Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını: Altılı Masa ne yapmalı, ne yapabilir, ne yapamaz?

Altılı Masa’nın ikinci turunun ikinci toplantısı, 43 gün aradan sonra bugün (14 Kasım) Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi ev sahipliğinde başladı. Altı genel başkanın “Liderler Buluşması” olarak adlandırdığı toplantı, ilk kez pazar günü dışında bir günde yapılıyor. Toplantının gündeminde Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın Altılı Masa’ya katılma talebi ve komisyonların çalışmaları ile geçiş sürecinin yol haritasının olması bekleniyordu fakat dün (13 Kasım) İstanbul-Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde düzenlenen bombalı saldırı, Masa’nın gündemini değiştirdi.

Altılı Masa seçime yedi ay kala ne yapmalı, ne yapabilir, ne yapamaz?

Ruşen Çakır, siz sevgili izleyicilerimizin sorularını yanıtladı.

Yayına hazırlayan. Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Türkiye’nin gündeminde maalesef dün Beyoğlu’nda yaşanan terör saldırısı var. 6 vatandaşımızın hayâtını kaybettiği bir saldırı. Üç âileden 6 vatandaşımız; bir ana-kız, bir baba-kız, bir de karı-kocanın hayâtını kaybettiği saldırı Türkiye’deki birçok şeyi tabiî ki değiştirdi, daha da değiştireceğe benziyor. Bugün Altılı Masa’nın 8. toplantısı yapılıyor. Tam ondan bir gün önceye denk geldi. Şu anda DEVA Partisi Genel Merkezi’nde 6 lider sekizinci kez bir araya geldi. Masa’nın gündemi tabiî ki terör saldırısıyla berâber biraz değişti. Öncelikle terör saldırısını konuştular ve biz yayına girmeden biraz önce de bu konuda kısa bir açıklama yaptı Altılı Masa. Onu hızlıca bir gözden geçirirsek, aslında bildiğimiz kelimelerle kınanıyor, başsağlığı dileniyor. “Bizler Türkiye’yi terör saldırılarıyla dizayn etmek isteyenlere karşı kararlı duruşumuzdan asla tâviz vermeyeceğiz. Terör örgütlerinin amaçlarına ulaşmalarına hiçbir koşulda müsaade etmeyeceğiz. Terörle mücâdelenin hukuk devletinin en öncelikli görevlerinden birisi olduğu inancındayız. Bu mücâdele sonuç alana dek sürdürülmelidir. Kararlıyız. Barış, huzur ve güven ortamında milletimizin yaşaması için bütün zorlukları hep birlikte aşacağız” dendi. Tabiî burada şöyle bir husus var: Terör saldırılarının seçim yaklaştıkça tırmanma ihtimâli, özellikle muhâlif çevrelerde çok fazla bir kaygıyla berâber dile getiriliyordu ve bu da 2015 Haziran ve Kasım seçimleri arasında yaşanan kaos ortamı referans verilerek yapılıyordu. Tam da böyle bir ortamda bu saldırı oldu. Dün ben Denizli’deydim. DEVA Partisi’nin mitingini izliyorduk diğer gazeteci arkadaşlarla berâber. Mitingin bitiminden hemen sonra Beyoğlu’ndaki saldırının haberi geldi ve tabiî ki bütün o mitingde söylenenler vs. hepsi geri planda kaldı. Daha sonra Ali Babacan’a gazetecilerle arasındaki sohbet toplantısında bu soruyu da sormuştum. Şu açıklamada söylenenlerin ötesinde çok da fazla bir şey söylememişti. Ama insanların kafası hâlâ bu konuda çok meşgul ve bayağı kaygılar var; “Yoksa yine Türkiye’de bir terör dalgası mı esecek seçimlere kadar” diye — bunu vurgulamak lâzım. Burada tabiî ki terör saldırılarını önceden tespit etmek, engellemek… bütün bunlar öncelikle siyâsî iktidârın görevi. Ama saldırıların ardından ne yapılması gerektiği husûsunda da tüm topluma ve tabiî ki muhâlefet partilerine de çok büyük rol düşüyor.

Terör konusunda bugün ayrıca bir yayın yapmayı düşünüyorum, kendi başıma. Ama bu yayını, Altılı Masa yayınını sizlerle birlikte yapalım istiyorum. Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarındaki chat bölümlerine sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz. Ne diye sorduk? “Altılı Masa ne yapmalı, ne yapabilir, ne yapamaz?” Bu kaç aydır Türkiye’nin gündeminde olan bir Masa. Yani sekizinci toplantı olduğuna göre en az 8 aydır diyelim. Bir de arada, 28 Şubat’ta açıklanan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem belgesi var. Orada da ayrıca bir araya gelmişlerdi. Ama hâlâ bu sorular soruluyor ve hâlâ bu soruların cevâbı bekleniyor. İşte bunları birlikte konuşalım istiyorum. 

Mehmet Tamer şöyle diyor: “Süleyman Demirel Özal’a karşı, ‘Yetimin hakkını soracağız’ diye diye oyları toplamıştı. Hepimizin bir beklentisi oldu: Hesap sorulması. Bunun yanında izleyeceği toplumsal ekonomik program da çok önemli. Bu iki olgunun işlevi liderin kimliğini ikinci plana atmıyor mu? Aday tartışmaları yerine bu konularda çözüm önerileri daha etkili olmaz mı?” Evet, bu baştan beri süren bir tartışma. Önce program sonra aday, önce aday sonra program ya da ikisi birden şeklinde değişik seçenekler var. Ama artık öncesi sonrası kalmadı. Mehmet Bey de kabul edecektir; şunun şurasında 7 ay kaldı. Artık “Önce program yapılsın, sonra aday açıklansın” demenin… program diyelim ki şimdi hazırlansa ya da bir ay sonra hazırlansa, aday da seçime çok az süre kala açıklanmış olacak. Sonuçta geç kalındığı bence ortada. Gerek programın şekillenmesinde gerekse adayın açıklanmasında Altılı Masa bana göre çok geç kalmış durumda. Bu konuda değişik eleştirilerin olduğunu biliyorum; beklentilerin, görüşlerin olduğunu biliyorum. Meselâ “Aday erken açıklanırsa iktidar tarafından yıpratılır” argümanı çok fazla söyleniyor. Ama unutmayın ki adayın açıklanmamasıyla da şu anda aday adayları bayağı bir yıpratmış durumda. Şöyle söyleyelim: Dört tâne isim var — Meral Akşener’i de katarsak. Eğer bu dört ismin dışında bir isim olacaksa, o zaman adayın açıklanmamasını anlayabiliriz. Yani hiç gündeme gelmemiş bir isim aday olacaktır, onu son âna saklayıp büyük bir sürprizle, onun büyük bir rüzgârla seçime girmesini düşünüyor olabilirsiniz. Ama söz konusu olan dört isimden birisi olacaksa –ki öyle gözüküyor– artık bunu uzatmanın ne gereği var diye düşünüyorum açıkçası.

Muharrem Palaz diyor ki: “Babacan’ın son sözleri, yani ‘Yol haritası, nasıl bir hükûmet olacağı, program gibi şeyler belli olduktan sonra aday açıklanacak’ demesi bu işin daha da süreceğini gösteriyor. Halkta bir karşılığı yok”. Evet, bunu dün Denizli’de söyledi. Orada DEVA Partisi’nin kurmaylarıyla hep bunları konuştuk biz gazeteciler. Bir genel merkezden gelenler, bir de bölgede partinin önde gelen isimleriyle dönüp dolaşıp olay aday meselesinde düğümlendi, program meselesinde düğümlendi. Aslında hiç kimsenin belirgin bir görüşü yok. Herkes farklı farklı şeyler düşünüyor, söylüyor. Ama Muharrem Bey’in söylediği gibi, Babacan diyor ki: “Önce program, sonra aday açıklansın”. Onu bizimle olan sohbetinde de söylemişti. O yaklaşım sanki daha fazla baskın gibi. Bugünkü toplantının sonrasında yazılı açıklamada herhalde bu konuda birtakım ipuçlarını verirler diye düşünüyorum.

Mustafa Murat Orhan diyor ki: “Altılı Masa hâlâ daha meselenin farkında değil. Bu seçimi kaybetmenin Türkiye açısından ne demek olduğunu bilmiyorlar”. Bilmediklerini sanmıyorum. Herkes biliyordur. Onlar için özellikle bu seçimi kaybetmenin ne demek olduğunu da biliyorlar. Ama ilginç bir şekilde bütün bunlara rağmen hâlâ birtakım beklenen, muhâlefet tabanının, muhâlefet seçmeninin beklediği atılımları, çıkışları yapamıyorlar. Böyle esrârengiz bir durumla karşı karşıyayız. 

Furkan Özdemir: “Denizli’deki DEVA Partisi’nin mitingi hakkında ne düşünüyorsunuz? Babacan’ın ‘Anketler bizim meydanlardaki gerçekliğimizi yansıtmıyor’ sözü sizce ne kadar doğru?” Ben ilk defa bir DEVA Partisi mitingine gidebildim. Açıkçası beklediğimden daha başarılı buldum. Bir yığın engel çıkartılmış yerel yöneticiler tarafından, mülkî âmirler tarafından. Ona rağmen bayağı bir kalabalık vardı. Kalabalığın sayısı kadar, ilgisi de önemliydi. Ali Babacan’ın performansı da önemliydi. Yani ana hatlarıyla bakıldığı zaman, mitingi boşuna yapmamış olduklarını söyleyebilirim. Zor bir şey yeni kurulmuş bir partinin böyle büyük bir şehirde bunu yapması. Mitingdeki kalabalık anketleri yalanlıyor sözü siyâsî bir söz. Üç aşağı beş yukarı birçok birbirinden farklı anket aynı şeyleri söylüyor. Şunu biliyoruz ki insanların sizin faaliyetlerinize ilgi göstermesi onların size oy vereceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla siyâseten Babacan böyle bir şey söylemiş olabilir; ama ben meselâ bir gazeteci olarak, “Bu miting anketleri yalanladı” demem. Onu bana dedirtecek bir miting değildi. 

Görkem Öğe: “Masa er geç aday seçecek. Sizce Altılı Masa ortak bir adayda karar kılarsa aday olan kişi başka hemfikir olunamayan konuların çözülmesine de önayak olur mu?” En azından tartışmalı konuları göğüsleyecek, bu konularda kamuoyuna bir şey söyleyecek birisi olur. Ve dolayısıyla o isimde anlaşıldığı için tartışmalı konularda o ismin söylediği belirleyici olur. Tabiî ki bunların hepsi çok karışık hususlar. Burada önemli olan iki şey var, bunları bir şekilde birbiriyle ilintili bir şekilde ayırabilmek gerekiyor: 1- Seçimi kazanmak, 2- Seçimi kazandıktan sonra Türkiye’yi yönetmek. Bunlar birbirleriyle çok bağlantılı şeyler. Nasıl yöneteceğiniz konusunda kamuoyunu yeterince bilgilendiremezseniz zâten seçimi kazanamazsınız. Ama seçimi kazanamazsanız da ülkeyi zâten yönetemezsiniz. Burada tabiî ki özellikle Türkiye’deki sistem nedeniyle başkanın, seçilmesi söz konusu olan kişinin rolü çok önemli olacak. Ama her kim olursa olsun, bu Altılı Masa’daki diğer partiler o başkanı bir anlamda belli ölçülerde denetlemek isteyecekler. Orada başkan adayının ya da seçilirse başkanın kendine nasıl bir özerk alan açacağı, ne derece Masa’daki diğer partilerden, liderlerden etkileneceği, ne derece kendisi ağırlık koyacağı; bunların hepsi aslında çok önemli sorular. Henüz biz bu sorulara gelebilmiş değiliz, çünkü ortada ne program var ne de aday var.

Mustafa Kaya: “Ruşen Bey, bizi 7 Haziran-1 Kasım arası gibi bir süreç mi bekliyor? Altılı Masa bu durumda ne yapmalı? Daha önceki gibi yine paralize mi olacaklar?” Evet, girişte biraz bahsettik bundan. Böyle bir şeye yönelir mi, Türkiye buraya doğru gider mi? Bu ihtimal daha Beyoğlu’ndaki terör saldırısı olmadan da aklımızdaydı. Mersin’deki saldırı zâten aklımıza iyice getirdi. Biraz es verip PKK yaptığı açıklamada devam edeceğini söylemişti saldırılara. Şimdi, an îtibâriyle bu saldırının, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun deyimine göre PKK tarafından, hattâ YPG tarafından –PKK’yı YPG diye söylüyorlar– yapıldığı söyleniyor. Dolayısıyla bu saldırıların sürme ihtimâli de çok ciddî bir şekilde var. Ve bu da ülkeyi o daha önceki sürece benzer bir sürece sürükleyebilir. Muhâlefet burada ne yapabilir? Bir kere öncelikle bu tür terör saldırılarını önlemenin iktidârın görevi olduğunun altını çizmeli ve saldırıların gerçekleşmesi hâlinde bunu kınamakla birlikte, bunun sorumlularının aynı zamanda ülkeyi yönetenler olduğunu bir şekilde vurgulamalı ve kendilerinin iktidârında bunların olmayacağını kamuoyuna bir şekilde anlatabilmeleri gerekiyor. Aksi takdirde 2015 Kasım seçimleri öncesinde kamuoyunun yaşadığı duygu tekrar hayâta geçebilir. O da neydi? “Ya, biz seçim filan diyoruz ama ülke elden gidiyor. Bâri tanıdığımız iktidar kalsın da şu meselelerde biraz rahat nefes alalım” duygusuyla AKP’yi bir kez daha seçmişti biliyorsunuz. O târihte muhâlefet çok parçalı bir yapıdaydı. Parçalı olmasına rağmen AKP iktidârı kaybetmişti. Şimdi muhâlefetin büyük bir bölümü birlikte hareket ediyor ve dolayısıyla bu tür yeni bir terör süreci yaşanırsa –ki asla ummuyoruz, temennî etmiyoruz; ama bu ihtimâli de aklımızdan çıkaramıyoruz maalesef– böyle bir durumda muhâlefetin birlikte bir siyâset geliştirebilmesi gerekiyor ve böyle bir durumda, “İstikrar arayan seçmen yine iktidâra oy verir” gibi bir zorunluluk ortadan kalkabilir. 

Burak Özcan: “Ruşen Bey, Altılı Masa bugün hep berâber saldırının yapıldığı yere karanfil bıraksa topluma güven vermezler mi?” Tabiî ki verirler, ama şu anda Ankara’dalar. Belki konuşurlar, yarın öbür gün gelirler. Ama biliyorsunuz daha önce de Amasya’daki fâciaya da bütün liderler ayrı ayrı gitti ve yan yana birlikte durmadılar. Belki akıllarına bile gelmedi. Burada belki onu kırarlar ve bu saldırı acı bir olay; ama aynı zamanda aslında bu fotoğrafı verebilmeleri için elverişli bir olay. Orada bir anma yeri oluşturulmuş, Beyoğlu’nda. Oraya hepsi berâber gidip bir fotoğraf verebilirler. Belki de düşünmüşlerdir, konuşmuşlardır, belki de gideceklerdir, bilemiyoruz. 

Hakan Bey diyor ki: “Altılı Masa artık gerçekçi cümleler kurmalı. Kriminalize olma korkusu, çekincesi, her şeyi sorun hâline getirmiyor mu? Siz de inandırıcı olması konusunda sorunlar yaşadıklarını düşünüyor musunuz?” Evet, bir inandırıcılık sorunu var. İktidârın çizdiği alan içerisinde kalma sorunları var öncelikle. Kendi alanlarını genişletip kendi gündemlerini kendileri belirlemekte zorlanıyorlar. Böyle ilginç bir süreç yaşanıyor. Halbuki iktidâra hiç bakmadan, Erdoğan’a hiç bakmadan sâdece topluma doğrudan hitap ederek yapabilecekleri birçok şey var. Bunu yapamadıkları zaman da tabiî çok zorlanıyorlar. 

İpek Misçioğlu diyor ki: “Altılı Masa neden bu kadar yavaş hareket ediyor? Sâha örgütlenmelerini ortak yapmaları ve hızlı bir şekilde kampanyaları açıklamaları gerekmiyor mu?” demiş. Evet, yani ben bunu uzun zamandır söylüyorum da, birçok kişi, “Aceleye gerek yok” diyor. Ama bu terör saldırısı da gösterdi ki iş bayağı bir zor olacak. Terör saldırısı, ardından sosyal medyaya gelen yasaklamalar örneğini gördük meselâ. Bu çok ilginç bir durum. Daha önce yaşadığımız dönemler olmuştu; ama uzun zamandır yaşamıyorduk. Ama dün îtibâriyle saldırının ardından birçok sosyal medya uygulamasının iptal olması Türkiye’yi, özellikle muhâlefette olanları bayağı bir düşündürüyor. Sonuçta sosyal medyanın anahtarı iktidârın elinde — seçim zamânında, seçim sürecinde ve seçim gecesinde. Sosyal medya muhâlefetin çok işine yarayacağını varsaydığımız bir şey meselâ. Dolayısıyla birtakım şeyleri hızlı bir şekilde yapmaları gerekir gerçekten.

Bir izleyicimiz demiş ki: “Bekir Ağırdır iyi bir aday olmaz mı?” Yok olmaz, çünkü istemiyor zâten. Onun için, istemeyen bir kişiyi de zorla yapamazsınız. Dışarıdan bir isim olacağını sanmadığımı tekrar söyleyeyim.

Burak Özcan: “Sizce Meral Akşener Altılı Masa’yı yıkar mı?” Birileri yıksın istiyor olabilir, ama yıkmaz. Çünkü yıkarsa gideceği yer yok. Cumhur İttifâkı’na mı gidecek? Cumhur İttifâkı’na giderse tabanı kendisinin peşinden gelmez. Hattâ teşkîlâtının büyük bir kısmı da gelmeyebilir. Dolayısıyla böyle bir ihtimâlin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Ancak Masa’da elini güçlendirmek istediği açık. Masa’yı belli alanlara çekmek istediği açık. Kendi kırmızı çizgilerini Masa’nın kırmızı çizgileri yapmak istediği açık. O da tabiî ki Masa’daki müzâkerelerle netleşecek bir olay. 

Tamer Pak demiş ki: “Muhâlefetin daha cesur olması gerektiğini belirtiyorsunuz. Fakat alışıldık politikaların dışına biraz çıkıldığında bir linç kampanyası oluyor; başörtüsü çıkışı gibi. Cesur olmaları gerçekten mümkün mü?” Evet, çok önemli bir noktaya parmak basmış Tamer Bey. Evet, başörtüsü olayı — ki ben Kılıçdaroğlu’nun doğru yaptığını söyleyen az sayıdaki kişiden biriyim ve bu nedenle de, yani o benzetmeyi tekrar yapacağım: Ters yöne girmiş sürücü gibi hissetmiştim kendimi. Nitekim Meral Akşener bunun yanlış olduğunu söyledi ve hattâ bugünkü toplantıya da bu konuyu getireceği söyleniyor. Başörtüsü meselesine, “Çözülmüş sorunları tekrar gündeme getirmek yanlıştır” perspektifiyle baktığı söyleniyor. Evet, cesâret böyle bir şey. Siyâsette cesur davrandığınız zaman risk alıyorsunuz. Bunun size birtakım kazandırdıkları var, bir de kaybettirdikleri var. İşte iyi siyâsetçi buradaki dengeyi iyi kurup daha fazla kazanabilen siyâsetçi oluyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Altılı Masa’nın liderlerinde bu yönü çok ortaya çıkan isim pek yok gibi gözüküyor. 

Esra Duran: “Maaş ve ücretlere yapılan zamların etkisinin 3 ay sürdüğünü yaşadık, gördük. Bu sebeple Ocak’ta yapılacak zamlar sebebiyle Mart’ta seçim gelme ihtimâli olabilir bence. Altılı Masa erken seçimi hesaplıyor mudur?” Esra Hanım, zâten 7 ay kalmış. Yani 3 ay önce yapsanız, 4 ay önce yapsanız her hâlükârda erken seçim yani. Normal zamânı bile erken. Dolayısıyla muhâlefet neyi nasıl hesaplıyor bilmiyorum, ama yarın seçim olacakmış gibi hazır olması gerektiği muhakkak — ki bu uzun zamandır söz konusu olan bir şeydi.

Aybike Boyacıoğlu: “Sosyal medyaya uygulanan erişim kısıtlamaları gibi temel hakların gaspına Altılı Masa ortak bir açıklamayla tepki göstermeleri lâzımdı. Neden harekete geçemiyorlar?” Meselâ demin okuduğum terör saldırısıyla ilgili ortak açıklamada bu konu yoktu. Evet, bu konu önemli bir konu, demin de bahsettim. Özellikle muhâlefeti çok yakından ilgilendiren bir konu. Sosyal medyanın anahtarını iktidârın elinde tutması ve kafasına göre kullanabiliyor olması ihtimâli, muhâlefeti özellikle seçim döneminde çok zor durumda bırakabilir. Bu konuda tavır almanın dışında bir de birtakım alternatifler üzerine düşünmeleri gerekir. Yani ilk aklıma gelen, kendi tabanlarına VPN eğitimi filan mı vermeleri gerekiyor bilmiyorum. Ama bunlara hazırlıklı olmalarında kendileri açısından yarar var. 

Ozan Karanfil: “Altılı Masa… Adı da bir şeye benzemiyor. CHP ve İYİ Parti dışında oyları belki %5 olabilecek partilerle kısır günü yapıyorlar. HDP ile görüşmeye cesâretleri yok” demiş. Eyvallah. 

Oya demiş ki: “Adayı açıklamamak işlerine geliyor. Kişisel riski erteliyorlar”. Tamam da sonuçta onların işine gelebilir, ama ortak olarak, toplu olarak bakıldığı zaman, buradan bir çıkar elde ettikleri de gözükmüyor.

Serkan Özdemir: “Altılı Masa’da DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi’nin ayrılma durumu var mı? Ayrılsa daha fazla oy toplayamaz mı? Çünkü bildiğim kadarıyla bu partilerin tabanları hâlâ CHP ile barışık değil görünüyor.” Şimdi milletvekili seçimlerinde ortak hareket ederler belki, ama sanmıyorum, olmayacak, öyle gözüküyor. “Ayrılırsa daha fazla oy toplayamaz mı?” demiş Serkan Bey. Toplasa toplasa ne kadar toplayacak? Yani üçü bir arada girse şimdi %7’ye indirilen barajı geçebilecekler mi, bir o var. Bir de diğer önemli husus tabiî ki şu: Başkan adayı. Yani ortak başkan adayı mı çıkartacaklar? Bu başkan adayının herhangi bir şekilde kazanma, hattâ ikinci tura kalabilme ihtimâli var mı? Yok. Dolayısıyla Altılı Masa’da kader birliği etmeleri onların da yarârına. Bunu yaparken belli bir miktarda oyun gelmesinden uzak kalabilirler, ama birileri de onları muhtemel bir iktidârın ortağı olarak göreceği için belki de başkaları da oy verecektir. Yani hep aynı hususla karşı karşıyayız; artılar ve eksiler. Burada dengeyi kurabilen siyâsetçi başarılı olur.

“AKP’nin HDP ile yaptığı görüşme dünkü saldırı noktasında düşünülecek olursa AKP seçmeni tarafından nasıl değerlendiriliyor olabilir?” AKP’ye inanan seçmenin bu tür şeylere çok kulak astığını açıkçası sanmıyorum. Yani işte, “Biz onlarla anayasa yapmaya kalktık. Sonra onlar terör saldırısına şöyle tavır almadılar, şöyle yaptılar” vs. gibi akıl yürütmeler olacağını sanmıyorum. Erdoğan o tabanı bir şekilde yönetmeyi becerebiliyor.

“Ekrem İmamoğlu’nun dâvâsı sonuçlanmadan adaylığının açıklanması seçim sürecini nasıl etkiler?” İşte bu da önemli bir soru ve her iki yönü de olan bir husus. Adaylığı açıklanırsa siyâsî yasak gelme ihtimâli artar bana göre. Yani Erdoğan onun seçimde karşısında aday olarak çıkmasını istemeyecektir ve bir şekilde cezâ alıp siyâsî yasak gelebilir, dolayısıyla adaylığı da engellenir. Ama bu durumda Ekrem İmamoğlu kendisi yerine aday olacak kişinin yanında güçlü bir şekilde durursa o kişi Ekrem İmamoğlu’nun alması varsayılan oyları da alarak daha güçlü bir konuma gelebilir. Dolayısıyla burada da iktidârın yapacağı hesaplama önemli olacak. Yani şöyle bir şey var: “Dâvâ sonuçlansın, ondan sonra açıklayalım” denmesi de çok gerçekçi olmaz. Çünkü şimdi Aralık’a atıldı, belki o zaman bir daha ertelerler. Onu mu bekleyecekler? Yani sonuçta Ekrem İmamoğlu aday gösterilecekse bir an önce îlân edilmesi lâzım ve iktidârın orada yargıya nasıl müdâhil olacağını beklemek lâzım.

Mert Kayaoğlu: “Ekrem Bey’in olası cumhurbaşkanlığında Türkiye’nin eski laik ve modern günlerine geri döneceği söyleniyor. Bu durumda AB süreci kaldığı yerden devam edip Batı ile tekrar bütünleşme sağlanabilir mi?” Bildiğim kadarıyla Habertürk’te Kübra Par böyle bir şey yazdı. Yani olabilir, ama Türkiye’nin laik, modern günlerine geri dönmesinin tek aktörü Ekrem İmamoğlu olmaz. Meral Akşener de aday olup seçilse olur, Kılıçdaroğlu da olur ve Mansur Yavaş da belli ölçülerde olur. Dolayısıyla “Türkiye’de modern, laik özlemin temsilcisi Ekrem İmamoğlu” demek bana fazlasıyla abartılı geliyor.

“Sizce Altılı Masa için toplumsal muhâlefeti temsil etme çizgisini geçtiği söylenebilir mi?” — İsmail Doğruer. Altılı Masa ile toplumsal muhâlefet arasında pek bir ilişki yok. Açıkçası ortada toplumsal muhâlefet diye de pek bir şey yok. Bunları açık konuşmak lâzım. Kimse kendini kandırmasın. Yerel olarak birtakım olaylarda birtakım kişilerin hak talepleri olduğunu görüyoruz; ama bunların çok geniş kitleleri harekete geçiren ve toplumsal muhâlefet adını verebileceğimiz genel bir harekete dönüşmediğini kabul etmek lâzım. Altılı Masa, böyle bir hareket olabilseydi bununla nasıl bir ilişkiye geçerdi diye sormak çok varsayımsal bir şey olur. Ama bu hâliyle kendi arasında daha doğru dürüst yol katedemeyen Altılı Masa’nın toplumsal muhâlefetin yönlendiricisi olması filan gibi bir ihtimal de zâten olamazdı.

Umut İhsan: “Altılı Masa sizce ilkeli bir dış politika stratejisi belirleyebilir mi? Çin ve Rusya liderliğinde güçlenmekte olan küresel otoriterliğe karşı müttefikleriyle çalışacak mı?” Açıkçası bu konuda ortada pek bir ışık yok. Her partinin ayrı ayrı dış politika kurmaylarını biliyoruz. Bunların büyük bir kısmı emekli büyükelçi. Akıl yürütüyoruz; ama şu âna kadar Altılı Masa’nın dış politika konularında çok açık, net ve sert, kararlı duruşlar sergilediğini görmüyoruz. Genellikle iktidâra göre alınan birtakım pozisyonlar var. O da tek tek partilerin aldığı pozisyonlar. 

Ramo Güney: “Eğer İmamoğlu aday olmayacaksa Masa’daki en uygun aday Gültekin Uysal değil mi? Hiçbir kesimle sorunu yok”. Yani hiçbir kesimle sorunu yok; ama hiçbir kesim de kendisini doğru dürüst tanımıyor. Ne yapacağız o zaman? Yani sorunsuz isim arıyorsanız birçok kişi bulabilirsiniz toplumda. Yani Gültekin Uysal’ın kimseyle sorunu olmaması onun iyi bir cumhurbaşkanı adayı olduğu anlamına bence gelmez. Biliniyor olması lâzım. Yani insanlar gördüğü zaman en azından adını telaffuz etmeleri lâzım.

Derviş Yekta Yıldırım: “Kılıçdaroğlu’nun adaylık ihtimâli düşmüş gibi değil mi?” Yani azalmış gibi duruyor bana göre; ama düşmüş denemez. Hâlâ istediğini düşünüyorum. Ama eskisi kadar güçlü bir şekilde ısrarcı olmayacağı kanısındayım. Elimde bir bilgi yok, akıl yürütüyorum sâdece. 

Burak Özcan: “Tarîkat lideri BTP Genel Başkanı’nı Altılı Masa’ya almaktansa Erkan Baş’ı alsalar toplumda daha fazla umut yaratılamaz mı?” BTP hakkında birçok şey farklı yayınlarda söyledim. Kısaca yine söyleyeyim: Yani BTP hiç akıl alır gibi bir şey değil. Altılı Masa’nın yedinci ortağının BTP olma ihtimâli komik bence. Altılı Masa’ya bir şey katmaz; tam tersine ondan götürür, bu benim kişisel görüşüm. Ve zâten içeride de bayağı bir direnç var. Erkan Baş’ı almanın da çok gerçekçi olmayacağını kabul edin. Ne kendisi ister ne diğerleri ister. Yani böyle çok farazî şeylerde dolanmayalım. Erken Baş zâten HDP’nin başını çektiği ittifakta yer almış bir partinin lideri.

“DEVA ve Gelecek partileri neden beklenen yükselişi yapamadı?” Evet, altın soru bu. Dün Denizli’de bunu olabildiğince kibar bir şekilde DEVA kurmaylarıyla da konuşmaya çalıştık. Onlar da bir şeylerin farkındalar; ama işte tam da ne diyeceklerini bilemiyorlar. Yani ortada çok büyük bir, “Olur mu öyle şey canım!” diyebilecekleri bir hâl yok. Başta başladıkları yerle geldikleri nokta arasında olumsuz anlamda bayağı bir değişiklik var. Bana göre bunun en önemli nedeni, kendilerini yeni bir parti olarak sunarken eskiye halel getirmemeleri. Yani biraz zor, çok diplomatik bir lâf olduğunun farkındayım. Yani “Benim dönemimde iyiydi” diyen bir Ali Babacan ya da Ahmet Davutoğlu’nun –ayrı ayrı dönemleri kastediyorlar–, Erdoğan’a karşı güçlü bir muhâlefet yürütebilme ihtimâli baştan azalmış oluyordu. 

Ütopik bir soru, Mustafa Murat Orhan’dan: “Erdoğan’ın 23 yıllık iktidar kadrolaşması –23 biraz fazla geldi, ama 20 diyelim–, para ve medya gücü, adâlet ve güvenlik bürokrasisindeki mutlak hâkimiyetiyle muhâlefete düşse yeni iktidâra daha fazla zarar vermez mi?” Teorik olarak verebilir, ama sizin de söylediğiniz gibi bu güç iktidarda olmasından geliyor. İktidardan gittiği anda bu güç büyük ölçüde aşınacaktır. Tabiî ki zarar vermek isterse zarar verir; ama eskisi kadar olmaz ve birçok kişi de onu yarı yolda bırakacaktır. 

Çağla Yeşimoğlu diyor ki: “Bence Altılı Masa’nın hâlâ net bir adayı yok. Sıkışıp kaldılar, sessizlik bu yüzden”. Evet, ilginç bir bakış açısı. Ama şunu biliyoruz ki; şu âna kadar Masa’da aday meselesi konuşulmamış. Yani konuştular da anlaşamadılar değil; konuşmadıkları için anlaşamadılar. Konuşurlarsa ne olur göreceğiz.

