Son birkaç yazıda lümpenlik bahsi geçti. Önce lümpenleri hakları konusunda arsız ama sorumlulukları konusunda beleşçi olmakla eleştirdim. Daha sonra onların hırçınlıklarının, sorumluluk ve erdem eksikliklerinin nedeninin çocukken her çocuğun hakkı olan koşulsuz sevgi ve korumaya eksik erişim olabileceğini düşünmemizi önerdim. Bu iki görüş sizce bir çelişki oluşturur mu? Yoksa bazı hakikatlerin farklı yüzleri olabilir mi? Farklı gerçeklikler aynı anda doğru, hatta daha doğru, daha üst bir hakikatin işareti olabilir mi?
İnsanlığın uzun macerasında ortaya çıkan bazı düşünce sistematikleri, felsefe ekolleri hakikati zıtlıklarda arama eğilimi gösterir. Mesela Budizm’in Zen ekolündeki merkezi bir öğreti “Buda’yı arayan Buda’yı bulamaz” der. Peki, Buda önemliyse, ona ulaşmak için ne yapmalı sorusu ne olacak? Zen marifeti orada göstermeye başlar. Bilenler vardır mutlaka, Latin Amerika’nın önemli edebiyat akımlarından birisi magical realism (büyülü gerçekçilik). Hem büyülü hem de gerçekçi nasıl olunacak diyebilirsiniz. Mesela Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez tam da bunu yapar; anlatısı büyülü bir dünya tasvir ettiği için daha gerçekçidir. Kadim öğretilerin uğraştığı açmazlardan birisi de güç peşinde koşanın ehil olmadığı, ehil olanın da güç istemediği olgusudur. Bu tespit görünüşte çelişkilidir ama doğrudur ve ancak bu çelişki tespit ve teslim edildikten sonra bir yol bulma olasılık dahiline girer. Benzer bir tespit bizim tasavvuftan bildiğimiz “Bilen konuşmuyor, konuşan bilmiyor” meselesi. Benim favorilerimden birisi “Try Again; Fail Again; Fail Better” tavsiyesi… Türkçesi İngilizcesi kadar güzel tınlamıyor ama belki “Yine Dene; Yine Çak; Daha İyi Çak” olabilir. Birkaç kelimeyle bize daha başarılı bir başarısızlık olabileceğini, başarısızlığın başarı içerebileceğini anlatır bu bilge önerme. Benzer bir tezin kitabı da çıktı… İsmi “Gift of Failure” (Başarısızlık Hediyesi) idi. Başarısızlıktan da hediye olur mu diyenlerin kitabı karıştırması gerekecek. Eminim sizin de aklınıza benzer ifadeler, deneyimler gelmiştir. Listeyi uzatmak mümkün ama herhalde mesele yeterince berrak.
Hakikati birtakım çelişkili, gerilimli önermeler arasında bulmak güncel ruh halimize de düz mantık alışkanlıklarımıza da pek uymuyor. Veri, uyaran, olgu bombardımanı altında yaşarken iyi-kötü, dost-düşman ayrımları dikkat kesilmemiz gereken şeyleri azalttığı için bu tür siyah-beyaz kategorilerine çok meylediyoruz. Bir görüş sevmediğimiz bir tarafa aitse onu uzun uzun değerlendirmek yerine elimizin tersiyle itmek bilişsel yükümüzü azaltıyor. O yüzden kızgınlık in, merak out. “Less is more” (Az çoktur) gibi bir tez zaten düz mantığa uymadığı için dikkatimizi zorlayarak anlamak, sınamak için çaba göstermeye isteksiz olmamız çok anormal değil.
Ben yine de ilk bakışta çelişkili gibi görünen tezlere şans verilmesinin iyi bir fikir olduğu inancındayım. Siyah-beyaz mantığın yararsız, zararlı olduğu bir konuyu açıp meramımı anlatmaya çalışayım: Bugünlerde bir nebze harareti düşse de yurtdışı fon bahsi güzel memleketimizde hiçbir zaman kapanmıyor. Kapanmamasının tek bir nedeni yok ama benim günah keçim bu meseleye mutlak iyi/meşru ve mutlak kötü/gayrimeşru muamelesi yapan iki bağnaz pozisyon. Yurtdışı fon mutlak iyi / meşru diyenlere sözüm, toplumların kendisinin kalıcı parçası olmayan, onunla mekandaş ve kaderdaş olmayanların kendi içlerinde söz sahibi olmasına mesafeli olmasının gayet normal olduğu. Mesela her ülkede siyasi partilerin yurtdışından fon alması yasaktır. Fransa’nın aşırı sağcı siyasetçisi Marine Le Pen gibi yurtdışından fon değil kredi alan aktörlerin bunu niye ve hangi şartlarda yaptığını açıklaması makul bir beklentidir. Bundan 10 yıl önce Amerika gibi kendine güvenli olması gereken bir ülkede hem New York Times hem de Washington Post gazetelerinin, Amerika’nın önde gelen düşünce kuruluşlarının bütçesinin yüzde 1 gibi cüzi bir miktarının Norveç gibi görece dost bir ülkeden gelmesini uzun ve histerik haberlere konu ettiğini bilmek isteyebilirsiniz. Dolayısıyla bu konuda dikkatli ya da endişeli olmak yaygın ve makul bir tavırdır.
Sorun haklı olabilecek bir endişeyi kör bir histeriye çevirmek. Yurtdışı fona mutlak kötü muamelesi yapanlar bence bunu yapıyor ve korkarım sağlıklı bir değerlendirmeye engel oluyorlar. Bu endişeli dostlara, fen liselerinin bir yurtdışı fon (zamanın Ford Vakfı’nın büyük bir hibesi) sonucunda kurulduğunu hatırlatmak isterim. Bugün haklı olarak gurur duyduğumuz İHA/SİHA/SİDA üretim kapasitemizin fen liseleri ve yine bir yurtdışı fon ürünü olan Robert Kolej olmadan ne durumda olacağını bilmek istersek, bu sektörün en kritik 500 kişisinin özgeçmişlerine bir bakalım ve yolu bu okullardan geçmiş herkesi çıkardığımızda geriye ne kalıyor tartalım.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Derdimi biraz olsun anlatabildiğimi umuyorum. Önerim derin bir nefes almak. Her sözü; edilebilecek en şehvetli, en sert, en müdanasız şekilde söyleme refleksimize biraz ara vermek. Münazara, sanılanın aksine, bizi hakikate götürmez çünkü 1-0/0-1 mantığı üzerine kuruludur. Muhatabımızdan bir şey öğrenme, onu sevebilme ihtimalini içermeyen ilişki türleri bizi zenginleştirmez, tersine kurutur. Muhabbet her durumda münazaraya göre daha üstün bir yöntemdir. Birçok bilge insan sessizce de olsa çoğu meselenin iki tarafında da haklılık payı bulur. Gelin biz de horoz dövüşünü, at gözlüklerini bir kenara bırakalım, çelişkilerin tadını çıkaralım. Bir bakarız bu yeni hali sevmişiz. : )
Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul