? Yüzde 10’a kadarlık bir erime bile muhâlefeti hâlâ iktidârın en güçlü ortak adayı tutmakta yardımcı olur.
Aslında önümüzde çok basit iki mevzû var: Birincisi, Altılı Masa bir ortak adayı çıkarmayı başaracak mı başarmayacak mı? Bu ortak aday, Altılı Masa’da yer almayan, özellikle de çok büyük bir kitleye yaslanan HDP’nin oyunu almayı başaracak mı başarmayacak mı? Bizim bir yıldır muhâlefete yönelik, yeni bir siyâsî hikâye üretme, yeni bir ekonomik program hazırlama, dış politika ve güvenlik alanlarında seçmeni tatmin etme, daha güçlü bir iktidar yürütebileceğine yönelik seçmene güven verme gibi beklentilerimizin hiçbirisini hayâta geçirmemesi, seçmende bir şeye yol açtı. Ama buna rağmen, seçmen iktidâra geri dönmüyor; seçmen muhâlefete bakmaya devam ediyor.
Önümüzdeki 6-7 aylık süre içerisinde, aslında önümüzdeki 2 ay içerisinde, eğer Mayıs ayında bir seçim yapılacaksa, Şubat-Mart aylarında muhâlefetin bir aday belirlemiş olması gerekiyor. Dolayısıyla 3-4 ay içerisinde diyelim, muhâlefetin en önemli eşiği, bütün muhâlefet potansiyelini hayâta geçirebilecek ortak bir aday belirlemekte başarılı olup olamayacağı. Önümüzdeki dönem seçmen, aslında tek bir soru üzerinden muhâlefeti değerlendirecek. O nedenle de sonucu muhâlefet belirleyecek.
Ruşen Çakır: Burada bir not düşmek istiyorum. Edgar Şar, Budapeşte Belediye Başkanı’nın bir sözünü hatırlatmıştı. “Macaristan’da muhâlefet olarak neden kaybettik?” sorusuna, “İttifak olduk, ama birlik olamadık” diye cevap veriyor. Burada muhâlefetin ya da Altılı Masa’nın bir ittifak oluşturdukları belli. Belki ortak bir adayda da anlaşacaklar. Ama kamuoyunun, onları, gerçekten “Birlikte bir şey yapıyorlar, yapmak istiyorlar” şeklinde görmesi lâzım. Şöyle de olabilir: Bir aday saptanır, ama bir bakarsın Altılı Masa’nın bâzı üyeleri, “Biz aslında bunu istememiştik” diye bir söylem sızdırır. Türkiye’de siyâset bu tür şeylere çok müsâit biliyorsun.
Hatem Ete: Tabiî birçok dinamik etkili olacak. Dediğin gibi, tek şey ortak adayı îlân etmek değil. Ortak adayın nasıl bir vizyonla çıkacağı, ortak adayın seçim kampanyası boyunca kendisini destekleyen partilerin söylemleriyle örtüşüp örtüşmeyeceği, seçim kampanyası boyunca birbirlerini sabote edip etmeyecekleri gibi birçok dinamik belirleyici olacak. Ben “Bu işin girişi buraya geldi, kilitlendi” diye söylüyorum. Şu anda kamuoyundaki algı, Altılı Masa’nın ittifak olmayı başaramaması bir tarafa, ittifak olamasa bile, en azından ortak bir adayda anlaşıp anlaşamayacağı meselesinde de bir güvensizliğin oluşması.
O nedenle önümüzdeki 3-4 ay içerisinde, bence muhâlefet için Altılı Masa’nın içinin boşalması, dağılması da gündemde. Ortak bir adayla çıkamayıp, iki farklı adayla ortaya çıkma endîşesi de, muhâlefet seçmeninde çok açık bir şekilde gözüküyor. Önümüzdeki 3-4 ay, muhâlefetin seçimlerdeki muhtemel performansını belirlemek için çok önemli bir 3-4 ay diye düşünüyorum. Erdoğan için çok bir şey değişmeyecek. Erdoğan, süreci her gün seçimdeymiş gibi yürütüyor. Seçim kampanyasını, “Türkiye Yüzyılı” başlığı altında, seçimlere 7 ay kala başlatıyor. Önümüzdeki dönemlerde de buna benzer başka enstrümanlar bulacak. İktidar kanadında, iklimi, psikolojiyi değiştirecek ciddî yol kazâları pek öngörmüyorum. Ama muhâlefet için ciddî yol kazâları potansiyeli var. O nedenle önümüzdeki 3-4 ay, seçimlerin kaderini iktidar değil muhâlefet belirleyecek diyorum.
Ruşen Çakır: Evet, biz de önümüzdeki aylardaki raporları tekrar ele alacağız. PANORAMATR’nin Ekim ayı raporunu Hatem Ete ile birlikte değerlendirdik, kendisine çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.