Kazım Öztürk: “Altılı Masa’nın gerçekten %1 bile oy oranı olmayan partiler ekleyerek 7’li 8’li Masa olmasına gerek var mı?” Bana kalsa yok. Bâzen öyle şeyler olur ki birilerini katarsınız, ama o kişinin oyu olmasa bile bir sembolü vardır, bir şeyi temsil eder. Şu anda öyle bir parti bildiğim kadarıyla yok. Ama %1 bir eşik olabilir belki. Şöyle söyleyeyim: “Toplumda herhangi bir karşılığı olmayan, herhangi bir kesimi heyecanlandırmayan partileri niye katasınız?” diye sorulabilir. Ben en son yazdığım yazıda şunu dedim: BTP’yi de katarlarsa o zaman orası panayır yeri gibi olur. Yani her önüne gelene, “BTP’yi aldınız, bizi niye almıyorsunuz?” diye gelecek olan partilere söyleyecek bir şeyiniz yok. Hattâ bâzı partiler var ki hakîkaten BTP’den daha yakınlar Altılı Masa’daki kimi partilere.

Serdar Kulu: “Sizce Altılı Masa Kürt sorunuyla ilgili bir çözüm süreci geliştirebilir mi? Kemal Bey cesur davranabilir mi Meral Hanım’a rağmen?” Böyle sorulursa soru, hayır derim. Ama gerek HDP’nin gerek Selahattin Demirtaş’ın gerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği ve İYİ Parti dışında Masa’daki diğer partilerin de çok îtiraz etmediği, “Bu mesele Meclis’te çözülür” perspektifi önemli. Çünkü Çözüm Süreci daha çok iktidarla PKK arasında ve Öcalan arasında bir görüşmeydi. Şimdi Meclis üzerinden bir süreç perspektifi var. Bunun bir etkisi olabilir.

“Altılı Masa üyelerinin Meral Akşener’e rağmen HDP’yle seçime yönelik birlikte hareket etme ihtimalleri yok mu?” Yok. Bu kadar. Yani, “HDP’yi alırız, İYİ Parti’den vazgeçeriz” dediğiniz zaman gidebileceğiniz yer belli zâten. Öyle bir şey olacağını düşünmüyorum. Hele dünkü saldırı gerçekten Süleyman Soylu’nun dediği gibi PKK işiyse –ki çok yüksek ihtimal öyle gözüküyor– o zaman başka bir şey olur. Yani Meral Akşener, “Gördünüz mü? Ben haklıyım” diyebilir.

“İyi cumhurbaşkanı adayı olmakla iyi bir cumhurbaşkanı olmak gibi bir ayrım noktasını kaçırıyor olabilir miyiz?” Kaçırmıyoruz. Ben en azından kaçırmadım. Hattâ birkaç yayında bunu söyledim. Şimdi işte buradaki mesele o: Seçimi kazanmak için mi aday bakıyoruz, ülkeyi yönetmek için mi aday bakıyoruz? En ideali; seçimi kazanabilecek ve ülkeyi iyi yönetebilecek bir aday bakıyoruz olması lâzım. Ama değişik adaylar için değişik şeyler söyleniyor. Örneğin Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu için söylenen: “Seçimi kazanırlar”. Kılıçdaroğlu için söylenen: “İyi bir isim olabilir, ama seçimi kazanamaz”. Evet, Altılı Masa böyle bir yerde tıkanmış gibi gözüküyor.

“Seçim öncesi muhtemel kaos ortamı, Ahmet Davutoğlu 7 Haziran-1 Kasım dönemini samîmî olarak açıklarsa önlenebilir diye düşünüyorum. Ne dersiniz? Bunu Altılı Masa’da çözebilirlerdi.” Öyle bir açıklama olmaz. Ahmet Davutoğlu, biliyorsunuz 1 Kasım seçimlerini kendisinin kazandığını söyleyen bir siyâsetçi. O arada yaşananların hani böyle bir ifşâ gibi anlatılması diye bir şey olacağını sanmıyorum. 

Gizem Gündoğdu: “Ruşen Bey, sizin BTP ile bir alıp veremediğiniz mi var? Davutoğlu gibi bitik biri bile orada olabilir, ama Hüseyin Baş olamıyor”. Gizem Hanım –gerçekten Gizem Gündoğdu’ysanız–, Davutoğlu’nun bitik olduğu kanısında değilim; ama Hüseyin Baş’ın bitik bile olmadığını biliyorum, çünkü bitmek için başlamak lâzım. Ortada başlamış bir şey yok. BTP’nin ne olduğunu bir gazeteci olarak çok iyi biliyorum. 1990’da çıkmış olan Âyet ve Slogan kitabımda Haydar Baş’la ilgili bölümü okursanız, orada bildiğimi de görürsünüz. Kimse beni Haydar Baş ve oğullarının vs. yarattığı parti iddiasındaki yapının Türkiye demokrasisine katkılarda bulunacak bir sivil hareket vs. olduğuna iknâ edemez. Kusura bakmayın, ben dersime çalışmış durumdayım. Onun için daha fazla da konuşmayayım. Burada noktayı koyayım.

Özgür Aydın: “Kürt seçmenin seçimdeki davranışını öngörebiliyor musunuz? Erdoğan bir şekilde sandığa küsmelerini sağlayıp Altılı Masa’yı desteklemelerini engelleyebilir mi?” Evet, bu ihtimal var. Yanına çekemese bile muhâlefete oy vermemelerinin zemininin oluşmasına yardımcı olabilir. Bakın şöyle bir olay var: Dün terör saldırısından önce Denizli’ye gittiğimizde orada ne haberi vardı? Selahattin Demirtaş’ın önce helikopter sonra özel jetle Diyarbakır’a götürülüp kalp krizi geçiren babasıyla görüştürüldüğü haberi. Orada bir DTP kurmayı bana dedi ki: “Önce Aysel Tuğluk sağlık nedeniyle ev hapsine çıkarıldı, ardından AKP HDP ile anayasa görüştü ve şimdi de Selahattin Demirtaş‘ın bu işi oldu”. Bana soruyor, “Ne diyorsun?” diye. Ben de “Ne diyeyim?” dedim. Burada bir şey var sonuçta. Bu ne kadar örgütlü, ne kadar planlı bilmiyorum. Ama sonuçta diyelim ki HDP seçmenisiniz ve sandığa gidiyorsunuz. Bir tarafta sizi yok sayan bir muhâlefet var diyelim — eğer öyleyse. Yok sayan bir muhâlefet var ve bir tarafta da size iyi davranmayan ama bu söylediğimiz olayları da yapmış olan bir iktidar var. Türkiye’nin en politize kesiminden bahsediyoruz: HDP seçmeni, Kürt seçmeni. Bunları hep akıllarından geçireceklerdir ve Erdoğan belki seçime kadar başka başka şeyler de, küçük küçük şeyler de yapacaktır. Bunların hepsinin birer sembolik anlamı var. Bunları hiç yabana atmamak lâzım. En azından bu seçmeni muhâlefetin yanından uzaklaştırmayı başarabilir. 

Bilal Gümüş: “Bence Altılı Masa aktörleri sanki seçimi kazanmış, parlamenter sisteme geri dönülmüş de sonraki başbakanlık seçiminin planını yapıyor gibiler. Siz ne dersiniz?” Sanki öyle gözüküyorlar, ama öyle olmadığını kendileri de biliyorlar. Önlerinde yapılacak çok iş var. Hele Parlamenter Sistem’e geçmek için aşılacak çok merhale var. Ve işin ne kadar zor olduğu gerçeğiyle baş etmeye çalışıyorlar — benim gördüğüm o. 

Kemal Sel: “Türkiye’nin geleceğinde İmamoğlu ve CHP var diyebilir miyiz? 20 yıllık sağ parti hegemonyasını İmamoğlu yıkabilir mi?” İçimden geçen şeyi söyleyeyim; İmamoğlu bir şeyleri yıkabilir, ama bu sağ parti hegemonyası olmaz. İmamoğlu, tamam, sol olarak gördüğümüz CHP’nin içerisinde siyâset yapan birisi, solun birtakım değerlerini de benimsemiş birisi; ama sağcı birisi olarak çıksaydı da yadırgamayacağımız birisi. Dolayısıyla 20 yıllık sağ hegemonyayı kıracak olan solcu lider İmamoğlu diye bir şey yok bence.

Oya Hanım demiş ki: “Altılı Masa’nın iletişim sorunu çok yüksek değil mi? Ne yapmalılar?” Bunu ben sürekli söylüyorum. En azından bir sözcü saptasınlar, profesyonel bir ekibe halkla ilişkileri devretsinler diye söylüyorum. Ama biz gazetecilerin işi değil bu, onlar kendileri bulsunlar. Ama iletişim sorunu olduğu gerçek. 

“DEVA, Gelecek veya Saadet Partisi’nin yükselişi ancak AK Parti’nin küçülmesi veya Erdoğan’ın düşmesiyle olur. Erdoğan ve AK Parti %25-35 arası oyunu koruduğu sürece bu partilerin oyunun artması zor.” Evet, olabilir. Ama şunu da özellikle vurgulamak lâzım: İlk çıktıkları anda gördükleri ilgiyle birlikte, özellikle DEVA Partisi peş peşe birtakım çok etkili çıkışlar yapsaydı zâten AKP’nin küçülmesini de gerçekleştirebilirlerdi. Orada çok büyük bir fırsatı kaçırdıkları kanısındayım. 

Evet, yavaş yavaş toparlayalım Oktay Bey’in sorusuyla: “Neden bizim siyâsî kültürümüzde bir cumhurbaşkanı adayı ve kabine belirleyip sorun ve çözümleri halka anlatmak yerine, ‘Bana oy verin, ben çözerim’ anlayışı oturmuş durumda?” Öyle… Yani “Oyunuzu bana verin, gerisini merak etmeyin” perspektifi çok baskın. Halbuki sizin de söylediğiniz gibi, program, ekip, hepsiyle berâber çıkıp, bir de tabiî bu programın kamuoyuna anlaşılır bir şekilde anlatılması lâzım. Bunları yapmadan, “Zâten iktidâr sizi iliğinize kadar sömürdü, yoksul bıraktı. Zâten bir daha ona oy vermezsiniz. Bizi seçin. Nasıl olsa daha kötü olmayız” diyerek kazanılmaz. Şöyle söyleyeyim, hep söylüyorum, tekrar tekrar söylüyorum, artık benim klişelerim oldu bunlar: 1- İktidar kaybetti, ama muhâlefetin kazanması gerekiyor; iktidârın kaybetmiş olması sizin kazanacağınız anlamına gelmiyor. 2- Bu seçimi muhâlefetin kazanamaması bir mûcize olur ve o mûcizeyi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Evet, burada noktayı koyalım. Bayağı güzel bir yayın oldu. Daha çok atladığım soru var, yorum var, kusura bakmasın izleyicilerimiz. 45 dakikaya yakın konuştuk. Tekrar terör saldırısında hayâtını kaybedenlere rahmet diliyorum, yaralılara âcil şifâ diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Ve tüm Türkiye’ye, gerçekten tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum. Ve temennim, daha önce örneklerini gördüğümüz gibi, bu kötü bir terör sarmalının başlangıç noktası olmaz diye umuyorum. Ama umuyor olmak birtakım ihtimalleri göz ardı etmeyi berâberinde getirmiyor. Çünkü yakın târihimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın târihi bu konuda çok kötü örneklerle dolu. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.