Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: İstanbul saldırısı bağlamında Suriye politikasını yeniden düşünmek

Olur olmaz kullandığımız ithal deyimlerden biri oldu “turnusol testi.” İşte İstiklâl Caddesi’nde gerçekleşen terör eylemi hem Suriye hem Kürt Sorunu açısından gerçekten turnusol testi niteliğinde. Belki Altılı Masa bakımından daha önemlisi bu iki meselenin birbirleriyle zorunlu ilintisinin bilincine varılması. Dolayısıyla söz konusu terör saldırısının ardından Soylu’nun tuluat çabaları, içeriye hatta kendi parçası olduğu koalisyonun içine yönelik olduğu denli, Kılıçdaroğlu’nun da zamanlı ve yerinde Kilis ziyaretinde kullandığı ifadeler de Kürt seçmene Altılı Masa’nın nasıl bir Türkiye tasarımı olduğunu anlatmak yönlerinden değerlendirilmeli. Şuur ve tasavvur: Son dönemde dönüp dolaşıp bunları yineliyorum.

Sayın Kılıçdaroğlu, Kilis’te kendi önerilerini kendi sorgulayarak anlatıyor Suriye politikasında yapılacak değişiklikleri. Bunların omurgasını Şam’da “derhal” büyükelçilik açmak oluşturuyor. Bir bakıma hariciyede benzer durumlarda denildiği üzere, “Biz demir alalım, istim arkadan gelsin” yaklaşımı. Örnekse, Trump’ın Kim ile iki Kore’nin sınırında görüşmesi somut ileriye dönük bir adımdı. Daha önce hiçbir ABD başkanı buna cüret edememişti. Buzu kırdı, hiç yoktan iyiydi. Ama Trump alelusul önüne konan dosyanın kapağını dahi açmadığı ve ardını getirmek konusunda herhangi bir bilince ve görüşe sahip olmayıp, aklı yalnızca işin gösteri kısmında olduğu için sonuçta hiçbir şey değişmedi.

Şam’daki büyükelçiliğimizin açılması da Esat’la doğrudan iletişim kurulması da bence olumlu öneriler. Yine hariciyeci ağzıyla bunun “modaliteleri” de önemli. İlk iş Şam’da büyükelçilik açılacaksa, oraya atanacak büyükelçinin başlıca işinin de her hafta dışişlerine davetle Suriye’deki TSK varlığı konusunda dinleyeceği şikâyet ve muhatap olacağı türlü soruları merkeze yazmak ve talimat istemek olacağı belli. Şam’da büyükelçiliği yeniden çalışır kılmadan nelerin olması veya yapılması gerekeceği sorularıyla işe başlanacak olursa da bizim liyakatlı bürokrasinin alışılageldik “olmaz” dememek ama ipe una sermek tutumuyla karşılaşmak olasılığı yüksek.

Suriye politikası deyince, yalnızca ülkemizdeki Suriyeliler’in geldikleri yerlere gönüllü geri dönüşlerinin sağlanması için yapılması gerekenler anlaşılıyor. Oysa Suriye politikası demek aynı zamanda sınırötesi Kürtler’in geleceği ve Türkiye’nin sınırötesi Kürtler dolayımıyla kendi Kürt Sorunu’nu yeniden düşünmesi de demek. Sloganlaştırmaya çalışırsak, ulusal güvenliğin sağlanması ve ulusal çıkarların korunması için sınırötesi askeri harekâtın, sınırötesi diplomatik harekâtla önce desteklenmesi sonra yer değiştirmesi olarak tanımlayabiliriz. Aynı bağlamda, “soydaş ve akrabalar” söyleminin içine nihayet toplam küresel nüfuslarının dörtte biri ortak cumhuriyetimizin yurttaşları olan ve nüfusumuzun da yaklaşık dörtte birini oluşturan Kürtler’in dahil edilmesi olarak da tanımlayabiliriz.

“Modaliteler” deyince, TSK denetimindeki dört bölgenin (Idlip, Afrin/Zeytin Dalı, Bab/Fırat Kalkanı, Tel Abyad-Resulayn arası/Barış Pınarı) her biri için Şam’a ek olarak hangi yerel, bölgesel, küresel muhatapla nelerin, kimler aracılığıyla ve hangi amaçla konuşulacağının belirlenmesi gerekecektir. Öyleyse işe tepeden yani mevcut rejimde cumhurbaşkanlığından bütüncül, tutarlı, akılcı, gerçekçi ve belirli bir zaman aralığına bağlı (mühletli) bir program oluşturulmasıyla başlanır. Dışişleri, MİT, Genelkurmay’ın katkıları alınır. Müzakerelerin dümeninde kimin oturacağı, eşgüdüm makamının kim veya hangi kurum olacağı belirlenir. Eşzamanlı, yapıcı, yaratıcı, girişken biçimde adımlar atılır. Adı üstünde İçişleri’neyse yurtiçindeki düzensiz Suriyeli göçmenler ve sınır geçişleri konularında destek görevi verilebilir.

Bütün bunlar yapılırken, siyasi talimatın (”ne yapmak, nereye varmak istemek”) liyakattan önde geldiği, güvenlik bürokrasisi dahil ve başta atanmışın, seçilmişin temsil ettiği halk iradesi doğrultusunda hareket etmesi gerektiği bilinci yerleşik kılınmalıdır. Bunun bir başka anlamı da ortak adayın seçim kampanyası süresince ona en yakın çalışacak dış politika ve ulusal güvenlik danışmanlarının olması, bu kişilerin seçim kazanıldığında karar alıcı konumlara yerleşeceklerini bilmeleri, seçimin hemen ardından MİT ve Genelkurmay başkanlıkları ile Dışişleri bakan yardımcılıkları başta, cumhurbaşkanlığı başdanışmanları da dahil, yönetim takımının şimdiden belirlenmesi zorunluluğudur.

Yeni Suriye politikasının bütüncül olması gerekli olmakla birlikte, yanıtlanması gereken sorular ve çözülmesi gereken sorunlar çoğuldur. İlk akla gelenleri sıralarsak: Idlip’te Gazze’yi andıran biçimde yığılan ve Esat’la hiçbir biçimde uzlaşamayacak Arap nüfusun akıbeti ve oradaki HTŞ egemenliğindeki cihatçı denetimi. Afrin’de yerinden edilen yerli Kürt ahali, şimdilik denetimin Ankara destekli cihatçılardan zorla veya uzlaşıyla HTŞ’ye devredilmekte olduğu izlenimi. SDG’yle ve dolaylı olarak ABD ile ilişkiler. Şam’la açılacak kanalda Rusya ve İran’ın yapıcı veya bozucu tutumlarının yönetilmesi. Suriye’nin yeniden imarının işin içine BM ve AB gibi oyuncular da katılarak, Esat başında oturduğu BAAS rejiminde en ufak bir değişikliğe razı olmasa da nasıl yürütülebileceği, yürütülüp yürütülemeyeceği. 

Ancak “odanın ortasında duran fil” misali yanıtlanması gerekecek ilk soru bize bakıyor: TSK ne süreyle Suriye’de kalacak? Ne olursa, hangi koşullar oluştuğunda çekilecek? Bilanço yapıldığında, varsa getirilerine bakıldığında, TSK’nin geri çekilmesi kararı siyasi talimat verilerek uygulanabilir mi? TSK’nin tümden çekilmesi olasılığı, çalışılan senaryolarda yer alacak mı? TSK’nin Suriye’de bulunmasının maliyeti nedir? Ülkemizin bazı sınırları ancak öne çıkarak mı korunmak zorunda? Türkiye, organik kimlik ve yönelimiyle uyumlu biçimde, üyesi, kurucusu, adayı olduğu uluslararası örgüt ve ittifaklarla, müttefikleriyle karşılıklı ve düzenli iletişim içinde mi uygulamaya geçirecektir yeni Suriye politikasını? Siyasal ve askeri yönlerden zayıf Şam ve zayıf Bağdat, Ankara’nın ulusal çıkarlarıyla uyumlu mudur?                  

Seçime geri sayım sürüyor, süre hızla azalıyor. Tuttuğumuz takım şampiyonluğa oynayacaksa, artık teknik direktörün kim olacağı ve hangi isimlerle çalışıp, hangi oyuncularla kadroyu kuracağını ve nasıl bir top oynatmak niyetinde olduğunu öğrenmek zamanı. Bu bakımdan belki yukarıda Suriye politikasına ilişkin yazdıklarım, İsmail Saymaz’ın sorularına yanıtlayan Selahattin Demirtaş’ın “AKP’nin, Kürt oyları olmadan seçimde başarılı olamayacağını herkes biliyor. Bu nedenle bazı hamleler yapması normal. Asıl anormal olan, hiçbir hamle yapmaya cesareti olmayanların tutumudur” serzenişini de tamamlar niteliktedir.

Son olarak, “dilekler listesi” şeklinde oluşturulacak politikaların, yan yana getirildiklerinde kendiliklerinden sonuç alıcı bir strateji oluşturmadığı gerçeği de herhalde zihinlerde olsa gerektir. Hiçbir diplomatik müzakere veya pazarlıkta nihai amacın “bayrağı dikip asla geri adım atmamak” şiarıyla tümüyle kendi önceliklerini karşı tarafa, meşru muhataba dayatmak olamayacağı da yine zihinlerde tutmanın yararlı olacağı bir diğer gerçektir. Ülkemizin yüzü Batı’ya dönük organik kimliği ve tarihi belli olduğu denli, birlikte yaşamaya zorunlu olduğu zorlu komşularla çevrili çetin coğrafi konumu da diplomasinin kakofonik değil senfonik biçimde yönetmek yükümlülüğü bulunan kazanım ve sınamalardandır. Suriye ise yalnızca Şam ve Esat değil daha fazlasıdır.    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.